Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

Edebî eserlerde doğanın, kişilerin ve nesnelerin ayırıcı özellikleriyle anlatılması, betimleme.

Sözlükte "bir şeyi bir yana doğru eğ­mek, o şeye yönelmek, bir şeyi kesmek" anlamlarındaki savr kökünden türeyen tas­vir "bir şeye biçim vermek, resmini yap­mak, bir şeyi ince ayrıntılarıyla anlatmak" demektir. Terim olarak tasvir "roman, hi­kâye ve diğer edebî türlerde olayların geçtiği yerleri, kişileri ve eşyayı öteki nesne­lerden ayırıp bütün özellikleriyle ifade et­me diye açıklanabilir. İyi bir tasvir eşyanın ilk bakışta görülemeyen yanlarını fark etmeye, duyulardan olabildiğince yararlan­maya, kendinden bir şeyler katmaya, an­latımı bir plan içinde yapmaya ve eşyayı iyi gözlemlemeye bağlıdır. Arap edebiya­tında tasvirden çok vasf (bir şeyin nite­liklerini açıklamak) ve sıfat kelimeleri kul­lanılır. Kudâme b. Ca'fer tasviri "bir şeyi ilgili durum ve biçimleriyle anlatmak" di­ye tanımlamış, başarılı bir tasviri betimle­nen öğenin niteliklerini resim çizer gibi ak­tarma şeklinde görmüştür (Nakdü'ş-şi'r, s. 130; krş. Ebû Hilâl el-Askerî, s. 134). İbn Reşîk el-Kayrevânî, az bir kısmı hariç şii­rin tasvirden ibaret olduğunu ifade ede­rek bütün şiir türleri ve temalarında tas­virin bulunduğunu söylemiştir. Ona göre en güzel tasvir, bir şeyi gözle görmüşçesine somut biçimde anlatmaktır (el-'Um­de, 11, 295).

