Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Kerem ile aslı

Yazarı Hakkında
Söyleyeni belli olmayan anonim Türk aşk hikayesidir.

KEREM İLE ASLI

Kerem ile Aslı hikayesinin ilk olarak kim tarafından, ne zaman ve hangi coğrafyada ortaya çıktığı bilinmemektedir. Ancak bili­nen bir gerçek vardır ki o da aslı ile kerem hikayesinin eski aşıklar tara­fından en çok anlatılan bir aşk hikayesi olduğudur. Kerem ile Aslı Türkiye’de ve Oğuz grubu Türk boylarında olduğu gibi bazı başka milletlerde de (Ermeni, Gürcü, Lezgi, vb.) bilinen ve sevilen bir halk hikayelerinden biridir. Bunun sonucu olarak hikaye geniş bir coğrafyaya yayılmış ve farklılıklar oluşmuştur.

Kerem ile Aslı hikayesinde Olayların Geçtiği Yerler (mekanlar)

İsfahan, Hoy, Şuşi köyü, Kelb şehri, Kars, Gence, Revan, Çıldır, Ahıshay, Şerki, Orhan, Oltu, Narman, Bayat, Ürgüp, Tiflis, Ahlat, Muş, Malazgirt, Pasin Ovası, Uzun Ahmet, Ha-sankale, Erzurum, Eşenkale, Varbik, Tercan, Çincibeli, Eşkat, Ibrit, Ayaş, Zile, Sivas, ırmak Ovası, Kayseri, Antakya ve Halep.

Kerem ile Aslı hikayesindeki Kahramanlar (Kişiler)

Ahmet Mirza (Kerem), Kara Sultan (Aslı), Kerem’İn Ba­bası (Padişah), Kerem’İn Annesi (Hanım Sultan), Ash’nın Ba­bası (Keşiş), Ash’nın Annesi (Keşişin Karısı), Nur Yüzlü İhti­yar, Sofi (Kerem’İn yanından Ayrılmayan Arkadaşı), Külhan­beyi (Halepli bir kabadayı), Hancı, Kahvehaneci, vb.

Kerem ile Aslı Hikayesinin Özeti

 

Bir zamanlar İran’ın güzel bir beldesi olan İsfahan şehrin­de çok adaletli, merhametli, güçlü, kuvvetli bir padişah var­mış. Hazineleri altınlarla dolu olan bu padişahın çocuğu ol­muyormuş. Gece gündüz evlat hasretiyle yanıp tutuşan bu padişah, derdini kederini biraz olsun unutabilmek için İsfa­han’ın en güzel yerine eşi benzeri olmayan bir saray yaptır­maya karar vermiş.
Hazinedarı olan Keşiş’i bir gün huzura çağırtmış. Bu Keşiş’in de hiç çocuğu yokmuş. Padişahla Keşiş aynı dertle ya­nıp tutuşurlarmış. Huzura gelen Keşiş’le birlikte sarayın pla­nını yapmışlar. Daha sonra zamanın bütün mimarlarını, usta­larını ve bahçıvanlarını saraya toplamış ve nasıl bir saray is­tediğini onlara da anlatmış.
İsfahan beldesinin en güzel yerine harikulade bir saray yapılmış. Sarayın bahçesi cennet bahçesi gibi olmuş. Bahçe­nin ortasına pembe mermerlerden bir havuz, havuzun o bil­lur sularında kumrular oynaşıp duruyormuş. Bülbüller gülle­rin etrafında şarkılar söylüyor, tavus kuşları ise dört bir yanı süslüyormuş. Yine bu bahçenin içine beyaz mermerlerden bir saray kurulmuş. Eşi benzeri olmayan bu sarayda padişah eğ­lenceler düzenleyerek kederini unutmaya çalışıyormuş.
Günlerden bir gün yine o güzel sarayda eğlence düzen­lenmiş. Padişahın karısı Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı da eğlenceye katılmak üzere yola koyulmuşlar. Tam saraya var­mak üzereyken karşılarına ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar çık­mış. Hanım sultana bir elma fidanı, Keşiş’in karısına da bir armut fidanı vermiş ve bunları sarayın en nadide köşesine dikmelerini söylemiş.
Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı hemen fidanları dikmiş­ler. Kendi elleriyle suluyor ve özenle bakıyorlarmış. Hanım sultan; dünyada bir evladım olmadı, bari dikili bir fidanım olsun, diye düşünüyormuş. Aylar geçmiş fidanlar ağaç olmuş. Yemyeşil yaprakları, güçlü dallan olmuş ancak hiç meyve vermiyoriarmış. Hanım sultan ağlamaya ve üzülmeye baş­lamış: Diktiğim fidan bile meyve vermiyor, ben ne talihsiz bir kadınım, diyormuş.
Bir gün yine böyle düşünerek ağlayan Hanım Sultan, sa­rayın salonunda uyuyakalmış. Rüyasında kendisine ve keşi­şin karısına fidan veren nur yüzlü ihtiyarı görmüş.

