Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

TELAFFUZ (SÖYLEYİŞ)

Söyleyiş, bir kelimenin ses, hece, ton ve vurgu bakımından söylenme biçimidir.

Etkileyici ve güzel bir konuşmada konunun içeriği kadar söyleyiş tarzı (telaffuz) da önemlidir. Nasıl söyleyeceğini bilmeyen bir kişinin güzel konuşması çok zordur. Duygu ve düşüncelerin ifadesinde, seçilen kelimelerin ve söyleniş tarzının kişiler üzerinde farklı etkiler uyandıracağı muhakkaktır.

Güzel bir konuşmada vurgu ve tonlamanın doğru yapılması kadar kelimelerin doğru telaffuzu da önemlidir. Yanlış söylenen bir kelime, anlamı bilinmeden kullanılan bir söz, konuşmacıyı zor durumda bırakabilir.

Yabancı dillerden Türkçeye giren kelimelerin söylenişine özellikle dikkat edilmelidir. Aksi hâlde söylenmek istenenle söylenen birbirinden farklı olur:

Aşık olmanın zamanı mı? {aşık: 1. Ayak bileğindeki küçük kemiklerden biri, 2. Yapı çatılarında uzun mertek ) Cümlemizin ilk kelimesindeki "a" uzun okunmalıdır. "Âşık olmanın zamanı mı?"

Bana hala bakıyor, (hala: babanın kız kardeşi) Cümledeki "hala" sözcüğünün "a'ları uzun okunmalıdır. "Bana hâlâ bakıyor."

Söyleyiş güzelliğini sağlamanın en önemli yollarından biri de Türkçenin ses dizgesini çok iyi bilmektir. Şurası tartışma götürmez bir gerçektir ki Türkçe başka dillerin çoğunda bulunmayan ve konuşma açısından büyük kolaylıklar sağlayan özelliklere sahiptir. Bu özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Türkçe genellikle yazıldığı gibi konuşulur, konuşulduğu gibi yazılır.

2. Türkçedeki bütün sesler ve bu seslerin işaretleri olan harfler (yumuşak g-ğ) dışında yazıda ve konuşmada ortaktır. Yazıldığı hâlde söylenmeyen ya da söylendiği hâlde yazıda gösterilemeyen hiçbir ses yoktur.

3. Ses yönünden zengindir.

4. Türkçenin sesleri gırtlaksılıktan, burunsuluktan kurtulduğu için, hırıltılı bir nitelik taşımaz.

5. Türkçedeki ünlü ve ünsüzler boğumlama açısından zorlayıcı bir nitelik taşımaz. Bunlar oldukça rahat çıkışlı seslerdir.

6. Telaffuzu büyük ölçüde kolaylaştıran küçük ünlü uyumu ve büyük ünlü uyumu vardır.

Söyleyiş özelliklerinden biri de vurgu ve tonlamadır. Konuşma ve okumayı canlandırmada vurgulama ve tonlamaya dikkat etmek gerekir. Vurgulamanın anlamı belirlemede önemli bir işlevi vardır. Bir kelimenin anlam ve vurgu değişmelerini belirtmede vurgudan yararlanılır. Vurgu ve tonlama, cümle içerisindeki kelimelerde kimi hecelerin başka sözcük ve hecelere göre dik, baskılı okunuşuna ve söylenişine denir. Gerektiği zaman vurgu yapılmazsa ya da yanlış, eksik yapılırsa sözün duygu değeri kaybolur. Ayıca sesin, telaffuzun, söyleyişteki müziğin ortaya çıkması gerçekleşmez.

"Emin ÖZDEMİR'in Güzel ve Etkili Konuşma

kitabından yararlanılmıştır."

TONLAMA

Yalın ve periyodik hareketten, yani belirli bir zaman içinde belirli bir düzenle tekrarlanan titreşimlerden oluşan ses izlenimine ton denir. Konuşmada fonemler, heceler, kelimeler zincir halkaları gibi sıralanır. Birbiri ardından gelen sesler, hiçbir zaman aynı seviyede değildir. Ses, durmadan alçalır, yükselir, yumuşar, sertleşir, incelir, kalınlaşır. İşte bu ses değişikliklerine tonlama adı verilir. Sesin duyulma derecesine ise o sesin şiddeti denir. Sesin duyulma derecesi titreşimin genişliğine bağlıdır. Titreşimler hızlı ise sesin tonu yüksektir. Buna ton yüksekliği adı verilir.

