Giriş
Cumhuriyet döneminde yayımlanmış en önemli dergilerden biri de Hisar’dır. Kendisinden önce çıkmaya başlayan Varlık (15 Temmuz 1933) ile birlikte, devirlerinin edebî hayatını yönlendirirler. İki derginin de Ankara'da yayın hayatına başlaması Türk kültür tarihi açısından mühimdir. O güne kadar yer yer amatör nitelikte dergilere Anadolu'nun değişik kesimlerinde (özellikle vilâyet gazetesi olarak) rastlasak da böylesine uzun soluklu ve bir ideal etrafında ortaya çıkan profesyonel dergilere, İstanbul dışında ilk defa rastlarız. Cumhuriyet'ten sonra Türk kültür hayatının, nispeten Ankara'ya taşındığını söyleyebiliriz. Artık Ankara da kültürün yükünü çekmeye başlar. Özellikle devlet memuru olup edebiyata ve şiire meraklı gençler bu sanat faaliyetlerinin öncülüğünü yaparlar. Meselâ; Varlık ve Hisar m dışında devirlerinin önemli dergilerinden olan; Ülkü (Şubat 1933), Yücel (23 Şubat 1935),
Cumhuriyet döneminde yayımlanmış en önemli dergilerden biri de Hisar’dır. Kendisinden önce çıkmaya başlayan Varlık (15 Temmuz 1933) ile birlikte, devirlerinin edebî hayatını yönlendirirler. İki derginin de Ankara'da yayın hayatına başlaması Türk kültür tarihi açısından mühimdir. O güne kadar yer yer amatör nitelikte dergilere Anadolu'nun değişik kesimlerinde (özellikle vilâyet gazetesi olarak) rastlasak da böylesine uzun soluklu ve bir ideal etrafında ortaya çıkan profesyonel dergilere, İstanbul dışında ilk defa rastlarız. Cumhuriyet'ten sonra Türk kültür hayatının, nispeten Ankara'ya taşındığını söyleyebiliriz. Artık Ankara da kültürün yükünü çekmeye başlar. Özellikle devlet memuru olup edebiyata ve şiire meraklı gençler bu sanat faaliyetlerinin öncülüğünü yaparlar. Meselâ; Varlık ve Hisar m dışında devirlerinin önemli dergilerinden olan; Ülkü (Şubat 1933), Yücel (23 Şubat 1935),
Kaynak (1 Ocak 1948), Yaprak (1 Ocak 1949), Pazar Postası (4 Şubat 1951), Türk Dili (Ekim 1951), Mavi (1 Kasım 1952) hep Ankara'da yayın hayatına başlamışlardır. Ankara'da yayın hayatına başlayan dergiler içinde Hisarla birlikte dikkati çeken iki dergi Varlık* ve Türk Dilimdir. Bu üç dergi Cumhuriyet döneminin kültür hayatını yönlendirmede önemli bir sacayak oluşturmuşlardır, diyebiliriz. Bu arada İstanbul'da da dergicilik faaliyetleri aynı hızla devam etmekle birlikte işin içine artık Ankara da girmiştir. Bütün bu faaliyetler Ankara'yı gün gelecek kültür şehri yapacaktır ve yapmıştır da. Fakat burası daha çok, Cumhuriyet'ten sonra tohumu atılarak ortaya çıkarılmış "yeni" kültürün şehridir. Bu yüzden kendine has moda ve alışkanlıkları da olmuştur.