Gözyaşları içinde ihtiyarın ellerine sarılan Hanım Sultan:

- Ey mübarek insan! Ne olursa senin duanla olur. Yıllar­ca evlat hasretiyle yanıp tutuştum. Şimdi de bir fidan diktim, o bile meyve vermedi. Ne olacak benim bu hâlim, diye ağla­maya başlamış. Nur yüzlü ihtiyar:
- Sen hiç merak etme. Senin dualarının kabulü için ben de dua ettim. İnşallah duaların kabul olacak ve sen de mu­radına ereceksin. Senin ağacın meyve verdi. Eğer onu yersen dileğin kabul olur, demiş.
İhtiyarın bu sözlerinden sonra, korku ve heyecanla uya­nan Hanım Sultan, Keşiş’in karısını da yanına alarak bahçe­ye koşmuş. Gerçekten de kendisinin diktiği elma ağacının ü-zerinde bir tane ama çok güzel görünen bir elma varmış. Ke­şiş’in karısının diktiği armut ağacında ise hiç meyve yokmuş. Hanım sultan, Keşiş’in karısı üzülmesin diye elmayı ikiye böl­müş ve ona dönerek:
Bu elmanın yarısını sana veriyorum ama bir şartla. Eğer kızın olursa benim oğluma vereceksin. Yok eğer oğlun olursa benim kızımı alacaksın demiş. Keşiş’in karısı bu teklifi hemen kabul etmiş ve elmaları yemişler.
Bir süre sonra Keşiş’in karısı da Hanım Sultan da hami­le kalmışlar. Zamanları dolunca da Keşiş’in karısının bir kızı, Hanım Sultan’m ise bir oğlu olmuş. Oğlanın adını, “Ahmet

Mirza”, kızın adını ise “Kara Sultan” koymuşlar.

Aylar yıllar geçtikçe yavrular da büyüyorlarmış. Keşişin kızı bir ay parçası kadar güzelmiş. Kızını padişaha vermek is­temiyormuş. Çünkü padişahla aynı dinden değillermiş. Padi­şaha verdikleri sözden nasıl döneceklerini düşünmeye başla­mışlar. Keşiş:
- Eğer şehri terk etmezsek padişahtan bize rahat yok, de­miş. Fakat karısının aklına daha iyi bir fikir gelmiş. Keşişe dö­nerek:

- Bir süre sonra kızımızın öldüğünü söyleriz ve buralar­dan bu nedenle uzaklaşmak isteriz, demiş.

Aradan bir yıl gibi bir zaman geçince Keşiş hemen padi­şahın huzuruna varmış ve kızının öldüğünü, bu üzüntüyle ar­tık buralarda yaşayamayacağını anlatmış.

Bunun üzerine padişah keşişe biraz altın vererek azat etmiş.

Arzularına muvaffak olan Keşiş’le, karısı derhâl vakit ge­çirmeden İsfahan’a üç günlük uzaklıkta olan bir köye gitmiş­ler. Güzel bir köşk yaparak orada yaşamaya başlamışlar.

