ATTİLA İLHAN'DAN ŞİİRLER
Toplumcu gerçekçi çizginin ivme kazanmasında özendirici bir rol oynaması bakımından bu dönem şairleri arasında Attilâ İlhan (1925 - 2005)'ın önemli bir yeri vardır. İzmir Menemen doğumlu olan şair, kültürlü bir aile muhitinde yetişir. Yakup Çelik'in tespitiyle ilk şiirlerinde "Attilâ İlhan'ın şiirinde Nazım Hikmet'in yanı sıra Ahmet Muhip, Necip Fazıl ve Faruk Nafiz Çamlı-bel'in etkisi sezilir." (Çelik 1998, 6) Bu çizgi Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Dertli vb. gibi halk edebiyatının önemli şairlerinin etkisiyle daha geniş bir dünyayı kucaklar.
Attilâ İlhan şiiri üç ana evrede toplanır; Toplumcu gerçekçi evre (1941-1954): Bu evrede Nazım Hikmet şiiri, ses yapısı, içerik ve imge düzeniyle Attilâ İlhan şiirinin en büyük kaynaklarından birisidir. 1941 yılından itibaren toplumcu kuşak içinde eserlerini vermeye başlayan Attilâ İlhan, halk şiirinden de büyük oranda beslenir. Savaşlar, özgürlük sorunları, her aşamada görülen sömürü düzenleri ve kapsayıcı bir nitelikteki insan sevgisi, bu dönem şiirlerinin ana izleklerini oluşturur. Duvar şiiri, toplumcu gerçekçi evrenin, en karakteristik örneklerinden birisidir;
"ben bir duvarım hiç güneş görmedim
sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar
(...)
ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil "
Duvar'da, II. Dünya Savaşı sırasında idam mangalarına tanıklık etmiş iki duvar kişileştirilerek konuşturulur. İnsanların savaş çılgınlığıyla biri birlerini boğazlamalarına, kurşuna dizmelerine; duvarlar bir türlü akü erdirememekte ve kahrolmaktadırlar. Oysa savaş çılgınlığına devam eden insanlar, duvarlar kadar bile duyarlığa sahip değillerdir. İnsani anlamda büyük bir değersizleşmeyi gösteren bu durum, felsefi deyişle tam bir problem yitimi' olarak adlandırılabilir. İnsanların, dünyayı daha yaşanır kılmak yerine mevcut dünyayı cehennemleştirmek için çılgınca yarışmaları, duyarsızlık imgesi idam duvarlarını bile utandırmakta ve kahretmektedir. Oysa insanlar daha çok kan ve daha çok kurşunla kendi geleceklerini tüketmektedirler. Problem yitimine uğramış insanın bu kayıtsızlığı ve kaygısızlığı, tüm dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Çağın insanına hakim olan yabancılaşma ve bungunluk duygusu, böyle bir katik ortamın ürünüdür.
Attilâ İlhan'ın edebiyat âlemine çıkışı da yine bu döneme rastlar; 1946 yılında Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı şiir yarışmasında Cahit Sıtkı Tarancı'nın Otuz Beş Yaş şiirinin ardından Cebbar Oğlu Mehemmed şiiriyle ikinci gelir. Böylece kendi ifadesiyle; "edebiyat âleminin üstüne paraşütle iner." (Çelik 1998: 19)
Birinci Yeni (Garip) ve İkinci Yeni olarak bilinen dönemin önemli şiir hareketlerine "toplumcu gerçekçi çizgiye uzak" diye pek ilgi göstermez. Toplumcu gerçekçi şiirlerinde, biraz da zamanın eğilimi doğrultusunda folklor öğelerini bolca kullanan Attilâ İlhan, bu dönem eserlerindeki öyküleyici anlatım biçimini ve ses özelliklerini halk şiirinden alır.
1950'den sonra toplumcu gerçekçi çizgisini derinleştirerek sosyal realizme kayar. Ancak şiirde her şeyden önce estetik planı öncelemesiyle Nazım Hikmet ve diğer toplumcu gerçekçi şairlerin oratoryoya dönüşen şiir anlayışlarından kaçınır. Kısacası toplumcu gerçekçi hareketin içinde kalmasına rağmen, Nazım Hikmet'in sesinin dışına çıkmasını başarabilmiş ender şairlerden birisidir. Toplumu yadsımadığı gibi tarihi de yadsımaz. Türk kültür hayatının değişme ve gelişme evrelerini inceleyerek yeniden biçimlendirmeye çalışır. Paris seyahatleri ona, öznel bir yorum gücünü kazandırır. Bireyin kendi varlığım ve evrendeki yerini sorguladığı evre (1954-1968): Modern Türk şiirinin öncüleri arasında yer alan Attilâ İlhan'ın şiirlerinde, kent olgusunun modernleşme bağlamında doğurduğu çoğulcu ve paradoksal yaşam tarzının en karmaşık yapılarını, bu evredeki şiirlerinde görmek mümkündür. Toplumcu gerçeklikten geçerek geldiği bu evrede (Kahraman 2000;), modern dünyanın karşısında yalnız kalan ve varlığı tehdit altında olan insanın şiirini yazar. Kent yaşamının biçimlendirdiği argo, küfür, bıçkınca konuşmalar, tarihsel dönem sapmaları gibi modernist dilsel ürünler, daha çok bu evrede görülen özelliklerdir. 3. Neoklasik dönem: Şiirindeki değişim devresinin ilk uçlanışını Yakup Çelik şöyle belirtiyor:
"Türk şiirinde toplumcu gerçekçi çizginin Nazım Hikmet'le birlikte en iyi şairi kabul edilen Attilâ İlhan; kendi şiirinde, 1965'ten sonra tarihin yeniden yorumlanmasını, 'benin kendi kendiyle hesaplaşmasını, tabiat ve kâinatla ilgili düşünceleri, hatıraları ön plana çıkarır. Toplumcu gerçekçi çizginin bir uzantısı olarak kabul edilecek bu safha, bilinçli bir tarzda Yasak Sevişmek'le başlar." (Çelik 1998: 6)
Bu değişim, bir iç kanama veya yeni bir estetiği öncelemektir. Buna, şiirin kendi içerisinde yaşaması gereken bir serüven, gözüyle de bakılabilir. Attilâ İlhan, radikal olmayan bu değişimi, şiirini kurtarmak adına yapmıştır. Dikkatli bakıldığında; bu değişimin öncekinden bütünüyle bir kopuşu içermediği de görülür. Ancak şairin Divan şiiri ile buluşması, onun ses ve imge dünyasından beslenmesi, Attila İlhan şiirini çok boyutlu bir derinliğe taşır. Geçmişin poetik deneyimlerini kendi kimliğini yaralamadan içselleştiren şair; gelenekle gelecek arasında örnek bir köprü görevi üstlenir. 1980 sonrası şair kuşağı üzerinde derin etkileri olan Attila İlhan, dili açımlayan, çoğaltan, farklı birleşimlere götüren özelliğiyle Nazım Hikmet'le birlikte toplumcu gerçekçi şairler arasında en diri kalanıdır.
Şiir Kitapları: Duvar (1948), Sisler Bulvarı (1954), Yağmur kapağı (1955), Ben Sana Mecburum (1960), Belâ Çiçeği (196?), Yasak Sevişmek (1968), Tutuklunun Günlüğü (1973), Böyle Bir Sevmek (1977), Elde Var Hüzün (1982), Korkunun Krallığı (1987), Ayrılık Sevdaya Dâhil (1993), Kimi Sevsem Sensin, (3001) adlarım taşır.
Ramazan Korkmaz - Tarık Özcan CUMHURİYET DÖNEMİ: Şiir 1950 sonrası
PİA
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm
İSTANBUL ŞEHRİ AĞLIYOR
şimdi gökler mecnun rüzgâr yolcu bulutlar
şimdi yürek sarhoş kağıt sarhoş kalem sarhoş
minareler elpençe divan durmaktan usanmış
mavi yeşil neon lâmbaları bir sönüp bir yanıyor
son tramvaylar fren çözüp uykuya doğru uzamış
ve iliklerine kadar geçmiş efkâr
istanbul şehri ağlıyor
ben mehtabı içmişim gökyüzü içime akmış
onlar anadan üryan ansızın karşıma çıkmışlar
bir hayal bir rüya gibi gelip elimi sıkmışlar
kimisi feshane'den kimisi Beykoz fabrikası'ndan
gözleri nemli değilmiş ama galiba açmışlar
bu kan mıdır kızılcık mıdır mum gibi veremliler
ölüm gezer gölgeniz misâli arkanızdan
merhaba mahkûmlar kelepçeliler
yumruklarınız koparılmak istemez hayat kavgasından
yalnız sen yağma yağmur vurma kalbime kalbime
bulutlar seni almasın karanlık kana girmesin
çıkmış bir yol sefere çıkmaz olası rüzgâr
şimdi bütün türkiye bir anne gibi uyumuş
ah benim anadolu'm ah benim türkiye'm
yarana merhem olsam gözlerimi sürsem
bu çocuklar merinos fabrikası'nın işçileri bursa'dan
bunlar kömür kesilmiş kalbini söker yeraltından
söndürme lâmbamı rüzgâr bulutlar beni almasın
kaldırımlar dinleniyor başını toprağa koymuş
ne zincirler örmüşüz gözyaşlarından
bırakın İstanbul şehri kana kana ağlasın
İLGİLİ İÇERİK
KURTLAR SOFRASI ÖZETİ - ATTİLA İLHAN