Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş

 

KÜLTÜR, MİLLET VE ORDU

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabında, kültürün önemini anlatırken, bir Fransız yazarının fikrine dayanarak şöyle der:

"Rostand adlı bir Fransız filozof diyor ki: Bir kumandan için karşısındaki düşman ordusunun ne kadar askeri, ne kadar silâh ve mühimmatı olduğunu bilmek çok faydalıdır, fakat onun için bunlardan çok daha faydalı bir şey vardır ki, o da karşındaki düşman ordusunun felsefesini bilmektir."

Ordu deyince her şeyden önce subay ve asker sayısını, mühimmat ve teçhizatını düşünenler için şaşırtıcı bir fikirdir bu. Birçokları subay ve erle felsefeyi bir araya getirmezler. Onlara göre ordu, düğmesine basılınca harekete getirilen bir makinadır.

Milletlerin tarihine ve hâlihazıra bakınca durumun hiç de böyle olmadığını görürüz.

Ordu, toplum içinde millî savunmayla ilgili, kendine has ayrı bir teşkilât olmakla beraber, bağlı bulunduğu milletten ayrılamaz. Orduyu teşkil eden subay ve er, mensup olduğu toplumun bir uzvudur. Ordu milleti korur ama orduyu yaratan da millettir.

Ziya Gökalp, Fransız filozofunun fikrini kendine göre şöyle yorumlar ve yakın Türk tarihinden canlı bir örnek verir:

"İki ordu ve iki millet birbiriyle savaşırken birisinin galip, diğerinin mağlup olmasını intaç eden en başlıca âmiller, iki tarafın felsefeleridir. Ferdî hayatı vatanın istiklâlinden, şahsî menfaati namus ve vazifeden kıymetli gören bir ordu mutlaka mağlup olur. Bunun aksi bir felsefeye mâlik olan ordu ise, mutlaka galebe çalar."

Gökalp, Türklerin İstiklâl Savaşı'ndaki başarısını, Türk ordusuna hâkim olan felsefe ile izah eder. Gökalp'ın burada felsefe kelimesi ile kastettiği şey, "hayat görüşü", "İnanç" veya "kıymetler sistemi" dir. Burada ferdî değil, ferdi aşan, orduya ve topluma has ortak bir inanç sistemi söz konusudur. Bugünkü sosyologlar buna "kültür" adını veriyorlar. Fakat "kültür" kelimesi çok çeşitli manalara geldiği için, açıklanmaya muhtaçtır.

Tarihi meydana getiren amiller, ilk bakışta devletlerdir. Devletler, büyük sosyal organizasyonlardır. Orduları devletler meydana getirir. Devletler, orduları vasıtasıyla başka devletleri yenerler, bu suretle dünya tarihini değiştirirler. Türklerin Anadolu'ya geldikten sonra kurmuş oldukları üç devlet, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti devletleri Orta - Doğu, hattâ Avrupa tarihini değiştirmiştir. Avrupa ve dünya tarihine şekil veren büyük devletlerin adını herkes bilir, ingiltere, Fransa, Almanya, Amerika, Rusya, Çin derken bu ülkelerin coğrafyasını değil, bu ülkelere hâkim olan devletleri kastediyoruz.

Fakat acaba tarihte asıl olan devletler midir? Devletlerin altında, devletlere de şekil veren başka bir şey yok mudur? Erich Rothacker buna "milletler" cevabını veriyor. Gerçekten de devletlerin temelinde milletler vardır. Devletler, milletlerin kendilerini korumak, yaşatmak ve yükseltmek için kurdukları sosyal organizasyonlardır. Tarihin akışı içinde bir milletin kurmuş olduğu devlet yıkılabilir. Fakat o millet yaşama gücüne sahipse, yıkılan devletin yerine yeni bir devlet kurar.

Tarihte bunun en büyük örneği Türk milletidir. Arkeolojik ve tarihî vesikalara göre Türkler, dünyanın en eski kavimlerindendir. Türklere ait izler, MÖ. 3000 yılına kadar çıkarılıyor. Türkler MÖ. 1450 - 1050 yılları arasında atları ve arabaları ile Çin'e giriyorlar. Atı, dünya tarihinde ilk defa Türkler ehlileştiriyorlar ve at sayesinde yüzyıllar boyunca dünyaya hükmediyorlar. Çin tarihi ile uğraşan Wolfram Eberhard adlı bir Alman âlimi, eski Çin medeniyetinin yarı yarıya Türkler tarafından yaratıldığına kanidir. Çin Tarihi adlı kitabında şöyle diyor: "Araba Çin icadı değildir. Herhalde kuzeyden, Türk kavimlerinden gelmiş olacaktır.

Buna göre, şu soruyu sormak lâzım: Acaba tarihe şekil veren devletler midir? Yoksa milletler midir? Aynı millet çeşitli sebepler dolayısıyla devleti yıkılınca, yerine yeni devletler kurabildiğine göre, asıl olan devletler değil, milletlerdir.

Türk tarihinde de bazı devletler, hatta bazı Türk kavimleri yok olmuşlardır. Bir zamanlar Avrupa tarihinde önemli rol oynayan Avarlar ile Karadeniz'in kuzeyinde büyük bir devlet kurmuş olan Hazarlar, hem devlet, hem kavim olarak yok olmuşlardır.

