Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MUSTAFA NECATİ KARAER’İN ŞİİRİ

Yard. Doç. Dr. Hulusi Geçgel

Mustafa Necati'nin çocukluk yılları, kış geceleri yakacağı bol evlerde toplanılarak, halk hikâyeleri ve masalların anlatıldığı, Karacaoğlan'dan koşmaların ve türkülerin çalınıp söylendiği bir çevrede geçmiş, sanatçının ilkokul ikinci sınıftan vefatına kadar kesintisiz olarak şiir yazmasında, böyle bir "mahalle atmosferi"nin büyük rolü olmuştur.
Şahsî bir üslûba ulaşıncaya kadar, şiirinin iç ve dış yapısında yoğun çalışmalar yapan Karaer'in şiir hayatını, "hazırlık" ve "olgunluk" devresi olmak üzere iki döneme ayırmak mümkündür.

1938-1950 yılları arasında yazılan ve iç ve dış yapı özellikleri henüz şahsî bir terkibe ulaşamayan şiirler, "hazırlık devresi" ürünleri olarak değerlendirilebilir. Şair, üslûp arayışı içinde olduğu bu şiirlerinde vezin, kafiye ve nazım birimi gibi -şiirinin henüz şekil yapısını kuran- unsurları geleneğin güçlü etkisi altında kullanır. Şiirinin iç ve dış yapısı zamanla gelişen sanatçı, halk şiirini taklit etmekten kurtularak bilinçli bir senteze dayalı, şahsî bir üslûba ulaşır. Bu dönemin sonlarında şekil ve içerik, şiirin iki ayrı unsuru olarak kalmamış, estetik bir terkibe kavuşarak "ahenkli bir bütün" halini almıştır.

Sanatçının 1950'den sonra yazdığı şiirler ise, artık şahsiyet oluşumunun tamamlandığı "Mustafa Necati Karaer" damgasını taşıyan "olgunluk dönemi" ürünleridir. Önceleri genellikle halk şiiri tarzında manzumeler yazan şair, gelinen bu aşamada, şiirinin iç ve dış yapısını şahsî üslûp anlayışına göre kendisi kurmaya başlamıştır.

Düşük oranda da olsa, olgunluk dönemi şiirlerinde geleneğe ait nazım şekillerini aynen ya da üzerinde değişiklikler yaparak kullanan şair, şahsî üslûp özelliklerini asıl ortaya koyan şiirlerini, çoğunlukla (%80'in üzerinde) "serbest düzenli nazım şekilleri"yle yazmıştır. Eşit sayılı mısralardan meydana gelen bentlerle ve kuralları geleneğe bağlı veya şair tarafından belirlenmiş kafiye örgüsüyle oluşturulan bu nazım şekilleri, serbest vezinle esnetilmiş ve Mustafa Necati Karaer'in şahsî üslûbunu oluşturmuştur. Nazım birimi ve kafiye ile kurallara bağlanırken serbest vezinle sınırları genişleyen bu şiir anlayışı, şairin olgunluk dönemi şiirinin şekil yönünden temel özelliklerini meydana getirmektedir.

Mustafa Necati'nin olgunluk dönemi şiirlerinde yerleşerek üslûbunun orijinalliğini sağlayan ve edebî şahsiyetinin en belirgin özelliklerinden biri olan özel duyuş tarzı, şiirinin her döneminde "yalnızlık, can sıkıntısı, hüzün, korku ve ölüm" temalarıyla -karanlık bir ruh tablosu halinde- ortaya çıkmıştır.

Şiirlere hâkim olan bu karanlık ruh tablosu, şairin çocukluk yıllarına kadar uzanan bir alt yapıya dayanır. Vefat eden babasının acısına henüz ortaokul birinci sınıf öğrencisiyken katlanmak zorunda kalan Karaer, II. Dünya Savaşı'nın ülkemizde meydana getirdiği ekonomik darboğazı, yetim bir çocuk olarak yakından yaşar.

Sanatçı eğitimini askerî okullarda tamamlamak üzere aile ocağından ayrılarak başka şehirlere gitmiş ve böylece, o dönem şiirlerindeki "gurbet acısı, sıla özlemi" gibi duygular hâkim temalar haline gelmiştir.

Mustafa Necati, hayatının büyük kısmında, nedeni kesin olarak teşhis edilemeyen mide ağrısından şikâyetçi olmuş, biri çok ağır olmak üzere iki ameliyat geçirdiği halde bu ağrıdan kurtulamamıştır. Sanatçının şiirinde "ölüm" temasının yoğun olmasında, yaşamış olduğu bu sağlık probleminin izlerini görmek mümkündür. Çocukluk yıllarında çekilen sıkıntılara, sağlık problemi de katıldığında, şiirlerindeki karamsar ruh tablosunun açıklanması kolaylaşmaktadır. Zira, "aile, çevre ve okul"un kişilik oluşumunda ne derece rol oynadıkları, beden sağlığı ile ruh sağlığı arasında nasıl bir denge kurulduğu, ilgili bilim dallarınca aydınlığa kavuşturulmuştur.

Mustafa Necati'nin üslûbunu kuran unsurlar arasında, zengin muhayyilesinin önemli bir yeri vardır. Çocukluk ve gençlik yıllarını "hikâye ve masal" atmosferinin hâkim olduğu bir çevrede geçiren şair, edebî faaliyetinin her aşamasında bu zengin ve köklü kaynaktan yararlanmasını iyi bilmiştir.

Karaer, şiirin ham maddesi olan dilin, aynı zamanda toplumun fertleri arasında anlaşmayı sağlayan sosyal bir görev olduğunu, sadeleştirme hareketlerinin bilimsel temeller üzerinde yapılması gerektiğini her fırsatta dile getirir. Sanatçı, dilimize başka dillerden geçmiş, ancak Türkçeye mal olmuş kelimelerin tasfiye edilmesine her zaman karşı çıkmıştır. Şairin kökeni ne olursa olsun, dilimizdeki yabancı kelimeler karşısındaki tavrı, "Genç Kalemler"in "Yeni Lisan" prensibi ile uygunluk gösterir.

Mustafa Necati'nin şiirlerinde kelime kadrosu, %78 oranında Türkçe, %22 oranında da yabancı kökenli kelimelerden oluşmaktadır. Bunlar, -gerek Türkçe, gerek yabancı kökenli olsun- halkın büyük bir kesimi tarafından bilinen ve günlük hayatta da kullanılan, yaşayan kelimelerdir.

Şiir, temel malzemesi olan dilden seçmeler yapılarak meydana getirilen bir kompozisyondur. Gerçi, her türdeki edebî eserin temel malzemesi dildir. Ancak, bu temel malzeme, şiir için çok daha şahsî ve özel olarak kullanılmayı gerektirir. Kelimeler, şiirdeki yerlerini sadece "anlam" değil, "ses" yapıları da değerlendirilerek alırlar. Böyle bir yapı içinde birbirleriyle temasa geçen kelimeler, ses ve anlam kompozisyonundan doğan bir iç ahenk meydana getirirler ki, şiiriyeti sağlayan asıl unsur da budur.

Dilin "şahsî ve özel" bir şekilde kullanılması "üslûp"u doğurmaktadır. Şahsî uslûp sahibi her şair gibi Mustafa Necati de, duygu, düşünce ve hayallerini dilden süzmeler yaparak seçtiği kelimelerle, kendine has, sağlam bir şekil yapısı içinde dile getirmiştir.

Şiir dili, etki gücünü daha çok "ses" unsurundan alır. Mustafa Necati'nin üslûbunda, hem anlamı güçlendirmek, hem de musiki sağlayabilmek amacıyla kelime, kelime grubu ve mısra tekrarları özel bir yere sahiptir. Sanatçı, olgunluk devresinde ulaştığı mısra uzunlukları belirli bir ritme bağlı olmayan serbest vezinli şiir yapısı içinde, ritm unsuru olarak tekrarlardan bilinçli bir şekilde yararlanmıştır.