Sözün söylenişinde, ses yüksekliği ve uyumundaki değişmeler nedeniyle ses dalgalanması ortaya çıkar ki buna cümle tonu denir. Konuşmanın telâffuz boyutu ile ilgili olan tonlama, etkili ve güzel konuşma için doğru ve sağlıklı olmak zorundadır. Çünkü tonlama cümle veya kelimedeki anlamı değiştirebilmektedir.

DURAKLAMA

Ses çıkarmak için soluk almaya ihtiyacımız vardır. Sesimizi belli bir süre uzatabiliriz, ama sonunda soluğumuz tükenir, duraklar, yeniden soluk almak zorunda kalırız. Şu hâlde konuşurken hava ihtiyacını elde etmek için az veya çok duraklamaya ihtiyaç vardır. Söz söylemenin doğallığı çerçevesinde soluk alma ve duraklama gerekir. Soluksuz ve duraklamasız bir konuşma monotonluk kadar anlaşılabilirle eksikliği de doğurur. Her cümle, her ibare kendi içinde bir anlam bütünlüğü taşır. Bu anlam bütünlüklerinin açıkça birbirlerinden ayrılmaları ve birbirleriyle ilişkilendirilmeleri gerekir.

Okuduğumuz metinlerde durak yerleri çeşitli noktalama işaretleriyle gösterilir. Anlam blokları "." , "," , ";" , ":" , "-" , "( )" gibi işaretlerle ayırt edilir. Bazı metinlerde noktalama işaretleri soluk alma ve duraklama için yeterli olabilir. Ancak genellikle konuşma dili ile yazı dili arasında belirgin farklar vardır. Yazı dilindeki durakların konuşma dilinde aynen kullanılması anlaşılabilirliği zedeleyeceği gibi pratik olarak da bu mümkün olamayabilir. Şu hâlde konuşma sırasında konunun akışına göre duraklar oluşturmak zorundayız (Bozdağ, http://yetenek.com).

Konuşurken duraklamalara yeterince önem vermez, sık sık kısa duraklamalar yapmazsak, bol ve derin soluk alma ihtiyacı duyarız. Bu da gürültülü soluk almamıza neden olacaktır. Hâlbuki gürültülü soluk alma bir kusurdur. Bunun önüne geçmek gereklidir. Bunun için de soluğumuz tükeninceye kadar beklemeden, çabucak ve hissettirmeden ciğerlerimizi hava ile doldurmalıyız. Ancak diksiyonda bu gelişigüzel yapılmaz.

VURGULAMA

Konuşma sırasında kelimelerin bütün heceleri aynı tonda ve aynı vurgu ile okunmaz. Her dilde kelimelerin farklı hecelerine vurgu yapılır ve bu vurgular konuşmanın doğallığını oluşturur. Bilgisayar makinelerine okutulan konuşma metinlerini dinlemişseniz vurgu monotonluğunu açık bir şekilde gözlemlemişsinizdir (Bozdağ, http://yetenek.com).

Duygularımızı daha iyi canlandırabilmek, düşüncelerimizin daha kolay anlaşılmasını sağlamak, dinleyicileri etkileyebilmek için, konuşmalarımızda sesimiz yer yer alçalır, yükselir. Vurgu iki ya da daha çok heceli kelimelerimizde bazı hecelerin, cümlelerde ise bazı kelime veya kelime gruplarının ötekilerden daha baskılı ve daha belirgin söylenişine denir (Parlakyıldız, 2001, 52). Her dilde kelimelere yapılan vurgu yerleri değişebilir. Türkçede vurguların yerleri konusunda bize yardımcı olacak bazı kurallar şunlardır:

1. Türkçede kural olarak vurgu genellikle son hece üzerindedir. İstisnalar hariç, kelimeye ekler getirildikçe vurgu son heceye doğru kayar.

He ce / hece ler / heceler de / hecelerde ki

2. Bazen vurgu sondan önceki hecelerden birine yapılır. Bu tür istisna durumlar şunlardır:

— Yer adlarında vurgu ilk hecededir: Ankara, Samsun, Erzurum, İzmir, Konya, Avrupa, Sofya, Marmara, Dikmen, Çankaya, Etlik vb.

— Sonu -ya ile biten yer isimlerinde vurgu sondan bir önceki hecededir: Sakarya, Almanya, Antakya, Sibirya vb.

—Zarf ve bağlaçlarda ilk hecede olur: Ancak, önce, sonra, ayrıca, yalnız, belki, ansızın, hangi vb.

—Türkçede bazı ekler vurgusuzdur ve vurguyu önlerindeki heceye atarlar: -ma, -ca, -madan (uyuma, insanca, kalkmadan, gelme) vb.

3. Dilimizdeki Arapça ve Farsça kökenli bazı kelimelerde uzun heceler vardır. Bu kelimelerde vurgu, uzatılan hece üzerinde görünür. Bu uzatmalar kelimelerin başında, ortasında veya sonunda olabilir. Ancak, bu kelimeler için genel bir kural yoktur. Her birinin kendine mahsus bir vurgusu olabilir. Uzun hecelerin yerine göre vurgu başta, ortada veya sonda bulunur.

Vurgu başta: Kâtil, câhil, sâmi

Vurgu ortada: Teâmül, mukâbil, hazîne, mücâdele,

Vurgu sonda: Ziyâ, kat'î, denî, zekî, hafî,

5. Sert çıkan bazı ünsüzler vurguyu bulundukları heceye taşırlar. Bunun için söz konusu ünsüzün hecenin sonunda olması gerekir. Bu ünsüzler: "ç, k, p, r, ş, z" dir; kaçtım, yokmuş, saptı, ordu, şaştı, ezdi vb.

6. Pekiştirme sıfatı yapan heceler vurguyu kendi üzerlerine alırlar: Sim sıkı, kos koca, büs büyük, büs bütün, bam başka vb.

Murat ÖZBAY

Milli Eğitim Dergisi

BOĞUMLANMA

İyi boğumlanma, heceleri iyice anlaşılarak meydana getirmektir. Birçok kimse dudaklarını iyice hareket ettirmeden konuşurlar. Böyle dudak tembelliği olan kimselerin söylediklerini dinleyicilerin bir çoğu anlamaz.

Çok defa bir aktöre "Daha yüksek söyleyiniz." diye bağırıldığı zaman bu uyarma, onun alçak sesle konuştuğu için değil, istenilen ölçüde sözlerini boğumlandırmadığı içindir. Birçok sesi yetersiz aktör vardır ki iyi boğumlandırması sayesinde, sözlerinin tek harfine kadar en uzakta bulunan seyirciye duyurur. Birçok kimse konuşurken boğumlanmaya yeteri kadar önem vermez. Bunun için de sözleri iyi anlaşılmadığından karşılarındakini tekrar tekrar sormak zorunda bırakır. Halbuki bir topluluk karşısında söz söyleyenin her sözünün tek kelimesine kadar anlaşılması gerekir. Bunun için de söyleyicinin yüksek sesle avaz avaz bağırması değil, ünsüzleri açık olarak boğumlandırması sözlerinin iyice anlaşılmasına yardım eder.

Bazı kimseler (R) ünsüzünü küçük dili titreyip dili oluk gibi çukurlaştırarak boğumlandırırlar. Buna (gılamak) derler. Fransa'da, bilhassa Paris'te on yedinci yüz yıldan beri alışkanlık haline gelmiş bir boğumlanma kusurudur. Bu kusur boğaz boğumlanması olup hiçbir zaman kulağa hoş gelmez. Sonra (R) ünsüzünün küçük dille boğumlandırılması sesin çıkışını da bozar. Şarkı söylerken de bu kusurun önlenmesi gerekir.

Şu halde (R) ünsüzü nasıl boğumlandırılmalıdır (R) ünsüzü dilin ucu damağa kadar kaldırılarak verilir. Öyle ki dil şiddetle çıkan havaya dokununca, geri çekilir ve bir tür titreme yaparak yerine gelir.

Çabuk çalınan bir trampetin sesini uzun zaman taklide çalışınız. Bu hareketi dil ucu üst diş etine doğru kaldırarak R R R R... yapınız. Böylece (R) ünsüzünü kısa zamanda düzgün söylemeyi başarabilirsiniz. Bundan sonra da (R) ünsüzüne ünlüleri ekleyerek söyleyiniz. "Ra, re, ri, rı, ro, rö, ru, rü..." Sonra da şu cümleyi tekrarlayınız: "Bir berber bir berbere bre berber beri ge diye barbar bağırır bağırır dururmuş."

Tabii bu çalışmaları günlük yaşantımızda da uygulamalısınız. Bu şekilde kusurun düzeltilmesi mümkün olur.