Tasvir Arap şiirinin en köklü temaların­dan birini teşkil eder. Her konu ve tema­nın bünyesinde yer alırsa da kasidenin ilk bölümünü meydana getiren nesîb (teşbîb) kısmından sonra tasvir bölümüne geçilme­si ve burada övülen kişiye ulaşabilmek için katedilmesi gereken çöl yolculuğunun be­timlenmesi, deve ile veya atla yapılan yol­culuk esnasında müşahede edilen bütün tabiatın usta bir ressamın tasviri gibi kes­kin bir gözlemle anlatılması önemli bir ge­lenekti. Nitekim Tarafe b. Abd muallakasında devesinin tasvir etmediği bir orga­nını bırakmamıştır. Tasvirin sıkça başvu­rulan yöntemi teşbih olduğundan kadîm şairler binek develerini irilikte ve güçlükte köşklere, dağlara ve köprülere, geniş ayak­larını sütunlara ve muz ağacının gövdele­rine, ön ayaklarının pekliğini kayalara ve suyu yaran yüzücülerin ellerine, taşları dö­ven tabanlarını demir döven çekiçlere ben­zetirlerdi. Deveden başka at tasviri de ka­dîm şairlerin önemli temalarındandı. İmruülkays b. Hucr muallakasında av atının güçlü göğsünü geyik göğsüne, çevik ba­cağını deve kuşu bacağına, hızını kurt ve tilki yavrusu hızına benzeterek betimle­miştir (Şevki Dayf, Târîhu'l-edebi'l-'Arabî, I, 214-215). İmruülkays'ın seksen beyitlik muallakasının yandan fazlası tasvirle ilgi­lidir (îliyyâ el-Hâvî, s. 84-89). Câhiliye ve İslâm dönemlerinde tasvirleriyle meşhur olan şairler arasında at tasvirlerinde İmruülkays, Ebû Duâd el-İyâzî, Tufeyl el-Ga-nevî, Nâbiga el-Ca'dî; deve tasvirlerinde Tarafe, Evs b. Hacer, Kâ'b b. Züheyr, Şemmâh b. Dırâr, Râî en-Nümeyrî dikkat çeker. Deve tasvirindeki başarısı sebebiyle Râî en-Nümeyrî'ye "Râi'l-ibil" (deve çoba­nı) lakabı verilmiştir. Yaban eşeği, ok ve yay tasvirlerinde Şemmâh, Hutay'e ve Ferezdak; şarap ve içki meclisi tasvirinde Meymûn b. Kays el-A'şâ, Ahtal, Ebû Nüvâs, İbnü'l-Mu'tez; av tasvirinde yine Ebû Nüvâs ve İbnü'l-Mu'tez görülür. Ömer b. Ebû Rebîa, tasvire hikâye ve diyalog üslû­bunu katmak suretiyle canlı ve hareketli bir nitelik kazandırmıştır. Bilgisi ve kültü­rü, hayal dünyasının genişliği, dile hâki­miyeti, üstün zekâsıyla yaptığı tasvirlerle İbnü'l-Mu'tez edebiyat tarihinde ayrı bir yere sahiptir. Onun çağdaşı İbnü'r-Rûmî de zengin ve ayrıntılı tasvirler ortaya koy­muştur. Zürrumme çöl hayatına ilişkin tasvirleri, Ubeyd el-Anberî vahşi tabiat tasvirleri, Ali b. İshak er-Râcihî ve Ebû Tâlib el-Meymûnî değişik alanlardaki tas­virleri, Küşâcim eğlence âlemi, yemek ve tabiat tasvirleri, Sanevberî bahçe tasvirle­ri, İbn Hafâce el-Endelüsî yeşil tabiat tas­virleri, İbn Hamdîs es-Sıkıllî kuyu, pınar ve nehir sularının tasvirleriyle ün kazanmış­tır (Mustafa Sâdık er-Râfiî, III, 119-125). Bir kısım şairlerin sadece bazı konulardaki tasvirleri başarılı iken İmruülkays, İbnü'l-Mu'tez, İbnü'r-Rûmî, Buhtürîye Ebû Nüvâs'ın bütün tasvirleri çok iyi örnekler ola­rak değerlendirilmiştir (İbn Reşîkel-Kayrevânî, II, 295). Serî er-Reffâ'nın el-Muhib ve'l-mahbûb ve'l-meşmûm ve'l-meşrûba adlı şiir antolojisinde sevgili, koku, çi­çek ve şarap tasvirleri bölümler halinde ele alınmıştır.

Ömer Ferruh tasviri hayalî ve hissî (so­mut) diye ikiye ayırmış, hayalî tasviri "be­timlenen öğenin benzetme ve istiarelerle hafızada canlandırılması", hissî tasviri de "betimlenen öğenin sözlerle resminin ya­pılması" biçiminde tanımlamış, somut tas­virin daha güzel ve edebî sayıldığını ifade etmiştir. Ömer Ferruh kadîm şiirde yer alan tasvir temalarını eski konak yerleri­nin ve kalıntıların, deve ve at gibi binek hayvanlarının tasviri, av tasviri, tabiat, kah­ramanlık ve savaş tasvirleri şeklinde be­lirlemiş, daha sonra kadın (gazel), içki ve av tasvirlerinin (tardiyyât) bağımsız tema­lar haline geldiğini, bugün mutlak şekilde tasvir denildiğinde cansız tabiat öğeleri­nin tasvirinin anlaşıldığını ifade etmiştir (Târihü'l-edeb, I, 80-81). İyi bir şiirin ve özellikle bir methiyenin yazımının kadîm Arap şairlerini taklit etmeye bağlı oldu­ğunu söyleyen İbn Kuteybe muhdes şair­ler için bu şartı öne sürmüş, onların da ka­dîm şairler gibi çöl hayatıyla ilgili öğeleri aynı biçimde tasvir etmelerini gerekli görmüştür. Buna karşılık Mütenebbî, İbn Reşîk el-Kayrevânî gibi edip ve şairler çöl ha­yatı yaşamamış, çölde hiçbir ilgisi olma­yan şairlerin bunları tasvir etmelerini an­lamsız bulmuş, her devirde şairlerin top­lumun sosyal, siyasal ve ekonomik haya­tın öğelerini, araç ve gereçlerini tasvir et­mesini daha doğru kabul etmiştir (el-1 Um­de, II, 295-296).

Abbasî devirlerinde tasvir konuları ge­nişlemiş, özellikle Ebû Nüvâs ve İbnü'r-Rûmî'de görüldüğü gibi tasvir edilen şey­lerin en ince ayrıntılarına girilmiş, şairler betimledikleri konulara psikolojik tahlilleriyle kişisel duygu ve izlenimlerini de ekle­miştir. Birçok soyut kavram somut tablo­lar halinde dile getirilmiştir. Tasvir teması şiirde Abbasî asrının simgesi olurken En­dülüs'te nazım-nesir bütün edebî konula­rın sembolü olmuş; İbn Hafâce, İbn Ammâr, İbn Hamdîs, Muhammed b. Gâlib er-Rusâfî, İbn Zümrek gibi şairler Endülüs'ün yeşil tabiatını, rengârenk çiçeklerle dolu bahçelerini, kırlarını, sularını, fıskiyelerini, saraylarını tablolar halinde ifade etmiştir. Eyyûbî, Memlûk ve Osmanlı devirlerinde Arap şiirinde tasvir konuları gelişip zen­ginleşerek devam etmiştir. Ebû Mansûr es-Seâlibî Sihru'l-belâğa'sında tasvirler­de kullanılan bazı klişe sözleri toplamış, Ahsenü mâ semi'tü adlı eserinde çeşitli tasvir konularında örnekler vermiştir. Safedî göz, göz yaşı, ben, hilâl gibi öğelerde kendisine ve başka şairlere ait şiirlerden seçtiği kıta ve dizeleri, her birine ayrıntılı birer mukaddime yazarak müstakil tasvir antolojileri meydana getirmiştir (bk. SAFEDÎ). Şevki Dayf el-Fen ve mezâhibüh fi'ş-şi'ri'l-'Arabî adlı eserinde (s. 207-212, 232-239, 267) Ebû Temmâm, İbnü'r-Rûmî ve İbnü'l-Mu'tez gibi usta tasvir şa­irlerinin sanatlarını ele almıştır.

Tasviri nitelenen öğenin olduğu gibi tas­viri, nitelenenin üstüne çıkan veya geri­sinde kalan tasvir olmak üzere üçe ayıran Bâkıllânî, Kur'an'da tasvir konusuna ilk te­mas eden müelliflerden olup Kur'an'ın tas­vir ettiği şeyi ve özellikle soyut kavramları gözle görülürcesine somutlaştırmada di­ğer sözlerin önüne geçtiğini belirtmiştir. Tasviri Kur'an'ın i'câz sırlarından biri diye görmüş, Kur'an'da gerçeğin olduğu gibi tasviri veya yorum katılarak tasviri (tefsirli) şeklinde iki türden söz etmiş, bunlar için bazı âyetlerden örnekler vermiştir (İczü'l-Kur'ân, s. 251-254). Kur'ân-ı Kerîm'in tasvirlerinde göze çarpan hususlardan bi­ri iman-küfür, hidayet-dalâlet, küfür-şirk-nifak, bunların müntesipleri ve yapılan ameller gibi soyut kavramların mesellerin yanı sıra teşbih ve temsillerle somutlaş­mış tablolar halinde ifade edilmiş olması­dır et-Tasvîrü'l-fennî fi'l-Kur'ân adıyla bir eser yazan Seyyid Kutub'a göre Kur'an mü­şahede edilen bir olayı, görülen bir mânzarayı, zihnî bir mânayı, ruhî bir durumu olduğu kadar insan tipini, beşer tabiatını hissî ve hayalî bir şekilde ortaya koymak suretiyle en güzel ve en etkileyici tasvir ör­neklerini vermiştir. Seyyid Kutub tesbit et­tiği bu tür tasvir türleri için çeşitli âyetler­den örnekler zikretmiştir.

BİBLİYOGRAFYA :

İbnü'l-Mu'tez, Dluân (nşr. M. Bedî' Şerîf), Ka­hire 1977, neşredenin girişi, 190-193; Kudâme b. Ca'fer, Nakdü'ş-şi'r (nşr. M. Abdülmün'im el-Hafâcî), Kahire 1398/1978, s. 130-133; Ebû Hi­lâl el-Askerî, Kitâbü'ş-Şmâ'ateyn (nşr. Ali M. el-Bicâvî-M. Ebü'1-Fazl), Kahire 1971, s. 134-135, 172-173, 186 vd.; Bâkıllânî, I'câzü'l-Kur'ân (nşr. İmâdüddin Ahmed Haydar), Beyrut 1406/1986, s. 251-254; Ebû Mansûr es-Seâlibî, Ahsenü mâ semftü (nşr. Abdülfettâh Temmâm - Seyyid Âsim), Beyrut 1409/1989, s. 350-429; İbn Reşîk el-Kay­revânî, el-Umde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1383/1963, II, 294-301; Zekî Mübarek, en-Neşrü'l-fennl fl'l-karni'r-râbi', Kahire 1352/ 1934, s. 171-179; Nihad M. Çetin. Eski Arap Şi­iri, İstanbul 1973, s. 80-83, 90; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târihu'l-âdâbl'l-'Arabî, Beyrut 1394/ 1974, III, 119-125; Şevki Dayf, el-Fen ue mezâhi­büh fl'ş-şt'ri'l-'Arabî, Kahire 1976, s. 207-212, 232-239, 267, ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., Târthu'l-edebiVArabî, Kahire 1977, I, 214-218; Abdürraûf Mahlûf, el-Bâkıllânt ve kitâbühû I'câzü'l-Kufân, Beyrut 1978, s. 452-456; Seyyid Kutub, Kur'an'da Edebi Tasvir (trc. Süleyman Ateş), İs­tanbul 1978, s. 51-52, 101; Ahmed Bedevi, C/sü-sü'n-nakdl'l-edebî 'inde'l-'Arab, Kahire 1979, s. 277- 282; Ömer Ferruh, Târihu'l-edeb, 1, 80-81; II, 43; IV, 403; Bekri Şeyh Emîn, Mütâla'ât ft'ş-şl'ri'l-Memlûkî ve'l-'Oşmânî, Beyrut 1986, s. 149-157; îliyyâ el-Hâvî, Fennü'l-uaşf, Beyrut 1987, s. 84-89; Priscilla P. Soucek, "Tasvvlr", EP (İr*,. X, 361-363.

Hüseyin Elmal.

TÜRK EDEBİYATI. Tasvirin süsleyici ve hüner ortaya koyucu asıl işlevi halk ede­biyatı ve divan edebiyatı ürünleri için de geçerlidir. Özellikle divan edebiyatındaki ka­sidelerde nesîb (teşbîb) denilen giriş bölüm­leri bir bakıma şairin ifade gücünü tasvir yoluyla ortaya koyduğu bölümler olmuştur. Şairler asıl konuya geçmeden önce bura­da mevsimlere ait çeşitli tabiat manzarala­rını, ramazan ve bayramları, savaşları, at­ları, devlet büyükleri tarafından yaptırı­lan köşkleri, İstanbul veya Bağdat gibi bir şehri tasvir ederler. Kasideler nesîb bölüm­lerindeki bu tasvirlere göre "bahâriyye, şitâiyye, ramazâniyye, iydiyye, nevrûziyye, rahşiyye, fethiyye, dâriyye" gibi isim­ler alır.

Divan edebiyatında tasvirin en güzel şek­li mesnevilerde bulunur. Bilhassa lirik konuları ve hamasî olayları ifade ederken şair okuyucuya o sahneleri âdeta yaşatır. Divan şairi başta aşk olmak üzere soyut kavramları (erişilemeyen sevgili, duygu­lar, hayaller, gönül, kozmik âlem, din vb.) anlatırken dış dünyadan örnekler vererek maksadını izah etmeye çalışır. Bu sebep­le cemiyet, insan, sevgili, aşk, zaman gibi kavramlar etrafında kurduğu sanat dün­yasını okuyucuya açıklamak için tasvirle­re başvurur. Aşkın şaraba, tekkenin mey­haneye, sâkî veya meyhanecinin mürşi­de, dervişin meyhanedeki sarhoşa ben­zetilerek zengin tasvirlere zemin hazırla­nan tasavvuf ve tekke şiirinde de durum hemen hemen aynıdır. Aşk, şarap ve ka­dın gibi konularda yazılan gazeller başta olmak üzere divan şiirinin hemen bütün şekillerinde şair (âşık), ulaşamadığı mu­hayyel sevgilinin fizik yapısına ve psikolo­jisine ait bazı özellikleri anlatmaya çalışır ve güzelliğini tabiattan örneklerle överken (gül yanak, gonca dudak, selvi boy vb.) yi­ne tasviri kullanır. Âdeta tek amacı sevgi­linin güzelliğini dillendirmek olan şair, aşk­ta kendisine rakip saydığı diğer şairlerden ayrı bir ifade yolu bulabilmek için tasvirle­rinde orijinal bir üslûp bulmak zorunda­dır. Çünkü sevgilinin nazı yahut âşığına çek­tirdiği eza ve cefa ortak özellikler taşıyan tek bir güzel imajına işaret eder. Aşkının derdiyle kanlı göz yaşları döken bu âşığın tasvirine bakıldığında ah ettikçe içindeki ateşle felekleri yakan, iradesi elinden gi­dip çılgına dönen, perişan olmuş bir Mec­nun görülür. Ayrıca şair sevgilisinin boyu ve beli dışında gerdanından üstte kalan güzelliğiyle alâkadardır. Bu güzelliğin tas­viri için kullanılan benzetmeler şairden şa­ire değişmeden fakat tasvirlerde derinle­şerek devam eden öğelerdir. Divan edebi­yatı üzerine yapılmış çalışmaların ve üre­tilmiş tezlerin pek çoğunda bu tasvirlerin neler olduğu anlatılır (meselâ bk. Tolasa, bibi.; Kurnaz, bibi.). Öte yandan sevdiğinin cefasını çekmesi mukadder olan bir âşık­la onun rakibi gibi sûfî yahut zâhid de bu tür tasvirlerin öznelerindendir (Şentürk, bk. bibi.). Divan edebiyatında mensur eser­lerdi de tasvire başvurulmuş, hikâyeler ve kahramanlık eserlerinde oldukça zen­gin sahneler tasvirlere konu olmuştur (Kav­ruk, bibi.).

Tanzimat'tan sonra Batı etkisinde yeni bir edebiyat gelişirken eleştiri en başta es­ki edebiyatın hayal dünyasını hedef almış­tır. Özellikle divan şiiri ve eski hikâyenin dünyası bu bakımdan gerçeğe, doğaya ve akla uygun sayılmayan canlandırmalarla dolu olmakla suçlanmıştır. Bu dünyanın güzeline ait tasvir ve benzetme unsurları bir araya getirilerek birbiriyle bağlantısız öğeler toplamından boyu selviye, saçları yılana, kaşları yaya, kirpikleri oka benze­yen bir gulyabani karikatürü ortaya konul­maya kadar varılmıştır. Bu yoldaki eleştiri­leri değerlendiren Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk defa eski şiirin hayal sistemiyle devrin sosyal düzeni arasındaki paralelliğe dikkat çekmiş, yapılan kasıtlı çarpıtmalardaki ben­zetme öğelerinin sosyal yapının bağlı ol­duğu algı biçimi temel alınıp yerli yerine konulduğunda asıl resmin kendi anlamlı bütünlüğü içinde belireceğini ifade etmiş­tir. Tanpınar'la aynı doğrultuda süren da­ha sonraki çalışmalarda da eski edebiyatı tasvir şekilleri, ideolojisi ve sosyokül­türel normları araştırılmaya devam edil­miş, tasvirin kültürle yakın ilişkisi ortaya konulmuştur. Eski edebiyatın benzetme unsurlarının arka planında dönemin âdet, gelenek, gündelik hayatta kullanılan alet­ler, inançlar, tabiat ve hayattan manzara­larla müspet ilimler ve türlü ruh hallerinin bütün realitesiyle yer aldığına işaret edil­miştir. Bazı araştırmacılar, Tanzimat dö­neminde yazılan roman ve hikâyelerde or­taya çıkan tasvirin tamamen Batı retoriği­ne bağlanamayacağını ifade etmiştir (Ak­deniz, XIII |2007], s. 16). Yenilikçiler dahil olmak üzere dönemin yazarları, gelişmiş bir mantık geleneği bulunan bir kültür sü­rekliliğini az veya çok devraldıkları için en azından usta bir tanımcı kabul edilmiştir. Çünkü Batı retoriğinde yer almayan bir metin tipolojisine sahip olan Doğu kültü­rü Kur'an'ı doğru anlama ve anlatma ama­cı etrafında gelişmiş burhan, cedel, hita­bet, muhayyelât, mugalata şeklinde tas­nif edilmiş bir mantık ve belagat gelene­ğine sahiptir. Bununla beraber tanımla bağlantılı bir yönü bulunsa da tasvir, bir yorum olmasıyla ondan ayrılır. Batı'da tas­vir Doğu'ya göre daha çok gelişmiş bir sa­nattır. Bu sebeple yenilikçi ilk roman ve hi­kâye yazarları tasvirde geleneksel şiir ve hikâyenin sunduğu sınırlı tasvir şekilleriy­le yetinmek zorunda kalmış, Batı'nın bu yoldaki deneyimini Türkçeye mal etme sü­recinde birçok acemilik yaşanmıştır. Bu süreci belirtmek için Tanpınar "tariften tasvire" ifadesini kullanır. Ona göre tasvir dilinin meydana gelmesindeki güçlüğün sebeplerinden biri Türk kültür hayatının Batılı anlamda bir resim sanatı tecrübe­sinden mahrum oluşudur.

Türk edebiyatı literatürüne modern an­lamıyla tasvir kavramının girişi XIX. yüz­yılda edebiyatta başlayan Batılılaşma sü­reci içindedir. Muallim Naci tasvir yerine tavsif kelimesini kullanmakta ve tavsifi, "Bir şeyi göz önüne getirerek tecessüm

ettirecek surette o şeyin haline münasip birtakım tâbirât ile tarif etmektir" diye tanımlamaktadır (Istılâhât-ı Edebiyye, s. 202). Mehmed Âkif "Tasvir" başlığıyla ka­leme aldığı bir yazısında bir tanım yap­manın yanında tasvirin türlerinden bah­setmekte, bunları hakiki tasvir, hakikatle hayalin karıştığı tasvir, yazarın görmek is­tediği gibi yaptığı tasvir diye üçe ayırmak­tadır. Daha sonra Türk edebiyatında çe­şitli açılardan tasvir sınıflandırmaları yapıl­dığı görülmektedir. Meselâ konuları bakı­mından insan, hayvan, eşya. manzara, olay tasviri gibi ayırımlara gidilmiş veya tas­virde izlenen yola göre hiçbir şey atlama­dan sırayla ve adım adım ilerleyerek yapı­lan sistematik ve ilgi çekici yönler seçile­rek yapılan seçici tasvirlerden söz edilmiş­tir. Bununla beraber bir sınıflama yapıl­mak istendiğinde tasvir öncelikle nesnel (objektif) ve öznel (sübjektif) diye ikiye ay­rılmıştır. Bu ayırımı belirleyen temel et­ken olarak tasvire duygu öğesinin karışıp karışmaması gösterilmiştir. Objektif tas­virlerde açıklayıcılık, görülenin olduğu gibi anlatılması, sübjektif tasvirlerde anlatan yahut bakan kişinin duygularının da işe karışması esas alınmıştır.

Batılı örneklerinde olduğu gibi ilk dö­nem Türk roman ve hikâyelerinde tasvir­lerin zaman akışını askıya alarak ortaya çı­kan bağımsız bölümler şeklinde geliştiği görülür.' Yazar bu bölümde ustalığını, re­torik gücünü ortaya koymak ister gibidir. Bu tür tasvirler süsleyici, şiirsel bir etki uyandırdığı kadar okuyucuyu dinlendirici bir fonksiyon üstlenmiştir. Bazı durum­larda olay akışının kesildiği bu tasvirlerin okuyucuda beklenti ve merak arttırıcı bir işlevi de vardır. Daha sonraki evrelerde yi­ne bir yönüyle Batılı örneklerden esinle­nerek Türk roman ve hikâyesinin gelişim süreci içinde dış dünyayı anlatıyor gibi gö­rünen tasvir, süsleme ve sanat gösterme­nin ötesinde dışla iç dünya arasındaki iliş­kileri sergilemek gibi bir görev de yükle­nir. Tabiat ve dış dünya tasvirleri aracılı­ğıyla kişilere ait ruhî yaşantı görünür kı­lınmıştır. Böylece tasvirlerin metnin bü­tünlüğü içindeki yapı belirleyici işlevleri or­taya çıkmıştır. Özellikle realizm akımına bağlı yazarlar kişilerin görünümü, giyimi, çevrelerindeki eşya ve içinde yaşadıkları muhitin tasvirleri aracılığıyla onların ruh durumlarını algılamayı sağlayan bir atmos­fer meydana getirmiştir. Bazı roman ve hi­kâyelerde anlatıyı durdurarak yapılan tas­virlerin yerini kişilerin bakış açısından yapı­lan tasvirlerin aldığı görülür. Bu şekilde an­latı zamanı ile tasvirin zamanı çakışarak tasvirin kişilerin hareketleriyle beraber yürütüldüğü bir teknik Türk romancılığı ve hikâyeciliğine girmiş olmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

Muallim Naci, lstılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 202-206; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid sözlüğü, İstanbul 1954, s. 261; Tâhirülmevlevİ Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 149-150; İlhan Ayverdi - Ahmet Topaloğlu, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 2005, III, 3043-3044; Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Ede­biyatı Tarihi (İstanbul 1956), (haz. Abdullah Uç­man). İstanbul 2006, s. 272-273; Harun Tolasa. Ah­met Paşa'nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, tür.yer.; Fevziye Abdullah Tansel, İyi ue Doğru Yazma usul­leri III, İstanbul 1978, s. 218-245; Hasan Kavruk, Eski Türk Edebiyatında Mensur Hikâyeler, İs­tanbul 1988, tür.yer.; Mehmed ÂkifErsoy'un Ma­kaleleri (haz. Abdulkerim Abdulkadiroğlu - Nü­Abdulkadiroğlu), Ankara 1990, s. 133-137; Ahmet Atillâ Şentürk, Klâsik Osmanlı Edebiya­tı Tiplerinden Rakib'e Dair, İstanbul 1995, tür.yer.; a.mlf.. Klâsik Osmanlı Edebiyatı Tiplerinden Sû-fı yahut Zâhid Hakkında, İstanbul 1996, tür.yer.; Cemâl Kurnaz, Hayâli Bey Dîvânı'nın Tahlili, İs­tanbul 1996, tür.yer.; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1997, s. 123-152; Saadet Karaköse. "Divan Şiiri Gazellerinde Tasvir ve Tah­kiye", İlmî Araştırmalar, sy. 18, İstanbul 2004, s. 45 59; Safiye Akdeniz, "Tasvirî (Descriptif) Me­tin 'lipleri ve Tanzimat Döneminde Tasvirî Me­tinlerin Gelişim Çizgisi", TDEAD, XIII (2007), s. 1 -20; "Tasvir", TDEA, VIII, 279; Ömer Faruk Akün, "Divan Edebiyatı", DİA, IX, 407-408, 415-416.

Âlim Kahraman, İslam ans. cilt 40

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi