DÜŞSEL ANLATIMA ÖRNEK METİNLER

I.

 

Bir tilkinin peşine avcılar düşmüş. Avcılardan kurtulmak için kaçan tilkinin karşısına bir oduncu çıkmış. Ona: “Bir yer göster de saklanayım." diye yalvarmış. Oduncu: “Benim kulübeye gir, orada seni göremezler. ” demiş. Az sonra avcılar gelip oduncuya: “Buralarda bir tilki gördün mü?" diye sormuşlar. Oduncu “Görmedim. ” dermiş ama bir yandan da eliyle işaret edip tilkinin saklandığı yeri gösterirmiş. Avcılar, oduncunun sözlerini dinlemiş « ancak hareketlerine bakmamışlar. Avcılar gittikten sonra tilki, saklandığı yerden çıkmış, hiçbir şey söylemeden uzaklaşmak istemiş. Oduncu: “Sana iyilik ettim, canını kurtardım, sen bana bir teşekkür bile etmiyorsun!" diye sitem edince tilki şöyle demiş: "Ben sana teşekkür ederdim etmesine ama dilinle elin birbirine uymadı ki!” demiş.

Bu parçada tilki ve oduncu arasında geçen bir olay anlatılmış. Bu, düşsel anlatımla sağlanmış. Burada tilkiye, insana özgü nitelikler verilmiş. Gerçekte tilki ile oduncunun konuşması mümkün değildir. Yazar, bu düşsel anlatımdan hareketle okura bir mesaj vermek istemiştir.

II.

Keloğlan’ı kuyuya sarkıtırlar, kuyunun yarısına gelince sağ tarafında karanlıkta aniden bir kapı açılır. Adamın biri Keloğlan' kucakladığı gibi bu kapıdan içeri çeker. Neye uğradığını anlayamayan Keloğlan kendine gelince, bir de ne görsün!.. Geniş bir bahçe ve bu bahçenin ortasında büyük bir saray durmuyor mu? Sarayın bahçesinde güllerin arasında dünya güzeli bir kız oturmuş, arkasında bir dudağı yerde, bir dudağı gökte iri ve koyu siyah renkte bir zenci ayakta durmakta. Çiçeklerin arasında bir tavus kuşu dolaşmaktadır. Şaşkınlıkla bunları seyre dalan Keloğlan’ın birden arkasında gürleyen bir sesle aklı başından gider. Dönüp bakınca ne görsün?... Koca bir dev, arkasında durmuyor mu!

 

Bu parça, bir masaldan alınmıştır. Burada mekân olağanüstü özellikler taşımaktadır. Gerçekte ayrı bir dünyaya açılan bir kuyu, burada yaşayan devler yoktur.

III.

Günlerden bir gün, hiç suyumuz kalmadığı için bir yerde, on tayfa ve ben karaya çıktık. Onlardan biraz uzaklaşmıştım ki tayfalar koşarak kayığa binip hızla açıldılar. Sonra arkalarından dev gibi bir adamın peşlerine düştüğünü gördüm. Ben de hızla koşmaya başladım. Bir saat kadar gittikten sonra, başak boyu on iki metre olan buğday tarlaları, yükseklikleri otuz, otuz beş metre olan duvarlar gördüm. Biraz sonra da mısır tarlasında yürürken yirmi metre boyunda biri beni iki parmağı ile yakaladı, çalıştığı çiftliğe götürdü. Çiftlik sahibi ve adamları, koydukları masanın üstünde beni seyrediyor, her tarafımı inceliyorlardı. Sonunda, kendileri gibi bir insan olduğumu anladılar. Uykum gelmişti. Adamın karısı beni bir yatağa yatırdı. İki saat uyumuştum ki iki fare geldi. Kılıcımı çektim, birini öldürdüm, diğeri yaralı yaralı kaçtı. Dev adamın dokuz yaşındaki kızı tehlikeden uzak tutmak için beni konsolun çekmecesinde yatırmaya başladı.

 

Bu parça, Jonathon Swift’in yazdığı Gulliver’in Seyahatleri romanından alınmıştır. Burada yazar, düşsel anlatımdan yararlanmıştır. Olayların kahramanı Kaptan Gülliver’in başından geçen olağanüstü olaylar anlatılmaktadır. Kahramanlar insan olmakla birlikte mekân ve kişiler olağanüstü özellikler taşımaktadır. Boyu yirmi otuz metreyi bulan kişilerle on on iki metre uzunluğunda buğdaylarla günlük yaşamda karşılaşma imkânı yoktur.

IV.

Arles ve Avignon kentleri çevresinde, Rhone Irmağı kıyılarındaki bir ormanda yarısı dört ayaklı ve yarısı balık görünümünde bir ejderha yaşardı. Bir filden daha iriydi, boynuz gibi sivri dişleri ve omuzlarında geniş kanatları vardı. Gemileri batırır, yolcuları yerdi. Halkın isteği üzerine Azize Marthe bu ejderhanın arkasından gitti ve onu bir adamı yerken buldu. Kemerini ejderhanın boynuna dolayıp onu kuzu gibi kente getirdi.

 Bu metinde düşsel anlatım ağır basmaktadır. Burada Azize Marthe gibi gerçekçi kişilerin yanında iri dişleri, geniş kanatları olan ejderha gibi düşsel varlıklara yer verilmiştir. Anlatımda olağanüstülükler dikkat çekmektedir.

Uyuduğum koltuğu görünmez bir elin sarsmasıyla uyandım. Gözlerimi açtım. Burası benim odam değil. Sanki gökyüzünde uçan bir balonun içindeyim. Do­kunduğum her şey yumuşacık. Kalkmak istiyorum. Aman Allah'ım! O da ne? Ayaklarım "pıt pıt" diye damlayan birer su damlası olmuş. Eyvah! Ayakkabımın teki su oldu bile. Artık ayağım çıplak, Panikleyip hareket ettikçe su damlaları hızlanıyor. Yerde bir gölcük oluştu. Artık sağ bacağım dizime kadar yok. Sol ba­cağım çoktan göl olmuş durumda. Öylece sessiz, duygusuz yerde biriken su­ya, kendime bakıyorum. Hareket etmediğim zaman damlama işi de duruyor. Öyleyse hareketsiz kalmalıyım. Nefes bile almaya korkuyorum." Burada bana yardım edecek kimse yok mu?" oh! İşte annem elinde paspasla içeri girdi. Be­ni görmüyor. Su birikintisini yani ayaklarımı, bacaklarımı siliyor. Bağırıyorum, duymuyor... Bu sırada Pati içeri girdi. Tamam, o beni kurtaracak; ama üstüme oturuyor. Eriyorum. Su olup yere dökülüyorum. Annem beni kovaya topluyor.

V.

“Ne istiyorsunuz?” diye sorudu Mrs. Ttt. “Siz bir Marslısınız!”

Adam gülümsedi. “Bu kelime kesinlikle size bildik değil. Bu bir dünya deyimi.” Başıyla adamlarını işaret etti. “Biz Dünya’danız. Ben kaptan Williams. Mars’a ineli henüz bir saat olmadı. İşte buradayız. İkinci Mars Seferi! Bir ilk Mars Seferi yapılmıştı ama başına ne geldi bilmiyoruz. Her neyse işte buradayız. Ve siz de karşılaştığımız ilk Marslısınız!”

“Marslı mı?” Kadın, kaşlarını kaldırdı.

“Demek istediğim şu, güneşten bu tarafa dördüncü gezegende yaşıyorsunuz, değil mi?”

“Çok basit!” diye tersledi kadın onu süzerek

“Ve biz – Kaptan Tombul, pembe elini göğsüne bastırdı – biz de Dünya’danız. Değil mi beyler?”

“Evet, efendim!” dedi bir koro.

“Burası Tyrr gezeni” dedi kadın, “Eğer asıl adını kullanmak isterseniz…”

(Ray Bradbury)

 

Rad Brabury’nin “Mars Yıllıkları” adlı yapıtından alınan bu parçada Marsla geçen bir olay anlatılmış. Burada düşsel (fantastik) anlatım söz konusudur. Düşsel (fantastik) anlatımda yazar, düş gücünün sınırsız olanaklarından yararlanarak okurun zihninde yeni ufuklar açmaya çalışır ki bu metinde de yapılmış. Yazarın amacı, okuru bir tür düşsel yolculuklara çıkarmak, gerçek yaşamda göremediği ve bilincine varamadığı şeyleri ona göstermektir. Bu parçada büyüleyici, düşsel mekânlarda geçen olaylar işleniyor. Yazar, ortaya koyduğu kurgu ile okurlarını günlük yaşamdan, yaşamın gerçeklerinden uzaklaştırıyor. Onların hayalî bir dünyada dolaşmasını, dünyanın sıkıntılarından bir süreliğine olsa uzak kalmasını sağlıyor. Böylece yazar, gerçek dünyanın ötesinde alternatif, düşsel bir dünya oluşturuyor.

VI.

“Bir zaman karanlık sulara öylece bakakaldı. Biraz önce batan geminin titrek halkaları hala sahilin taş duvarlarına vurmakta idi. Daha önce hiç böyle bir deniz canavarı gören olmamıştı. Doğrusu şimdiye dek canavarların gerçek olabileceğine hiç inanmamıştı. Sandıktaki kitapta neler anlatılıyorsa tek tek gerçekleşmekte idi.

 

Ürkek adımlarla bir sonraki maceranın ne olduğunu öğrenmek için eve doğru yola koyuldu. Sabahın ilk ışıkları belirmeye başlamıştı. Sokak lambaları hala yanıyordu. Az önce, sokak aralarından esen serin rüzgâr bir kitap sayfasını ayaklarının dibine bırakmıştı. Önce şaşırdı zamanla şaşkınlığın yerini belli belirsiz bir korku aldı.”

SON EKLENENLER

Üye Girişi