Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

OKTAY RİFAT HOROZCU HAYATI ve ESERLERİ

(1914 - 1988)

Cumhuriyet dönemi şair ve yazarlarından, özellikle Türk Dil Ku­rumu’nda etkinlik göstermiş bulunan Samih Rifat'ın oğludur. Babası Trabzon Valisi iken orada doğan Oktay Rifat (1914), Ankara'da Erkek Lisesi'ni (1932) ve Hukuk Fakültesi'ni bitirdi (1936). Maliye Bakanlığınca Fransa'ya gönderildi. Üç yıl Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudu. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle doktorasını tamamlayamadan yurda döndü (1940). Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde görev aldı (1943). Sonra Ankara ve İstanbul'da avukatlık yaptı. 1961 yılında başladığı DDY Avukatlığından 1973 yılında emekli oldu.

18 Nisan 1988'de İstanbul'da öldü.

‘Bana kalırsa, şiirin Bir ayağı toplumda, Bir ayağı kişinin içindedir. Her ozan topluma mal olan, Başka Bir deyimle, nesnelleşen şiirle ilgili kural, ilke ve düşünceleri Bilmek ve öğrenmek zorundadır. Ozan, Başka ozanlardan kendine, kendinden Başka ozanlara gide gele pişer ve olgunlaşır. Ozanın fendine varışı kolay olmaz. Uzun yoldur bu.[1]

Oktay Rifat
ÇEVRESİ-KİŞİLİĞİ-GÖRÜŞLERİ

Türk Dil Kurumu’nun kurucusu ve ilk başkanı Samih Rifat, Kurtuluş Savaşı yıllarının ve

Yaslı gittim şen geldim,
Aç koynunu ben geldim
Bana bir yudum su ver
Çok uzak yerden geldim

dizelerinin şairidir.

Samih Rifat Trabzon Valisi iken dünyaya gelen Oktay Rifat, “Kalabalık ve hep­ti de kültürlü, yabancı dil bilir bir ev içinde edebiyat ve şiir terbiyesi almış, başta babası olmak üzere ağabeyi ve ablalarından çok şey öğrenmiş, ortaokul ve lise öğreniminde iken arkadaşları arasında kolayca kendini göstermiş, ırsî diyebileceğimiz bir kabiliyetle şiirler yazmaya başlamıştır.”[2]


Oktay Rifat’ın ortaokul sınıflarında Orhan Veli Kanık’la başlayan arkadaşlığı, onun ölümüne değin sürer. Melih Cevdet Anday’ın da katıldığı bu arkadaşlığa önemli yanı, kuşkusuz, kalem arkadaşlığıdır:

KUŞ VE BULUT

Kuşçu amca!
Bizim kuşumuz da var,
Ağacımız da.
Sen bize bulut ver sade
Yüz paralık.

(O. Rifat - O. Veli)

Orhan Burian, şiirlerine bakarak, bu üç arkadaşın “insan” karşısındaki tavırla­rını şöyle özetliyor:[3]

“Orhan Veli Kanık, insanteki olarak insanla gitikçe daha çok ilgi­leniyormuş. Hepsinin başında, eskiden beri kendi kendisi vardı; za­manla ona, hiçbiri de soyutluğunu kaybetmeyen kadın, erkek, çocuk tanıdıklar ve “bir hikâyemsi” gibi şeyler katıldı.

Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday, böyle belirli kişilere değil de, onların insan (yani yeryüzünde birtakım hakların sahibi) olarak uyandırdıkları düşüncelerle ilgileniyorlar...”

Oktay Rifat’ın arkadaşlarıyla lisede başlayarak Garip’te ve Yaprak’ta süren or­tak yanları ve kişiliği 1950’lerden sonra yeni arayışlara girer. Onun şiirsel eğitimin­de, arkadaşları gibi, Fransız şairlerinin etkisi de söz konusudur. “En beğendikleri” sorusu karşısında Oktay Rifat, şunları söylemektedir:[4]

“Sevdiğim ozanları soruyorsunuz. Eskidendi o. Sevdiğim, çok sevdiğim ozanlar vardı. Eteğine yapıştığım, her dizesini ayrı bir şaşkın­lıkla okuduğum ustalar eksik olmazdı gençliğimde. He yalan söyleye­yim, Fransız ozanlarıydı bunlar. İlk gönül verdiğim usta Baudelaire’dır. Rimbaud, Verlaine de yarı tanrılardı benim için. Mallarme’ye yakın za­manlara dek yanaşmadım. Sonradan çok sevdim o ozanı. Arkadan Supervielle, daha sonra Eluard. Bu arada, toplumsal taşlama alanın­da, deyişlerinden yararlandığım Prevert. Ama bilirdim Prevert’in öyle iri kıyım bir ozan olmadığını. Sonra gün geldi, büyü bozuldu. Bir düş müydü o hayranlıklar, o sevgiler diye düşünmeye başladım...”

Yaprak’ta çıkan “Şairin Kişiliği” adlı yazısında:[5]

“Ben kendi hesabıma birtakım ruhçu, Allahçı şairlerin şiirlerine katlanamıyorum. Şiirini okuduğum şairin mutlaka ileri bir insan olma­sını istiyorum.

Şiirin güzelliği söylenişinden geliyor. Doğru söze ne denir! Ama iş bu kadarla bitmiyor. Şiirin arkasında birini arıyor gözlerimiz, müşterek derdimizi dert bilen, bizi bu dertten kurtarmak için çırpınan birini. ”

diyen Oktay Rifat, Yaprak’ın başka sayılarında da şu görüşleri ileri sürüyor:

“Sanatın ilkesi güzeli bulmakmış, güzel şekiller yaratmakmış. Ne­reden çıktı? Kim demiş? Sanat eseri insanoğluna yaraşır bir haysiyet ta­şıdığı, üzerine aldığı işi başardığı zaman güzel olur. Yoksa yalnız bir gü­zellik tutturup giderse aklı başında okuyucuda, en az, bir tiksinti uyan­dırır. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Bir şey anlatan, bir şey inceleyen, düşünceye bir aydınlık getiren, kısacası güzellikten başka kaygıları olan eserlerin yanında, sadece güzel kaygısıyla kurulmuş eserlerin nasıl bayağı bir yosmalığa düştüklerini hepimiz biliriz...” (15 Mart 1950)

“Şair ister istemez bir düşünür olmak zorundadır, hem de ileriyi ¡iği.   gören bir düşünür. Yoksa geri düşüncelerle yoğurulmuş kafa şiire fayda yerine zarar verir. Bu, şairin sadece bir düşünür olmasını istemek değildir. Elbette ki, bir şiir sanatı, bu şiir sanatının da kendine göre bir düzeni vardır. Ama bu düzen, kâinat anlayışımıza, dünya görüşümüze göre ayarlanacağı içindir ki her şeyden önce, şairin bir düşünür olmasını gerektirir. Gelgelelim bu o kadar kolay bir iş değildir... ” (15 Şu­bat 1949)

Oktaf Rifat, 1956 yılında “Perçemli Sokak” adlı şiir kitabını yayımlar. Kendin-

Garip şiirindeki uygulamalarından başka bir yöne dönmüş; İkinci Yeni’yi başlatmıştır.

Bu konudaki yorumlamayı, üstünde araştırma yapmış olan Asım Bezirci’ye bırakmak yerinde olacaktır:[6]

  “İkinci Yeni, Oktay Rifat’ın da nitelendirdiği gibi, genellikle ‘düşünden yoksun, tutarsız bir hareket’ti. Hiçbir zaman tam bir ‘akım’ olmadı. Bilinçli bir toplulukça, belirli bir tarihte, sistemli bir bildiriyle ortaya çıkmadı. Çeşitli şairlerin bireysel çabalarıyla ucun ucun, ayrı ayrı oluştu, gitgide ortam bazı özelliklere kavuştu. Bundan dolayı, onu, bir tek öncüye ya da ürüne indirgemek uygun olmaz. Ancak, belirli toplumsal ve sanatsal koşullar altında, Birinci Yeni’ye karşı, başka bir şiiri arayıp deneyen kimi şairlerden söz edilebilir. 1945’te tohumları atılan bu şiire, 1956’d.a ‘İkinci Yeni’ adı verilir.

Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar ve Ece Ay­han'ın İkinci Yeni’ye yol açan ilk şiirleri 1954 Mayıs’ından 1956 Aralığına, yani Perçemli Sokak’ın çıkışına kadar, Yeditepe, Yenilik ve Pazar Postası dergilerinde görülür...”

Daha sonra, İkinci Yeni şairlerinden olan İlhan Berk, “Oktay Rifat’ın serüveni yeni bir serüven kendisi için, bizim için de yeni, batı içinse eski bir serüven, biliyorsunuz. Oktay Rifat adlandırmıyor ama bunun hiçbir önemi yok, Sürrealist (gerçeküstücülük) bunun adı." diyor.

Gerçekten Oktay Rifat bu akımla yakından ilgilenmiş; çok sonraki yıllarda 6 olsa bu konuda yazdığı bir yazıda (Yazko Edebiyat d. Nisan 1981) yeterli açıklamalarda bulunmuş; ancak bu açıklamalarıyla kendi şiirleri arasında bir bağlaç kurmamıştır.

Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçek’te Oktay Rifat’ın şair kişiliğini çizerken, şu noktalara değinmektedir:

“Garip’le belirli çıkış noktasına kavuşan ilk dönem şiirleri, tuhaflık sevgisini gitgide gerçeğin dış çizgileriyle değişmeye başlıyor. Yaşayıp Ölmek ve Avarelik üstüne Şiirler’de duruluyor; küçük adamın ruh hallerinde ve durumlarında ayrıntılar arıyor. Sonra da büyük bir hızla toplumcu bir yönsemeye giriyor." (s.97)

“Karga ile Tilki’ye Yeditepe şiir ödülü verildikten sonra bir dergi­de kendisiyle yapılan konuşmada, şiiri ‘toplum dertlerine çare arayan' bir uğraş olarak tanımlıyor (1955).’’ (s.99)

“Yaprak dergisindeki şiirlerde bu yönseme (düşünce şiirine geçiş güç kazanmıştır. Oktay Rifat bu yıllarda Sabahattin Eyüboğlu’nun önerdiği ‘halk olarak sanat’ formülünün çevresindedir öbür arkadaşla­rı gibi. Ancak, sanırım bu formülü en sıkışık bulunan şair de o olmuş­tu." (s. 100)

“Orhan Veli öldükten sonra, Yeditepe dergisinde yayımladığı şiir­lerde Oktay Rifat’ın ikili bir tutum içinde olduğunu görüyoruz. ‘Halk olarak sanat’ formülünden bir çıkma, bir sapma (bir çıkış değil) yapa­rak halk deyimlerinden, folklor öğelerinden yararlanıyor, bir yerde on­larla kuruyor şiirini (Karga ile Tilki, Fadik ile Kız); bazı çalışmalarında ise entellektüel bir yerden yakalıyor onu; bir Desnos duyarlığını, bir Éluard yalınlığını bitiştiren bir tavırla..." (s. 100)

“1955’te şiiri en katı anlamda tanımlamaktan büyük bir tat duyduktan hemen sonra, 1956’da, Perçemli Sokak’ın önsözünü yazmaya Oktay Rifat’ı iten nedenler neler olabilirdi? Şiirinin gelişim sürecinden bunun bir kanıtını gösterebilir miyiz? Kolay bir şey değil bu... Şurası belli ki, Oktay Rifat’ın insan anlayışında, dünya görüşünde, siyasal düşüncelerinde bir değişiklik meydana gelmiş değildir. Gerçeğe bağlı­dır yine. Toplumcudur yine. Ama gerçeğe bir de başka yerlerden bakmak istemekte, yani bir biçim araştırmasının gereksinimini duymak- ı tadır..." (s. 105)

Anlaşılıyor ki Oktay Rifat’ın yeniliklerde şiir arayışı, kişiliğinin önemli bir yanı;  kişilik değiştirmesi değil.

Kendisi de şöyle diyor:[7]

“Ruhbilimciler kişiliğin çok küçük yaşta oluştuğunu söylerler Demek taş çatlasa bir yaştan sonra ruh yapısı değişmez. Giz filan değildir bu. Reverdy 'den aktardığım tümceler de belirtiyor bunu. Bu oza­nın başka bir sözünü aktarayım size: ‘Ozan, tohumu, bulunduğunu sandığın yerde arıyorsan, bulamayacaksın demektir. Sen kendinin to­humusun, başkalarının tohumu sana yaramaz. ”

Oktay Rifat’ın yarım yüzyıllık yazınsal yaşamında oluşan görüşlerini değişik yayın organlarında bulmak olanağı vardır. Bunlar arasında, önemli olanlarından birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

"Güzel bir şiirin, bir mısraın kelimelerini mânâyı bozmayacak şe­kilde değiştirelim, mânâ bozulmaz ama şiir tılsımı yok oluverir... He­men şuracıkta şunu söyleyeyim ki bu deneme doğru olamaz. Mânâ kelime istifinin dışında bir nesne değildir. Kelime istifine sıkı sıkıya bağlıdır. Yapılan denemede kelimeler değiştirilirken mânâ da değiştiri­liyor. ‘Ahmet geldi’ sözüyle ‘geldi Ahmet’ sözünün mânâları ayrıdır...’’ (Yeditepe d. 1 Ekim 1952)

“Şiirde muhtevanın şairin katında gereği kadar saygı görmesi, şi­irimizin yüzünü iyiden iyiye ak edecek gibi geliyor bana. Şiirimiz bir oyun olmaktan çıkacak... İlkin muhteva üstünde durmak, alışmadığı­mız, bilmediğimiz yeni şekiller bulmamıza yarayacak. Şairlerimiz dün­ya işleriyle, halkla, halkın gidişiyle daha vukuflu, daha etraflı bir şe­kilde ilgilenecekler. Halkla şair arasındaki uçurum kapanacak. ” (Yedi­tepe d. 15 Ekim 1952).

“Sanatçılarımıza çok işler düşüyor. Perişan bir halk çoğunluğu karşısında sanat sanat içindir, gibi bir maval tutturarak eli kolu bağlı durmak, namuslu bir vatandaşa yaraşmaz... Vatandaş ve sanatçı sıfat­larını birbirinden ayırmaya kalkan kafa eski kafadır... Sanatçının top­lum hizmetinde şuurla çalışması gerekir. Yoksa çalışması verimli ol­maktan çıkar ki, bunu, memleketini seven bir sanatçı isteyemez.” (Var­lık d. 1 Kasım 1949)

“Şiir, toplumun göstergesidir. Toplum diriliğini yitirmedikçe şiir susmaz. Alışveriş de gerekli. Batı kültürü karşısındaki utangaç ve kor­kak tutumumuzu bir an önce yenmeliyiz. Hâlâ öğrenecek çok şey var: Bir toplumdan bir ya da iki ozan çıkar topu topu. Bu da yeter de artar bile. Gerisi edebiyat memurudur. Haşim’in deyimiyle. Umutluyum, çok umutluyum.” (Yazko Edebiyat d. Şubat 1981)

“Hümaniızmaya dayalı, halka dönük bir ulusal eğitim politikası uygulandığı gün yetişecek sanat ve kültür adamlarımızın verecekleri ürünler hem içte, hem dışta ilgiyle karşılanacaktır...” (Milliyet Sanat dergisi, 25 Ekim 1974


YAPITLARI

20. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Yeniler Dönemi’nin her dönemecindeki yenilik barağını taşıyanlar arasında gördüğümüz Oktay Rifat, 1960’lara değin, şiir türün yapıtlar yayımlamıştır. Onu 1960’tan sonra oyun, 1970’ten sonra ise roman yazarı olarak da izliyoruz. Türlerine ve tarih sırasına göre bu yapıtları şöyle sıralayabiliriz:

Şiirleri: Garip (Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday’la birlikte) (1941), güzelleme, Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik üstüne Şiirler (1945), Aşağı Yukarı (1952), Karga ile Tilki (1955 Yeditepe Şiir Armağanı) (1954), Perçemli Sokak, Âşık Merdiveni (1958), Elleri Var Özgürlüğün (1966), Şiirler (1970 TDK Şiir Armağanı) (1969), Yeni Şiirler (1973), Çobanıl Şiirler (1976), Bir Cıgara İçimi (1980 Sedat Simavi Vakfı Ödülü) (1979), Elifli (1980), Denize Doğru Konuşma (1982), Dilsiz ve Çıplak (1984 Behçet Necatigil Şiir Ödülü), Koca Bir Yaz (1987)

Oyunları:

1961 — Birtakım İnsanlar. 1960’ta oynandı.
1966 — Kadınlar Arasında. 1948’de oynandı.
Oyun İçinde Oyun (basılmadı). 1949’da oynandı.
Atlar ve Filler (basılmadı). 1962’de oynandı.
Çil Horoz (basılmadı). 1988’de oynandı.
Zabit Fatma’nın Kuzusu (basılmadı). 1965’te oynandı.
Yağmur Sıkıntısı (basılmadı). 1969/70’te oynandı.
(TRT Başarı Ödülü ile Sanatseverler Derneği’nce “Yılın En İyi Oyunu' olarak değerlendirildi.)
Dirlik Düzenlik (basılmadı). 1975’te oynandı.

Romanları: Bir Kadının Penceresinden (1976), Danaburnu (1981) Mandaralı Roman Ödülü) (1980), Bay Lear (1982)

Düzyazıları: Şiir Konuşması (1992)

Garip ortaklığından sonra yayımladığı Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik üs­tüne Şiirler’inin birinci bölümünde biçimsel özgürlüğü sürdüren Oktay Rifat, yaşama sevinci, insanlar, doğa, savaş, ölüm, avarelik, anılar vb. temaları dile getirmek­te; ikinci bölümde ise, 10-15’li ölçü ve çoğunlukla “abba” düzeninde, uyaklı dört­lüklerden oluşan şiirleriyle çeşitli tema ve imgeleri dile getirmektedir. Cemal Süreya’nın deyişiyle, “Günübirlik yaşamanın içindeki küçük, güncel durumlara önce­lik tanımaktadır.’’[8]

Halk şiirinden ve folklordan yararlanıp esinlendiği Güzellemeler’den sonra ya­yımlanan Aşağı Yukarı, Orhan Burian’ın değerlendirmesiyle[9]“Hayatın gidişin beğenmeyen, darda olanlara acıyan, kendini düşünenlere içerleyen; tekerleme ve allégorie yoluyla söyleyen” şiirleri kapsar.

Cemal Süreya da, adı geçen kitabında, Aşağı Yukarı ve Karga ile Tilki için şunları söylüyor:

“Bir Desmos duyarlığını, bir Eluard yalınlığına bitiştiren... Türk şi­irinin köpüğünü, Türkçenin doruklarını meydana getiren... İkili gelime... Oktay Rifat, Jacqve Prevert’in girişimini yansıtan yeni bir yolu deniyordu... Ancak halk deyimlerini, folklor öğelerini, olduğu gibi, bü­yük bloklar halinde yerleştiriyordu...”

Bir yandan da, Yaprak’ta sürdürülen, sanatı halk ve toplum yararına uygula­ma çabasındadır Oktay Rifat:

Karga bakar ki ta kendisi
Şu kırk yıllık peynir hikâyesi
Peynir hikâyesindeki ağızların
Başka türlüsü
Gelgelelim
Ey yaranı memduhu sefa
Biz haberi başka yerden verelim
Lamartine caddesinde
Dursun Ağa
Bir hoşluk var üstünde bugün
Dursun Ağa’nın
Biraz başı ağrıyor
Biraz da para sıkıntısı var han
Lamartine caddesinde
Dursun Ağa
Bir hoşluk var üstünde bugün
Dursun Ağa’nın
Biraz başı ağrıyor
Biraz da para sıkıntısı var hani
Biraz da yoksulluk ne de olsa
Biraz da karı dırıltısı
Hepsinden biraz biraz
On iki nüfuslar iki göz hanede
Kocakarı inmeli
Küçük kızı döverler evlâtlık durduğu evde
Büyük oğlanın parmaklarını makine kaptı
Ortanca kızı soysuzun biri gebeledi
Ananın çamaşırdan tırnakları dökülür
Küçük oğlanı sıtma tutar
Çocuk üstüne çocuk doğurur gelin
Şu işe bakın Daha geçende
Birini kör ettiler mahallede
Kaza olmasın kaza
Görünmez kaza
Ötekiler yalın ayak başıkabak
Toz toprak içinde Her neyse
Dursun Ağa
Elinde bir somun ekmek
İki sokum peynir
Köşe başından çıkagelir
Bakar ki ağaç
Fırsat bu fırsat
Ağanın peyniriyle işler tamam
Elpençe divan
Yerden kandilli selâm
Karşılar Dursuncuğu köşe başından
Ağanın peyniriyle işler tamam
Elpençe divan
Yerden kandilli selâm Karşılar
Dursuncuğu köşe başından
Oooo merhaba ağamız efendimiz beyimiz
Temel direğimiz temel çivimiz
Kirvemiz sağdıcımız eniştemiz
Ne zamandır yolunuzu kollarım
Kollarım şimendifer yollarım
Diz kapaklarım küp kapaklarım
Omuz başlarım samur saçlarım
Merhaba merhaba merhaba
Merhaba Dursun Ağa
Eğer seyransa teşrifinize sebep
İşte üç çifte kayık iskelede âmade
Binip çekiverelim Saadabad’e
Nerde dilerseniz orda taam edelim
İster yoğurtlu kebap
İster döner yiyelim.
Kaptığı gibi ağaç peyniri
Karganın ağzına sokar
Karga gak der
Peynir düşer
Tilki de kapar
Raviyanı ahbar, münakalanı asar rivayet ederler kim,
tilki peyniri olduğu gibi yutmamış. Ne hikmetse, cık
kadarını yine kargaya sunmuş.
Bye bye

(Karga ile Tilki’den)

1954’ten sonra Birinci Yeni’nin “şiirsellik ve açıklık” anlayışına tepki olarak başlayan kimi şiir denemelerine Oktay Rifat da “katılma” yoluna girer. Perçemli Sokak adlı kitap sanki bu amaçla yayımlanmıştır. Kitabın içindeki bir açıklamada: “Bir dilin kelimeleri birer işaret olarak gerçeği gözümüzün önüne getirmekle ödev­lidir... Bir dili kullanmak, kelimelerin bizde uyandırdığı görüntülerin (image, hayal) yardımıyla bir şey anlatmak demektir. O şeye anlam diyoruz... Bir sözün gözümü­zün önüne gelen görüntüsü, olabilecek bir şeyse anlamsız deriz. ‘Ahmet düştü’ sö­zünün bir anlamı vardır, çünkü Ahmet düşebilir. ‘Lâmbanın saçları ıslak’ sözünün bir anlamı yoktur, çünkü lâmbanın saçı olmaz. Bir kelime sanatı, bu yüzden bir gö­rüntü sanatı olan şiirin sadece olabilecek görüntülere bağlanmasını istenemeyeceğinden anlamla da kalması istenemez.” diyen Oktay Rifat’ın, özgür biçimli, imge­lerden ve bilinçaltından yararlandığı şiirleriyle birtakım şaşkınlık ve çağrışımlar ya­rattığı görülür

VI

Raf raf atlara karşı
Güneş kokulu kız
Aslanlara yedirir çocukluğunu
Gözünü örten kumların
Boyunu aşan sazların içinden

XIV

Dökülür asmaların kurnasından
Ot saçlı üzüm gibi
Yeşil papağanların kanı

Perçemli Sokak’taki şiirleri inceleyen Sabahattin Teoman, Oktay Rifat’ın bu yaptığının bir yenilik olmadığını ileri sürerek şunları yazıyor:[10]

“Eski yazarların da ‘bir maksadı daha kuvvetli anlatmak için’ teş­bih, istiare, mecaz hünerlerini kullandıklarını, kendisinin örneğin mis kokulu güvercinler, çıkınlı bulutlar, insan gözlü kediler, yalınayak ay­lar, kuzular gibi bulutlar, kitap kitap şehirler, güvercin kanadı gibi diş­ler, lokma lokma ağaçlar, damları doğrayan makas, raflardaki atlar’ına karşılık onların da kederli mevsimleri, kelimesiz vedaları, hayali heyhatları, gayyai vücutları, karanlık beyazları, baştanbaşa bahar olan kafileleri, ahlarından yanan bulutları, hüngür hüngür gülmeleri vardır.

Bizden öncekilerin yaptıklarını unutur da her yaptığımıza bizimle başlamış gözü ile bakarsak bunun sonu neye varır?

Durum bu olunca, Bay Oktay Rifat, Orhan Veli ile beraber kaçtı­ğı, onların edebiyatında gülünç olan ‘şairanelik’ o âlâyu vâlâ ile dön­müş demek olmuyor mu?

Suut Kemal Yetkin de bir yazısında:[11]

“Anlaşılan Bay Oktay Rifat, Breton’u ve emekli gerçeküstücüleri örnek almış, bir de bu yolda yazayım demiş.” eleştirisini getiriyor.

Oktay Rifat ise, bu eleştirilere özetle şu yanıtı veriyor:[12]

Bu şiirler bana zembille gökten indi demiyorum, bunların üstünde hiçbir etkisi olmadığını iddia edecek kadar da alık değilim…”

Aradan uzun bir süre geçmiştir. 1966’da Elleri Var Özgürlüğün yayımlanır & bakıma hak edilen özgürlüklerin elde edilmesi özlemini dile getiren bu yapıtta mitologya ve Homeros’tan esinlenilir, yeni bir “düzyazı-şiir” (mensur-şiir) biçiminde Agamemnon’larda, Yedi Dağın Ardındaki’nde, Yakarıcılar’da: güzellikler, acımasızlıklar, güçsüz kalmalar, savaşım ve eylem çağrıları, doğurganlık ve bereket özgürlüğü temaları işlenir. Özgür ya da 11, 12, 13’lü, uyaksız beşlik, altılık bölüklerden (kıtalardan) oluşan şiirler ise, çeşitli duygu, düşünce, görüntü ve imgeleri içerir.

1970 yılında TDK Şiir Armağanı alan Şiirler, 1969 yılında yayımlanmıştır. Rauf Mutluay, Cumhuriyet’in “Edebiyat Sohbetlerinde (25 Aralık 1973), Şiirler yeni Şiirler adlı kitaplarla ilgili olarak şunlara değiniyor: “Türk Dil. Kurumu şiir ödülü, nü kazanan ‘Şiirler’ eseri... Hepsi Yeni Dergi’de yayımlanmış o ürünler, dergide g kış sırasına göre dizilmişti kitapta. Biçim dikkatleri içinde bağlaşım (enjambement). Olanaklarının ustaca kullanımı, dil olgunluğu, doğa sevgisi, bir de orta yaşlar sını­rında duyulan o anlatılmaz hüzün, zaman korkusu önde geliyordu. Son kitabım bana yeni bir sentez gibi görünüyor. Buna eski Yunan ve Lâtin şiirinin etkisini de ekleyebilirsiniz.” diyordu Oktay Rifat. Bana göre ise, ölüm korkusuyla geçmiş zamanlar özlemi, yaşama güzellikleriyle bugününü tatma deneyleri yan yanaydı.

Yeni Şiirlerin ilk bölümü (Sen Yalnızlığında) elli şiir, kısalı uzunlu çeşitlemeler­le ‘Şiirler’ döneminin doğal bir uzantısı...

Kitabın ikinci bölümündeki şiirler (Dağın Orda, 36 şiir), yaratıcısının hep bü­yük harfle yazmaya dikkat ettiği ‘Zaman Şiirleri’ diye adlandırılabilir. Yokluk korku­su ağır basar...”

Oktay Rifat’ın Çobanıl Şiirler’i, doğa, kırsal yöre ve insan ilişkisiyle doğa kar­şısındaki duyguları dile getiren (pastoral) şiirlerdir. Mehmet H. Doğan bu şiirlerin yayımlanması üzerine şunları yazıyor:[13]

“Çobanıl Şiirler’in doğa şiirleri olduğu, doğa karşısında duygula­nımların yoğunlaştığı söylendi bu şiirlerde. Bu sayıda, Oktay Rifat'ın, bütün şiirlerinde olduğu gibi ‘Çobanıl Şiirler’de de bulunan bir özelliği unutuluyor gibime geliyor. Oktay Rifat, doğayı hiçbir zaman insandan soyutlamaz. İnsan ve çevresi doğayla içiçedir Oktay Rifat’ta. Doğa için­deki insanın yaşamıyla davranışı, devinimiyle bir anlam kazanır. Ço­banıl Şiirler’de de köy ve kasaba, insanıyla (bakkalı, kasabı, berberi, çamaşır yıkayanı, gurbete gideni, ırgatı... vb), türküleriyle, mezar taşlarıyla, hayvanlarıyla doğanın içinde, onunla birlikte yaşamdan ölü­me, ölümden yaşama devamlı bir devin'im içinde veriliyor...

Bu nedenle ‘Çobanıl Şiirler’i, adına karşın, salt doğa, şiirleri sayamıyorum ben. Köy ve kasabanın doğasal, çevresel görünümüyle birlikte köy insanı da gerçekçi, toplumsal durumlarından soyutlanma­dan verilir...”

Çoğu kitapları iki bölümden oluşan Oktay Rifat’ın Bir Cıgara İçimi adlı kita­bındaki birinci bölümü, yalnızlık, yoksulluk, unutulmuşluk, mutsuzluk, özlem gibi konular; çokluk sigaradan alınan bir soluk kısalığındaki şiirler oluşturur. İkinci bölümü ise, imgeler ve görüntüler karşısındaki düşünceleri ve olayları dile getiren uzun dizeli düzyazı-şiirlerdir. Elifli’nin de birinci bölümü ölçülü uyaklı, kimisi sone biçiminde; ikinci bölümü ise yine uzun dizeli, kırsaldan ya da kıyı yörelerinden ve­rilen görüntülü şiirlerden oluşmaktadır.

Ramis Dara, onun şiirlerini değerlendirirken bu iki kitabından şöyle söz edi­yor:[14]

"Ben, Bir Cıgara İçimi’yle ardından yayımlanan —şimdilik— son kitap Elifli için, doğa içindeki bir yalnızın ya da yalnızlığın türlü durumları demeyi uygun buluyorum. Kendine mi bakıyor Oktay Rifat sürekli? Değil. Bunu demek istemiyorum. O, kendine eğildiği şiirlerde bile dıştadır, dıştan bakmaktadır. İçe (öznele) dışarıdan (nesnel) bak­mak. Özellikle seçtiği özne ya da nesne de kendi değil zaten...”

Oktay Rifat, “Şiiri akışında keyfine bırakmak, bana en akılcı yol olarak görü­nüyor" diyor, Koca Bir Yaz adlı kitabının arka kapağında. Bu yapıtta, gerçekten şi­ir, artık kendi akışına bırakılmıştır: Bütünüyle biçimsel özgürlük... Temalardan içe­riğe yansıyan çeşitlilik... Her yöreden, her telden, anlık, güncel ya da tarihsel... Açık, anlaşılır ya da yarı anlaşılır dizeler...

Enver Ercan’la[15] yaptığı söyleşide Koca Bir Yaz’ın Garip Dönemi şiirlerini an­dıran yanıyla ilgili bir sorusuna Oktay Rifat’ın yanıtı şöyle:

Bu benzerlik, iki öğeden kaynaklanıyor. Birincisi bu şiirleri be­nim yazmış olmam. Ozan, tekniğini istediği kadar değiştirsin, yine de kendisi kalıyor. Eluard'ın ilginç bir denemesi var. Kalan müsveddeler­den anladığımıza göre Eluard, başka bir adla, yazdıklarına hiç benze­meyen türden şiirler yazmak istemiş. Bakıyoruz değişik bir anlatım, ama yine de Eluard. Diyeceğim yeni şiirimin Garip Dönemi şiirlerine benzemesi doğal. Benzeyişin ikinci öğesi dilden kaynaklanıyor. Bili­yorsunuz, Haşim’den bu yana sürüp gelen bir şiir dili anlayışı var: Bu anlayışa göre, şiir dili ne Türkçe, ne Fransızca, ne Arapçadır. Şiircedir. Anlatmak istemez, duyurur. Benim bu düşünceye katıldığım zaman­lar oldu. Ama bu kitabımla, tümüyle olmasa da, buna karşı çıktığım doğrudur. Bu kitaptaki dilim Türkçedir ve İstanbul ağzıdır. Şiirce de­ğil, halkın kendi diliyle sesleniyorum okura.

... Kitabın en önemli özelliği, kestirme söylemek. Söylenmek iste­nilene bu kısa yoldan, süssüz ve gösterişsiz bir biçemle ulaşmak sözü sakınarak kullanmak; bol keseden harcamamak da diyebiliriz buna. Bu haliyle Koca Bir Yaz eleştirel bir tutumla çıkıyor piyasaya. Şiir pi­yasasına bakarsanız iki tür şiir var: ya arabesk, ya bilmece. Bu kitap her iki tutuma da karşı. Her şey çok açık ve kısa. ”

Oktay Rifat’ın en çok etkinlik gösterdiği şiir türü yanında oyuna da önem verdiği görülür. Çoğu sahneye konulduğu halde basılmayan yapıtları dışında iki oyunu basılmıştır.

1948’de oynanan Kadınlar Arasında adlı yapıtında, mirasyedi bir paşa oğlunun yoksul bıraktığı ailesinin, sığındıkları eski bir evde yaşayışları ve gelen konukların ev sahibini kandırmaları sonucu oradan ayrılmak zorunda kalmaları öykülenir.

Yalnız 1949 yılında sahneye konulmuş olan Oyun İçinde Oyun'la ilgili olarak Oktay Rifat, konusunu ve tiplerini Karagöz ve Ortaoyunu’ndan aldığını ve bu oyunun “tiyatroyu halka indirmek için yapılmış bir gayret” olduğunu söyler.[16]

1960’ta sahneye konulan Bir Takım İnsanlaryorumlayan Niyazi Akı şunla­rı belirtiyor:[17]

“Bu eserde görüşlerimiz, yalnız günlük yaşantının sert kabuğun­da kalmaz; bu kabuk yer yer çatlar ve iskeleden geçenlerin hayati arı­nı izleyeceğimiz, şehrin hayatına bakabileceğimiz aralıklar bırakır. Ay­rı işleri, ayrı eğitim ve seviyeleri olan, hatta aynı zamanlara bağlı in­sanları görür, kendi kendileri üzerine ve hayata dair yargılarını öğreni­riz..."

1962’de oynanan Atlar ve Filler içinse, Zihni Küçümen, Oktay Rifat’ın insan­ların iç evrenini eğitmek istediğini, ancak tiyatro bakımından aksamalarla dolu ol­duğunu ileri sürmektedir.[18]

Romanlarına gelince; Selim İleri’nin Bir Kadının Penceresinden ve Danabur­nu adlı iki romanıyla ilgili tanıtması kısaca şöyle:[19]

“İlk romanında gündelik hayatımızın tekdüzeliği üzerinde özellik­le duruyor, ülkenin büyük çalkantıları arasında bir ev kadınının o hiç değişmez görünen yaşamasının hangi derin, köklü sorunlara da ya­taklık ettiğini belgeliyordu.

Böylelikle bireysel dünyanın sorunları, toplumsal sorunlarla kay­naştırılır Bir Kadının Penceresinden’de...

Danaburnu da beş aşağı beş yukarı aynı sorunlara el atıyor. Fa­kat Oktay Rifat, bu yeni romanında, çok düzlemliliği bir ana olayın çevresinde, o olayla doğrudan doğruya değil, dolaylı bağları olan de­ğişik katlardan kişilerin aktarılması tarzında sağlamayı deniyor, üslûp açısından değilse de, uygulayım açısından Amerikan romanının de­ğerli örneklerini çağrıştıran bir tarz bu...”

Oktay Rifat’ın “Latin Ozanlarından Çeviriler” (1963), “Yunan Antologyası" (1964) adlı çevirileri de bulunmaktadır.


YAZINSAL DEĞERİ

Biçimsel özelliklerden tema ve içeriğe; açık, anlaşılır, halk tarzı ya da mito­lojik benzerliklerden, atlamalı, çağrışımlı, imgeli, soyut söyleyişlere değin, sayı­sız çeşitlilik gösteren şiirlerinde Oktay Rifat, (oyunları ve romanları için de bu söz konusudur) sanki durmaksızın bir arayışın içinde, hep kendini yenilemeye çalışan ya da şiirin her tür ve biçimini denemeye uğraşan bir sanatçı görünümün­dedir. Ne var ki bu çeşitlilik genellikle gerçeklerden, gözlemlerden kaynaklana­rak duygu, düşünce ve imgelere yönelen niteliktedir; düş gücünden, imgelem­den değil. Onun, Dağlarca çeşitliliğinden ayrılan yanlarından biri de budur.

Bu görünüşüyle ve gerçekten verdiği uğraşla, Oktay Rifat'ın, yenileşen ede­biyatımızdaki etkinliği yadsınamaz. Birinci Yeni, İkinci Yeni, Halkçı yöntem, Toplumcu, soyut-anlamsız şiir, batı etkisindeki şiir... Onun yapıtlarında örnekle­rini bulabilir.

Sanatçı yanı, bu etkinliği yanında ne oranda kalıcıdır? Bunu zaman, gelecek çağlar, kuşaklar değerlendirecektir.

ELEŞTİRİLER-YORÜMLAR

Oktay Rifat, şiirlerinin etkisi için karşıtlardan çok yardım bekliyor. Bu karşıt­lar, paradoxe çeşidinden düşünce aykırılıkları değil de, sap derken saman demeye getiren, mantıksızlık kılığı altından da bizi sarıp dürten söz karşıtlıkları:

Şu zeytinyağlı dolma
Yemek değil rezalet
Rezalet rezalet
Hürriyet müsavat adalet

Bunların çoğunu deşince, altlarında, benzerinin ya da kaderi elinde kalan in­sanoğlunun —yerine göre— yoksulluğuna, zavallılığına, güçsüzlüğüne bir baş kal­dırma bulmak mümkün. Böyle ateşle yazılanlar arasında, bana kalırsa, (“Çocuk”, “Ruhlar”, “Güzel” gibi) şiir çıkmayanlar var. Ama şu da söz götürmez ki O.V. Kanık’ın dil kıvraklığına bugün en yaklaşan O. Rifat’tır. Deyimleri, tekerlememsi söz­leri, şiirimizde en güzel o kullanıyor. Bu dille, aklını değil de gönlünü dinleyerek yazdığı şiirler birinci sınıf şeyler...

Orhan BÜRİAN

Denemeler Eleştiriler, 1964

 
SOKAKTA

Metin Kutusu:
Kedigözü gibi incelmiş sokakta
Omuzumda kaygan urganı yağmurun,
Eski bir ölü çekiyorum yedekte.


Görüntümün ekseninde dönüyorum,
Bir kapı açıyorum kendime benzer.
Bir gözüm uyudu, bir gözüm ayakta.


Gece akrep gibi iniyor duvardan.

(Şiirler)


HÜRREM SULTANA GAZEL

Bu dünyayı seninle sevmişim, Hürrem!
Öldürür, diriltirsin, Mesih’im, Zührem!

Karun’ca mal yığsam ben neylerim sensiz,
Neylenir saltanat sensiz, gözüm, gözdem!

Allar kuşan, has bahçeden güller takın,
Bir düştür seyrettiğin aynadan madem!

Gel kavuş akşamla, desinler: “Ay doğmuş!’’
"Dağılmış, müjdeler olsun, zülüf, perçem!’’

Yüzgörümlük Eflâk ve Buğdan, Dilersen
Bu can var, esirgenmez, işte bir tanem!

(Yeni Şiirler)


BAKIRCI
Nerde bu bakıra dükkânı ve ne biçim
Bakraçlar ki onlar güğümler ki, bir damla
Güneş vursa bakırlarına, bir parıltı,
Bin kollu yangınla kızıl, sarıyor ufku,
Bir ırmak gürül gürül, aydınlık ve duru,
Akıyor üstümüzden sessizliğe doğru
Ve dalında yaprakla, ürkek, kıpırtılı,
Bir gün daha boynunu büküyor geceye!
(Yeni Dergi, Mayıs 1970)


[1] Yusufcuk d. Nisan 1979
[2]    Baki Süha Ediboğlu, Bizim Kuşak, 1968
[3]   Orhan Burian, Denemeler Eleştiriler, 1964.
[4]   Milliyet Sanat Dergisi, 20 Nisan 1973.
[5]  Yaprak d. 1 Şubat 1949.
[6]Yazko Edebiyat d. Temmuz 1981. Agd
[7] Yazko Edebiyat d. Şubat 1981.
[8] Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, 1976.
[9]  Orhan Burian, Denemeler Eleştiriler, 1964.
[10] Varlık d. 15.03.1957
[11] Varlık d. 15.05.1957
[12] Varlık d. 15.06.1957
[13] Milliyet Sanat Dergisi, 4.03.1977
[14] Türk dili d. Mart 1982.
[15] Güneş g. 22 Kasım 1987
[16]Varlık d. 1 Kasım 1949.
[17]Niyazı Akı, Çağdaş Türk Tiyatrosuna Toplu Bakış, 1968
[18]. Varlık d. 1 Kasım 1949.
[19]Milliyet Sanat Dergisi, 15 Mayıs 1981

İNKILAP YAYINLARI, TÜRK EDEBİYAT TARİHİ

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

OKTAY RİFAT'IN ŞİİRLERİ...

OKTAY RİFAT (HOROZCU) KİMDİR?

MISIR DÖNÜŞÜ -OKTAY RİFAT

MASAYLA KİTAP -OKTAY RIFAT

BAHÇEYLE KİTAP ARASINDA-OKTAY RIFAT

HÜRREM SULTANA GAZEL - OKTAY RİFAT HOROZCU