Diğer taraftan padişahın oğlu Mirza Bey 13-14 yaşlarına gelmiş. Babası onu en iyi hocalarda okutuyormuş. Mirza Bey’in çok kurnaz ve zeki bir arkadaşı varmış. Adı Sofi olan bu arkadaşı bir gün Mirza Bey’e:
- Bak Mirza Bey! Bu kadar okuduğumuz yeterli. Bu gençlik bir daha elimize geçmez. Biraz da eğlenelim, avlan­maya gidelim, seyahatlere çıkıp dünyayı dolaşalım, demiş.

Sofi’nİn bu söylediklerini haklı bulan Mirza Bey öncelik­le av hazırlıklarını başlatmış. Bu arada Mirza Bey bir gece rü­yasında “Kara Sultan”ı görmüş ve âşık olmuş. Uyandığında yüreğinin cehennem ateşi gibi yandığını hissediyormuş. Ye­rinde duramaz bir hâl almış. Ancak aşk şerbetini kimin elinden içtiğini bilmiyormuş. Hayalinde tek kalan ay kadar güzel bir simaymış. Kalbi aşk ateşiyle yanan Mirza Bey, babasından izin alarak arkadaşı Sofi ile birlikte avlanmaya çıkmış.
Gide gide Keşiş’in yaşadığı köye varmışlar. Padişahın oğ­lu Mirza Bey av sırasında çok güzel bir şahine rastlamış. Şa­hini yakalamaya karar vermiş. Atını arkadaşı Sofi’ye bırakmış ve şahinin peşinden gitmiş. Şahin çok güzel bir bahçeye gir­miş. Mirza Bey de peşinden girmiş. O güzel bahçede şahini ararken karşısına çok güzel bir köşk çıkmış. Mirza Bey gülle­rin, sümbüllerin ve yaseminlerin arasında kurulmuş olan bu muhteşem köşkün pencerelerine bakarken olduğu yerde do­nup kalmış. Aklını kaybetmek üzereymiş. Çünkü tam karşı­sındaki pencerede ay parçası gibi bîr kız oturmuş, gergef dokuyormuş. Padişahın oğlu yalnız bir kez bakabilmiş bu güzel kıza. O anda aklı başından gitmiş. Rüyasında ona aşk şerbe­ti içiren dilberin o olduğunu fark etmiş. Ona doğru ilerlemiş ve ona hitaben:

Başı yastık göre mi? Gözü dilber görenin Gözüne uyku gire mi? Zülfüne berdar olanın
demiş ve kollarından yakalayarak kendine doğru çekmiş. Sonra da :
- Ey güzel, sen hangi bahçenin sümbülüsün, deyince,
- Babam İsfahan şahının eski hazinedarı Keşiş’tir. Kerem eyle… Görmesin… Beni salıver gideyim, diye yalvarmış.
Delikanlı:
- Aslı nedir, salıvereyim? Kız:
- Kerem eyle, diyerek yalvarmış.
Delikanlı aslı nedir? Derken birden bire aklına gelmiş ve kıza şunları söylemiş:
- Seni bırakırım ama bir şartım var. Benim adım Kerem, senin adın da Aslı olacak ve bundan sonra birbirimizi böyle çağıracağız, demiş.
Bunun üzerine güzel kız, Kerem’in ateş ve aşk dolu gözle­rine bakarak:

- Peki, kabul ediyorum. Bundan sonra benim adım “Aslı” senin adın ise “Kerem” olsun. Böylece kendi kendileri­ne isimlerini koymuşlar. Bu zaman içinde genç kızın kalbi de alev alev yanmaya başlamış.
Aslı’nın böyle yalvarmalarına dayanamayan Kerem onu bırakmış. Kerem’in kollarından kurtulan genç kız köşkün için­de kaybolmuş. Kerem de Aslı’nın işlediği gergefin üzerindeki çevreyi alıp koynuna koymuş ve koşarak arkadaşının yanına gitmiş. Arkadaşı Sofi ile birlikte İsfahan’a dönmüşler. Ama Kerem artık eski Kerem değilmiş. Hiç konuşmuyor ve hiç ye-miyormuş. Oğlunun bu hâlini gören padişah bir gün Kerem’i karşısına alarak:

- Oğlum ben senin babanım. Niçin derdini anlatmıyorsun, diye sorunca Kerem:
- Baba benim derdim bu şekilde anlatılmaz. Bana bir saz getirin size derdimi anlatayım, demiş.

Bu söz üzerine padişah hemen bir saz getirmelerini em­retmiş. Kerem ise sazının tellerine dokunarak derdini dökme­ye başlamış.

Kerem bunları söyledikten sonra susmuş. Babası:

- Oğlum bu türkü bana bir şeyler anlattıysa da tam ola­rak ne demek istediğini anlayamadım, demiş. Bunun üzerine Kerem yerinden kalkmış ve bir tek kelime bile söylemeden odadan çıkmış. Onun bu hâli padişahı fena hâlde düşünceye salmış. Günler geçiyormuş ama Kerem hiç konuşmadan sa­rayın penceresinden etrafı seyrediyormuş. Padişah Kerem’in derdini anlayanı ödüllendireceğini bildirmiş. Nihayet bir gün uyanık bir kadın kurnazlıkla Kerem’in Aslı’yı sevdiğini öğre­nerek padişaha haber vermiş
Bunun üzerine padişah derhâl Keşiş’i çağırtmış ve ona kızının öldüğüne dair yalan söyleyerek hainlik yaptığını, an­cak ne olursa olsun kızını alacağını söylemiş. Padişahın, kızı zorla alacağını anlayan Keşiş bir kurnazlık daha düşünmüş ve beş ay süre istemiş. Bunun üzerine padişah beş ay bekleye­bileceğini ancak ilk önce onları nişanlayacağını söylemiş.
Keşiş padişahın elinden kurtulmak için kızının namına Kerem’e bir nişan yüzüğü bırakmış. Kızının takması için de padişahtan bir nişan yüzüğü almış ve sarayı terketmiş. Bu müjdeli haberi duyan Kerem bir deli gibi yerinden fırlamış. Duvarda asılı olan. sazını eline almış coşkulu bir sesle türkü söylemeye başlamış. Kerem’in günleri artık zevk ve sefa içinde geçiyormuş. Ancak bu beş aylık süre Kerem’e çok uzun gelmiş sazını eline alarak babasını huzuruna çıkmış ve bir türkü söylemiş.

Kerem’in böyle üzüldüğünü gören babası:
- Oğlum ben Keşiş’e beş ay süre verdim, bu süre de dol­du. Artık düğün hazırlıklarına başlayabiliriz, demiş.

Diğer taraftan Keşiş, padişahın yanından ayrıldıktan son­ra kendi köşküne dönmüş ve padişahtan kurtulma planları yapmaya başlamış. Bir gece yarısı kıymetli eşyalarını toplayıp köyünü terk etmiş, tabi bu olanlardan padişahın haberi yok­muş. O, düğün hazırlıklarını tamamlayıp büyük bir kafileyle yola çıkmış. Kafilenin en önünde olan Kerem köye yaklaşın­ca görmüş ki her kez köyü terk ediyor. Oradan geçen yaşlı bi­rine neden köyü terk ettiklerini sormuş. Yaşlı adam da köyde bulunan bilgili bir keşişin köyü terk ettiğini bundan korkarak onların da köyü terk etmeye karar verdiklerini söylemiş. Yaşlı adam sözlerini bitirince Kerem, Keşiş’in kızını alarak kaçtığını anlamış. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar dökülmeye başla­mış eline sazını alarak bir türkü söylemiş.