Aslen Türk olan Bulgarlar dil ve din değiştirmek suretiyle, millî varlıklarını kaybetmişlerdir. Bugün Türkiye dışında yaşayan milyonlarca Türk vardır. Bunlardan Azeri, Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmenler, Sovyetler Birliği içinde yarı müstakil bir hayat sürmektedirler. Altaylarda yaşayan Türklerin bir kısmı Ruslaşmış veya Ruslaştırılmıştır.

Tarihte devletler gibi milletlerin de yok olması bizi daha derin düşünmeğe sevk ediyor.

Acaba tarihte neden bazı milletler devlet kuruyor da, bazıları kuramıyor? Neden bir zamanlar büyük devlet ve medeniyet kurmuş olan milletler yok oluyor? Devletleri var eden ve yaşatan temel varlığın millet olduğunu biliyoruz. Acaba milletleri millet yapan âmil nedir?

Çağımızın birçok ilim ve fikir adamı gibi Erich Rothacker de bu soruya "kültür" cevabını veriyor. Milletler gelişigüzel yığınlardan ibaret değildir. İnsan yığınlarını "millet" haline getiren "kültür" leridir. Aynı "dil" i konuşan insanlar başkalarından "ayrı" bir topluluk teşkil ediyorlar. Dilin yanı sıra din, örf ve âdet, yardımlaşma ve koruma teşkilâtları da, önemli bir rol oynuyor.Sosyologlar, milletleri millet yapan maddî manevî ortak değer ve müesseselerin hepsine "kültür" adını veriyorlar.

Küttür deyince ilk akla gelen şey "dil" dir. "Dil", millet denilen sosyal varlığı birleştiriyor. Onlar arasında duygu ve düşünce akımı vücuda getiriyor. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince, daha sağlam bit^irlik meydana geliyor. Zira yazı sayesinde duygular ve düşünceler hem zaman, hem de mekân içinde yayılıyor.

Biz, yazılı eserler sayesinde, bundan 1200 yıl önce, Göktürk devletinin varlığı, meseleleri, duygu ve düşünceleri hakkında fikir ediniyoruz. Göktürk Yazıtları'ndan bugüne kadar Türklerin 1200 yıldan beri meydana getirdikleri yazılı eserler, sürekli bir gelenek teşkil ediyor.

Bunların dışında, bugün Türk halkı arasında yaşayan çok zengin bir sözlü edebiyat var. Bunlar da yazıya geçilirse muazzam bir hazine teşkil eder.

insanoğlunun ihtiyaçları ve inançları zamana ve mekâna göre değişir. Bunlar öz itibariyle aynı kalsalar bile, onları tatmin eden vasıtalar aynı kalmaz. Medeniyet tarihini inceleyince, kültürlerin değiştiklerini görürüz.

"Kültür değişmesi" adını alan bu konu bizi yakından ilgilendirir. Türkler tarihleri boyunca birkaç kere din ve medeniyet değiştirmişlerdir. Türkler, tarih sahnesine atlı, akıncı bir kavim olarak çıkıyorlar. Bu devirde kendilerine has, tabiatı esas alan bir dinleri vardır. Fakat Türkler daha sonra Budizm ve Maniheizm'in tesiri altında kalıyor, toprağa yerleşerek, Doğu Türkistan'da yüksek bir medeniyet kuruyorlar. Türklerin bir kısmı Hıristiyan oluyor. Bugün Romanya'da ve Rusya'da Hıristiyan olan Türkler vardır. Hazar Türkleri, nasıl olmuşsa, bir Yahudi dini olan Museviliği kabul ediyor. Fakat Türklerin büyük bir kısmı, IX-X uncu yüzyılda Müslüman oluyorlar ve bin yıl bu din ve medeniyet içinde yaşıyorlar. Osmanlı devleti yıkılmaya başlayınca, eskiyen kurumların yerini, Batı örneğine uygun müesseseler alıyor. Türkiye, son iki yüz yıl içinde Batı'dan pek çok şey kabul ediyor.

Gerçekten de Türkiye'de iki yüzyıldan beri devam eden Batı tesiri, bizi kendi tarihimize, dinimize, hatta dilimize yabancı kılmıştır. Bugün Türkiye'nin üzerinde kuzeyden gelen kültür rüzgârları esmeğe başlamıştır. Türkiye, Doğu ile Batı arasında bir yarım adadır.

Kültür denilince karşımıza bir yığın hâdise çıkar. Daha önce de belirttiğim gibi, bir toplumda, tabiatın dışında, insan elinden ve dilinden çıkma her şey kültür kavramına girer. Erich Rothacker'e dayanarak dedik ki, tarihe şekil veren kuvvetler "devlet" şeklinde görünürler ama devletleri yaratan milletlerdir. Milletleri millet yapan kuvvetler, inançlar, vasıtalar kültür adı altında toplanır. Acaba kültür denilen şey nedir? Dil, din, örf ve âdet, kanun, merasim, üretim, tüketim tarzı diyoruz. Acaba bu yığının içinde onlara mânâ veren şey yok mudur?

Mehmet KAPLAN, Dil ve Kültür'den

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi