Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

II. YENİ’YE SIZMIŞ BİR GARİPÇİ

Cemal Süreya

Zafer Acar

Cemal Süreya, aslında kendi psiko­lojisine uymayan bir akımın içeri­sinde yer almıştır: II. Yeni. Çünkü ilk kitabı “Üvercinka”dan son kitabı “Uçurumda Açana dek popüler ol­manın yollarını aramıştır. Bu yüzden olsa gerek, II. Yeninin en önemli şairlerinden biri kabul etmeme rağmen, onu, II. Yeni kutbunun tam karşısında du­ran Orhan Veliye yakın bulmaktayım. II. Yeni, anti- popülerdir.

Cemal Süreya, özellikle de şiire başladığı dö­nemde II. Yeninin absürt taraflarını artistik bir dil­le kullanmış. Burada da asıl amacı, okurun dikkatini çekmek, tanınmaya çalışmaktır. Akımın birçok şairine zarar veren anlam kapalılığı sorunsalını, popülerlik iştahıyla aşmış o; sanat açısından teh­likeli bulunan bu niyet, burada Cemal Süreya’nın işine yaramıştır. Onda, anlamsızlık değil, olay ve olgulara tersten bakışlar vardır, bu da okuyucu­yu şaşırtır; tatlı bir şaşırtmacadır bu, ama Sezai Karakoç’un derinden sarsışlarına benzemez, yü­zeyseldir. Cemal Süreya, dil bozmalarında Ece Ayhan’ın aksine aşırının karesini almamış, hatta akımın orijinal örneklerini vermiştir.

“Bir sürü gü­vercin havalan.”, “Hatırlanacak olursa tüm üç gün önce soyunmuştun”, “Bir de var sen koynumda yatıyorsun”. Gençlik yıllarının ardından ise dinginlik ve yetkinliğinin göstergesi olarak dili en temiz hâliyle kullanmaya çalışmış, fakat yine de ölümüne yakın bir zamanda, Garip-özüne dönüş olarak düşünebi­leceğimiz, II. Yeni poetikasına hiç de uymayacak “Sevda Sözleri" adını toplu şiirlerine vermiştir. Bu ad, aslında lise düzeyi okuruna davetiye anlamı­na da gelmektedir. Daha açık söylemek gerekirse, bu ad, Cemal Süreya’nın son nefesinde II. Yenici değil de Garipçi olduğunun nihai işaretidir. “Sev­da Sözleri”, kırkın üzerinde baskı yapmayı, daha çok, içeriğiyle uyuşmayan, satış amaçlı konmuş adına borçludur. Bir de onun, kendinden sonraki iyi şairleri işaret etmesi, sevilmesini ve konuşul­masını da sağlamıştır. İlhan Berk ile Ece Ayhan da kendinden sonraki kuşağa kayıtsız kalmamış; Sezai Karakoç, Turgut Uyar ve Edip Cansever ise geleneksel bir üstat tavrıyla seyirci kalmayı doğru bulmuşlardır. Tabii ki, bir kitabın çok satmasının niteliğiyle koşut olmadığını biliyoruz. Akımın öteki şairlerinin okur sayısı birbirlerine yakındır. Sezai Karakoç, Edip Cansever, ilhan Berk, Turgut Uyar­ların toplu şiir kitapları 7-8 baskı yapmıştır. Cemal Süreya, onlardan bu yönüyle ayrıksı, Orhan Velimsi durur. Hadi, daha ötesini söyleyeyim: Cemal Süre­ya, bugün yaşıyor ve yazıyor olsaydı, "facebook’u düşünerek de yazardı ve şiirlerinin sosyal medya­da hızla yayıldığına şahit olurdu. II. Yeninin diğer şairleri ise şu anki şiirlerinden pek de farklı bir şiir yazmazlardı, kanaatindeyim.

 

Cemal Süreya’nın yeni kuşaktan direkt bir ta­kipçisi olduğunu söyleyemeyiz; ancak Cemal Süreya’daki lirizmi, Haydar Ergülen, Alevi kültürüyle de birleştirmeyi başararak daha bir sıcak ve biz­den bir bünyeye kavuşturmuştur. Küçük İskender, ondaki pornografik unsurları, meta-porno hâline getirmiştir âdeta, yapay bir mistik sise gömmüş­tür. Öte yandan, Cemal Süreya, kendinden sonraki şairleri az veya çok, mutlak surette etkilemiştir desek, sanırım kimse itiraz edemez. Zaten, iyi bir şair bilir ki, kendinden önceki şairlerden kaçmanın yolu yoktur.

Cemal Süreya, zekânın ve çalışmanın şairi, onun kısa şiirde diretmesi ve uzun şiire geçeme­mesi, bu tespitimizi destekler. Doğal bir yetenek değil, şiir, onu arayıp bulmuyor; bilakis, o mısra­ları arayıp buluyor. Bu yüzden onun şiiri, mısracıdır ve eklektiktir. Şairinden doğaçlama bir soluk bekleyen uzun şiirde, o, başarılı olamamıştır. Ce­mal Süreya’nın uzun şiir denemeleri, kendi şiirinin genlerini iyi tanımadığı sonucunu da bize vermek­tedir; bu yanlış tutumundan ötürü uyarılmaması, bugün olduğu gibi o dönemin de eleştirmen ek­sikliğini akla getirmektedir. Bütün zeki şairler gibi, “humour’a yakın durur Cemal Süreya. Onun bu tutumu, okur nezdinde şiirini sempatik kılmakta­dır. Kimi zaman, en acı olayı bile ironik bir üslupla karşınıza çıkarıp sizi gülümsetebilir. imgelerin ku­ruluşu da II. Yeninin diğer şairlerinden farklı ola­rak ama Sezai Karakoç’a yakın durarak şaşırtma­ya dayalıdır; fakat Sezai Karakoç’un aksine onda imge, çoğunlukla kurgudur ve kurudur. “Sizin Hiç Babanız Öldü mü” şiirini de yaşantıdan doğarak değil, Cemal Süreya, gözyaşından arınık bir hâlde babası daha hayattayken yazdığı için ölümün ya­kıcı sahiciliğine yaklaşamamıştır. Bunu bir eksiklik olarak görmekten ziyade ilginç buluyorum ve bu­radan şu sonuca varıyorum: Şair, İlişleriyle değil, zekâsıyla şiirini yazıyor. Bende şöyle bir izlenim yaratıyor Cemal Süreya: Ömer Hayyam’ın zekâ so­yundan geliyor, anne tarafından ise Moliere’e uzak akraba. Bir öngörüde bulunuyor: "Sanatta gitgide zekâ payının nasıl arttığını göreceksiniz.” (2000, 195) Kimi şairde duyuş derinliği, kiminde ise zekâ keskinliği bulunur; hangisi üstündür, bunu tartışa­cak değilim, fakat bu her iki yetiye de sahip olan şairlerdir, büyük isimlerle geleceğe kalanlar. Ör­nekleri çok olduğu için, isimler sıralamayacağım.

Şair, şiirdeki bütünlüğü, özellikle de uzun şiir denemelerinde, duyguyla değil mısra ve kelime tekrarıyla sağlar, Üvercinka’daki “Afrika dâhil” tekrarını hatırlamak yeterli olacaktır sanırım. Onun şiirinde modernliğin de bir ölçütü olarak şe­kil öne çıkar. Kısa mısralarla şiir yazması, lirizm ile ilgilidir. Şair, lirizmi anlamdan çok sesle yaratma­ya çalışıyor. Cemal Süreya’nın çok okunurluğunun altında yatan nedenlerden biri de, geleneksel şiire yatkın Türk okurunun kısa ve müzikal mısralara karşı yabancılık çekmemesidir, diyebiliriz. Cemal Süreya, içinde bulunduğu akımın bireyciliğine bağlı kalmakla birlikte, o, bireyi -beni- bir toplu­mu karşılayacak şekilde kullanmayı başarmıştır ve doğal olarak ülke ve dünya sorunları onun şiirine dolaylı da olsa girmiştir. Cemal Süreya, şiirindeki ironinin dozajını son derece iyi ayarlamıştır, eğer, biraz daha arttırsaydı ikinci bir Can Yücel olurdu, iyi ki olmadı. Cemal Süreya, dünya şiirini iyi irde­lemiş, geçmiş şiirimizi az da olsa karıştırmış ve çağdaşı şairler hakkında denemeler kaleme almış, yani, kendi şiirine başka şairlerden varmıştır. Bu, onun, şiirde dönüşü olmayan yanlışlar yapmasını engellemiştir.

Tuncelili şair, ömrü bo­yunca Doğulu olmanın kompleksini yaşamış, Batılı olmaya çalış­mıştır. Aleviliği, Cum­huriyet rejiminin de baskısı ve yaşattığı korku nedeniyle, Haşim’in Araplığı gibi ona hep rahatsızlık vermiştir. Alevilik, Ce­mal Süreya’nın Araplı­ğıdır. Hâlbuki kendisini üniversite yıllarında şiire yaklaştıran Sezai Karakoç da Doğuludur ve o bununla övünmüş, bunu bir duruş hâline getirmiştir. Lâkin Marksist ortam, halkı ve halkın emeğini işçi ve fabrikalar çevresin­de çok önemserken köylüyü unutmuştu ve onlara göre Doğululuk, cahil köylülük anlamına gelmek­teydi. Süreya’nın psikolojik olarak köyden kente göçü de Marksist bir ortamda bulunmasıyla ilgi­lidir. O, erken bir dönemde gaflarla sarmaş dolaş “Folklor Şiire Düşmandır” yazısını kaleme almasa ve bu yazının engeline takılmadan Alevi kültürün­den beslense, belki daha nitelikli ve daha bizden bir şair olacaktı, imkânsızın peşindedir Cemal Sü­reya, çünkü doğadan -ağaç, kuş, çiçek vs.- bahset­mek de kişiyi köye ve dolayısıyla folklora bağlar. Bundan kurtuluş yok, konuşma dili de folklorun güncelidir nereden bakarsanız bakın. Özellikle Cumhuriyet devri roman, hikâye ve tiyatrosunda karşılaştığımız şekliyle dilin ağız özelliklerinden bile faydalanır o: “Bir ben miyim allasen çarşılarla uğraşan”, “Şu karangu şu acayip şu asyalı aşkın”, “Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Ana­dolu şiiri”, "Hemeninden göğe hüthütler çizildi.” “Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğu­muz”. Şurası da var ki, Cemal Süreya, sanki ana dili Kürtçe olmasına inat, Türkçeyi matematiğine uygun bir şekilde kusursuz kullanmaya çalışmış ve büyük oranda da başarılı olmuştur. 1950’li yıllarda İstanbul’da Kürt olmak, kaba saba bir köylü çağ­rışımı yapmaktaydı, şairin ırkı, şiirini gümbürtüye götürebilirdi. Bu açıdan onu anlamak çok da zor değil. İşte Cemal Süreya, bu imbikten geçerek ana dili Türkçe olan birçok şairimizden daha bir Türkçenin evladı olmuştur.


Ece Ayhan, çelişkili ve çelişkinin tabiatında bulunan ilginçlikle bazı sap(ta)malarda bulunu­yor: “ben Said Faik’i ve Sivil Şiir Akımının babası Cemal Süreya’yı da Burgaz’da yatıyor sayıyorum.” (2008, 59) Ece Ayhan’ı şahit tutalım: “Sezai Kara­koç İkinci Yeni’de topu topu bir hafta kaldı. Ama ikinci Yeninin karkas, oluşum ve çıkış günlerinde o da vardı. Cemal Süreya ile yatakhanede ya da kantinde saatlerce şiirden konuşurlardı.” (2008, 22) Cemal Süreya’nın solda bulunmasına rağmen Sezai Karakoç’la arkadaşlık yapmasının, sağın şiirini de yakından takip etmesini sağladığını dü­şünüyorum. Sezai Karakoç da Cemal Süreya üze­rinden sol şiire karşı gözlerini açık tutmuştur. Bu dostluk, akımın öteki şairlerinden daha yukarıda ve farklı iki şiir doğmasını sağlamıştır. Sezai Ka­rakoç ile Cemal Süreya iki dost köprüdür edebi yatımızda. “Sanatta ortam her zaman önemlidir” sözü burada da kendi varlığını sınıyor ve ispatlı­yor. Ortamın, Cemal Süreya’ya bakışını özetlemesi bakımından Ece Ayhan’a yine kulak verelim: “Evet Cemal Süreya gerçekten de en sıkı şairlerdendi. Sivil, cins, özgün vs. Nâzım Hikmet’le yan yana ve eşit düşünülürdü.” (2008, 18) Ece Ayhan’ın bu göz­lemleri abartılı mıdır? Bence biraz abartılı, çünkü hâlâ Nazım Hikmet’in yanına, sol kesim, hiçbir şa­iri koymuyor, belki de koyamıyor.

Cemal Süreya, her yeni öğrendiği şeyi kendi akımına dâhil etmek ister âdeta: “ikinci Yeniyi ise ‘dilde iç uyum’ arayan bir girişim olarak nitelen­direbiliriz.” (2000, 146) Aslına bakarsanız, II. Yeni için ayırt edici değildir bu tanımlama, bin yılların şiiri için yapılabilir; çünkü hangi gerçek bir şiirde iç uyum yoktur, diyebiliriz ki, hele eski şiirimiz, bu­nun mükemmel örneklerini vermiştir. Öte yandan “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı. (...) Çağdaş şairler kelimeleri bile sarsıyorlar, yerlerinden, an­lamlarından uğratıyorlar.” (2000,192) diyor Cemal Süreya... Yeni bir şey söylemiyor, sadece bilineni farklı bir biçimde dile getiriyor. Bu artistik söz üzerine çok konuşuldu; şair, imgeden bahsediyor aslında, çağdaş şiirin imge üzerinde ilerlediğini vurguluyor. Kelimelerin lügatte maddelerle veril­miş anlamını önemsemez şair, kelimelere sahici yeni ve güncel anlamlar yükler. Bu, sadece çağdaş şairin görevidir denilemez, her gerçek şair bu ye­tenekle doğuştan kuşatılmıştır. Cemal Süreya’nın bakışından yola çıkarsak Homeros, Dante en çağdaşlarımızdır.

“Biz, şiir salt biçimdir demiyoruz, belki en çok biçimdir diyoruz.” Cemal Süreya'nın bu cümlesi yeni, yepyeni değil, evrensel şiirin geç keşfidir. Gö­rüldüğü üzere, Cemal Süreya’da böyle bir yön var­dır. O, kimi zaman, bin yıllık poetik klişeleri parlatır ve ilk defa kendi söylüyormuş gibi bir üslup takınır. İşin ilginci, bu söylediklerinin yeniliğine kendisi de inanmıştır. Okuru cezbetmesinin altında sanki bu tutum da yatmaktadır.

“Çağdaş şiir hep alışkanlıklara, yerleşmiş si­metrilere, edinilmiş rahatlıklara karşı olmuştur.” (2000, 249) Aslında bu bakış açısı, şiirimize büyük bir zarar verdi; çünkü bu yaklaşım, Batı resminde somut karşılığını gördüğümüz sürrealizmin yanlış telakkisinin sonucudur. Simetriyi bozmak adına imgeler ecüş bücüş olmuştur. II. Yeninin 1960’a kadarki dönemi, şiirimizdeki yanlış Batılılaşmanın, anlamsızlığa kaçışın doruğudur aynı zamanda, sü­reği de var tabii ki, mesela ismet Özel “Erbain’deki özellikle ilk dönem şiirlerinde, gençliği nedeniyle bu etkiden kurtulamamış, birçok mısraıyla da II. Yeninin örneklerini vermiştir.

“Şiirde asıl olan ‘hikâye etmek’ değil, kelimeler arasında kurulacak ‘şiirsel yük’tür." (2000, 192). Bu çıkarımla Sezai Karakoç ile Edip Cansever’in şiirini hedef almış gibi Cemal Süreya... Bence azıcık da olsa haklıdır; hikâye etme tekniği, kadim şairleri­mizin nesir yoksunluğundan başvurduğu yöntemdi. Tanzimat sonrası düzyazıda atağa geçtik, yüzyıl­dır nitelikli bir yazı dilimiz var. Leyla ile Mecnunun, Ferhat ile Şirinin, Yusuf ile Zeliha’nın hikâyesi ya da romanı daha büyük ve mükemmel bir atmos­fer içerisinde modern bir dille yazılabilirdi. Şiir, her şeye rağmen çağrıştırma sanatıdır ve hikâye etme­ye elverişli değildir. Keşke Sezai Karakoç, şiir diliyle anlattığı hikâyeleri, Taha’nın Kitabı dâhil, düzyazıyla kaleme alsaydı, diyorum, kim bilir ne tür bir üslup doğardı oradan, ama hâlihazırdaki bu eserlerin ede­biyat tarihimiz içerisinde önemli bir yeri olduğunu ve genç şairleri beslediğini de söylemek isterim. Bu yolda giden, Sezai Karakoç’la hesaplaşmak isteyen­ler de oldu: İsmet Özel, “Bir Yusuf Masalı'nda tökezlemiştir. Hikâye (narrative) tekniği şiirden tama­men kovulmalıdır, demiyorum; ancak şiiri düzyazıya fazla yaklaştırmamalıdır. Sezai Karakoç, bu kıvamı “Hızırla Kırk Saat”te mükemmel bir şekilde kurmuş tur. Cemal Süreya, az da olsa düzyazı irlere kaymıştır, bunlar, onun şiirinde bir çeşni yaratıyor sadece, ilhan Berk’teki gibi şiirin üslubunu et­kileyip değiştirmiyor.

Metin Kutusu: Şi-“Divan edebiyatı kapan­dıktan sonra art arda gelen yenilikler, şiirin türlü planlar­da et kazanmasını önlemiş, iğreti kalmış, arada büyük şairler yetiştirmesine rağ­men bu sanatın kendisine uygun bir ekonomi kurmasını sağlayamamıştır, ironinin var olması için bir sanatta düşünce ortamının bulunması yetmez; o or­tamın belli bir gelişme düzeyine var­ması, zenginleşmiş, her türlü çağrışım örgüsünü kurmuş olması da gerekir. Divan edebiyatında, kendi ölçüleri içinde, bir ironi uygar­lığının varlığı, buna karşılık, Tanzimat ve Servet-i Fünûn edebiyatının bu yönden yoksunluğunu biraz da bununla açıklasak yeridir, ironi, şiirin en yüce aşaması değildir, hem de hiç değildir; ama ironiye şiirin belli bir gelişim düzeyinden sonra rastlana­bildiği de bir gerçek." (2000, 139) II. Yeni şairleri Tanzimatçıların aksine, Osmanlı şiirinin kadrini bil­mişlerdir, sentetik de olsa bu kadim şiirden yarar­lanmışlardır. Yine Sezai Karakoç yaşantısıyla da bu şiirin büyük şairlerine eklemlenmiş, onların şiiriyle organik bağ kurmayı başarmıştır.

İroniyi daha bir deşer Cemal Süreya: “Şüphesiz humor, şiir için eskiden de çok şeydi, ama bugün daha çok şey.” (2000, 195) Yine kendi şiirinden bakıyor dünyaya Cemal Süreya, çünkü birçok şair ironiye yüz vermemiştir, yine çünkü ironi, bir mizaç meselesidir, zorlamayla olmaz, taklit hâlinde ise şiiri palyaçolaştırır, yani şiirin olmazsa olmazların­dan değildir, iyi bir yeteneğin elinde ise, tehlikeli bir silaha dönüşür, ironisi kuvvetli şairlerden siya­siler hep korkmuştur, bu noktada, iğnelemelerinin bedelini canıyla ödeyen Nefi'yi hatırlamak yerin­de olacaktır. Cemal Süreya’nın ironi hakkındaki tespitinden yola çıkarsak, diyebiliriz ki, günümüz şiirindeki II. Yeni hükümranlığını işte doyum nok­tasından sonra gelen ironi zayıflatacaktır.

Cemal Süreya’nın şiirindeki erotizm bir tesadüf değil, bir düşünüşün, inanışın sonucudur: “Kadın da erkek de kundaktan itibaren erotik duygu­lar içinde yetişmektedir. Bu bakımdan erotizmin edebiyatımızda bulun­maması çok büyük bir eksiklikti.” (2000, 36) Cumhuriyet döne­minin birçok şairi gibi Batı şi­irine kanan Cemal Süreya da, Batı sanatını etkisi altına alan Freud’in sözlerine kulak kesil­miş görünüyor. Onun, Orhan Veli gibi Eluard’ı çok sevmesi de bununla ilgili. “Bacakların daraçısında/Bir yumak/Bir kır­langıç yuvası/Bir söğüt yaprağı susuz ve erkenci/Bir mermi yata­ğı derin ve pusuda/Bir saat kapağı tık diye açılır/Bir tünek dalgın güver­cinler İçin/Yabancım diyorum ben ona/ Geriye kalan bütün kelimeleri de/Kamulaştırıyorum böylece/Hadi sevgilim/Bir yudum süt koy yu­vaya” (86-7) Cemal Süreya, peygamber efendimizin “hediyeleşmek sünnettir" sözünü de mesnetsiz bir şekilde şehevi arzularının metaı hâline getiriyor: “Muhammed demiş ki hediyeler veriniz./Cinsel ta­rafı düşün hediyelerdeki” (81) Lümpen bir arkadaş ortamında üretilmiş bu ucuz espri, şiirin de bir hay­siyeti olduğu unutularak şiirleştirilmeye çalışılmış. Bu mısralardan, Platonun “Devlet”te bir ütopya ile kadını metalaştırarak öne sürdüğü komün yapıya kadar gidebiliriz. Erotizmden uzak durmak, şiir için büyük bir eksiklik midir? Fuzulî'in, Bakî'nin yahut Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un erotizmden uzak durması, şiir bütünlüklerine ve güçlerine hiçbir şekil­de zarar vermemiştir, hatta daha bir yücelik katmış­tır. Cemal Süreya, insani zafiyetini, estetik hileyle örtmeye çalışıyor. II. Yeni içerisinde de İlhan Berk bu hususta onun akrabasıdır.

Yeni şairlerindeki Lorca etkilerini bir bir gös­terecek değilim, fakat Lorca, II. Yeni dil mantığının gizli öncüsü gibi geliyor bana:

Lorca:

“Ne çabuk gidiyorsun sevgilim,

gözlerin de gidiyor mu?” (2007, 584)

Cemal Süreya:

“Şimdi sen kalkıp gidiyorsun ya. Git.

Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler”

(2000, 17)

Bence Cemal Süreya, bu şiiri sevgilisi olma­dığı hâlde yazmıştır, çünkü şiirin şah duyarlılığı, Lorca’dan ödünç alınmış. Tam da burada yazının beşinci paragrafını hatırlayalım, biz elimizden gel­diği kadarıyla, durumu okura aşikâr ederek geç de olsa Lorca’nın borcunu ödemeye çalışalım.

Cemal Süreya, akıma yönelik özeleştiride de bulunur, ama bu da gizli bir savunmadır, bir baş­ka açıdan bakılırsa: "Dilin daha iç serüvenlerini yaşamaya sabırsız bir iştahla yönelen ikinci Yeni davranışının, bu nitelikleri kavrayan birkaç addan sonra birden klişeleştiğini gördük. Bu neden aca­ba? Galiba şundan: Yeni yetmeler-ikinci Yeninin arkasından gidenler öncülerin ortaya koydukları imajları veri olarak aldılar hep. İkinci Yeni daha kendini kuramadan, ikinci Yeninin imaj klişeleri kuruldu, arkadan gelenler, onlara kenar imajlar döşemekle yetindiler. Böylece bir takım şairlerin şiirlerini yazan büyük bir grup şair türedi. Şiirin kazandığı genişliği birden garip bir şekilde tersi­ne dönmüş gibi oldu. Şiirde bütünlük kaygıları da ters yönden etkiledi şairleri. Şiirin bütünlüğünden simetrik bir bütünlük anlaşıldı. Şair yine sıkıştı." (2000, 289) 1963’te Adil Fırat müstearıyla, daha o yıllarda II. Yeninin tükendiğini itiraf ediyor as­lında Cemal Süreya, suçu kendilerinden sonraki şairlerde arıyor; hâlbuki II. Yeni’nin ilk şiir örnekleri ölü doğumlar ve sakat imajlarla dolu. Kimi imgeler geri zekâlı, kimi imgeler kalpsiz, kimisi ise ışık hızı bir yana, hareket kabiliyetinden yoksun, ayaksız kolsuz. Bu hastalıklı hâl, bir süre anlamsızın üslubu gibi anlaşıldı ve Muzaffer Erdost ve sonrası kimi yazar tarafından böyle yansıtıldı.

Cemal Süreya’nın şiir üzerine yazıları, niteliklerine rağmen özellikle gençlik yılları sonrası, sanatkârlara yönelik gereksiz bir polyanacılıkla doludur. Yazılar, minik olumsuz eleştirilerle birlikte ilişkilerin bozul­maması adına iyi niyet üzerinde topallayarak yürür. Saygınlığını zedelercesine Cemal Süreya, iyi kötü hemen her şaire mavi boncuk dağıtmış, kendine ya­kın bulduğu gençlerin adını küçük övgülerle de olsa anmıştır. Bu da onun sevilmesini ve ölümünün ar­dından beklenenin üstünde tanınmasını sağlamıştır. Yine popülerlik başroldedir.

Cemal Süreya gerçekten kimi zaman şiirin to­pografyasını çekiyor, yol haritasını çıkarıyor: "Dik­kat edersek, yenileri izlemiş şairler kolay ölmüyor­lar. Gelişen, yeni doruklar kazanan dil değerleri, onlar için de ayrı bir basamak, hatta gizli bir güç yaratıyor. Buna karşılık, kendi kuşağından sonra­ki yapıtlara hiç kulak kabartmamış şairler olgun yaş sınırına girdikten sonra biraz yozlaşıyorlar.” (2000, 388) Bunun yakın zamandan örneği, yeni- genç şiiri takip etmezliğiyle övünen ismet Özel’dir, sonuçta o, eskimiş bir dünyanın kitap boyutunda tekrarına düşmüştür ve ayağa kalkamamaktadır. Yaşlılık dönemi İsmet Özel şiirinin sorunsalı ben­ce burada konuşlanmıştır. Bencil şairler, genelde yaşlılık dönemlerinde tökezlemişlerdir, bu bakım­dan Necip Fazıl’ı da hatırlamak gerek; o da şiir dışı yönelimleri nedeniyle “Sakarya Türküsü”nden sonra aforizmatik ikiliklerin ağına düşmüş, süre­ğindeki şiirlerinde ise kendini tekrar etmiştir. İşte Cemal Süreya, ölüm anına dek ironik, diri şiirler yazabilmesini, gençlerle yakın irtibatına borçludur. Bazı büyük şairler, ustalık ve üstatlık dönemlerin­de kendi ölü anılarına çekilmemiş, genç heyecan­dan hız alarak taptaze şiir-anıları devşirmişlerdir. Cemal Süreya, bu poetik sonuca, kadim şairlerin hayatlarını irdeleyerek varmıştır elbet. Şiir, her daim şairden uyanık zekâ ister. Bu yüzden hiçbir şairin arası iyi değildir uykuyla, mezarında bile uyanıktı Cemal Süreya

Kaynakça

Ayhan, Ece; Sivil Denemeler Kara, YKY., İstanbul 2008.

Lorca; Bütün Şiirleri, çcv: Erdoğan Alkan, Varlık Yay. 2007.

Süreya, Cemal; Sevda Sözleri, YKY., İstanbul 2000.

Süreya, Cemal; Toplu Yazılar I, YKY, İstanbul 2000

DİL VE EDEBİYAT DERGİSİ, MART 2013, SAYI:15

 

 

 


 

Cemal Süreya (1931-1990),

ikinci Yeni'nin en güçlü şairlerinden birisi­dir. Şiirini kelimeye yaslayacak kadar seçicidir. Ancak dizeye kıyamaz. Bunun için onun şiirlerinde kendisini bilinçsiz sayıklama şeklinde gösteren bir oto­matizm görülmez, ikinci Yeni hareketinin en özgün imge dünyasına sahiptir. Enis Batur'un belirttiği gibi: "Cemal Süreya, İkinci Yeni şairi olarak anılan şi­ir hareketi içerisinde imge duyarlığıyla diğer şairlerden ayrılır. O, imge çatı­sını dağıtmadan aktüel konularda açık seçik söz kurmuştur. Aynı zamanda imgeleri kullanışındaki geometrik çizgiyle onlardan ayrılır." (Batur 1993: 84) imgeleri, merkezden çevreye doğru güçlü atılımlar yaparak genişlemekle kal­maz; merkeze doğru dönerek derinlik ve geometrik bir düzen de oluşturur.

Şiirinin atardamarı erotizmdir bütün kullanım sıklığına rağmen onda anarşist erotizme dönüşmez. Poetik açıdan en makbul imge türü sayılan yayılgan imge (Korkmaz 2002: 276) türüne, ikinci Yeni şairleri arasında en çok Cemal Süreya'nın şiirlerinde rastlarız;

Kırmızı bir at oluyor soluğum

Yüzümün yanmasından anlıyorum

Yoksuluz gecelerimiz çok kısa

Dört nala sevişmek lazım

Alevden bir ata dönüşen soluk, yanan yüz ve sevişmeye dörtnala koşan ar­zu; cinselliği kaba ve tensel bir duyuştan koparıp zorunlu bir ontolojik yönelime dönüştürür. Yayılgan imgenin çok yönlü anlam üreten yapısı, erosun ka­ba biçimciliğini silerek sürekli çoğalan sezgisel bir kurgu oluşturur.

Toplumcu gerçekçi yönüyle de dikkati çeken şair, yaşadığı coğrafyanın şiiri­ni yazmakta ısrar etmiştir. Bu coğrafyada Orta Doğu ağırlıklı bir yer tutar. Onun şiiri, büyük bir göçün şiiridir. Bu göç, bireysel düzeyde gücünü şairin bilinçaltından alırken; toplumsal düzeyde de, Anadolu insanının kolektif bilinçdışından beslenir. Şiirlerini Üvercinka (1958), Göçebe (1965), Beni Öp Son­ra Doğur Beni (1973), Uçurumda Açan (1984), Sevda Sözleri (1984, 1994), Sıcak Nal (1988), Güz Bitiği (1988), kitaplarında; şiirle ilgili görüşlerini ise Şapkam Dolu Çiçekle (1976) ve Folklor Şiire Düşman (199a) kitaplarında toplamıştır.

 

 

Ramazan Korkmaz - Tarık Özcan CUMHURİYET DÖNEMİ: Şiir 1950 sonrası


RESİM

Bir savaş: Otlukbeli
Bir mavi: Spartaküs
Bir soru: niçin Spartaküs
Bir kuş: nereye gidiyor kuşu
Bir çiçek: bilmem ki çiçeği
Bir su: şüpheli

Bir belge: noterlerinden
Elbet başkent noterlerinden
Bir şair: Ahmed Arif
Toplar dağların rüzgârlarını
Dağıtır çocuklara erken
Bir çocuk: ince burunlu

Ey ince burunlu Güneyli çocuk
Ne soracaksan işte sor
Bir çalgı: fayton
Bir içki: rakı hayır votka
Bir tabanca: tabii dolu
Bir haber: ölümüm yakın

Bir imza: okunmuyor

Cemal Süreya