Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

TÜRKÇEYİ TÜRKÇE KONUŞMAK

Suat TAŞER

"Dil, adamı beyan eder."

Ceketinin yakasında ya da bluzunun önünde şu kadarcık bir leke bulunduğunu gören giyimine ve temizliğe düşkün bir kimse, o lekeyi oradan yok etmedikçe rahata eremez. Ütüsüz pantolonla, buruşuk eteklikle el içine çıkmayı ayıp sayanlar pek çoktur. Boyun bağının çarpık durmasına aldırmayacak bir Bay Genel Müdür, pahalı çizmelerinin çamur içinde kalmasına durup durup üzülmeyecek bir Bayan Sekreter zor bulunur.

 

 

Gelgelelim, konuştuğu kendi öz dilinin öz güzelliklerini yok eden kusurlara, bozukluklara, yanlışlara aynı ilgiyi, titizliği ve duyarlılığı gösterenler de az bulunur. Aydın kesimde -sözümüz tümüyle onlaradır çünkü- böylelerinin dışında kalan büyük çoğunluk için bir sözcüğün boğumlanışındaki bozukluk, yanlış bir vurgu, çirkin bir tonlama, ütüsüz pantolon, buruşuk eteklik kadar bile ayıplandırıcı değildir.

'İç'in değil de 'dış'ın, 'oluş'un değil de görünüş'ün, 'öz'ün değil de 'kabuk'un önemsendiği ilişkiler ortamının değer yargıları ancak böyle olabilir. Yanlış eğitim yolundan yanlış sonuçlara varılması doğrudur elbet.

Temelde sorun, bir açıdan, ana dili ve 'ana dili'ne karşı aileden okula ulusça takındığımız tavır sorunudur. Bu nedenle de, ana dili deyince akarsular durur.

Ana dili insanın kendi öz tarihi, öz yaşamı, uygarlığı, yazını, ulusal kişiliğinin temel niteliği, varlığının baş koşulu; sevinçlerinin, coşkularının, mutluluklarıyla mutsuzluklarının, yılgınlıklarıyla umutlarının, özlemlerinin, yengileriyle yenilgilerinin, yaratılarının biricik kaynağıdır da ondan. En ince duyguların, en yüce düşüncelerin en güzel çiçekleri ancak ana dilinde açar. Türkçesini söyleyeyim mi? Ben sövmenin de, sevmenin de tadına ancak ana dilinde varırım! Ana dilimi benden aldılar mı, ben ben'likten çıkarım, öksüz kalırım, yok olurum. Ana dilim yurdum yuvam, anam babam, sevgilim, kısaca benliğimdir benim.

Ana sütünü doyasıya emmemiş bir bebekte bazı şeylerin eksik kaldığını, ana sütünün yerine başka hiçbir sütün tutmadığını bilim söylüyor. Peki, ana diliyle beslenip büyütülmemiş kişide nelerin eksik kaldığını biliyor muyuz? Bu soruya yakından değil de ıraktan bir yanıt vermeye kalkışacak olursam, güvenle derim ki, ana dilinden yoksun kişi, adamlıkta eksik kişidir. Benliğinin, kişiliğinin temelinde bir yerlerde boşluklar vardır o kişinin. Ana sütü ile ana dilinin besleyici, oluşturucu, geliştirici nitelikleri işte bu anlamda özdeşleşiyor. Gerçekte, doğa sahnesindeki Primatlar (maymunlar) takımının Hominidae (insangiller) ailesine bağlı memeli türün bir üyesinin, günlerden bir gün yeryüzünün burasında Türk, şurasında Arap, ötesinde İngiliz, berisinde Alman olmasının ana nedeni ana dil değil midir?

Evet, evet; dillerin en güzel, en vazgeçilmezi, ana dili.

Âşık Veysel bir şiirinde, "Türk'üz, türkü çağırırız." der. Ben de, "Türk'üz, Türkçe konuşuruz." diyebilseydim. Ana dilimiz Türkçeyi Türkçe konuşamamanın, Türkçe dinleyememenin üzüntüsü dilimi bağlıyor, diyemiyorum.