Gevşeklik : Boğumlanma kusurları içinde en çok yaygın olanı gevşekliktir. Bu kusuru düzeltmek için, dişler arasına bir kurşun kalemi sıkıştırıp heceleri söylerken onların iyice anlaşılmasına çalışılır. Böylece çalışmalara devam edilirse bu kusurun önüne geçilmiş olur. Dişler arasında kurşun kalemi çekildiği zaman, boğumlanma daha açık anlaşılır bir şekil alarak dil, yanaklar ve dudaklar ödevlerini yapmaya başlarlar. Yalnız bu kusurun düzelmesi için üzerinde ısrarla çalışmak gerekir.

Atlama: Boğumlanmadaki ihmâl ve gerçeklikten ileri gelen bir kusurdur. Konuşurken bazı harfleri veya heceleri atlamak, söylememektir. Örnek: (Kilitledim) yerine (Kitledim), (Kalk oradan) yerine (Kalk ordan), (Nasılsınız) yerine (Nassınız), (Hanım efendi) yerine (Hamfendi) (Bir dakika) yerine (Bi dakika) gibi.

Ünlü ve ünsüzlerin çıkarılmasında dikkatli boğumlandırmaya çalışılarak bu kusurun önüne geçilir.

Değiştirme veya pelteklik: Pelteklik şöyle tanımlanır: Bir hece öğesinin bir diğeri ile değiştirilmesi. Peltekliğin pek çok çeşitleri vardır. Bunları Dr. Chervin şöyle sıralar:

1. Sert ünsüzlerle olanına sık rastlanır. (Zeleştirme) (J) yerine (Z). Örnek: (Jale) yerine (Zale), (Jilet) yerine (Zilet) gibi.

(Seleştirme) (Ş) yerine (S). Örnek: (Paşam) yerine (Paşam), (Şapka) yerine (Şapka) gibi, Bu kusurlara rumların Türkçe konuşmasında rastlanır.

(Jeleştirme), (C) yerine (J). Örnek: (Ancak) yerine (Anjak), (Kucak) yerine (Kujak) gibi. (Seleştirme), (S) yerine (Ş): Örnek: (Sana söylüyorum) yerine (Şana söylüyorum) gibi.

2. Diğer ünsüzleri ilgilendiren değiştirmeler: (Leleştirme), (R) yerine (L). Örnek: (Birader) yerine (Bilader), (Berber) yerim (Belber), (Merhem) yerine (Melhem), (Terlik) yerine (Tellik) gibi.

Bazan (N) yerine (L) olur. Örnek: (Fincan) yerine (Filcan) (Mintan) yerine (Miltan) gibi.

(B) yerine (P), (D) yerine (T) olduğu bazı şivelerde görülür.

(Habunu böyle) yerine (Hapuni pöyle) ve (Dayısı) yerine (Tayisi) gibi.

3. Ünlüleri ilgilendiren değiştirmeler^ince â) yerine (kalın a). (Kemâl) yerine (Kemal), (Lâstik) yerine (Lastik), (Cemâl) yerine (Cemal) gibi.

Bütün bu kusurlar doğru söyleyişin bilinmemesinden yahut da söyleyişteki ihmalden ileri gelir. Bunların düzeltilmesi için de ünlü ve ünsüzlerin çıkış yerlerini iyice bilerek bunlar üzerinde ısrarla çalışmak gerekir.

Tutukluk: Söz söylerken bir hece üzerinde takılıp birkaç defa tekrarlanarak söylenir. Bu kusur, düşünce de kararsızlık, herhangi bir heyecan, sıkılganlık veya bir sinir bozukluğundan ileri gelebilir.

Boğumlanma organları üzeride hareketi sağlamak, bu hareketi biraz abartmalı bir ağırlıkla düzenli bir boğumlanmayla yapmak, bir şiirin ölçüsünü göz önüne alarak okumak ve sonra da düşüncelerim belirterek konuşmaya çalışmak yoluyla bu kusurun önüne geçilir.

Kekeleme: Bu önemli kusur, söz söylerken birden bire duraklama, çoğunlukla buna katılan yüz buruşturması ve gerilme hareketiyle hecelerin tekrarlanmasından ibarettir. Kelimelerin "j" boğumlanması ile soluğun çıkışında beraberlik olmamasından ileri gelir. Kekemeler soluk aldıkları veya pek geç soluk verdikleri sırada konuşurlar.

Paris'te bulunan (Kekemeler Enstitüsü) Müdürü Dr. Chervin bu kusurun üç haftada düzeltilebileceğini söyler.

