Belirlenen bir konuda araştırma, inceleme ve değerlendirme gibi hazırlıklardan sonra yapılan konuşmalardır. Bu tür konuşmalardan önce konuşulacak konuyla ilgili düşüncelerin yazıya dökülmesi gereklidir. Hazırlıklı konuşma çeşitleri, açış ve takdim konuşmaları, konferans, sempozyum, açık oturum, mülakat (görüşme), münazara gibi başlıklar altında toplanabilir. Ayrıca öğretmenlerin sınıfta anlattıkları dersler ve öğrencinin okuduğu bir kitabı tanıtması da hazırlıklı konuşma sayılır.
Hazırlıklı konuşmada hangi konuşmacının (veya konuşmacıların) ne zaman, nerede konuşacağı önceden belirlenir ve ilân edilir. Bu tür konuşmalara sadece konuşmacı değil dinleyiciler de hazırlanırlarsa konuşmadan daha fazla yararlanırlar.
Hazırlıklı konuşmalar her konuda olabilir. Daha çok didaktik (öğretici) özellikler taşıyan bu tür konuşmalarda bir bilim veya fikir adamının ya da bir sanatçının birikimi halkın anlayacağı şekilde nakledilir.
Bu tür konuşmalarda, dinleyicilerin duygularına hitap etmektense düşüncelerine seslenmek ayrı bir önem taşır.
Hazırlıklı konuşmalarda önceden -yazma çalışmalarında olduğu gibi- giriş, gelişme ve sonuç şeklinde bir plân yapılmalıdır. Önce, uygun bir hitap ifadesi ile söze başlanmalıdır. Giriş bölümünde konu kısaca değerlendirilmeli; gelişme bölümünde konunun sınırlanmış bütün yönlerine ışık tutulmalıdır. Konuşmanın sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirme yapılmalıdır.
Konuşurken kelimeler iyi telâffuz edilmelidir. Konunun düşünce ve duygu muhtevasına göre ses tonu ayarlanmalı; konuşma, el, kol hareketleri ve mimiklerle desteklenmelidir.
Belirttiğimiz bu hususlara dikkat edilebildiği takdirde konuşma etkili olur.
a) Açış ve takdim konuşmaları:
Açış ve takdim konuşmaları, bir topluluk önünde gerçekleşecek nutuk (söylev), konferans, sempozyum, seminer ve benzeri konuşmaların başlamasından önce yapıldığı gibi, bir toplantının veya bir kuruluşun açılmasından evvel de yapılabilir. Genellikle kısa ve tanıtıcı mahiyetteki konuşmalardır.
Açış ve takdim konuşmalarında önemli olan, konu ve dinleyiciler arasında bir alâka kurmaktır. Bu tür konuşmalar programın başlamasına işaret eder.
Konferans veya sempozyum gibi konuşmalardan önce yapılan açış ve takdim konuşmalarında konunun kısa bir özeti verilebilir. Bunun yanında konunun güncel meselelerle ilgisi ve konuşmacının hayat hikâyesi (biyografi), açış ve takdim konuşmalarında bulunabilir. Konu, ince ayrıntılarla değil, genel olarak tanıtılır ve takdim edilir. Bayram, tören, kutlama ve benzeri toplantılarda yapılan açış konuşmaları, bu toplantının önemini belirtir ve kısaca mahiyetini tanıtabilir.
Açış ve takdim konuşmalarının, konunun uzmanı tarafından yapılma mecburiyeti yoktur. Ama konuşmacının hazırlıklı ve az da olsa bilgi sahibi olması gerekir. Bu yüzden açış ve takdim konuşmaları idareciler veya başlayacak toplantının bir ilgilisi tarafından yapılabilir. Önemli olan, konu ve dinleyiciler arasında bir alâka kurmaktır.
"BEN VE ÖTESİ”
Ziya Osman SABA
Necip Fazıl belki en büyük Türk şairi değildir, fakat Türk edebiyatının en kuvvetli şiir kitabı herhalde "Ben ve Ötesi 'dir.
"Ayak Sesleri"ni, "Kaldırımlar"ı, "Otel Odaları"nı, "Tabut'u, "Noktürn"leri ihtiva eden bu kitap insanı âdeta sarsıyor...
Necip Fazıl bu kitabı bize çoktan vaat etmişti: Sekiz sene evvel yayımlanan Örümcek Ağı'ndaki "Ben" şiirinde:
Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar,
Ne başkasına yâr, ne kendine yâr,
Canım isteyince ben, diyâr diyâr,
Gölgemin peşinden yürür giderim.
diyen Necip Fazılın bir gün gelip "Kaldırımlar"ı yazacağı ne kadar bellidir.
Belki de bu tekâmülü daha iyi fark edebilmemiz için, "Ben ve Ötesi'ndeki şiirler senelere ayrılmak suretiyle tasnif edilmiş.
1922, 1923 hatta 1924 senelerinin Necip Fazılı Yunus Emre'nin samimî bir hayranıdır. Bu hayranlığını 1929'da yazacağı bir şiirde nihayet kendisi de itiraf edecekti:
Rüzgâra bir koku ver ki hırkandan,
Geleyim izine doğru arkandan,
Bırakmam tutmuşum artık yakandan,
Medet ey şairim, Yunus'um medet!...
1925'te onu, sonraları bilhassa hikâyelerinde kullanacağı bir janrın, korkunun şairi olarak görüyoruz.
1926 bize, "Anneciğim", "Yattığım Kaya", "Heykel" gibi ince şiirler kazandırıyor ve nihayet 1927'de, Necip Fazıl'ı edebiyatımızdaki bu günkü mevkiine birdenbire yükselten şiirler: "Kaldırımlar", "Sayıklama", "Otel Odaları"...
İlk şiirlerinde "biçim" itibariyle halk şiirimizi taklit eden müptedi Necip Fazılın 1927'deki şiirlerinde "biçim" değişmek- sizin, "temel düşünce" yönünden nasıl Batıklaştığını göstermek için, Yusuf Ziya’nın yaptığı şu yakınlaştırmayı burada tekrar edeceğiz:
“….
Söndürün lâmbaları uzaklara gideyim
Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim
Pırıl pırıl
Pırıl pırıl
Sussun, sussun uzakta ölüme ağlayan
Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan
Şırıl şırıl
Şırıl şınl
Ne olurdu bir kadın elleri avucumda,
Bahsetse yaşamanın tadından başucumda,
Mini mini
Mini mini”
(Sayıklama, Necip Fazıl)
"Güzel, ne güzel olmuşsun
Görülmeyi
Görülmeyi
Siyah saçlar halkalanmış
Örülmeyi
Örülmeyi
Mendilim yaşla erittim,
Adım bilirdim unuttum
Sorulmayı
Sorulmayı"
(Karacaoğlan)
En büyük Batı şairlerinin kitaplarını açınız, orada:
Söndürün lâmbaları uzaklara gideyim,
Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim.
mısraları kadar derin mısralara, pek ender, belki de hiç tesadüf etmeyeceksiniz. Sonra Necip Fazıl'dan başka hiçbir şairimiz halk şairlerimizi araştırıp meselâ bir Karacaoğlan'ın ancak düşünebildiği lâkin başarıyla kullanamadığı bir şekli bu kadar yerinde, bu kadar konuya uygun kullanamamıştır.
Yusuf Ziya’nın misali, Necip Fazıl'ın terkipçi zekâsını da bize ne kadar açık gösteriyor! Her şeyin, her janrı yalnız iyi kısımlarım almak ve üzerlerinde işlemek. İşte Necip Fazıl'ın başarısının sim.
Zaten Necip Fazıl hiçbir mektep kaygısıyla da bağlanmış değildir. Onun şiirinde ne romantiklerin münferit lirizmini, ne parnasyenlerin ancak bir mermer soğukluğunda bulabildikleri şekil mükemmeliyetini, ne de sembolistlerin zoraki kapalılığını bulacaksınız. İçinde Türk şiirinin en büyük derinlikleri bulunan bu deniz, dibinin yeşil uçurumlarını gösterecek kadar berraktır.
Necip Fazılda lirizm vardır, fakat ne kadar örtülü ve asil bir lirizm. Necip Fazıl da âşıktır fakat bu aşk onu bir kafiye hokkabazı yaptıracak kadar ileri gitmez.
Necip Fazıl sembolisttir, fakat sembolizmin de yalnız iyi taraflarını almak şartıyla. Onun üstatları bir insanın duyabileceği en belirsiz, en karanlık duygulan zapt edebilmiş sanatkârlardır. Meselâ bir Rimbaud (Rimbo), meselâ bir Baudelaire (Bodler); bilhassa Baudelaire. "Ben ve Ötesi’nde "Elem Çiçekleri"nin kokusunu daima duymak mümkündür.
O büyük Fransız şairiyle, yine büyük Türk şairinin arasındaki yakınlığı, "Kaldırımlar"daki şu mısra ne güzel anlatıyor:
Kaynaşmış ruhlarınız bir derdin potasında.
(…….)
Ben daha benim gibi kaç kişinin, böyle anlarda, Necip Fazılın mısralarını mırıldandıklarım duydum Ruhtan ruha giden hangi esrarlı bağ, onları büyük bir şairle birleştiriyordu! Necip Fazıl'ın "bireyselliği"" içine ne kadar geniş bir "cemiyet" sığabilmişti! Necip Fazıl şimdi daha ziyade nesir yazıyor, fakat ben, alıştığım zevki daima duyabilmek için ondan şiir sahasında "daha ötesini" de istiyor ve bekliyoruz
Kısmen sadeleştirilip kısaltılmıştır.
(Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Necat Birinci, Abdullah Uçman, Atatürk Devri Türk Edebiyatı II)