Sanatçının uzun bir arayış devresinden sonra karar kıldığı serbest vezinle kurulan şiir yapısı içinde, bir ahenk unsuru olarak kafiyenin önemli bir yeri vardır. Şair, kafiyenin ses tekrarı yoluyla doğurduğu musiki değeri yanında, "bünyesinde bulunduğu kelimenin anlamını destekleyerek, daha etkili kılabilme" özelliğinden de geniş ölçüde yararlanabilmiştir.
Gençlik dönemi ürünlerini, Garipçilerin şiiriyeti sağlayan ne varsa attıkları 1940'lı yıllarda halk şiiri tarzında yazan Mustafa Necati, giderek, geçmişle bugünü kaynaştıran bir şiir anlayışına ulaşmış ve senteze dayalı, orjinal bir kompozisyon meydana getirmiştir.
Şiiri meydana getiren unsurlardan biri de, "hayal"dir. Sanatçılar, zengin, kuvvetli ve çok yönlü tahayyül yetenekleri sayesinde, dış dünyadaki varlıkları ve olayları-dugu ve düşüncelerini de katarak; teşbih, istiare ve mecazlarla-daha farklı gösterebilme (imajlaştırma )yeteneğine sahip insanlardır. Sanatkârın hayal unsurlarını kullanmada gösterdiği orjinallik, şahsî üslûbu kuran temel unsurlardan biridir.

Üslûbu üzerinde yapılan çalışmalar gösteriyor ki, Mustafa Necati, hayal dünyası zengin bir şairdir ve şiir üslûbunu kuran unsurlar arsında zengin "muhayyile"sinin önemli bir yeri vardır. Şair, duygu ve düşüncelerini kendine has (özellikle sevgili ve zaman etrafında geliştirilen) imajlarla süsleyerek, muhtevayı şiir sınırları içinde ele almayı başarabilmiş ve 1950 sonrasında gelişen Türk şiirinde önemli bir yere sahip olabilmiştir.

Türk Dili, Sayı: 593, Mayıs 2001

 

Sevmek Varken’in Düşündürdükleri
Oyhan Hasan Bıldırki 

Hisar’da yazdığımız bir yazıda [1] Karaer’den söz açmış, onun, şiirlerini bir kitap halinde toplamadığından yakınmıştık.

Herhalde Karaer, yakınışımızı hoş görmüş olacak; benim kadar, Hisar okuyucularının da beklemiş olduğu ilk kitabını yayınladı. Çetin A. Özkırım’ın düzenlediği nefis bir kapak ve özenli bir baskıya sahip olan “Sevmek Varken”in [2] yayınlanışı sebebiyle, dost Mustafa Necati Karaer’i kutlularım.

Nüzhet Erman’ın deyimiyle “naneci”lerin kol gezdiği, ödüllü yarışmalarda at oynatır oldukları, barut, kan, kin ve intikâm kokularının, marksist diyalektiğinin günümüz edebiyatına oturtulmak istendiği zamanda; Karaer, SEVMEK VARKEN’i yayımladı. Küfrün, yabancı ideolojilerin, nefretin ve bilmem neci eylem salatalarının “şiir” diye yutturulmak çabalarının sürdüğü bir zamanda Sevmek Varken?.. Neyi, kimi, neleri, kimleri niçin sevmek? İşte özü ve sanatı ile Türk olan Karaer, bu soruların cevabını verir ilk kitabında.

Kitaba ad olan şiirinde şöyle der Karaer:
Sen, sabahlarla gelen düş rüzgârı;
İçimde, ak güvercin kanatları
Gün doğarken.
Anadan doğma güzelliğinde dal,
Upuzun bir düzlükte öyle dörtnal,
Kar yağarken.
Bu çeşmeler, hep böyle akmayacak!
Bunca tedirginlikler, bunca yasak,
Sevmek varken?

Şiirin özüne dokunmadan -ki Karaer şöyle der bu konuda: “Şiirin oluşumunu açık seçik ortaya dökmek, didik didik edebilmek, onun özüne ve tabiatına aykırı düşer.”[3] – Karaer’in söylemek istediğini açalım biraz. “Düş rüzgârı” teminden hareket eden şair, Türkiye’mizin mutlu olacağı zamanı yakalar, insanımızın kendi kendine yeter olabileceği anı arar. Siyasî çalkantılar, ideolojik tartışmaların yapıldığı o günler Türkiye’sinin “ak güvercinler” vasıtasıyla barışa, arzuladığımız sükûn ve huzura kavuşacağına inanır. Ona göre bunca kavga ve gürültünün arasında, “Anadan doğma güzelliğinde dal” olan bozulmamış bir nesil, günlerin kötülüğüne rağmen, Türk’ün var olma savaşını sürdürecek, ülkemizi düze çıkaracaktır.
Özlenen, beklenen güne ulaşılmıştır. 12 Mart öncesi bütün hızı ve şiddeti ile devam eden komünist tahrikleri, molotof kokteylleri artık susmuştur. Oysa “Sevmek Varken?”, ülkemizin kaderiyle oynamaya hangimizin hakkı vardı?

168 sayfa olan kitap; Sevmek Varken, Halı Destanı, Bir Albümden Resimler, Anadolu Penceresi ve Gecelerle Gelen bölümlerine ayrılmış. İlk bölümün ilk şiiri olan “Samanyolu ve Şiir” üzerinde durmak, tam olmasa bile, şairin şiir anlayışını verir bize. İlk çocukluk günlerinde ona göre şiir, dinlediği “masallar”dır. Sonra ilk gençlik ve ilk göz ağrısı “rüyâ” olan şiiri ortaya korken, hüznün ve kederlenme duygularının şiirini, sonra sonra, aranılan şiiri ilhâm eder.

Karaer’in aradığı şiir; bir sihirli anahtardır, onunla bütün kapılar açılır.
İşte ikiye bölünmüş bir dünya,
Başka rüzgârlar, başka türküler,
Ateşle oynuyor insangiller
Düşen cemre filân değil suya
Korkular, korkular, korkular…
Artık baharlar gelmeyecek dünyamıza
Bütün kapılar kilitli,
O sihirli anahtarını çevir
Umudum bir sende kaldı şiir.

Halı Destanı ile şiirimize yeni bir destan anlayışı doğmaktadır. Bu anlayışa şimdilik ben, “toplumsal destan” anlayışı diyeceğim. Her birisi birer bağımsız adla anılan bu destan, beşer mısralı kıtalardan dokunurken, son kıtalara altıncı mısraın ilâvesiyle birer ilmek atılmış. “Renklerin Uykusu” adını alan ilk şiirin başlangıç mısralarını almadan geçemeyeceğim.

Gökyüzü, kuşlar, şeftali çiçekleri
Herkes kendi türküsünü çağırır.
Halı, deyip de geçmeyin insanlar,
Bizim de uykumuz gelir geceleri,
Bizim de bir insan yanımız var

Şairin Anadolu Penceresi adını verdiği bölümde yer alan on bir şiirde; Anadolu insanının dramı, terk edilmişliği, çaresizliği ve yalnızlığının yanında, inancı, imanı, cesareti, yiğitliği ve kahramanlığı var.

Anadolu Penceresi’nde şöyle seslenir Karaer:
Dağ yollarına vurdum kendimi
Deli atlar gibi, dağ yollarına,
Havada kara bir bulut var.
Yıldızlar bırakmış elimi,
Yıldızlar bana küs, ana
Havada kara bir bulut var.

Anadolu insanı yalnızdır. Ne yapacağını, hangi yöne gideceğini kestiremez. Kendilerine bel bağladığı yıldızlar (aydınlar), ondan yüz çevirmiştir. Dikenli kabuğundan çıkan kestane nasıl kabuğunu beğenmez ise, bizim aydınlarımız da aynı yol üzerindedir. Böbürlenen kestane, nasıl bir diş kovuğunu doldurursa, onlar da yabancı ideoloji çarklarına yem olmuşlar, giderek insanımıza ters düşmüşlerdir. Aydın-halk çıkmazı veya çatışması sonucu ufuklarımız kara bulutlarla kapanmıştır. İnsanımız; yüreğinin ortasında Ağrı dağını taşır olmuş, atom çağında, ayağını deve dikenleri yolmuş, tezek kokusundan kurtulamamış, “Allı Gelin”i Kızılırmak’a kaptıranlardan hesap soramamıştır. Hâlâ atadan kalan türkülerle avutmuştur kendini. Ve:

Göz göz olur Anadolu kurakları,
Sızlatır ağam, sızlatır yürekleri,
Dağ başlarında telgraf direkleri
Memleket memleket çeker yalnızlığı.