İlk hafta: Soluk alıp vermeye ait alıştırmalar. (Soluk alıp verdikten sonra dinlenme.) Birbirinden ayrı olan seslerin çıkarılması için soluk vermeye alışmak, sonra da seslerin bağlanması. Önce kolay olanların söylenişinden başlayarak ünlüleri, sonra ünsüzleri, kelimeleri, cümleleri söylemek. Alıştırmaların dışında susmak.

İkinci hafta: Öğrencinin konuşmasına bırakılmıştır. Eğer o, ağır konuşursa kekelemez. Dudak ve dilin düzenli hareketleri öğretilir. Doğal heceleme üzerinde çalışır. Yüz buruşturmaları, ispazmozlar, kararsızlıklar kaybolur.

Üçüncü hafta: Yavaş yavaş konuşma alışkanlığının sağlanması. Kısa cümleler ve bükümler üzerinde çalışmalar. Ağır başlı bir diksiyonla, cümlelerin hakkını vererek söylemeye alışmak. Şunu da söyliyelim ki açık havada yapılan solunum alıştırmaları çok i yararlıdır.

Görülüyor ki kekemelik diğer söyleniş kusurları gibi düzeltilebilen bir kusurdur. Birçok uzmanlar kekemeliğin doğuştan gelme bir kusur olduğunu kabul etmeyip, onun bir büyük asabiyet neticesinden ileri geldiğini söylerler.

E. Richard'ın düşüncesi:

Çocukların ilk kelimelerini kekelediklerine pek seyrek rastlanır. Çünkü onların genç ve dinç olan bellekleri ilk kelimeleri çabucak meydana getirir. Eğer kelimeler önceden zihinde tasarlanmamış olursa çıkarılması güçleşir. Sabırsızlık, utangaçlık, dalgınlık, düşüncede kararsızlık, bunun başlıca nedenleridir. Kekemelik, kelimelerin boğumlanmasıyla, soluğun çıkmasında beraberlik olmamasından ileri gelir.

Kekemeliğin önlemenin yolları:

1. Düşünceye ait ve mekanik ortamlar. Düşünceye ait ortamların hepsi söylemeden önce düşünmek gerektiği üzerinde özetlenebilir. Düşünce de kararsızlık, kesin olarak bir kelimeyi söylemeyi önler. Bu da elbetteki düşüncenin tembelliğinden meydana gelir. Sözün kesin olmayışı düşüncesinin belirli anlatılmamasından doğar. Şu halde söylemeden önce kesin olarak düşünmeye çalışmalıdır. Düşünceleri kısa cümleler halinde anlatmaya çaba göstermelidir.

Birinci dönem:

1. Solunum alıştırmaları (Soluk alıp verdikten sonra dinlenme.)

2. Ünlülerin çıkarılması (A, E, I, I, O, U, Ü).

3. Ünlülerin birbirine bağlıyarak çıkartmak. (AE İl OÖ UÜ)

4. Ünlülerin çıkarılmasının tekrarı.

5. Ünlülere ünsüzleri bağlamak.

6. Kısa heceler meydana getirmek.

7. iki ve üç heceli kelimeler meydana getirmek.

8. Daha uzun heceli kelimeler meydana getirmek.

Bu alıştırmaların dışında susmak yararlıdır.

ikinci dönem: Eğer durum daha iyiye doğru gidiyorsa, kekelemekten kaçınmak şartıyle, yavaş yavaş kısa cümlelerin söylenmesine geçilir.

Üçüncü haftaya doğru boğumlandırmak başlar. Dudak ve dil hareketlerindeki bazı kusurlar düzeltilir. Bununla beraber sabırsızlık ve kekeleme belirtileri zaman zaman baş gösterir. O zaman temiz bir boğumlanma elde etmeye çalışılır. Bu çalışma da ağır ve susma payı bırakılarak yapılır.

Üçüncü dönem: Uzun cümlelerin söylenmesine çalışılır. Bunları söylemekte kararsızlık hissedilir edilmez durulur. Bu sefer çok ağır söylenir. Hasta kalabalıkta meramını kısa cümlelerle anlatmaya çalışmalıdır, iyi bilinmeyen şeyler üzerinde konuşmamalıdır. Kekemeliği tekrar ortaya çıkaracak münakaşalardan, sinirlenmelerden, heyecanlanmalardan kaçınmalıdır.

(Alıştırmalı Diksiyon Sanatı,

Nüzhet Şenbay, MEB, İstanbul 2004)

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi