Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

GAM'IN NEŞ'ESİ

 

Haydar Ergülen

Bakmayın Cemal Süreya'nın 'Neş'enin şiiri' gibi okunmasına, o uzun bir gamın şairidir. Son vedasının İstanbul'dan olduğuna da bakmayın, o Ankara'nın şairidir. Göçebenin, göçmenin, sürgünün yurdu mu olur, Ankara da Cemal Süreya'nın konduğu yerdir. Konup ordan İstanbul'a, oradan da sonsuzluğa göçen bir sürgün şairdir. Ankara'nın uzun havası İstanbul'a gelinceye kadar oyun havası olur. Belki onun uzun şiirinin başına gelen de böyle bir şeydir.. Şimdi hiç kederi yokmuş gibi, hiç olmamış gibi sevda içinde okunması, gamını neredeyse hiç açık etmemesinden, sezdirmemesinden gelir.

 
Ankara: Gamın başkenti. Onu yurt tutanları da, ondan konup göçenleri de memesinden gam emziren bir anne gibi beslemiştir. Bazıları bir daha o gam dairesinden dışarıya bir adım bile atamayacak kadar yurtsuz olduğunu bilen, bazılarıysa o daireden çıkarsa neş'eye ulaşacağını uman ve elbette her seferinde de yanılan şairlerin yetiştirme yurdudur Ankara. Kim kurtulmuş ki o gamdan? Kalan da, giden de o bulaşıcı gamı kendisiyle beraber taşımıştır. Neş'e geçer, gam kalır. Ahmet Erhan'a bakın, memleketin en gamlı şairi, hadi Cemal Süreya'yla başladık, onun dizeleriyle sürdürelim, "Ben hangi şehirdeysem/yalnızlığın başkenti orası" dediği gibi, Ahmet Erhan da Ankara'dan İstanbul'a, oradan Silivri'ye gamla yazmamış mıdır şiirini? İstanbul'un sisi, Ankara'nın gamı. Sis dağılır, gam kalır. 


Derdim ne İstanbul, ne Ankara. Derdim şu koyu gamı iyice koyultarak çekip gidenler. Geçen yıl, Ahmet Erhan'ın 'Bağlar Gazeli'yle andığı Azer Yaran bir 'Gamlar Gazeli'ne karışıp gitmişti. Cenk Koyuncu, Emin Akdamar da ona sonsuzluk yoldaşı olmakta gecikmemişlerdi. Sonsuzluğun da artık acelesi mi var ne? Şimdi de yine Ahmet Erhan'ın Ankara'ya bir 'gam nöbetçisi' gibi bıraktığı Adnan Satıcı gitti. 'Kar'ın yazıldığı bir hane yok şairlere, olsaydı da istemezlerdi sanırım, bu 'gamsız girilmez' hanede 'acı benden çok çekti' diyenler de şairler değil mi zaten? Adnan Satıcı'yı da öyle hatırlıyorum, öyle 'şiir herkesin' deyip 'acı çekende, gam gizleyende' kalsın şiarıyla gam tekkesine yüksünmeden şiir taşıyan bir 'vefa ehli' özgeciliği, sadeliği ve samimiyetiyle. Şiirine bakarken yazılarını da unutmayalım. Adnan Satıcı da 'şairlerin şairlere borcu olduğunu bilenler cemaati'nin uzun mesafe koşucusuydu ki bu yalnızı da demeye gelir. Şairlere ve şiirlere olan borcunu ödeye ödeye bitiremeyenlerdi. Şairler, her şeyden, herkesten önce, yine şairlere borçlu kaldıklarını hissederler ve bir kez bu borcu ödemeye başlamasınlar, asla bitiremezler. Bazen bir yazıyla, bir şiirle, bazen de selam göndererek yazılırlar gamın borç hanesine. Adnan'ın da 'borçlu' olduğunu geç fark ettim, nice yazlardan sonra fark ettim. İstanbul'un sisine, dumanına, dağdağasına çoktan karıştığımda fark ettim Adnan'ın şiiriyle bir gam kalesi kurduğunu, yetmedi o kalenin bayraktarı olduğunu. Bazen anlık sitemlerle, tatlı serzenişlerle dile getirdi itirazını, eleştirisini. Küsmedi, gücenik olmayı da sevmedi, yazısı da, şiiri de konuşması gibiydi, uzakta olduğu için onun yerine şiirini kucaklamak, yazısına sarılmak isterdim bazen. Kadife kelimelere, ipekten cümlelere sarıp bana da attığı birkaç ufak 'taş', gönlümün penceresine çarpmadı, onu kırmadı, ben o pencereyi daha da açmayı, o 'taş'lardan birkaçının daha içeriye girmesini istedim. 
Çünkü bilirdim ki o 'taş'larda 'gamın neş'esi' saklıydı. Yurdunu gam bilenlerin neş'esinden ne olur demeyin.  Şiir olur, vefa olur, Ankara olur, gamdan neş'eli bir hatıra kalır. Adnan Satıcı öyle kaldı bende, gama neş'e taşımaya çalışan bir sürgün ruh, bir göçmen kardeş olarak. O neş'eyi şimdi sonsuzluğa da taşıdığına eminim.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=213538&tarih=21/02/2007

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

HAYDAR ERGÜLEN HAYATI ve ESERLERİ

HAYDAR ERGÜLEN HAYATI ve ESERLERİ

VÜCUD KİTABI - HAYDAR ERGÜLEN

SİS - HAYDAR ERGÜLEN

ADAM -HAYDAR ERGÜLEN

AYRILIKLAR GAZELİ- HAYDAR ERGÜLEN

UNUTULMUŞ BİR YAZ İÇİN - HAYDAR ERGÜLEN

 


Şiirin 'zarif oğlu'

Haydar Ergülen

Şiirimizin zarif oğlu Cahit Zarifoğlu'nun şiirleriyle 1970 yılında tanıştım. Eskişehir'de arkadaşlarıyla 'Deneme' dergisini çıkaran, ben de ilk şiir ve hikâyelerimi orada yayımlamıştım, sevgili Nabi Avcı'dan duymuştum adını. Alaaddin Parkı'nda ya da Hamamyolu'ndaki bir pasajın içindeki büroda, Nabi Avcı hem şiiri hem de çayı kutsayan sesiyle hep o şiiri okurdu: "Kendi kendine arkadaş kaçağı/ Arada bir bakınır ne yaptığına/ Süresiz kapılır tablolara yangelir/ Ve oturdu mu bir masaya/ Hakkını verir çay içmenin." 
Nabi hakkını vererek ezberden okuduğu bu şiirin yer aldığı kitabı da armağan etti bana: 'İşaret Çocukları', Cahit Zarifoğlu'nun ilk şiir kitabı, o şiirse benim de artık ezberlediğim 'Aylak Göz'dü. Kitabın şiirleri kavurucuydu, ama sonradan öğrendiğim serüveni de iç yakıcıydı: Zarifoğlu, öğrenci bursunu, bu kitabı taksitle ödemek üzere anlaştığı matbaaya her ay yatırır, bu yüzden çoğu geceler aç kalır, çıktığında ise bir kitapçı yarı fiyatına yalnızca 100 kitabı satın alır, geri kalanıysa bir büroda kış boyunca ısınmak için tomar tomar yakılır. Zarifoğlu'nun Edip Cansever'i dolaşırken ezberinden okuduğu gibi, onun şiirinin de ezbere okunduğunun tanığı oldum, ben de okudum. Demek ki Zarifoğlu'nun şiirindeki yüksek ateş, öteyandan da şiirinin sağlık belirtisiymiş.

 
'Mavera' dergisini yayımladığı yıllarda Ankara'daydım, sonraki iki şiir kitabı, 'Yedi Güzel Adam' ve 'Menziller' ile hikâye kitabı 'İns' de yayımlanmıştı. Onları da büyük bir hayranlıkla okumuş, fakat çekingenliğimden ötürü gidip tanışamamıştım. Zarifoğlu, her ne kadar, benim de inandığım 'Şiir, şairden önemlidir' fikrini yıllar önceden beyan etmiş olsa da, okuduklarım, hayat hikâyesi ve sohbetlerde ona dair dinlediklerim, bende jestiyle, tavrıyla tam ve gerçek bir 'şair' olduğu duygusunu uyandırmıştı. 'Yaşamak' adlı günlüğündeki şu cümleler sözgelimi: "Çoğu kez şiirin şairden bağımsız olduğunu düşündüm. Bu nedenle olacak şairliğime hiç sahip çıktığım olmadı. Yazdığım şiirlerle ilgili sorularla karşılaştım mı çok rahatsızım. Gide gele her türlü şiir sorusuna kızıyorum. Nerdeyse 'dokunmayın şiire' diyeceğim." 


Zarifoğlu'nun Edip Cansever'i ezberden okumasına karşın, şiiri üzerine yapılan kimi değerlendirmelerde onun Rilke, Trakl ve Turgut Uyar'dan beslendiği, etkilendiği üzerinde durulur. O ise, belki sık yapılan bu yorumlar karşısında kimseden etkilenmediğini söyler ve ekler: 'Ben yalnızca Cahit Zarifoğlu'nu okuyorum'. Bense, onun Turgut Uyar'la benzer bir kaderi paylaştığını düşünüyorum. İkinci Yeni'nin '5 Atlı'sı arasında, kavranması, okunması zor Ece Ayhan'dan bile daha da az okunan, üzerinde yeterince durulmayan Turgut Uyar gibi, Zarifoğlu da Türk şiir ortamı tarafından hakkıyla okunan bir şair olmadı. Son yıllarda Yedi İklim, Okuntu, KitapHaber ve nihayet bu ay Hece dergisince çok kapsamlı bir özel sayıyla okura bir kez daha sunuldu Zarifoğlu. 'Yürek Safında Bir Şair' (Kaknüs Y.) adıyla, Alim Kahraman tarafından anısına bir kitap hazırlandı. Şairler ve eleştirmenler bu yayınlarda yaşamı ve yapıtları üstünde ayrıntılı olarak durdular. Fakat okur katında bu özel ve özgün şaire yönelik yeterince bir ilgi belirmedi sanıyorum. Bazen, şair öyle istemese de, adı şiirinin önüne geçer, neredeyse bir efsane niteliği kazanır, o zaman da efsanenin yaptığının, yapıtının önemi ikinci plana düşer. Hislerimin beni yanıltmış olmasını umuyorum. 


Levent Dalar'ın sözleriyle 'Zarifoğlu şiirini Doğu-Batı elektriği üstüne kurarken, Batı'nın imkânlarını da yoklamayı ihmal etmeyen' bir şairdir. Serüveni gibi şiiri de Batı'dan Doğu'ya doğru ilerleyen Zarifoğlu, 'Yedi Güzel Adam'dan biri olarak, şiirinin 'Menziller'ine doğru bir uygarlık yolculuğuna da girişir. Yaşamaya, şiire ve uygarlığının köklerine doğru ateşli bir aşkla sürdürdüğü yolculuğu, ne yazık ki 47 yaşında son bulacaktır: "Bu adam kitapların uçlarına/ Çizilmiş itilmiş resim/ Korkmadan yaşar tebessüm gösterir/ Ağır başıyla nöbet alır/ Dağdan kaçar şehri çevirir /Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına". 
1987 Haziranı'nda yitirdiğimiz, Türk şiirinin büyük 'adam'larından Cahit Zarifoğlu'nu ölümünün 20. yılında saygıyla anıyorum. 


NOT: Geçen haftaki 'Acıya Bakmak' başlıklı yazımda, Susan Sontag'ın 'Başkasının Acısına Bakmak' (Agora Kitaplığı) kitabından esinlendiğimi belirtir, bu ihmal için özür dilerim.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=224598 20/06/2007

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

HAYDAR ERGÜLEN HAYATI ve ESERLERİ

HAYDAR ERGÜLEN HAYATI ve ESERLERİ

VÜCUD KİTABI - HAYDAR ERGÜLEN

SİS - HAYDAR ERGÜLEN

ADAM -HAYDAR ERGÜLEN

AYRILIKLAR GAZELİ- HAYDAR ERGÜLEN

UNUTULMUŞ BİR YAZ İÇİN - HAYDAR ERGÜLEN


ÇOCUKLARDIR GÖKYÜZÜNÜN BEKÇİLERİ

Geceye karışmış bir yolcunun gözleri
Korkuyla uyanan çocuklar gibidir
Erkenci bir yıldıza rastlayınca
Düşündeki son büyüyü yitirir.
 

Gece yaşlanmış gökyüzüdür.
Özlem ağır uykular gibi çöker
Gezinir çocuğun coğrafyasında
Yüreğinde ışıltılı bir mevsim
Eski zamanlardan bir sabah çeker.
 

Sabah el değmemiş bir çocuk cakasıdır.
Ağacından bir portakal düşürür
Kana benzese de dağ yollarındaki izi
Taflan kokulu yağmurlar tarar saçını
Unuttuğu dostlukları anarak üşür.
 

Yağmur ilk kız arkadaşıdır.
Dağ menziline değer alımlı yüzü
Haylaz çocukların koşuştuğu göğsünde
Dağılır kederi mavi bir yıldız
Alıp getirir sonsuz ilkyazı.
 

İlkyaz içinin hoyrat atıdır.
Kentin kapısını bulduğu sabah
Yorgun bir atlı gibi düşer gece
Yeniden anımsansın diyedir
Sevinir çünkü çocuklar bildikçe.
Haydar Ergülen

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

HAYDAR ERGÜLEN HAYATI ve ESERLERİ

HAYDAR ERGÜLEN HAYATI ve ESERLERİ

VÜCUD KİTABI - HAYDAR ERGÜLEN

SİS - HAYDAR ERGÜLEN

ADAM -HAYDAR ERGÜLEN

AYRILIKLAR GAZELİ- HAYDAR ERGÜLEN

UNUTULMUŞ BİR YAZ İÇİN - HAYDAR ERGÜLEN