Telgraf direklerinde dile gelen yalnızlık sürüp gitmiştir biteviye. Ama bir Karaer, bir Erman, bir Yavuz Bülent, bir Çınarlı ve Sâmanoğlu bu yalnızlığı şiirleştirerek, önümüze sermişlerdir.

Senin İçin’den aldığımız dörtlükte Anadolu’nun yalnızlığını dile getiren Karaer, “Mustafa Kemal’i Düşünürken” adlı şiirinde, yıllardır ihmâl edilmiş, susturulmaya çalışılmış bir büyük eksiğimizi ortaya koymuştur.

Sevdikçe, inandıkça, çalıştıkça
Sonrasızlığın penceresinde
Mustafa Kemal’ler büyür, büyür, büyür.

Önderimiz M. Kemal’den hız alan yeni nesil, elbette insanımızın dertlerine eğilecek, onu, yıllardır uğraştığı karasabandan kurtaracak, atom çağına ulaştıracaktır. Türk insanı, aydınlarımızdan bunu istemektedir. Yoksa “naneci”lerin özlediği Marksist cenneti (!) değil.

Kitabın son bölümünde ölüm ve yaşamak üzerinde duran şair, ölümü erkekçe karşılayan bir masal şehzadesine benzer. “Korkunun tüfek çatan askerleri”, ne kadar gemi azıya alırsa alsınlar, şair için vız gelir. Karaer ölümden korkmaz. Onun şiirinde Cahit Sıtkı’da rastladığımız korku yoktur. O, sanki ölüme dosttur. Ama bu dostun zamanla kalleşçe tuzaklar hazırlayacağını da bilir. Ve ölüme yiğitçe meydan okur.

Sen de beni öpemez misin ölüm,
Yağmur dudaklarınla öyle güzel?
Ben, korkacak adam değilim,
Geleceksen, hadi erkekçe gel!

Bir başka şiirinde: “Ölüler Nasılsınız?” diyen şair; onlara günümüz insanından haber verir. Onların zamanında işleyen dünya kuralları, hâlâ işlemekte. Yalan, dolan, kahpelik ve kalleşlikler hâlâ devam etmektedir. Bu ortamın insanı şu mısralarla çizilir:

Yağmurları siz de biliyorsunuz
Özlemle toprağınızı öperler;
İnsanlar, insanlar çıldırdı iyice,
İnsanlar birbirini yerler.

Sağlam bir dil yapısına sahip olan Karaer, şiirde bütünlük fikrine ve âhenge dikkat etmiştir. Hemen her şiirinde dil-şekil-vezin-âhenk endişesini duyan şair, konuya da önem vermiştir. Millî veznimiz heceyi kâh eski şekiller, kâh yeni şekiller içinde vermeye çalışırken, serbest vezinle de başarıya ulaşmıştır.

Gerçek şiirden yana olan, şiir dostlarına Karaer’in Sevmek Varken’ini muştularım.[*]
Oyhan Hasan Bıldırki
_______________________________________
[1] M. N. Karaer’in Şiiri Üzerine, Hisar s. 68 – sh. 27
[2] Sevmek Varken, Hisar Yayınları – 1972, fi: 10 TL
[3] M. N. Karaer Anlatıyor, Çağrı, s. 172, sh. 17
[*] Sevmek Varken’in Düşündürdükleri, Hisar Dergisi, Sayı: 108 s. 20 – 22 / Aralık 1972

https://hisaredebiyat.wordpress.com

 

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

MUSTAFA NECATİ KARAER ŞİİRLERİ

MUSTAFA NECATİ KARAER’İN ŞİİRİ

MUSTAFA NECATİ KARAER HAYATI ve ESERLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi