Kullanıcı Oyu: 2 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HAZIRLIKLI KONUŞMALAR

Belirlenen bir konuda araştırma, ince­leme ve değerlendirme gibi hazırlıklardan sonra yapılan konuşmalardır. Bu tür ko­nuşmalardan önce konuşulacak konuyla ilgili düşüncelerin yazıya dökülmesi ge­reklidir. Hazırlıklı konuşma çeşitleri, açış ve takdim konuşmaları, konferans, sempozyum, açık oturum, mülakat (görüşme), mü­nazara gibi başlıklar altın­da toplanabilir. Ayrıca öğ­retmenlerin sınıfta anlattıkları dersler ve öğ­rencinin okuduğu bir kita­bı tanıtması da hazırlıklı konuşma sayılır.

Hazırlıklı konuşmada hangi konuşmacının (veya konuşmacıların) ne za­man, nerede konuşacağı önceden belirlenir ve ilân edilir. Bu tür konuşmala­ra sadece konuşmacı değil dinleyiciler de hazırlanır­larsa konuşmadan daha fazla yararlanırlar.

Hazırlıklı konuşmalar her konuda olabilir. Daha çok didaktik (öğretici) özellikler taşıyan bu tür konuşmalarda bir bilim veya fikir adamının ya da bir sanatçının birikimi halkın anlayacağı şekilde nakledilir.

Bu tür konuşmalarda, dinleyicilerin duygularına hitap etmektense düşün­celerine seslenmek ayrı bir önem taşır.

Hazırlıklı konuşmalar­da önceden -yazma çalış­malarında olduğu gibi- giriş, gelişme ve sonuç şeklinde bir plân yapılmalıdır. Önce, uy­gun bir hitap ifadesi ile söze başlanmalı­dır. Giriş bölümünde konu kısaca değer­lendirilmeli; gelişme bölümünde konunun sınırlanmış bütün yönlerine ışık tutulmalıdır. Konuşmanın sonuç bö­lümünde ise genel bir değerlendirme ya­pılmalıdır.

Konuşurken kelimeler iyi telâffuz edil­melidir. Konunun düşünce ve duygu muhtevasına göre ses tonu ayarlanmalı; konuşma, el, kol hareketleri ve mimikler­le desteklenmelidir.

Belirttiğimiz bu hususlara dikkat edi­lebildiği takdirde konuş­ma etkili olur.

a) Açış ve takdim ko­nuşmaları:

Açış ve takdim konuş­maları, bir topluluk önünde gerçekleşecek nu­tuk (söylev), konferans, sempozyum, seminer ve benzeri konuşmaların başlamasından önce ya­pıldığı gibi, bir toplantının veya bir kuruluşun açıl­masından evvel de yapıla­bilir. Genellikle kısa ve tanıtıcı mahiyetteki konuşmalardır.

Açış ve takdim konuş­malarında önemli olan, konu ve dinleyiciler ara­sında bir alâka kurmak­tır. Bu tür konuşmalar programın başlamasına işaret eder.

Konferans veya sem­pozyum gibi konuşmalar­dan önce yapılan açış ve takdim konuşmalarında konunun kısa bir özeti verilebilir. Bunun yanın­da konunun güncel mese­lelerle ilgisi ve konuşma­cının hayat hikâyesi (biyografi), açış ve takdim konuşmalarında buluna­bilir. Konu, ince ayrıntı­larla değil, genel olarak tanıtılır ve takdim edilir. Bayram, tören, kutlama ve benzeri toplantılarda yapılan açış konuşmaları, bu toplantının önemini belirtir ve kısaca mahiyetini tanıtabilir.

Açış ve takdim konuşmalarının, konu­nun uzmanı tarafından yapılma mecburi­yeti yoktur. Ama konuşmacının hazırlıklı ve az da olsa bilgi sahibi olması gerekir. Bu yüzden açış ve takdim konuşmaları idareciler veya başlayacak toplantının bir ilgilisi tarafından yapılabilir. Önemli olan, konu ve dinleyiciler arasında bir alâka kurmaktır.


"BEN VE ÖTESİ”

Ziya Osman SABA

Necip Fazıl belki en büyük Türk şairi değildir, fakat Türk edebiyatının en kuvvetli şiir kitabı herhalde "Ben ve Ötesi 'dir.

"Ayak Sesleri"ni, "Kaldırımlar"ı, "Otel Odaları"nı, "Tabut'u, "Noktürn"leri ihtiva eden bu kitap insanı âdeta sarsıyor...

Necip Fazıl bu kitabı bize çoktan vaat etmişti: Sekiz sene ev­vel yayımlanan Örümcek Ağı'ndaki "Ben" şiirinde:

Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar,

Ne başkasına yâr, ne kendine yâr,

Canım isteyince ben, diyâr diyâr,

Gölgemin peşinden yürür giderim.

diyen Necip Fazılın bir gün gelip "Kaldırımlar"ı yazacağı ne kadar bellidir.

Belki de bu tekâmülü daha iyi fark edebilmemiz için, "Ben ve Ötesi'ndeki şiirler senelere ayrılmak suretiyle tasnif edil­miş.

1922, 1923 hatta 1924 senelerinin Necip Fazılı Yunus Emre'nin samimî bir hayranıdır. Bu hayranlığını 1929'da yazaca­ğı bir şiirde nihayet kendisi de itiraf edecekti:

Rüzgâra bir koku ver ki hırkandan,

Geleyim izine doğru arkandan,

Bırakmam tutmuşum artık yakandan,

Medet ey şairim, Yunus'um medet!...

1925'te onu, sonraları bilhassa hikâyelerinde kullanacağı bir janrın, korkunun şairi olarak görüyoruz.

1926 bize, "Anneciğim", "Yattığım Kaya", "Heykel" gibi ince şiirler kazandırıyor ve nihayet 1927'de, Necip Fazıl'ı edebiya­tımızdaki bu günkü mevkiine birdenbire yükselten şiirler: "Kal­dırımlar", "Sayıklama", "Otel Odaları"...

İlk şiirlerinde "biçim" itibariyle halk şiirimizi taklit eden müptedi Necip Fazılın 1927'deki şiirlerinde "biçim" değişmek- sizin, "temel düşünce" yönünden nasıl Batıklaştığını göster­mek için, Yusuf Ziya’nın yaptığı şu yakınlaştırmayı burada tekrar edeceğiz:

“….

Söndürün lâmbaları uzaklara gideyim

Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim

Pırıl pırıl

Pırıl pırıl

Sussun, sussun uzakta ölüme ağlayan

Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan

Şırıl şırıl

Şırıl şınl

Ne olurdu bir kadın elleri avucumda,

Bahsetse yaşamanın tadından başucumda,

Mini mini

Mini mini”

(Sayıklama, Necip Fazıl)

 

"Güzel, ne güzel olmuşsun

Görülmeyi

Görülmeyi

Siyah saçlar halkalanmış

Örülmeyi

Örülmeyi

Mendilim yaşla erittim,

Adım bilirdim unuttum

Sorulmayı

Sorulmayı"

(Karacaoğlan)

 

En büyük Batı şairlerinin kitaplarını açınız, orada:

Söndürün lâmbaları uzaklara gideyim,

Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim.

mısraları kadar derin mısralara, pek ender, belki de hiç tesa­düf etmeyeceksiniz. Sonra Necip Fazıl'dan başka hiçbir şairi­miz halk şairlerimizi araştırıp meselâ bir Karacaoğlan'ın an­cak düşünebildiği lâkin başarıyla kullanamadığı bir şekli bu kadar yerinde, bu kadar konuya uygun kullanamamıştır.

Yusuf Ziya’nın misali, Necip Fazıl'ın terkipçi zekâsını da bi­ze ne kadar açık gösteriyor! Her şeyin, her janrı yalnız iyi kı­sımlarım almak ve üzerlerinde işlemek. İşte Necip Fazıl'ın ba­şarısının sim.

Zaten Necip Fazıl hiçbir mektep kaygısıyla da bağlanmış değildir. Onun şiirinde ne romantiklerin münferit lirizmini, ne parnasyenlerin ancak bir mermer soğukluğunda bulabildikleri şekil mükemmeliyetini, ne de sembolistlerin zoraki kapalılığı­nı bulacaksınız. İçinde Türk şiirinin en büyük derinlikleri bulu­nan bu deniz, dibinin yeşil uçurumlarını gösterecek kadar ber­raktır.

Necip Fazılda lirizm vardır, fakat ne kadar örtülü ve asil bir lirizm. Necip Fazıl da âşıktır fakat bu aşk onu bir kafiye hokkabazı yaptıracak kadar ileri gitmez.

Necip Fazıl sembolisttir, fakat sembolizmin de yalnız iyi ta­raflarını almak şartıyla. Onun üstatları bir insanın duyabilece­ği en belirsiz, en karanlık duygulan zapt edebilmiş sanatkâr­lardır. Meselâ bir Rimbaud (Rimbo), meselâ bir Baudelaire (Bodler); bilhassa Baudelaire. "Ben ve Ötesi’nde "Elem Çiçekleri"nin kokusunu daima duymak mümkündür.

O büyük Fransız şairiyle, yine büyük Türk şairinin arasın­daki yakınlığı, "Kaldırımlar"daki şu mısra ne güzel anlatıyor:

Kaynaşmış ruhlarınız bir derdin potasında.

(…….)

Ben daha benim gibi kaç kişinin, böyle anlarda, Necip Fa­zılın mısralarını mırıldandıklarım duydum Ruhtan ruha giden hangi esrarlı bağ, onları büyük bir şairle birleştiriyordu! Necip Fazıl'ın "bireyselliği"" içine ne kadar geniş bir "cemiyet" sığabilmişti! Necip Fazıl şimdi daha ziyade nesir yazıyor, fakat ben, alıştığım zevki daima duyabilmek için ondan şiir saha­sında "daha ötesini" de istiyor ve bekliyoruz

Kısmen sadeleştirilip kısaltılmıştır.

(Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Necat Bi­rinci, Abdullah Uçman, Atatürk Devri Türk Edebiyatı II)

SON EKLENENLER

Üye Girişi