Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 



YUSUF ZİYA ORTAÇ

Hadika-i Meşveret Mektebi’nin son sınıfı... Ayrık döşeme tahtaları budak delikleriyle yer yer oyuk, perdesiz, bakımsız bir oda. Harap sıralar, içinden kurt kemirmelerinin gıcırtılı eriyişi duyulan bir kürsü. Duvarlarda haritalar, sağda bir karatahta. Bu sefil biçimsizlik ortasında zengin bir talebe kaynaşması. Bütün sıralar dolu. Korkunç bir yaş farkı. Tüysüz çocukların yanı başında burma bıyıklı adamlar. Aramızda hattâ birkaç sarıklı da var.

Ben Yusuf Ziya’yı işte bu dekor içinde tanıdım. Edebiyat meraklıları, sınıfta çarçabuk birbirleriyle buluşup anlaşırlar. Tanışmak için merasim beklenmez. O yaşa mahsus tatlı lâubalilik, bütün setlerini bir hızda aşar.

Ben, Faruk Nafiz, o bir sıraya yerleşmiştik. Edebiyattan başka hiçbir derse kulak vermez, gizli gizli öteberi okurduk. Teneffüste kol kola dolaşır, şiir okur, hezeyandan az farklı edebî münakaşalar yapardık.

Yusuf Ziya’nın sınıfa ilk girişi hâlâ hatırımda.

Sermubassır Mehmed Bey getirmişti. Bize:

- Yeni arkadaşınız Yusuf Ziya! diye takdim etti.

Püskülü yanda tablalı bir fes, şeftali esmerliğinde renkli bir yüz. Kalın, dağınık telli kaşlar altında biraz fırlak donukça gözler. Halinde yaşını yadırgatan bir ağırlık var gibiydi. Gülünce beyaz dişleri nemli parıltılarla çakıyor, gözleri yumuklaşıyordu.

Tabiî, çabucak dost olduk. Benim Türk Yurdu'nda çıkan bir şiirimin, hocamız Süleyman Şevket tarafından sınıfta övülüşü, onda da şiirlerini bastırmak hevesini uyandırmıştı. Bu imrenişi, değerli bir istidadın kabuğunu kırarak ortaya çıkmasına sebep oldu sanıyorum.

O zaman İçtihat, hem gözde hem sürümlü mecmua idi. Yusuf Ziya’nın ilk manzumeleri orada göründü. Cenab’ın tesiri altında idi. Fakat ondan yeni, ondan sade yazıyordu. Niçin başkalarının değil de Cenab Şahabeddin’in tesiri altında idi? O vakitler, tabiî bu noktaları düşünmeme imkân yoktu. O yaşta, o bilgi çerçevesi içinde temayüllerin, taklitlerin hangi sebeplerle ruhlarda birleştiğini nereden kestirebilirdim.

Fakat bugün Yusuf Ziya’nın şahsiyeti tekemmül edip kendine mahsus bir renge sahip olduktan sonra hükmediyorum ki onu Cenab’a doğru iten iç havası, sadece bir beğenme, bir imrenmeden doğma değildi. Yusuf Ziya’ya, bütün şairler içinde Cenab’ı seçtiren, kendisindeki bir yaradılış benzeyişidir. Ziya’da da Cenab’daki gibi çok renkli bir hayal kabiliyeti, bir muhayyile zenginliği vardı. İşte bundan ötürüdür ki bu genç ruh kendine en yakın olarak Cenab’ı bulmuş ve ilk örnekleri onun yazılarından meşk etmişti.

“Gecenin Humması” şiiri çıktığı gün, onun bu kabiliyetini, bizden evvelki nesillerin ileri gelenleri de tasdikten çekinmediler. Hattâ Ali Canip, daha cömert davranarak bir makale de yazdı.

Yusuf Ziya, tam şahsiyetini bulduğu gün, büyük muharebe patlamış, ortalık allak bullak olmuştu. Birkaç ayda ekmek telâşı, insanları yalnız mideden ibaret bir hale koydu. Şiir ve edebiyat, ancak hamasi bir çeşni içinde biraz nefes alabiliyordu.

İstanbul’dan bir edebî heyetin Çanakkale siperlerine gönderilişi de muhitte yaşayan bu yalçın havayı gösterir.

Yusuf Ziya, bu heyetle birlikte gitmediği halde, gidenlerden daha çok yazdı.

Ey milletim uyan ki zekâ bakmadan görür!

mısraına yeni şahitler getirdi. “Nöbetçi ve Yıldız” şiiri, o zaman en çok beğenilen manzumelerden biridir. Bir aralık hocalığa başladı. Geçim dünyasının çizdiği dolambaçlı yollara başvurdu. Epey dertli, ıstıraplı günler geçirdi. Şair bir gönül, sanatkâr bir ruh için ıstırap bir gıdadır. Şiir çiçeği, alevden saksılar içinde açar ve kanla, yaşla sulanır. Alevden saksıya dönmüş bir yürek kolay taşınmaz. Sanatkârlığın da dervişlik gibi bir çilesi vardır.

Yalnız şunu unutmayalım, sanatkârın muhtaç olduğu ıstırabı yoksulluk mânâsına anlamak yanlış olur. Danonçiyo, maddî refahın arşında iken de ıstırap içindeydi. Yusuf Ziya, zor bir ömrü sürüklüyor, dar bir ufuk içinde çırpınıyordu.

İşte bu türlü maddî azaplar onu gazeteciliğe sürükledi. Gazetelerde fıkracılık etti. Ben fıkracılığa düşmanım. Sanatkâr doğanlar bu işe girmemelidirler. Çünkü fıkra, adamı damla damla tüketir. Bir değirmen çevirecek kadar bol bir su, damla damla harcandıkça, nasıl bir avuç toprağı bile ıslatamazsa, kendinden büyük eserler beklenen bir sanatkâr da fıkra hudutlarında öylece şekilsiz, verimsiz kalır. Kendini ebedîleştirecek bir âbide kuramaz.

Yusuf Ziya bunu zamanında anladı. Fakat yaşamak ıztırârı yine büyük hamleler yapmasına imkân bırakmadı. Bir gün onu Akbaba ile mizahçılık sınırlarına girmiş gördük. Fakat mizahta ne yaptı, diye kendi kendimize sorduğumuz dakikada verecek cevap bulamıyoruz.

- Para kazandı! desek belki doğru olmaz. Hele hiç haklı olmaz. Çünkü bizde haftalık mecmuaların adama ne temin ettiği pek de kapalı bir sır değildir.

Arada sırada bu ruh darlığını onun da sezdiğini, başka ufukları zorladığını gördük. Büyük çaplı, ağırbaşlı mecmualar çıkardı. Bu türlü mecmualar ise, ne yazık ki bizde ömürsüzdür. Nitekim bunlar da birer ikişer parıltıdan sonra sönüp gittiler.

Yusuf Ziya’nın bugün de, yarın da yaşayacak tarafı bunlar değildir. Bence onun ve arkadaşlarının en kuvvetli varlıkları, edebiyatımıza yeni bir ses, yeni bir dil, yeni bir âhenk getirmeleridir. Şimdi kısaca “Hececiler” diye anılan ve nankörce inkâra çalışılan bu zümre, sanata dil samimiliğini, öz benliğimizin saltanatını getirdi. Yusuf Ziya, bu cephede vazife almış bir simadır! Onun şiirlerindeki lisan bugünün dilidir. Yarınki torunlarımız da onu anlayacak, sevecek, eserlerinde kendi dertlerinin yumuşak yelpazesini bulacaklardır.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 

İLGİLİ İÇERİK

YUSUF ZİYA ORTAÇ ŞİİRLERİ

ŞİİRLER

YUSUF ZİYA ORTAÇ

BİNNAZ ÖZETİ - YUSUF ZİYA ORTAÇ

YAHUDİ ADASI - YUSUF ZİYA ORTAÇ

İĞNELİ FIÇI - YUSUF ZİYA ORTAÇ

SON EKLENENLER

Üye Girişi