Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

İYİ DİNLEMENİN ÖNEMİ

Suat TAŞER

 

Konuşma karşılıklı bir eylemdir. Başka bir deyişle, konuşma eyleminde en az, bir gönderen ile bir alıcının bulunması gerekir. Her ne kadar gönderen (konuşan) alıcıdan- dinleyiciden daha etken ise de bundan, konuşma eyleminde alıcının (dinleyenin) edilgen bir rol oynadığı sonucunu çıkarmak yanlıştır, iyi bir dinleyici, yaratıcı etkenlik içinde bulunur; aksi hâlde, iletişim tam olmaz.

 

Dinleyici, olağan bir konuşma eyleminde söylenenlerin anlamlarını gözleri ve kulaklarıyla alan; dinlemede, görsel ve işitsel simgelere tepki olarak tanımlanabilir. (Sağır ile konuşmada, karanlıkta ya da radyo ile televizyonda yapılan konuşmalarda bu süreç söz konusu değildir.)

Gündelik konuşmalarımızda, dinleyen, konuşanın simgesel davranışını hem görür, hem işitir; konuşmanın içerdiği iletiyi (mesajı) gözleri ve kulaklarıyla alır. Bu ise, konuşma eyleminde dinleyici rolünde bulunan kişinin, aslında, hem dinleyici hem de gözlemci olduğunu ortaya koyar.

Konuşma yolu ile iletişimde konuşanın rolünü büyümsemek, öte yandan, dinleyenin rolünü küçümsemek doğru değildir, iletişimin başarıya ulaşmasında en büyük payın konuşana ait olduğu sanısı bir yanılgıdır. Gerçekte, iletişim eyleminde istenilen sonuçlara ulaşılmasındaki çaba ve sorumluluk, konuşan ile dinleyen arasında ortaklaşa bir temele dayanır. Konuşanın ereğine varabilmesi, ancak, bu ortaklaşalık ve duygudaşlık ilişkisi sağlandığı ölçüde gerçekleşebilir.

İletişim, her zaman, konuşanla dinleyen arasında bilgi, beceri, tutum, davranış yönünden bir etkileşimi gerektirir. Eğer bu yönde, konuşanla dinleyenden birinde bir eksiklik, bir yetersizlik kendini gösterirse, etkileşim sağlanamaz. Bunun sonucu olarak, konuşan da, dinleyen de ilişkisiz kalmak yüzünden ilgisiz hâle gelir. Oysa iletişimin etkili ve başarılı olabilmesi için, konuşanın da, dinleyenin de kendi benliklerinin üstüne çıkmaları, iletişim sürecinde paydaş olan bu kişilerin, insansal olanakların elverdiği ölçüde birbirlerini anlamaları zorunludur.

Yapılan incelemeler sonunda, insanların pek çoğunun daha az konuşma, daha çok dinleme durumunda bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Eğitim ve öğrenim süresinde geçen yıllar bu gerçeği yeterince belirtir. Eğitim ve öğrenimin başlıca iki yolu okumak ve dinlemek ise de, pek çoğunun okumayı da dinlemeyi de hiçbir zaman gereği gibi öğrenmemiş olduğumuz bir gerçektir. Sınavlardaki başarısızlıklarımız, okumada ve dinlemedeki yetersizliklerimizin acı ürünleridir.  Okuma becerilerinin geliştirilmesi işi bu konunun uzmanlarına bırakabilirse de, dinleme becerileri konuşma kurslarında ele alınmalıdır. İyi dinleme olmadıkça iyi konuşmaya olanak yoktur. Bu nedenle, iyi dinlemeyi öğrenmek hepimizi çok yakından ilgilendirmektedir.

Yeri gelmişten burada bir noktayı da belirtmeden geçmeyelim; hepimiz kendi kendimizin en sadık, bir anlamda da tek tutsak dinleyicisiyizdir; başkalarıyla daha az, kendi kendimizle daha çok konuşuruz. Böylece de, kendimize söylediklerimizi dikkatle ve eleştirici bir titizlikle dinleyerek kendimiz hakkında pek çok şey öğrenebiliriz. Başkalarıyla konuşurken, onları dinlediğimiz aynı dikkatle kendimizi de dinlemeliyiz ki, geriye bildirim yolu ile yanılmaktan korunabilelim. Kendi kendimizle sessiz konuşurken - yani düşünürken - dediklerimize üstün dikkat göstermeliyiz; çünkü biz her zaman, konuşan ve dinleyen olarak, ikili bir rol oynamaktayız. Başkalarıyla olduğu gibi kendi kendimizle konuşurken de, konuşmadaki niteliğin dinlemedeki nitelikle aynı orantıda olmasına özen göstermeliyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DİNLEMEK ÜZERİNE

Haldun TANER

 

"İstanbul Türkçesi Nerdesin?" adlı yazımız "Bir dokun, bin ah işit, kâse-yi fağfurdan." fehvasınca türlü yankılar yarattı. Mektuplardan biri, bir okuyucumdan geliyor. "Yazınızda düzgün ve özenli konuşmaktan bahsediyorsunuz. Ama onun kadar önemli başka bir sorunumuz daha var: Konuşmaları adam gibi dinlemek." diyor. Hak vermemek mümkün mü?

Herhalde siz de dikkat etmişsinizdir. Günümüzde iyi konuşan kadar iyi dinleyen de azaldı. Çünkü ortamın, biraz da çağın, yüzeyde acele, hoyrat ve savruk üslûbu konuşan kadar dinleyeni de ister istemez etkiliyor. Konuşan iyi konuşsa, boş konuşmasa, dinleyen de iyi niyetle dinlemeye kararlı olsa bile, bir kere çevredeki radyo, televizyon, trafik ve konuşma gürültüleri dikkatinizi bulandırıyor, dikkat toplaşımınızı (konsantrasyon) dağıtıyor. Bu gürültü ortasında, konuşan avaz avaz bağırır, siz kulağınızı elinizle yelkenleyip dinlemeye uğraşırken, ortada, ne tabiî konuşma tınısı, ne yerine göre ses yükseltip alçaltma nüansı, ne de dinleyende o konuşulanları şurup gibi içme zevki kalıyor. O "bayram haftası" der, siz "mangal tahtası" anlarsınız. İdeal konuşma ve dinlemenin çok sesliliğe tahammülü yoktur. Bir duadır o, oda müziğidir. Arada sessizlik de ister. Konuşulan üzerinde düşünmek, onu iyice sindirmek için.. İdeal konuşma karşılıklı saygıya dayanır. İki taraflı olgunluğu ve tevazuu şart koşar.

"Bilge bir adamdı, "der, Euripides, biri için Onestes adlı tragedyasında "Bilge bir adamdı o, başkalarını dinlemesini bilirdi."

 

Eflatun da buna benzer bir şey söyler: "Gözlemle, dinle, sus, az yargıla, çok sor." der. İyi bir dinleyici mıknatısa benzer. Ağzından sözleri mıknatıs gibi çeker. Onun karşısında diliniz büsbütün açılır. Düşüncelerinize canlılık gelir. Çağrışımdan çağrışıma kaya kaya akar gidersininiz.

Kötü dinleyici ise, tam tersine insanda konuşma hevesi bırakmaz. Kötü dinleyici siz konuşurken kendi söyleyeceklerini tasarlar. TV'nin yuvarlak masa toplantılarında sık sık görüyoruz. Biri konuşurken öbürleri ya sigarasının dumanına dalmış hava atar, ya da not alır gibi yapıp önündeki kâğıda resim karalar. Dikkatli dinliyor pozunda olanların çoğu da bu pozu, normal dinleyişten daha telegenlik buldukları için tercih etmişlerdir. Bazısı da kendisi ile doludur. Söyleyecekleri ile sarhoştur. İster ki hep dinlesinler. Yalnız onu... Hiç karşı koymadan... Bunlar karşılarındakilere cevap hakkı, itiraz hakkı tanımazlar. Diyalog teşne değildirler. Plutarc'ın Themisthokles'e söylettiği gibi, "Vur, fakat dinle." derseniz de dinlemezler. Sizi söyletmezler. Çünkü işlerine gelmez. Bunlar diktatör yaradılışta olanlardır. Diyalog olmayan yerde, demokrasi yerleşmez. Demokrasi olmasa da ölçüsüzlükler sivrilikler törpülenmez.

Biz yine dönelim dinlemesini bilenlere. Henüz unutmamış olanlara.

Heinrich Böll'ün Türkçeye de çevrilen "Saat Dokuz Buçukta Bilardo" adlı romanını tesadüfen okudunuzsa, bilirsiniz. Romanın kahramanı Föhmel her sabah bir otelin bilardo salonunda lift-boy Hugo'yla bilardo oynar, bir yandan da hayatın çeşitli dilimlerini ona anlatır. Hugo iyi bir dinleyicidir. Kahramanın içini boşaltmasını sağlar. Çevresinde kendine muhatap bulamayan anlatıcı, işte bu bilardo saatlerinde anılarını ona, dolayısı ile bize de iletmiş olur. Sonunda örnek dinleyicisini kendine evlât ve varis edinmesine şaşılır mı?

Bir insanı dinlemek ona en büyük insancılığı göstermektedir.

SON EKLENENLER

Üye Girişi