Biliyoruz ki konuşma, içgüdüsel bir veri değil, eğitimle kazanılan bir beceridir. Şu hâlde Türkçeyi Türkçe konuşmak da başlı başına eğitsel bir sorun olmak gerekir. İyi ama okula girmediği için aileye de giremeyen bu eğitimi nerede bulup da almalı? İstanbul'da mı? Anlıyorum, vaktiyle Ziya Gökalp:

Güzel dil Türkçe bize Başka dil gece bize İstanbul konuşması En saf, en ince bize

 

demişti. Demesine demişti de eğitimin yapıldığı yerin, kurumun adını ve adresini vermeyi unutmuştu. Türkçeyi Türkçe konuşmayı öğretecek böyle bir yeri ya da kurumu o gün bugündür arayıp duranların elleri böğürlerinde kaldı.

Okullarda Türkçe, edebiyat dersleri vardır; bu derslerde dil bilgisi, yazın türleri okutulur, öğretilir. Gelgelelim, konuşma öğretilmez ve öğretilemez. Çünkü Türkçe dil bilgisi ve yazın derslerini öğreten kişi, Türkçenin nasıl konuşulacağını, nasıl konuşulmaması gerektiğini öğrenmeden öğretmen olmuştur. Öğrenmek istemediği için değil, öğreten olmadığı için öğrenmemiştir demek istiyorum. Oysa Batıda, konuşma eğitimi ya da diksiyon öğrenimi görmeyen kişi öğretmen olamamaktadır. Konuşmanın, kişiler arasında sadece bir iletişim aracı, bir haberleşme biçimi değil, aynı zamanda ve öncelikle etkileşime, inandırmaya, anlaşmaya yönelik, en önemlisi de kişilik oluşumu ile zihinsel gelişimde son derece etkin işlevsel rolü olan karmaşık bir süreçler silsilesi olduğunu düşünürsek, batılı öğretmen adayının gerekli konuşma eğitiminden geçirilmesindeki zorunluluğu anlamakta güçlük çekmeyiz. Bizdeki öğretmene gelince, konuşma ile ilgili olarak, öğrenim yıllarından onun belleğinde kala kala belki sadece Ziya Gökalp'in dörtlüğü kalmıştır, o kadar.

(...)

Okullarımızın eğitim ve öğretim programlarında yer alan konuları batının denenmiş, sınanmış yöntemleriyle uygulamaya koymuşuz. Gelgelelim, eğitim ve öğretimde konuşma'nın işlevsel önemini küçümsemiş olmalıyız ki, bu konuya programlarımızda yer vermeyi hiç düşünmemişiz. Oysa batının düşündüğü gibi düşünseydik, başka bir deyişle bu konuda bilimsel bir anlayışa erebilseydik, konuşma eyleminin kişiler arasında sadece bir haberleşme aracı değil, daha önce de değinildiği gibi, kişiliğin oluşumuna ve zihinsel gelişime yönelik başlı başına bir eğitim ve öğretim sorunu olduğunu kavrayabilseydik, ona da gereken önemi verirdik herhalde.

Konuşmasız bir beraberliğin, bir topluluğun ya da toplumun var olamayacağını, var olduğunu bir an için düşünsek bile sağlıklı olamayacağını, uzun süre yaşayamayacağını anlamakta güçlük çekmezdik. Bizi bir ulusun üyeleri, bir ailenin bireyleri olarak birbirimize bağlayan, yakınlaştıran, yaşamımıza anlam katan en güçlü bağ söz'dür, konuşmadır. Birbirine söyleyecek sözü tükenmiş, konuşmasız bir ailenin ne demek olduğunu hele bir düşünün. Evet, iş ve yaşam çevremizdeki ilişkilerimizden tutun da sanatsal, kültürel, eğitsel, siyasal ve ekonomik ilişkilerimize varıncaya dek bir iletişim ve etkileşim aracı olarak konuşmanın etkinlikle rol almadığı hiçbir an ve alan gösterilemez. Bu gerçek olanca bilimsel diriliğiyle ortada durup dururken, konuşma eğitimine bu denli uzak ve ilgisiz kalmanın nedenini, gerekçesini, özrünü anlamanın olanağı yoktur. Oysa radyo, TV, sahne ve sinema gibi kitle haberleşme ve sanat iletişim araçlarının son derece etkili bir yaygınlığa eriştiği, öte yandan toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlarımızın günden güne arttığı çağımızda konuşma, geçmiş çağlarla ölçüştürülemeyecek boyutta bir güç ve önem kazanmış bulunmaktadır. Bununla birlikte biz hâlâ ne konuşmanın kendisiyle ne de işlevi ile ilgilenmek gereksinimini duymaktayız.

Kendimize geldiğimizde, bir yazı dili olarak Türkçenin yazarlarla sanatçıların önderliğinde ve Türk Dil Kurumunun bilimsel, yoğun ve üretken çalışmalarıyla günden güne gelişmekte, zenginleşmekte, anlaşıp durulaşmakta ve özleşmekte olduğunu görürüz. Bundan da, dilimize beslediğimiz sevgi nedeniyle, kıvanç duyarız, elbet. Ne var ki, konuşma Türkçesinin, kendi yolunda ve kendi gelişim koşulları içinde yazı Türkçesininkine koşut ilerlemeler gösterdiği söylenemez. Aslında, bilenlerin bildiği gibi, Türkçe, ses yapısındaki zenginlikler, incelikler ve yazılışı ile söylenişi arasındaki yakınlığın sağladığı kolaylıklar nedeniyle ipek yumuşaklığında bir salon dili olabildiği kadar, gür sesli bir meydan dili, ışık ışıl ve kıvrak bir sahne-perde dili, ağırbaşlı bir kürsü dili olma niteliklerine tastamam sahiptir. Çünkü gırtlaksı ve burunsu seslerden arınmış olduğu için konuşulması rahat, dinlenilmesi zevk vericidir. Bu bakımdan, temiz sesli, müzikal dillerin başında gelir. Ama işlenmemiştir, deyişimi yerindeyse eğer, ham elmas gibi kalmıştır. Toplumda, çevrede doğru ve güzel konuşma bir zorunluluk, dile ve birbirimize karşı bir sorumluluk olarak benimsenmediği için böyle olmuştur. Bu gerçeğin öteki yüzü de şu: Bizim ailede diyalog yani karşılıklı konuşma geleneği yoktur; başkan söyler, üyeler dinler, o kadar. Üyelerden birinin başkanın söylediklerine karşı bir şey söylemesi-kendini savunmak için bile olsa-ataerkil aile düzenine ve ahlak anlayışına ters düşer. Şu herkesin bildiği ve eline geçen her fırsatta şamatalı bir dille savunusunu yaptığı beylik "Demokratik hak ve özgürlükler" henüz bizim aile düzeninde yerini bulmuş, uygulanmaya konmuş değildir. Bizde başkanın dediği dediktir ve de: "Su küçüğün, söz büyüğündür; söz gümüşse, sükût altındır; dil susmayınca baş esen olmaz." Böyle bir ilişki ve anlayış ortamında duygular, düşünceler, dilekler, özlemler, imgeler, sevgiler, sevecenlikler sözcük kalıplarına dolup da karşılıklı konuşmanın o sıcacık insancıl havasında nasıl çiçek açabilir? Konuşma olmayınca insandan insana nasıl ulaşılabilir? İçimizdeki yücelikleri, duygu ve düşüncelerimizdeki güzellikleri birbirimize olanca tazeliği ve sıcaklığı ile nasıl iletebiliriz? Ben diyorum ki, konuşma, insandan insana uzanan en yakın köprüdür; içimizin boşluklarını dolduracak, karanlıklarını ısıtacak; ardında iyicil, yüceltici ve mutluluklar yaratıcı duygu ile düşüncelerin saklı bulunduğu ruhumuzdaki kapalı kapılan açarak bizi birbirimizle tamamlayacak nice yapıcı ve güzelleştirici güç varsa, hepsi de sadece bu köprüden geçer. Gelin görün ki, biz köprülerimizi çoktan atmış ya da hiç kurmamışız. Bu yüzden de sevgilerimiz cılız, sevinçlerimiz kısır, mutluluklarımız güdük kalmıştır. Şarkının biri: "Bir de baktık ki, çareyi çaresizlik almış." der. Ben de konuşmasızlığımıza, kördüğüm benzeri suskunluklarımıza bakarak, anlaşmanın yerini anlaşmazlık almış dersem, aşırı mı gitmiş olurum? Ne olursa olsun, öz inancım şu: Konuşmanın güzel, doğrusu, güzel ve doğru duygularla düşüncelerden kaynaklanır, beslenir. Bunun için de ataerkil aile düzenindeki geleneksel konuşma yasaklarım tez elden kaldırmak, doğru ve güzel duyguların insandan insana ulaşmasını sağlayacak köprünün kurulmasına dört elle sarılmak gerekir. Başka bir deyişle, sadece söylemeyi değil, dinlemeyi de karşılıklı olarak öğrenmeliyiz. "Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar." diyenin elbet bir bildiği var, bence de sorun aslında budur işte. Konuyu bu açıdan böylece ele aldığımızda, ilkokuldan başlayarak bütün öğretim kademelerine konuşma eğitimi bir ders disiplini titizliğiyle girmedikçe sorunun çözüme kavuşması beklenemez diyebiliriz. Özellikle öğretmen okullarıyla eğitim enstitülerinde böyle bir derse ivedilikle yer verilmesi gerekmektedir inancındayız. Bu arada, okullardaki eğitimin sonuçlan alınıncaya dek boş durmayıp öncelikle radyo ile TV'nin, sonra da sahne ile perdenin dilini sıkı bir denetim altına almak herhalde doğru olur. Bu denetimin hangi koşullarla ve nasıl gerçekleştirilebileceği konusu üzerinde ayrıca durmak gerekir sanırım. Biz şimdilik şöyle bir öneride bulunmakla yetinmek istiyoruz. Türk Dil Kurumu her yıl öykü, roman, şiir, gezi, bilim, çeviri ve basın dili dallarında, o yıl içinde yayınlanmış yapıtlarla basında Türkçeyi en iyi kullanan gazeteciye başarı ödülleri vermektedir. Acaba bu ödüllerin arasına bir de o yıl içinde: Radyoda, TV'de sahnede, beyaz perdede Türkçeyi en iyi konuşana verilmek üzere bir ödül katsa nasıl olur dersiniz? İnanın, çok iyi olur bence. Türk Dil Kurumu yalnızca yazı dilinin, yazı Türkçesinin koruyucusu, geliştiricisi, özleştiricisi ve ödüllendiricisi değildir elbet. Sözlüğüne özenle ve bilgi ile yerleştirdiği sağlıklı sözcükleri her gün kalemden kâğıda aktardığımız gibi ağızdan da kulağa aktarmıyor muyuz? Hem ben şuna iyice inanıyorum, insanın sıcak soluğundan yoksun bir sözcük, gerçekte yaşamıyor demektir. Biraz daha ileri gideyim mi?

"Başlangıçta kelâm vardı."

İnsanın varlığının ve yaratıcılığının en sağlam kanıtlarından biri olan kelam için bilgenin biri de şöyle demiş:

"Kelâmından olur malûm kişinin kendi miktarı. "

İnsanın kimliğini ve kişiliğini böylesine kısadan ve özlü bir biçimde özetleyen, yorumlayan, çözümleyen, apaçık ortaya koyan başkaca bir söz anımsayamıyorum.

Kısaca, boğumlanmasından vurgusuna, tonlaması ile tartımından hızına, ulamasına, durgusuna, durağına ve ezgisine özen göstererek Türkçeyi Türkçe konuşmak zorundayız, bu bir.

Konuşma eyleminin kendisinin eğitim ve öğretimdeki rolü ile kişilik oluşumunda ve zihinsel gelişimde üstlendiği işlevselliği göz önünde tutarak okullarımızda konuşma eğitimi'ne hemen ve öncelikle yer vermek gereğini kabullenmeliyiz, bu iki.

Türkçenin konuşulmasındaki özelliklerle güzellikleri belirleyip belirtecek programlarla radyo ile TV'nin topluma ve sorunun çözümüne yardımcı olmasını istemeliyiz, bu da üç.

Bizden söylemesi.

SON EKLENENLER

Üye Girişi