16 Mart 1950 yılında Türk kültür ve edebiyatı yeni bir dergi ile tanışır. Bu derginin ilk sayısındaki logosunun hemen altında; "fikir, sanat ve edebiyat dergisi" ibaresi yer alır. Derginin sahibi Mehmet Çınarlı'dır. Hatta derginin yükünü kapanana kadar yine bu insan çekecektir. Çınarlı, bu fedakârlıkları rahat bir maddî atmosferde değil, geçim sıkıntısı da çektiği bir zaman diliminde yapacaktır. Servet-i Fünûn dergisi için Tevfîk Fikret ne ise, Hisar için de Mehmet Çınarlı odur, denilebilir. Hisar dergisinin çıkmasından İki yıl sonra, bu derginin kültür hayatımızda tuttuğu yeri göstermesi açısından Dr. Cahit Tanyolun yazısından bir bölümü buraya almak isteriz:
"Ankara da çıkan Hisar, ifrat ve iddiaların bolluğu içinde bunalan kimselere bir nevî ruh sükûneti telkin ediyor. Derginin yazarları insanı rahatsız etmiyorlar. Sanki hepsi sanat hareketlerinin ve büyük iddiaların rüzgârından geriye kalan leylerin neler olduğunu düşünmektedirler. Bizde dergiler daima büyük bir şamata ile ortaya atılmayı itiyat hâline getirdiği için insan, ilk sayısından itibaren Hisara hâkim olan sağduyuyu birden yadırgıyor.
Hisar yukarıdaki bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere devrinde farklı ve değişik bir ses olarak algılanmıştır.
Daha ilk sayıda zengin bir yazar kadrosuyla karşılaşırız. Bu sayıda rastladığımız nesir türü yazılar ve imzaları sırasıyla şunlardır: Munis Faik Ozansoy, “Tenkit ve Şiir"; Orhan Seyri Orhon, "Şiir Üzerinde Konuşma"; Enver Behnan Şapolyo, "Ziya Gökalp'ten Neler Öğrendik? İlim Nedir?"; Ruşen Ferit Kam, "Büyük Türk Musikicilerinden: Aydınlı Şemsettin Nahifi"; Ayhan Hünalp, "Hikâye: Ve Gece Devam Edecek"; Abdülhak Şinasi Hisar, "İktibas: Pierre Loti'nin Yüzüncü Doğum Yılı"; G. İ. Saynam, "Tenkit ve Tahlil: Mary O'grady"; İlhan Geçer, "Uç Otuz Para".
Şiirler; Munis Faik Ozansoy, "Eski Hikâye"; Mübin Manyasig, "Ayaklar", Mustafa Necati Karaer, "Hatırlar mısın?"; Yahya Benekay, "Bir Gece Yarısı Tutturdum", Mehmet Çınarlı, "Kış Duyguları"; Feyzi Halıcı, "Estergon Kalesi", İlhan Geçer, "Tahayyül"; Gültekin Sâmanoğlu, "Mektup"; Hasan İzzet Arolat, "Bir An'ın Şarkısı"; Osman Fehmi Özçelik, "Unutmak"; Fikret Sezgin, "Âdemoğlu".
Dergi şiir ağırlıklıdır. Hatta ilk sayıda nesir türü yazı yazacak insan sıkıntısı bile çekilecektir. Fakat zamanla, nesir ile şiir yazıları arasında bir denge tutturulmaya çalışılsa da ağırlığın hep şiir tarafında olduğu açıktır. Zira nesir olarak yazılmış yazıların bir kısmı da şiiri inceleme türü olarak ele alırlar. Derginin temel amaç ve prensiplerinin yanında, bir diğer gayesi de genç kalemleri edebiyat dünyasına kazandırmaktır. Bu düşünceden hareketle edebiyat yarışmaları düzenlenir.
Bu noktada Hisarın yaz mevsimi olarak nitelendirilen iki ayda çıkmayacak olması (Ağustos-Eylül), bize o günün okuyucu kitlesinin, edebiyata ve onları taşıyıcı vazifelen olan dergilere bakış açılarını vermeleri açısından önemlidir. Bu durum özellikle yeni çıkan dergilerin uzun süre yaşayamamaları sonucunu da beraberinde getirecektir. Her türlü gayret ve çalışmalara rağmen dergilerin "okuyucu kitleleri'' ile dergilerin "çıkış süreleri" belli bir seviyenin üstüne çıkarılamamıştır.
Dergi ilk sayısında bir beyanname yayımlamamıştır. Fakat bu durum sebepsiz değildir. Bütün bunlarla birlikte, derginin hayata ve sanata bakış açısını ikinci sayısının küçük bir anekdotunda çok kısa da olsa buluruz. Yazan belli olmayan yazı şöyledir:
"Sevgili Okuyucularımız,
Hisarın yeni çıkan sayısının bir evvelkinden daha güzel olmasını sağlamak için elimizden gelen her türlü gayreti esirgemeyecek, her fedakârlığa katlanacağız. Elinize aldığınız bu mecmua, onu çıkaranlar için ne bir kazanç vasıtası ne bir şöhret kapısı, sadece yüksek bir idealin tahakkuku uğrunda yapılan mütevazı hamlelerin ifadesidir.
Dergimiz biraz olsun sevdiniz, benimsedinizse, abone olmak suretiyle bize yardım edin. Onun yalamasına bizimle birlikte çalışın.
Gelecek sayımızdan itibaren -bilhassa genç okuyucularımız, faydalı olmak maksadıyla- şiir sayfası açacak ve bize gelen şiirlerden beğendiklerimizi orada yayımlayacağız.
Kâfi derecede olgunlaştığına inandığımız kalemlerse, her zaman için, iç sayfalarımızda yer alabilirler.
Yakında bir hikâye müsabakası açmayı da düşünüyoruz. Şimdiye kadar dergimize mektup yazmak suretiyle takdirlerini bildirmiş ve bizi teşvik etmiş olan okuyucularımıza teşekkür ederiz."
Bu paragrafları kısaca söyle özetleyebiliriz: Bu dergiyi çıkaranlar idealisttirler, Kazanç ve şöhret amacı taşımazlar, Amatör bir ruha sahiptirler, Hedef kitleleri arasında gençler de vardır, Çeşitli faaliyetlerle edebiyatı aktüel bir mesele hâline getirmek isterler.
Bizim bu ilk sayılardan yola çıkarak sıralamaya çalıştığımız temel nitelikler hâdisenin edebî boyutunu açıklamaktan uzaktır. Bu konuda yine derginin kendisine veya derginin kurucularına müracaat etmek gerekir. Aslında derginin kuruluşundan 17 yıl sonra açıklanacak olan bu beyannameyi Mehmet Çınarlı'nın kendi ağzından buraya almak isteriz:
"a. Batıyı taklit veya kopya ederek, millî bir sanat yaratılamaz. Türk sanatı kendi rengi, havası ve özellikleri içinde geliştirilebildiği takdirde bir değer kazanır ve batı sanatıyla boy ölçüşmek imkânı bulur.
b.Sanatın sürekli olarak değişmesi, yenileşmesi esastır. Fakat bu değişme ve yenileşme eskiyi red ve inkâr ederek, eskiyle bütün bağları kopararak, sağlıklı ve tutarlı
bir şekilde gerçekleştirilemez. Yeni eskiye dayanmalı, eskiden güç almalıdır.
c.Sanat hiçbir ideolojinin veya siyasî görüşün propaganda aracı yapılamaz. Sanatçı eserini yaratırken tamamıyla hür ve bağımsız olmalıdır.
d.Edebiyatın dili, yaşayan, konuşulan canlı dildir. Konuşulan dilde Türkçekarşılığı bulunan yabancı kelimelerin yazı dilinden çıkarılması yerinde olmakla birlikte, kelimelerde bir ırk ayrımı yapılarak, halkın kullanıp durduğu ve kendihançeresine uydurduğu kelimelerin, asılları Arapça veya Farsçadır diye dilimizdenatılıp, yerl erine "Öztürkçe" adıyla yeni kelimeler uydurulması, özellikle, ''Öztürkçe"sayı/an bir kelimeye çeşitli kavramları karşılama görevi verilerek nüansların ortadankaldırılması, dilin fakirleştirilmesi doğru değildir."
Hisar dergisi kendisinden önceki devirlerde ve topluluklarda olduğu gibi işe, bir önceki grubu kötüleyerek başlamamıştır. Bu, derginin en önemli vasfıdır, denilebilir. Hatta kötülemenin tam aksine; "değişme ve yenileşme eski), red ve inkâr ederek, eskiyle bütün bağları kopararak, sağlıklı ve tutarlı bir şekilde gerçekleştirilemez, yeni eskiye dayanmalı, eskiden güç almalıdır" denilerek, geçmişle sağlam bir fikir köprüsü kurulacağı intibaı verilmiştir. Oysa Tanzimat devri divan edebiyatını, Servet-i Fünûn Tanzimat'ı, ara nesil Servet-i Fünûn'u, Fecr-i Atî Servet-i Fünûn'u ve bütün kendisinden öncekileri, Millî Edebiyat Servet-i Fünûn ve öncekileri, Garip bütün geçmişi inkâr ederek işe başlamıştı. Onlar bütün putları yıkmışlardı, çünkü bu şekilde kendi putlarını daha rahat dikebilirlerdi. Hisarda bunun tam tersi bir durum fark edilmektedir. Bütün bu ifadeler, "Türk edebiyatının zaman içinde sürekliliğini" çağrıştırmaları açısından ayrıca önem arz ederler.
Hisarın diğer önemli ilkesi; "taklit ve kopya ederek millî bir sanat yaratılamaz" ifadesidir. Bu ifade, Şemsettin Sami'lerin, Ahmet Vefik Paşaların, Süleyman Paşaların; Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal'lerin temelini atıp II. Meşrutiyet sonrası "Yeni Lisan" hareketiyle filizlenen ve Millî Mücadeleden sonra Türk edebiyatı ve kültür hayatının hâkim rengi olacak olan "mektepten memlekete" hâdisesini, yani Millî Edebiyatı hatırlatır.
Diğer iki ilke de önemlidir. "Sanat için sanat" prensibini düşündürten; "sanatın siyasî görüşün propaganda aracı olmaması ve sanatçının hür olması" ilkesi, evrensel bir sanat ilkesidir. Derginin kendi devrinde, tasfiye mantığıyla işleyen "öz Türkçe" cereyanına katılmayarak tuttuğu yol ve takındığı tavır, bugün haklılığı ortaya çıkmış bir durumdur.
Derginin 16 Mart 1950de yayın hayatına atıldığını yukarıda söylemiştik. 7 yıl aralıksız 75 sayı çıkan dergi, Ocak 1957'de kapanır. Yine 7 yıl aradan sonra, 1 Ocak 1964 yılında tekrar çıkmaya başlayan Hisar bu kez Aralık 19S0'e kadar 277 sayı çıkar. Türk edebiyatı 1980'den sonra ise Hisar'sız bir devreyi yaşamaya devam etmektedir.
Mehmet Çınarlı'nın ağzından Hisar:
Mehmet Çınarlı için Ankara'ya gelene kadar sanat ve şiir sadece şahsî bir uğraşı alanıdır. Ankara onun fikirlerini başkalarına ve hatta bütün Türkiye'ye açmasına araç olabilecek hususiyetleri bünyesinde taşımaktadır. Bu durum Çınarlı'yı harekete geçirir. Önce girdiği her sosyal ortamda sanatçı dostlar kazanmaya başlar. Bu dostluklar belli bir olgunluktan sonra Türk kültürüne güzel bir hediye sunacaktır: Hisar. Bu dergi, zamanla "Hisarcılık" ruhunu ortaya çıkaracaktır ki bu edebiyatımız için çok mühimdir.
Çınarlı, Ankara'da sanat ve edebiyat hayatına girmekte gecikmez. Daha Ermenek'ten tanıdığı ve baba dostu olan Albay Muzaffer Cebe'nin aracılığıyla yeni şair dostlar edinir. Yine Ermenek'ten babasının arkadaşı olan şair Kerim Yund onun elinden tutar ve Çınaraltı’nda şiirler yayımladığını bildiği için Ankara Halk Evinde mutat olarak yaptıkları şairler toplantısına çağırır. Bu sayede Halk Evi grubuna da dâhil olan şair, daha sonra buranın Edebiyat Koluna üye olur. Halk Evinin Başkanı Ferit Celal Güven'dir. Yazar burada, Ahmet Kudsî Tecer, Bedrettin Tuncel, Behçet Kemal Çağlar, Şinasi Özdenoğlu, Zeki Kuruca, Nüzhet Erman, Osman Attila ve İbrahim Zeki Burdur'lu önemli edebiyatçıları tanır.
Şair o yıllarda (1944) Ankara Halk Evinin açtığı bir şiir yarışmasına katılır ve "Gidilmez ki" şiiriyle birinci olur. Buna rağmen ön yargılı ve ideolojik yaklaşımlar sebebiyle birinci olduğu bu yarışmadan ödülünü alamaz.
Çınarlı, Hisar’dan önce amatör de olsa küçük bir dergicilik tecrübesi yaşar. Mülkiyenin geleneksel olarak çıkardığı Kazgan'da şiirlerini yayımlamanın yanı sıra, 1945-1948 yılları arasında dergiyi yönetir de. Bu dergide umumiyetle mizahî olmak üzere Sükuti, Çalçene ve Bahari takma isimleriyle şiirler yayımlar. 1947'de Mülkiyede yapılan büyük bir "şiir gecesi" hem şairin tanıdıklarının sayısını artırmış hem de onu kamuoyunda tanınan ve bilinen bir şair kimliğine büründürmüştür. 1948 Nisan ayında Ankara Üniversitesi Talebe Birliğinin üniversite ve yüksekokullarda okuyan öğrenciler arasında düzenlediği şiir yarışmasında "Sonbahar Duygulan" isimli şiiriyle birinci olur. Bu durum onun kendisine olan güvenini daha da artırır.30 Bütün bunların yanında okuluna da devam eden Çınarlı, 1948 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirir. Bir süre işsiz kalır. İşsizliğin sona ermesinden sonra da memuriyet hayatının tekdüzeliği onu biraz daha edebiyat dünyasının içine iter:
"Memuriyetimin daha ilk aylarında uğradığım hayal kırıklığı beni yeniden edebiyata yöneltti. Daha önceki bölümlerde anlattığım gibi, Siyasal Bilgiler Okulunun son sınıfında iken düzenlediğimiz şiir gecesinde, "Hecenin Beş Şairi"nden üçüyle (Orhan Seyfi, Yusuf Ziya re Enis Behiç'le) tanışma fırsatı bulmuş, o güne kadar adını hiç duymadığım değerli bir aruz şairiyle (Munis Faik'le) de ilk defa o toplantı da karşılaşmıştım. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde yapılan "üniversiteler Arası Şiir Yarışmasından sonra ise, bazı genç şairlerle aramızda yakınlık kurulduk. “
Çınarlı, bu paragrafta üniversiteyi bitirdikten sonraki hayatını âdeta özetler. Artık Çınarlı, "Ankaralı şairler" grubu içindedir. Hatta "Ankaralı şairler" olarak yurdun değişik yerlerine -meselâ Zonguldak- "şiir günleri" düzenlemek için gitmeye de başlamışlardır.
Yavaş yavaş bir bütün oluşturmaya başlayan ve en önemli ortak noktaları "şiir" olan bu gençler, başkalarının yayımladığı dergilere şiirler göndermekten bıkmışlardır:
"Benim ve öteki şair arkadaşlarımın ara sıra şiirlerimizi yayımladığımız dergilerin hiçbiri bizi tatmin etmiyor, edebiyat dünyasında dikkate değer bir varlık olarak da görülmüyordu. "Neden kendimiz bir dergi çıkarmıyoruz?" sorusu yavaş yavaş kafamda yer etmeye başladı. Katıldığımız şiir gün ve gecelerinde, salonu hıncahınç dolduran, bizleri çılgınca alkışlayan sanatseverler, elbette çıkaracağımız dergiye de ilgi göstereceklerdi. Öyle bir dergide, hem sanat anlayışımızı rahatça savunacak, hem de şiirlerimizi toplu hâlde yayımlayabilecektik."
Bütün bu sebeplerin yanında, devrin fikir atmosferinin de derginin ortaya çıkışına etkileri dokunmuştur.
Hisar’ın temeli atılıyor
Zihinlerde oluşan; "neden kendimiz bir dergi çıkarmıyoruz" sorusu, Hisarın ortaya çıkmasının alt yapısının hazırlanması neticesini doğuracaktır. Ankara Halk Evinde, otuz kadar şairin katıldığı bir toplantıda Mehmet Çınarlı, dergi çıkarma fikrini ortaya atar. İlk itiraz Munis Faik Ozansoy'dan gelir, ikinci itiraz ise genç bir şair olan Suphi Aytimur36'dan. Bu toplantıda konu fazla tartışılmadan kapanır, fakat bu 30 şair içinde kendilerini birbirlerine daha yakın hisseden Çınarlı, İlhan Geçer, Gültekin Sâmanoğlu, Mustafa Necati Karaer kendi aralarında dergi işini konuşup tartışmaya devam ederler. Munis Faik Ozansoy ise konuya daha çekingen ve işin realitesini ön plâna alan bir tavırla yaklaşmaktadır. En az dört sayı yetecek kadar yazı ve bunları finanse edecek miktarda para temin etmeden bu işe girişmenin zor olduğunu söylemektedir. "Sonunda çok genç yaşta, eşiyle birlikte bir trafik kazasında kaybettiğimiz, Ozansoy'un akrabası Talat Anamur'un evinde yaptığımız bir toplantıda, derginin bir sayılık yazı ve bir sayılık parayla çıkmaya başlamasına karar verdik!' Bu arada derginin ismi de şekillenir:
"O yıllarda yaygın olan yabancı taklitçiliğine karşı, millî sanatı; dilde tasfiyecilik ve uydurmacılığa karşı, yaşayan, konuşulan Türkçeyi; ideoloji baskısına karşı, hür düşünceyi ve yeniliği köksüzlükte arayanlara karşı, geçmişten kuvvet alan bir yeniliği savunacak olan dergimize en uygun isim olarak Hisar adını seçmiştik. Hisar kelimesi hem savunmayı, hem birleşmeyi (birleşip savunmayı) ifade ediyordu, İstanbul Pastahanesi'nde yapılan ve benimle birlikte ilhan Geçer, Gültekin Sâmanoğlu, Mustafa Necati Karaer, Halil Soyuer, Fikret Sezgin, Yahya Benekay, Hasan İzzet Arolat ve Fehmi Ozçelik'in kakıldığı bir toplantıda, arkadaşlar, derginin sahipliğine beni, yazı işleri müdürlüğüne de İlhan Geçeri seçtiler."
Henüz bir büro tutacak kadar paraya sahip olmayan bu kafadar gençler, derginin yönetim işlerini Mehmet Çınarlı'nın evinden yapmaktadırlar. Hatta burası bir ev bile değil sadece küçük bir odadır.
Derginin çıkarılma imtiyazı daha önce alınmış olduğundan, hemen bir an önce dergiyi çıkarma işine başlanır ve bir matbaa aranır. Başlangıçta dergiyi 1950 Ocak'ında çıkarmayı tasarlarlar, fakat sonra Mart ayına bırakmak zorunda kalırlar. İşin içinde acemilik de vardır. Belli bir matbaa ile anlaşmadan derginin çıkış tarihini 1 Mart 1950 olarak tespit etmeleri ve bunu afişlerle kamuoyuna ilân etmeleri onları zor durumda bırakır. Denizciler Caddesi'ndeki Yeni Matbaa ile anlaşılır, fakat Mart ayı matbaacılar için yoğun bir ay olduğundan 1 Mart'ta değil ancak 5 veya 6 Mart'ta derginin teslim edilebileceği söylenir. İş bu raddeye gelince, Halil Soyuer devreye girer ve dergiyi 1 Mart'a yetiştirebilecek bir matbaa bulduğunu söyler. Sevinerek yeni matbaaya koşan Hisarcılar yeni bir sürprizle daha karşılaşırlar. Çıkış tarihi olarak 5 veya 6 Mart'ı beğenmeyen Çınarlı ve arkadaşları, dergiyi ancak 16 Mart'ta yayın hayatına çıkarabilirler. Derginin kırmızı renkli kapağında ressam Ferit Apa'nın beyaz bir hisar resmi vardır.
16 Mart 1950'de başlayan serüven Ocak 1957'de geçici bir inkıtaya uğramıştır. Bu inkıta sebepsiz değildir, ülkedeki iktisadî krizin bir uzantısıdır.
Derginin sahipliğini 63. sayıya kadar Mehmet Çınarlı, bu sayıdan 75. sayıya kadar da Fehmi Özçelik yapmıştır. Yazı işleri müdürlüğünü 1. sayıdan 9. sayıya, 19. sayıdan 75. sayıya kadar İlhan Geçer, 10. sayıdan 18. sayıya kadar da Nevzat Yalçın üstlenmiştir.
Hisar bu kapanışın ardından yaklaşık yedi yıl sonra yeniden kültür dünyasına çıkar. Fakat bu yedi yıllık ara Hisarcılar için edebiyat dünyasından uzak geçmemiştir. İkinci çıkışın tarihi, Ocak 1964'tür. Bu ikinci neşvünema da Aralık 1980'de sona erer ve bir daha görünmemek üzere Hisar yıkılır. Bu ikinci dönemde, derginin sahibi 1. sayıdan 6. sayıya kadar Nezih Bayman, 7. sayıdan 27. sayıya kadar Metin Nuri Samancı, 28. sayıdan 60. sayıya kadar Mehmet Çınarlı, 61. sayıdan 130. sayıya kadar Osman Çınarlı olmuştur. 131'den itibaren 277'ye kadar da Zehra Kenarlı'dır. Yazı işleri müdürlüğünü ise, 1. sayıda İlhan Geçer, 2. sayıdan 76. sayıya kadar Nevzat Yalçın, 77. sayıdan 110. sayıya kadar Müşerref Yılmaz, 111. sayıdan 120. sayıya kadar Setenay Batu, 121. sayıdan sonra yine İlhan Geçer yapmıştır.
Derginin sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü yapan bu insanların içinde, en çok dikkati çeken iki şahıs Mehmet Çınarlı ve İlhan Geçer'dir. Zaten derginin yükünü yine buranın iskeletini oluşturan bu iki Önemli şahısla birlikte; Munis Faik Ozansoy, Gültekin Sâmanoğlu, Mustafa Necati Karaer, Yahya Benekay, Fikret Sezgin, Hasan İzzet Arolat ve Fehmi Özçelik çekerler.
Dergide yazı yazmış insanlar içinde devrinde çok Önemli yerlere sahip olan insanların bulunduğu gibi, daha sonra Türk edebiyatında çok önemli yerleri tutacak olan insanlar da vardır. Bunların ilk dikkati çekenleri: Mehmet Kaplan, Orhan Seyfî Orhon, Halide Nusret Zorlutuna, Faik Ali Ozansoy, Ahmet Muhip Dranas, Arif Nihat Asya, Cahit Külebi, Ziya Osman Saba, Suut Kemal Yetkin, Necmettin Halil Onan, Behçet Kemal Çağlar, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cemal Yeşil, Ahmet Tufan Şentürk, Bekir Sıtkı Erdoğan, Osman Atilla, Feyzi Halıcı, Gülten Akın, Sezai Karakoç, Sedat Ümran, Ümit Yaşar Oğuzcan, Yavuz Bülent Bakilet, Nüzhet Erman, Orhan Asena, Emine Işınsu, Kerim Aydın Erdem, Coşkun Ertepınar, Talat Sait Halman, Bahattin Karakoç, Mustafa Miyasoğlu, İsmail Ali Sarar, Memduh Şevket Esendal, Tarık Buğra, Şemsettin Kutlu, Sevinç Çokum, Sabahat Emir, Necmettin Hacıeminoğlu, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Metin And, Cemil Meriç, Rüştü Şardağ, Müjgan Cunbur, Mehmet Önder, Hilmi Ziya Ülken, Orhan Şaik Gökyay, Faruk Kadri Timurtaş, İnci Enginün, Necmettin Türinay, Kenan Akyüz, Ahmet Kabaklı, Cahit Öztelli, Fethi Tevetoğlu, Baki Süha Ediboğlu, Halil Soyuer, İbrahim Minnetoğlu, Mustafa Seyit Sütüven, Erol Güngör, Mehmet Çavuşoğlu, Mustafa Kutlu, Abdullah Uçman, Durali Yılmaz ve Beşir Ayvazoğlu.
Yukarıdaki isimler burada yazı yazanların üçte birini oluşturmalarına rağmen, sadece bu imzalar bile, Hisarın ne kadar güçlü ve geniş bir kadroyu sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bunların hepsi, Türk edebiyatına, Türk edebiyatı araştırmalarına büyük katkıları olan sanatçı ve yazarlardır. Meselâ, edebiyat araştırmacıları olarak; Mehmet Kaplan, Kenan Akyüz, Faruk Kadri Timurtaş, İnci Enginün ve Abdullah Uçman ilk dikkati çeken isimlerdir. Hisarın bu kadro ile devrine damgasını vuran bir dergi olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en önemli sebebi, Türk edebiyatı tarihi ve ortaya koyduğu ilkeler açısından kendisinden önceki Garip ve sonraki İkinci Yeniden ayrı ve önemli özellikler taşımasıdır.
Garip hareketi, kendisinden öncekileri tamamen bir tarafa atmıştı. Konuşma dilinin doğallığı derken, şairlerin his dünyalarını tamamen reddetmişlerdi. Her şey şiirin konusu olabilir diyerek aslında sanat noktainazarından bir doğruyu dile getirirlerken, bu "her şey" kavramını zorlayarak sığlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. Ölçüye kafiyeye karşı çıktılar, ısrarla serbest şiir dediler, fakat serbest şiirin ahenk ve ritim olarak ölçülü şiirden daha zor olduğunu unuttular. Zekânın en güzel meyvesi olan nükteyi şiire soktular, ama bunun divan edebiyatında da var olduğunu düşünmediler. Haberleri olsa bile ön yargılı idiler. Garip, ısrarla "yeni şiir" diyordu. Yeninin aslında geçmişe dayanan bir zemininin de olması gerektiğini unutuyorlardı. Aldıkları kültürle tam bir yeniyi ortaya koyamayacaklarını da.
Hisar, kültür ve edebiyat tarihi açısından ne yaptıkları pek de belli olmayan, hatta sadece kendilerinden öncekileri hedef tahtasına oturtup yargısız infaza tabi tutan bir cereyanın hemen arkasından ortaya çıkıp çok sağlam ve nitelikli prensipleri ana ilke kabul edinerek, devri ve bu gün için çok önemli bir hareketi ortaya çıkarmıştır. Hisar hareketi, Türk kültür ve edebiyatının devamlılığını göstermesiyle birlikte, geleneğin damarlarının ortaya çıkarılması açısından da mühimdir. Çünkü devamlılığını ve geleneğini kaybetmeye yüz tutmuş bir kültürü kabul etmemek (Garipte olduğu gibi), işin kolayına kaçmaktır. Asıl zor olan, eskiye yeninin formunu da vererek onu çağa uydurmaktır. Hisar bunu yapmıştır ve bu yüzden önemli bir kültür ve fikir hareketidir.
Türk edebiyatında maalesef Birinci Yeniden hemen sonra ikinci Yeninin zikredilmesi, kronolojik olarak her ikisinin arasında bulunan Hisar'a, Hisar Hareketine değinilmemesi önemli bir yanlışlık ve noksanlıktır. Yukarıda yer yer bahsettiğimiz gibi, bu durum özellikle Mehmet Çınarlı'nın edebiyat tarihçilerini tenkit etmesine sebep olmuştur. Çınarlı'ya göre, İkinci Yeninin ortaya çıkmasında, bu topluluğun, Birinci Yeniye duyduğu tepkileri ilk sırada anmak gerekir. Ayrıca İkinci Yeni için söylenenlerin birçoğunun gerçeği ifade etmediğini de söyleyen Çınarlı, bu edebiyat topluluğunu; "iki cami arasında kalmış beynamazlara" benzetir. Yani, ne tam bir yenidir İkinci Yeni, ne de tam bir muhafazakâr.
Yrd. Doç.Dr. Muharrem Dayanç, Türk Dili, sayı:610, yıl:2002