Kerem gözyaşları içinde bunları söyledikten sonra doğru­ca Aslı Han ile buluştukları bahçeye girmiş. Ancak orada kı­zın işlediği gergeften başka bir şey kalmadığını görmüş. Yüre­ğinden aşkın alevleri yükseliyormuş. Gözyaşlarını Ash’nın el­lerinin değdiği gergefe dökerek bir türkü söylemiş.
Bunları ah vah içinde söyleyen Kerem şehrin içinde ge­zerken birisini Aslı Han’a benzetmiş ve eyvah sevgilim beni unutmuş, burada eğlenmekte, diyerek yine almış eline sazı ve bir türkü söylemiş.
Bu türküyü işiten kız:
Bak beyim, ben Aslı Han değilim sen beni ona benzet­miş olacaksın. Senin aradığın kız Hoy şehrine gitti demiş. Kerem arkadaşı Sofi’yi de yanına alarak Ash’nın peşine düşmüş. Gide gide Hoy şehrine varmışlar. Orada bulunan bi­rilerine bu taraftan bir keşişle ailesi geçti mi, diye sormuş, On­lar da:
- Geçti ama onlar Şuşi köyüne gitti demişler. Kerem ile Sofi ertesi gün Şuşi köyüne doğru yol almışlar. Yolda bip yaylada bulunan yolcuları görmüşler ve onlara Aslı’yi görüp görmediklerini sormuşlar. Onlar da, Aslı’yı gördüklerini an­cak bir türkü söylemesi karşılığında yerini bildireceklerini söy­lemişler. Kerem almış sazı eline ve bir türkü söylemiş.
Türküyü çok beğenen yolcular:
- Senin aradığın keşiş buradan geceli otuz gün oluyor. Onlar Kelb’e gitti, demişler.
Bundan sonra Kerem ile Sofi Kelb’e doğru yol almaya başlamış. Kelb’e vardıklarında bu defa da Kars’a gittiklerini öğrenmişler. Oradan tekrar Hoy’a gitmişler. Kerem Ash’nın peşinde perişan bir vaziyette iken padişaha haber gitmiş. Bu­nun üzerine padişah:
- Eyvah! Biricik oğlum mahvolacak, diyerek hemen Kerem’i aramaya koyulmuş. Nihayet onu Ash’nın bahçesinde ahvahlar içinde bulmuş. Koşarak Kerem’in yanına gelmiş ve ona:
-Ey oğul… Bu ne hâl? Hele sabret, bir çaresini bulacağız, diye teselli etmeye başlamış. Ancak aşk ateşiyle yanan Kerem eline sazını alarak derdini dökmeye başlamış.

Oğlunun üzüntüden öleceğini düşünen padişah onu Aslı’dan vazgeçirmeye çalışmış ama bağrı yanan Kerem bu sözleri dinlememiş. Anasıyla ve babasıyla helalleşerek tekrar So­fi ile birlikte Aslı’yı aramaya koyulmuş. İlk önce Gence’ye o-radan, Revan’a, Çıldır’a, Ahıshay’a, Şerki’ye, Orhan’a, Ol­tu’ya, Narman’a, Bayat’a, Ürgüp’e, Tiflis’e, Ahlat’a, Muş’a, Malazgirt’e, Pasin Ovası’na, Uzun Ahmet’e, Hasan Kalesi’ne, Erzurum’a, Eşen Kalesi’ne, Varbik’e, Tercan’a, Cinci Beli’ne, Eşkat’a, İbrit’e, Ayaş, Zile, Sivas, Parmak Ovası, Kayseri ve Antakya’ya gitmişler.

Bu arada Keşiş Halep’e gelip bir Ermeni evine misafir ol­muş. Ev sahibi onun yabancı olduğunu anlayınca nereden geldiğini sormuş. O zaman Keşiş bir ah çekip:
- Hâlimi hiç sorma! Ne kadar kaçtıysam Kerem peşimi bırakmadı. Kaça kaça nihayet buralara geldim. Neredeyse burayı da bulur. Bir türlü elinden kurtulamıyorum, demiş, Ev sahibi:
- O gelmeden kızı buradan birine verelim, bakar ki kızı başkaları almış, o zaman vazgeçer, sen de kurtulursun, de­miş. Keşiş de hemen alelacele kızı nişanlayıp düğün hazırlık­larına başlamış.
Gelelim Aslı Han’a: Ah edip, gece gündüz:
“İlahî, babamın iki gözlerini kör eyle!” diyerek ağlayıp dururmuş. Kerem ile Sofi Halep’e varmışlar. Oradaki bir kah­veye oturmuşlar. Halep Paşası’nın külhanbeyi kol gezerken Kerem’i görmüş o da kahveye girmiş, bakalım Kerem külhan­beyine ne söylemiş:
Ela gözlüm sana meftun olalı, Benim çektiğimi bir Mevla bilir. Yay niçin açılmaz gülün dehan Gönül ne yaz bilir, ne şita bilir
Mecnun olur gezerim dağlar yolunu Deremedim şu cananın gülünü Aşık olan anlar aşkın hâlini Yalandır, doğrudur pek ala bilir
 Külhanbeyi:
- Ey âşık, hangi bağın gülü, hangi bahçenin sümbülü­sün? Nereden gelir nereye gidersin, demiş.
Kerem:
- Buralardan bir Keşiş geçti mi? Kendisi Isfahanlıdır, diye sormuş.
Külhanbeyi:
- Onlar buradadır, deyince, Kerem öyle bir ah etmiş ki ağzından alevler yükselmiş. Bu alevler neredeyse külhanbe-yini yakacakmış. Kerem’in derdini anlayan külhanbeyi:
- Sen merak etme, ben seni kıza kavuştururum; ama kız da seni istiyor mu, deyince Kerem “evet” demiş.
Bu arada Aslı Han’ın düğünü olmaktaymış. Külhanbeyi hemen bir kadın bularak Aslı Han’ın yanma göndermiş. Ka­dın Aslı Han’ı bulmuş ve Kerem’in geldiğini söylemiş. Gizlice birlikte Kerem’in yanma gelmişler. Uzun ayrılıktan sonra ka­vuşan âşıklar bir süre hasret gidermişler. Kerem’in geldiğini haber alan Keşiş:
- Bizi burada da buldu bundan kurtulmanın çaresi yok­tur. İyisi mi kızı vereyim; ama bir oyun edeceğim ki kıyame­te kadar söylensin, demiş. Kızı Kerem’e vermiş ancak kızının elbisesini kendisi yapmak istemiş. Elbiseyi yapmış, boydan boya sihirli düğmeler koymuş, kızına da:
- Bak kızım muradına ereceksin ama bir şartım var, eğer bu şartımı yerine getirmezsen hakkımı sana helal etmem, düğün gecesi bu elbisenin düğmelerini Kerem’e açtıracaksın demiş.
Bir mübarek gecede Aslı ile Kerem’i gerdek odasına koy­muşlar. Kerem:
- Ey sevdiğim Hakk Teala’ya şükür bizi yine kavuşturdu, deyince Aslı:
- Ey sevdiğim, sana bir şey söyleyeceğim ama sakın gü­cenme. Babam yemin verdirdi, elbisemin düğmelerini sen çözeceksin, yeminimin yerine gelmesini isterim. Kerem düğ­meleri çözmeye başlamış; ama son iki tanesine gelince bak­mış ki düğmeler yeniden iliklenmiş. Yine çözmeye başlamış, yine son iki tanesine gelince hepsi iliklenmiş. Böylece devam etmiş. Nihayet sabah namazı olmuş. Muradına eremeyen Ke­rem bunun bir oyun olduğunu anlamış, öyle bir “ah” etmiş ki ağzından çıkan alevler tepesinden başlayarak onu yakmaya başlamış. Aslı Han bir de bakmış ki Kerem’i ateş bürümüş, yaptığına pişman olup:
-Vay baba, ocağım söndü, diyerek başlamış Kerem’in üstüne su dökmeye. Bu sırada Kerem yine sazına sarılıp alev­ler arasında bakalım ne demiş:

**

Bir han köşesinde kalmışam hasta
Gözlerim kapıda kulağım seste
Kendim gurbet elde gönül heveste
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.

Erzurum dağları duman dildedir
Başım yastıktadır gözüm yoldadır
Aslı hayın yârdır adam aldadır
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.

Erzurum dağları kardır geçilmez
Gizli sırdır her adama açılmaz
Ayrılık şerbeti zehir içilmez
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.

Felek sen mi kaldın bana gelecek
Akıttın göz yaşım kimler silecek
Kerem'e dediler Aslı'n gelecek
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.

Kayseri'de musalla taşı üstünde bir cenaze görürler. Kerem cenazeye şunları söyler:

Mal sahibi nice gördün halini
Felek pençesine düşmüş gidersin
Beğenmezdin türlü libas giymeyi
Şimdi uryan ceset olmuş gidersin.

Tutmaz idin bir fakirin elini
Sormaz idin yoksulların halini
Haram helâl kazandığın malını
Şu fâni dünyaya dökmüş gidersin.

Malın vardı yükseklerden uçardın
Meclisler kurup da bâde içerdin
Atın binip sağa sola koşardın
Şimdi kara yere koşmuş gidersin.

Dertli Kerem eder nic' olur halim
Bana senden oldu ey kanlı zalim
Hiç vâdeye bakmaz erişir ölüm

Ecel şerbetini içmiş gidersin.


 

Kerem ile Aslı hakkında bilgi

Kerem ile Aslı Anadolu’da yüzyıllardır söylenen oldukça yaygın bir halk hikâyesi. Türk Folklorunun önde gelen örneklerindendir. İlk önce el yazması olan kopyalardan okundu. Daha sonra taş baskısı kitaplarla köylere yayıldı. Hikâyede, kökünü tasavvuftan alan insanın kaderini değiştiremeyeceği fikri ve gerçek güzelliğin Allah’ta olduğu, insanın emellerine bu dünyada ulaşamayacağı inancı vardır. Hikâyede, Şiraz şehrinde Sururi Şahın oğlu Ahmed Mirza ile musahibi (hazine nazırı) Keşiş Yahud

Kerem ile Aslı Anadolu’da yüzyıllardır söylenen oldukça yaygın bir halk hikâyesi. Türk Folklorunun önde gelen örneklerindendir. İlk önce el yazması olan kopyalardan okundu. Daha sonra taş baskısı kitaplarla köylere yayıldı. Hikâyede, kökünü tasavvuftan alan insanın kaderini değiştiremeyeceği fikri ve gerçek güzelliğin Allah’ta olduğu, insanın emellerine bu dünyada ulaşamayacağı inancı vardır.

Hikâyede, Şiraz şehrinde Sururi Şahın oğlu Ahmed Mirza ile musahibi (hazine nazırı) KeşişYahud’un kızı Kara Sultan’ın başından geçenler anlatılır.

Sururi Şah ile musahibi Keşiş Yahud’un çocukları olmadığından ikisi de dertlidir. Bir gün birlikte seyahate çıkarlar. Yolda eğer çocukları olursa birbirleri ile evlendirmeye söz verirler. Önlerine çıkan bir dervişe dertlerini açarlar. Dervişin verdiği elmaları hanımları ile yedikten sonra, Hatice Sultan bir oğlan, Keşiş’in hanımı da bir kız doğurur.

Çocuklar büyür, Ahmed Mirza on beş yaşına gelir. Bir gün Mirza, candan arkadaşı Sofu ile avdan dönerken bir bahçede rastladığı gergef işleyen bir kıza tutulur. Bu kız ise Kara Sultan’dır. Ahmed Mirza kızla konuşup isimlerini değiştirirler. Mirza, Kerem Kara; Sultan da Aslı Han ismini alır.

Daha sonra Kerem bu aşktan dolayı yemeden içmeden kesilir. Bu durumu babası duyar. Sururi Şah verdikleri sözü hatırlatarak kızı Keşiş’ten ister.

Keşiş’in kardeşi olan Manuk sihirbazdır. Güzel olan Aslı’nın kendisine bir bela getireceğini söyleyip azerbaycan’dan Anadolu’ya kaçmalarını söyler. Aslı’yı din ayrılığından Kerem’e vermeyi kabul etmeyen Keşiş Aslı’yı alarak kaçar.

Kerem de vefalı arkadaşı Sofu ile birlikte Aslı’yı aramaya çıkar. Kerem ile Sofu köy köy, şehir şehir onların peşinden giderler. Bir keresinde Kerem bazı Beylerin yardımıyla Aslı ile birleşeceği sırada Manuk ve Yahud türlü hilelerle Aslı’yı kaçırır.

Kerem onların Kayseri’de yerleştiklerini öğrenir. Keşiş’in vazife yaptığı manastırı bularak orada kıyafet değiştirip hizmetçilik yapar. Ama gerçek kimliği anlaşılınca kovulur. Buna çok üzülen Kerem’in dişleri ağrımaya başlar. Bir çocuğun yardımıyla bulduğu dişçi Aslı’nın anasıdır. Kerem diş çektirmek bahanesiyle, Aslı ile konuşur. Kerem bu esnada başı Aslı’nın dizinde otuz iki dişini çektirir. Ağzını silerken evvelce verilen nişan çevresinden onu tanır, Kerem’i oradan kovarlar. Kerem buna çok üzülür. Dört kitabın hürmetine Allah’tan çektiği sevdanın bir kısmını Aslı’ya verip hak dine dönmesi ve kendisine yar etmesi için dua eder; duası kabul olur. Aslı’ya gaflet gelir uyur. Pirler aşk dolu su verir, hak dini kabul eder. Kerem elini yüzüne sürünce otuz iki dişi tekrar bitip yerine gelir.

Daha sonra kendisine, müracaatı sebebiyle evde pusu kuran beyin adamları Kerem ile Sofu’yu yakalarlar. Beyin kız kardeşi bu işi çözmek için, Aslı’yı da aralarına katıp kırk tane güzel kızı süsleyerek gül bahçesine salar. Bahçeye getirilen Kerem gözlerini Aslı’dan ayırmaz. Keşiş kızını tekrar kaçırır. Bu defa Kerem ile Sofu onları Halep’te bulurlar. Halep Paşasının arzusu üzerine Keşiş düğüne razı olur. Keşiş bu sefer de, gerdek gecesi kızına sihirli bir elbise giydirir.

Gerdek gecesi düğmeleri çözüldükçe iliklenen bu elbiseyi sabaha kadar çıkaramaz. Sevgilisine kavuşamayan Kerem, tan yeri ağarırken yürekten bir ah çeker. Ağzından çıkan alev Kerem’i yakıp kül eder. Aslı, Kerem’in külleri başında kırk gün bekler. Küller dağıldıkça saçını süpürge yaparak dağılan külleri toplar. Kırkıncı gün külleri toplarken saçı tutuşur, o da yanar. Aslı’nın külleri de Kerem’in küllerine karışır.

Azerbaycan’ı içine alan sahada doğan ve Doğu Anadolu’da yayılan Kerem ile Aslı Hikâyesi, şekil yönünden Dede Korkut Hikâyeleri’nde görülen “nazım-nesir” geleneğine bağlıdır. Hikâyede duygular nazımla, olaylar ise nesirle anlatılmaktadır. Hikâyedeki dil, yaşayan Türkçedir. Hikâyenin içinde geçen şiirlerin büyük bölümü 11 ve az bir kısmı 8’lik hece ile yazılmıştır.

Hikâyenin kahramanı Kerem, bir saz şairi tipidir. Kerem elinde sazı, Aslı ve sıla hasreti içinde, arkadaşı Sofu ile Aslı’yı bulmak için şehir şehir, köy köy Anadolu’yu dolaşırlar.

Eserin motifleri olarak şunları görüyoruz: Çocuğu olmayan padişah; veludiyet unsuru olan elma; aşk badesi ve rüyası; Hızır; acuze; diş çektirme, kuru kafa ve en önemlisi yanmadır.

Kerem “yanma” motifi ile kendi bildiği teknik ve şiirleri ile hikayeyi süsleyerek Ünlü eseri tasnif etmiştir.

Sonraki hikâye ve tasniflere girmiş şiirlerin, sahiplerini tayin etmek oldukça zor bir iştir. Kerem ile Aslı’nın hikâyesinin etkisi uzun zaman dillerde dolaşmıştır.

Ayrıca hikâyeye Türk divan ve halk şiirlerinde yer verilmiş veya telmih yapılmıştır.

Kaç bahardır gülüsün bu karlı Erzurum’un Bakışın efsaneler anlatır uzun uzun Kerem ile Aslı var üstünde yolumuzun Karanlığa karışıp geceye sırdaş ol sen

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi