Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

İSMET ÖZEL ŞİİRİ VE POETİKASI


İsmet Özel (1944) şiiri bir coşku şiiridir. Okura coşku verir. Bir ya­nıyla marşlara benzer; sesi gürleştirir ve muhatabının göğsünü ile­ri doğru genişletir.

Bir şiirin, ilk elde okurda etki edeceği üç merkez vardır: Zihin, be­den ve kalp. Bunlardan birine, bir kaçına ya da hepsine birden et­ki eder. Şiirin okurla kuracağı ilişkinin biçimi, bu merkezlerin han­gisinin ya da hangilerinin prizmasından yansıdığına bağlıdır. Bir şiirin hangi duyguyu öne çıkaracağı, hangi merkezden geçeceğiyle ilgilidir. Çünkü şiir, okurun neyi, nasıl 'duyacağını' da belirle­yen bir yetkeye sahiptir. Özel'in "özgürlüğün şiire ihtiyacı vardır" derken kast etmek istediği böyle bir şey olsa gerek. Okurun özgür­lüğü şiir sayesinde kendini açıklar ve onu gerekçelerine sahip çı­kabilir hâle getirir. Buna şiirin 'vakum' olma özelliği diyebiliriz. Şiir okuru, bu vakumun etki alanına girme yeteneğine sahip kişi­dir. Ne var ki bu vakumun, merkezlerden hangisinin ya da hangi­lerinin odağına kurulduğu önemlidir. Yani, temel soru şudur: Öz­gürlük nereden başlayacak?

İsmet Özel'in poetik algısının keşfi, bu soruya verdiği cevabın keşfiyle ilgilidir. Biz, bu keşfe yönelmek istiyoruz. Ancak kâşiflik iddiasında değiliz. Çünkü her şiir kendiliğinden bir ele avuca gelmezliğe sahiptir ve şairinden bile bağımsız kaldığı yönleri vardır. Her şeyden önce şiir, bir metinden ibaret değildir. O, kendi içinde bir âlemdir. Bu âlem çoğunlukla muhatabının kişiliğinin rengine bürünür ya da ona kişiliğine uygun bir renk verir. Bu nedenle, şii­rin ortak paydası sanıldığı kadar çok değildir. Nihayetinde bu yazı bile şahsi bir görüş taşımaktan öteye geçemeyecektir.

Bu yazıya konu edeceğimiz şiirler Erbain'de yer alan şiirlerle sınır­lı olacak. Bunun şöyle bir gerekçesi var: Bütünlüğün kendine özgü bir anlamı vardır ama önemli olan bu bütünlüğü temsil eden unsur­dur. Bütünlük, kendini temsil eden unsur sayesinde var olur. Bana göre, son iki kitabı (Bir Yusuf Masalı ve Of Not Being Jew) kendi başlarına İsmet Özel'i temsil edemezler. Özel'i bütünleyen kitaplar­dır ama temsil edecek kitaplar değildirler. İsmet Özel şiirini temsil yeteneğine sahip kitabın Erbain olduğunu düşünüyorum.

*

İsmet Özel, İkinci Yeni'nin belirleyici olduğu bir dönemde şiire başlamıştır. Söyleşilerinde sık sık ifade ettiği üzere; 1954-1959 aralığında temelleri atılan şiiri Türk şiirinin son atılımı olarak gö­rür. Bu şiir İkinci Yeni şiiridir ve İsmet Özel şiirinin de yönünü ta­yin etmiştir. Onun şiirleri, toplumcu şiire özgü karakterler barındırmakla birlikte İkinci Yeni'nin havasını taşır. Belki şu söylene­bilir: İsmet Özel şiiri yapısı itibariyle İkinci Yeni'ye, öfkesi itiba­riyle de toplumcu şiire yaslanır. Bu iki akım arasında bir yerde du­rur; kendi özgünlüğünü ve özgürlüğünü buradan alır. Ancak ikin­ci Yeni'ye daha yakındır. Bu nedenle İsmet Özel şiiri Türk şiiri içerisinde yeni bir atılım olmaktan ziyade 1954 - 59 aralığındaki atılıma ciddi bir katkıdır.

Peki, İkinci Yeni'den farkı nedir?

İkinci Yeni şiirinin temel kalkış noktası 'yaşıyor olma' hâlidir. İs­met Özel'de ise hayat, kendi anlamı ve bütünlüğü içerisinde şiire bir gerekçedir. 'Yaşıyor olma' ile 'hayatın şiire gerekçe oluşturma­sı' arasında fark vardır. İsmet Özel'de hayat, anlamın bizzat ken­disidir çünkü o, şairin 'sevgilisi'dir. Diğerleri ise, yaşıyor olmanın sunduğu veriler her ne ise oradan hareket ederler. Özel, hayatı mu­hatap alır ve onun soyut varlığını kavramaya ve anlamlandırmaya çalışırken, diğerleri hayatın verilerinden yola çıkarak uğraşılarını yoluna koymaya çalışırlar. İsmet Özel'de öfke ve isyan, diğerlerin­de kadın, şehvet ve eşyaya dokunuş vardır. İkinci Yeni şairleri bi­reyden yola çıkarlar, İsmet Özel ise kendinden yola çıkar. Bu 'ken­dilik' durumu çoğu zaman topyekûn insanlık durumudur.

Bu noktada, aşk ve gelenek açısından İsmet Özel şiirinin yerini ve durumunu sorgulamak gerekiyor: Aşk nedir ve Özel şiirinde nasıl bir yeri vardır? Özel'in şiirlerinin gelenekle ilişkisi nasıl bir ilişki­dir?

Özel şiirinde, aşk, kavga ve hayat birbirlerinin bünyesi içerisine gi­rer, benzeşirler. Onun şiirinde insan-insan ve insan-ilâhî olan ara­sındaki bir aşkın belirgin olmamasının gerekçesi bir bakıma bura­dadır. O, aşk kavramını daha çok bilince ve amaca ilişkin kullanır. Çünkü hayattan yola çıkar ve sonunda yine hayata varır. Bu gel­gitlerde bir tek kendisi vardır. Doğaldır ki tek oluş her zaman aşkı 'unutturur'. Buradan varılacak sonuç şudur: İsmet Özel şiiri bir 'şahsiyet' şiiridir. Bu, ister topyekûn insanlığın şairin 'ben'inde mündemiç bulunduğu şeklinde anlaşılsın, isterse külli bir hayat al­gısının tek dayanak oluşu şeklinde anlaşılsın, ikisi de aynı sonuca varır. Şair her şeye kendinden başlar ve hayat karşısında tek başı­na sorunlarını ve sorumluluğunu savunur.

Gelenek konusuna gelince: Gelenek, bir anlamıyla 'imkânlar biri-kimi'dir. Bu birikim, sonradan gelene kendini dayatır. Ayrıca, ge­lenek tarih verir. İsmet Özel şiirinde bir tarih izine rastlayanlayız, Ne birikim olarak gelenek anlamında, ne de gelecek anlamında... Onun şiiri tarihe çağrışım yaptıracak kodlar, kelimeler barındırmaz. Her şeyi kendisiyle başlatır ve bitirir. Bunu hudayinabitlik anlamında söylemiyorum. Şiirin kendini var kıldığı gerçeklik an­lamında söylüyorum.

Yazının başına dönersek: Özel şiiri bir vakum görevi görürken zih­nin ve bedenin odağından yansır.

*

İsmet Özel'in sıklıkla tekrar ettiği "neden sosyalist oldumsa, aynı nedenlerle Müslüman oldum" ifadesinin şiirleri bağlamında ne tür bir karşılığı olduğu sorusu önemli görünüyor bana. Ayrıca, sosya­list olduğu dönemlerde yazdıklarına ilişkin Sezai Karakoç'un şu ifadesinin ne demeye geldiğini de anlamak gerekiyor: 'O önceden de bizim gibi yazıyordu'.

Bu ifadeler bizi İsmet Özel şiirindeki metafizik algıyı sorgulamaya itiyor. Özel şiirinin metafizik bir arka planı var mıdır? Nedir onu 'hep aynı' kılan şey? Andığımız ifadeleri nasıl yorumlamak gerekir?

İsmet Özel şiirini, içerisinde dört aşama barındıran sürekli bir akı­şa benzetiyorum. Bu dört aşamayı şiirleri baz alarak söylersek: İlk şiirler, "Geceleyin Bir Koşu", "Kanla Kirlenmiş Evrak" ve "Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar"dır.

"Geceleyin Bir Koşu"ya kadar olan şiirlerde lirizm baskın öğedir. Bu şiirlerde acı, salt kendisi olarak şiire sirayet ediyor. Yani, öfke ve hüküm barındırmıyor. Şiirlerin geneline yayılmış şiddet, bu şiir­lerde çok gerilerde duruyor. Ne var ki bu lirizm gitgide yerini öfke­ye ve 'partizanlığa' bırakacaktır. Acılarının dinginliği içerisinde varoluş sorgulamaya dönüşecek ve tek dayanak olarak hayatı bula­caktır. "Geceleyin Bir Koşu" ve devam eden şiirlerde ("Kanla Kir­lenmiş Evrak" şiirine kadar) bu havayı görüyoruz.

"Kanla Kirlenmiş Evrak" şiiri belli belirsiz bir şekilde metafizik bir hava içeriyor. Dikkatle okunduğunda bu havayı duymak mümkün. İsmet Özel şiiri için bu yeni bir şeydir. Şairin sorgulaması ve öfkesi hayatın ötesinden izler taşımaya başlıyor. Bu izler "Amentü" ile bir­likte kavramlara dönüşüyor. Ne ki pek değişen bir şey olmuyor. "Amentü", metafizik öz anlamında kendinden önceki şiirlerden fark­lı bir yere oturmuyor. Bir değişimi açıklıyor, evet ama öz olarak 'ye­ni durumdan' fazla bir hava taşımıyor. "Geceleyin Bir Koşu" ya da "Kanla Kirlenmiş Evrak" hangi havayı taşıyorsa "Amentü" de o ha­vayı taşıyor. İçerdiği bir takım yeni imgelere ve kavramlara rağmen.

"Cellâdıma Gülümserken..." şiirine gelinceye kadar metafizik olanın değil, hayat karşısında var olma kaygısının sesini duyarız. Metafizik ürperiş ilk defa baskın bir şekilde "Cellâdıma Gülümserken..." şiirin­de kendini hissettirir. Bu şiirle birlikte şair, içinde bulunduğu katı yal­nızlıktan, önceki şiirlerinin davet ettiği yalnızlıktan bütünüyle kurtu­lur. Bir Yusuf Masalı bu kurtuluşun destanıdır.

Bu durumda hem Sezai Karakoç'un hem de Özel'in ifadelerini na­sıl anlamak gerekecek? Çünkü "Kanla Kirlenmiş Evrak"a kadar olan şiirlerde metafizik unsurlar aramak fazla iyimserlik olur.

Düşüncem o ki, İsmet Özel şiiri başından beri, insana verilmiş kim­liğin mahiyetini anlamaya ve sorgulamaya çalışır. Bu, bir yönüyle Hz. İbrahim'in Allah'ı arayışına benzer. 'Benim rabbim kimdir?' sorusunun cevabının, meselâ 'güneş' olmadığı bilgisine sahip olma­sına rağmen gerçeği aramanın bir durağı olarak 'mi acaba?' sorusu­nu sorar. Ara yollara sapmak yerine gerçeğin yoluna giden izi takip eder. Ta ki gerçeği buluncaya kadar. Şimdi, 'Güneş mi acaba?' so­rusu ile hakikate erme noktası arasındaki mesafenin yanlış olduğu­nu, yeni durumun bir değişim sayılabileceğini söyleyebilir miyiz? Ben, İsmet Özel'in, 'nedenlerinin aynılığı' noktasındaki ifadesinin bir hakikati barındırdığına inanıyorum. Ancak bunun, ilk şiirlerinde metafizik izler arayarak değil, o şiirlerin temelini oluşturan 'namus­lu bir varoluş kaygısı' ile izah edilebileceğini düşünüyorum.

İsmet Özel şiirinin mizacı, sert bir mizaçtır. Bu sertlik zaman za­man şiddete varır. Öfkenin dinamikliği, kendine aşırı güven, bu güvenin bir yansıması olarak başkalarına aldırışsızlık ve isyan duygusunun verdiği gayretle haykırma isteği, kelimelerin ve imge­lerin içini eril bir sesle doldurur. İsmet Özel şiiri, eril bir şiirdir.

Bu eril havanın en çok duyulduğu şiir ise "Kalk, Düğüne Gidelim"dir. Bu şiirin eril havayı belirgin biçimde taşıması bir yana, birçok özelliği ile şairini en iyi temsil edecek şiir olduğunu düşünü­yorum. Eğer İsmet Özel'i temsil edecek tek şiirinden bahsedecek­sek bu "Kalk, Düğüne Gidelim"den başkası olamaz gibi geliyor bana. İsmet Özel şiirinin; sertliğini, zayıf yanlarını, güçlü yanlarını, acısını, öfkesini... her şeyini nüve halinde bu şiirde görebiliriz.

Peki, bu mizacı sert şiiri ayakta tutan nedir?

Sert mizaç, şiiri marşın tekdüzeliğine çekebilir. Sertlik, şiiri zaman karşısında dayanıksız kılacak bir şeydir. Bünyesinde sertlik barın­dıran bir şiirin zamanın katı kırıcılığı karşısında dayanabilmesi için kendisini esnek kılacak özelliklere ihtiyacı vardır. Bu noktada devreye lirizmin girdiğini görüyoruz. İsmet Özel şiiri, lirik bir şi­irdir aynı zamanda. Sertliğin hemen yanı başında, dengeleyici bir unsur olarak lirizm yer alır. İlk şiirlerinde baskın olan lirik söyle­yiş zamanla yerini eril havaya bırakmış olsa bile tümüyle şiiri terk etmez. Nedeni, Özel'in şiirinde acıyla uyarılmış bir dikkatin varlı­ğıdır. Özne ya da şairin 'ben'i, acıyı ve yalnızlığı kendine bir tuta­mak kılar. Ehlileştirilmiş bir acıdır bu. Sürekli kendini bütünleme­ye çalışır ama her bütünlenişte yeniden parçalanır. Bu parçalanıp bütünlerime enstantaneleri şiire serpiştirilir. Eril hava böylece li­rizm aracılığıyla dinlenir ve dinginleşir. Yani, İsmet Özel şiiri;

Binlerce, binlerce çocuk
Koşarak dokumuş benim kumaşımı
mısralarındaki lirizm ile

Hınçlar ve revolverler uçuşur
Kabuklu yüreklerinden bazı adamların
mısralarındaki sertlik veya şiddet arasında gider gelir.

*
İsmet Özel şiiri yapı olarak sağlam bir şiirdir.

Kelime mısra içinde, mısra da şiir içinde etle tırnak gibi durur. Hiçbir gereksiz unsura, fazladan söyleyişe, coşkudan pay almayan kelimeye rastlayamayız. Özel, şiirde laboratuar çalışmasına önem verir. Şiirin 'yapılmaya' müsait yanlarıyla gereği kadar ilgilenir, üzerinde kafa yorar. Onun şiirlerinde bir kelime bilinci olduğunu söylersek belki yeni bir şey söylemiş olmayız ama Özel şiiri bil­hassa böyledir. Az şiir yazmış olmasının gerekçesi de bir bakıma; buradadır.

Yapı sağlamlığını Türk şiirinde pek az şairin başarabildiğini düşü­nüyorum. Bu açıdan bakıldığında Sezai Karakoç şiiri de Cahit Zarifoğlu şiiri de yer yer fazlalıklar barındırırlar. Dahası bu fazlalık­ları pek önemsemezler. Bu şairler, söylerken kendilerini kaptır­makta sakınca görmezler. Hatta bazen buradan güç alırlar. İsmet Özel şiiri ise derli topludur, hiçbir fazlalığa yer vermez. Ayrıca bir fazlalığı taşıyamayacağı bile söylenebilir. Nitekim son iki kitabın­da bunun örneklerini bulmak mümkündür. Yapı sağlamlığı açısın­dan onu belki de bir tek Cemal Süreya ile karşılaştırabiliriz. Daha gerilere gidersek Yahya Kemal'le karşılaştırabiliriz.

Başka bir özelliği de, ilk mısra ile ya da ilk birkaç mısra ile okuru apansız kendine bağlayıvermesidir. İsmet Özel şiiri, ilk mısralardır. Yazının başında vurguladığımız coşku, ilk mısralarda yoğun­laştırılmış biçimde yer alır. Özel, şiire birdenbire ve yoğun şekilde başlar ve bünyesine yaydığı bir gerilimle devam ettirir. Ancak şu­nu da belirtmemiz gerekiyor: Bazı şiirlerde bu gerilim son mısralara doğru zayıflar; ilk mısraların taşıdığı coşku ve gerilim son mısralara kadar sürdürülemez. Ya da son mısralar ilk mısraların heybeti karşısında zayıf görünürler.

[Sayı 196, Haziran 2006]

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

İSMET ÖZEL ŞİİRLERİ

İSMET ÖZEL HAYATI ve ESERLERİ

İSMET ÖZEL'İN TÜRK ŞİİRİNE GETİRDİĞİ YENİLİKLER

İSMET ÖZEL'DEN ŞİİRLER

İSMET ÖZEL KİMDİR?

İSMET ÖZEL ŞİİRİ VE POETİKASI


ŞİİR OKUMA KILAVUZU- İSMET ÖZEL

(.....)

5.

Niçin şiir okuruz? Herhalde yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak için. Çünkü insan ne yaparsa hep bunun gibi "muharrikler" itkisiyle yapar. Açlık "hissedilir", soğuktan ya da sıcaktan "korunulmak" istenir, cinsel güdü "doyum noktasına" çevrilir. Bütün memeli hayvanlarda, belki bütün canlılarda ortaklaşa yaşanılan maceralardır bunlar. İnsanın beslenme, barınma ve çoğalma yolunda yapıp ettiklerinin temel sebebini doğrudan doğruya insanın içinde, insanın güdülerinde yani onun bir "canlı" oluşunda bulabiliriz. İnsanların canlı olmak ve canlı kalmak için yeyip içtikleri, giyinip barındıkları, dayanışma ve sevişme şartlarını yerine getirdikleri düzeydeki bu noktada şiirin de öteki sanatların da söze konu edilmelerine gerek yoktur,

Eğer insanlar öteki canlılar gibi davranışlarını güdülerinin peşi sıra yalıncak sürüklemiş olsalardı hiçbir zaman kendi dışlarında nesnellik kazanmış olan sanattan, soyutlama düzeyinde bağımsız bir kimlik sahibi olan düşünceden bahsedemeyecektik. İnsanlar öteki canlılar gibi içinde bulundukları ortamın gereklerinin kaçınılmaz kıldığı konumu üstlenmek durumunda olmadıkları için insan olma vasfına sahip, toplumsal kurumlara, sanatlara, bilime, felsefeye sahiptirler. İnsanlar da öteki canlılar gibi açlık, güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla bazı etkinliklerde bulunurlar ama insan dışındaki canlılar kendi dürtüleri ve içgüdüleriyle yaşama biçimleri arasında mutlak bir uygunluğa, ahenge sahip oldukları halde insanğlu, yaşama güdüleri ile yaşama biçimi arasındaki uyumu kendisi kurmak zorundadır. İnsan için sınırlarını aşamayacağı bir yaşama biçimi yoktur, ama sınırları aşmak da aşmamak da insanın elindedir.

Beslenme, barınma ve çoğalma için insanın yaptıkları ile öteki canlıların yaptıkları mahiyetleri itibariyle birbirinden köklü bir biçimde farklıdır. İnsan dışındaki canlılar yaşamak için ne yapacaklarının bilgisine peşinen sahiptir. Hayvanlar neyi yemeleri gerektiğini içgüdüleriyle bilirler, otoburlar zehirli olmayan otları, etoburlar kendilerini besleyebilecek yaratıkları bir başkasının bilgi aktarmasına gerek olmaksızın ayırt edebilirler. Kuşların yuva yapmayı öğrenmeleri için yolu yöntemi yalnızca insana özgü olan türden bir eğitim görmelerine gerek yoktur. Hayvanların hepsi erkek-dişi ilişkilerindeki tutumlarını (doğal ortamları içinde) a priori (!) edinmişlerdir. Bütün bunların yanıbaşında (isterseniz karşısında) insan "ne yapacağını" bedeninde hazır bulunan bir teçhizattan çıkaramaz. İnsanın herhangi bir şeyi bilebilmesi için "bilgi" denilen bir soyutlukla ilinti kurması gerekir. İnsan bilgiyi "alır". Aldıklarının yardımıyla türetir de. İnsanın aldığı veya türettiği bilgi hiçbir zaman bedeninin bir parçası olamaz. İnsanın bedenine bitişik olan yalnızca "yeti" dediğimiz bir imkândır.

Doğuştan getirilmeyen bir "bilgi" insanların neyle ve nasıl besleneceklerini, korunacaklarını, üreyeceklerini öğrenmelerinin tek kaynağıdır. İnsan olmak yahut insan kalmak ancak bir bilgi dağarcığıyla yani birtakım soyut uzlaşma alanlarıyla mümkündür. İnsanın bilgisiz yaşayamayışı onun topluluklar halinde yaşamasını zorunlu kıldığı söylenmelidir, ama daha önemli şeyler bunun yanısıra söylenmelidir. "İnsan bilgisiz yaşayamaz." gibi bir cümlenin, insanın "doğru ve "yanlış"; "iyi" ve "kötü" ayrımı yapmaksızın yaşayamayacağı anlamına geldiği söylenmelidir.

İşte, insanın daha en temel ihtiyaçlarını gidermek için bile kendi maddi yapısının dışında yer alan bir bilgiye başvurmak zorunda oluşu; hayatını kararlar vererek sürdürmek zorunda bulunuşu; hem kendisinden hem de hemcinslerinden dolayı yüklendiği sorumluluklardan kaçamayışı düzeyinde şiirden söz açmamız mümkündür.

İnsanın "iyi"leri ve "kötü"leri sözlü dilin onun üzerinde bıraktığı etkiyle, sözlü dil dolayısıyla yaratılan dünyayla baglantılıdır. Kelimeler insanın iç dünyasındaki bütün tınıların başlatıcısıdır. Yalnız, sözlü dilin insan hayatında önemli bir yer tutmasıyla birlikte şiirin insan hayatında gerekli yerini aldığını söylemekte acele etmemeli. Şiirin insan hayatında gerekli bir yere sahip olması için "söz"ün insan hayatında önemli bir yer tutması yetmez. Belki sözün yerinden edilmiş olması; insanoğlunun en doğru, en iyi edimlerini öğrenmede sözlü dilin yüklendiği görevi yerine getiremeyişi şiirin yolunu açar yahut şiire yaşama alanı kazandırır. Şöyle:

Hayvanın içgüdüsüyle kendisi için doğru ve iyi olanı bulması gibi, insandan insana sağlıklı ve dolaysız bir yolla bilgi iletilebiliyorsa ve bu iletme eylemi her iki yanı hoşnut kılıyor, bildiriyi alan ve veren yapılan işin anlamıyla dolu dolu iseler insanların şiir okuma (ya da söyleme) çabasına girişeceklerini, bu çabayı kaçınılmaz sayacaklarını düşünmek muhaldir. Çünkü her sağlıklı ve dolaysız bildişim şiirin doğmasını gerektiren pürüzleri ortadan kaldırır. Şiir bize düzyazının vermediğini sağlar dediğimiz zaman, kullandığımız dilin asıl insanca bildiriyi ulaştırmakla yetersiz kaldığını itiraf etmiş oluyoruz.

Ne zaman insan karanlık bir yerde sayıklamaya itilmiş, insan ilişkileri karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere bürünmüş, insanın bir başka insana söyleyeceği söz anlamını kaybetmiş, insan davranışları yapaylık, içtensizlik yüklü hale gelmişse, insanlar şiir okumak, şiirle uğraşmak, şiirden öğrenmek gereğini duymuşlardır. Böyle de olmak zorundadır. Çünkü şiir anlatılmaz bir şeyin aniatılmaya çabalanmasının sonunda, anlatılabilir bir şeyin yeniden anlamlı kılınması için gösterilen bir çabanın sonunda, yeterince anlaşılmayan bir şeyin etkili bir anlatıma kavuşturulması uğrunda harcanan çabaların sonunda ortaya çıkar.

Öyleyse dilin bütün önemini muhafaza ederek kullanıldığı bir ortamda değil, dilin kendi anlatım kolaylığını kaybettiği, insanların günlük yaşayışlarında kelimelerin anlatım gücüne ulaşamadıkları, kullanılan dilin gerektirdiği ilişkilere olan güvenin sarsıldığı bir ortamda şiir, insanların özlediği, istediği ve işlerine yarayacağına inandığı bir etkinlik olarak belirir.

Yukarıda da söylemiştim: Bizim şiir okuma isteği duymamız, yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak içindir. Önce yokluğunu hissettiğimiz , tamamlamak istediğimiz şeyin ne olduğunu anlamaya çalışalım:

Açlık, güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla beliren etkinlikler ve edilginlikler canlı cansız bütün yaratıkları hem kendi yapılarında, hem de birbirleriyle olan bağlantıları bakımındaıı bir bütün haline sokmuştur. Bu bütün, her çağda ve her yerde son derece karmaşık, kendisi hakkında getirilecek her açıklamayı kısa sürede gülünç kılacak kadar da çetrefildir.

İnsanoğlunun yaşaması, bir parçası olduğu bu bütüne sıkı sıkıya bağlıdır ve belki de bütünün her birimine bağımlıdır. Büyük bütünün ancak belli bir yerinde bulunan insan kendi yapısı içinde de bir bütündür, üstelik bir parça ve bir bütün olarak nerede bulunduğunu kavrama gayretindedir. İşte şiir, insan yaşamasındaki bütünlük duygusunun dağıldığı, parça ve bütün kavramlarının birbirine karıştığı, insanın bütün içindeki yerinden saptığı yörede insanın bir ezgisi, bütüne olan özlemi biçiminde ortaya çıkar. Yokluğunu hissettiğimiz şey içimizde bulunması gereken "zımni" bütünlük, bütüne ait olma duygusudur. Zaten sevmemizin, acımamızın, öfkelenmemizin, böbürlenmemizin, zavallılaşmamızın, tanrılaşmamızın bu bütünle, bu bütünü anlamak isteyişimiz veya anlamak istemeyişimizle bir ilgisi vardır. Şiirin "theme"i ne olursa olsun, şiir gerçek derinliğini, yüceliğini, değerini insandaki bu "hasret giderme" duygusunda bulur.

Şiir okumak isteriz, çünkü bütüne, bütünümüze, bütün içindeki yerimize varma zorluğunu bu insani ve insan dışı aygıtla yenmek isteriz. Şiir bu anlamda bir "yerine getirici'', bir silah, bir kalkandır.

İnsanın kendisinin de bir parçası olduğu bütünün açıklamasına değil, benimsenmesine giden yol üzerinde şiir vardır. Şiiri bir bütüne ait olduğumuz duygusundan kalkarak okuruz. İçimizde şiir okuma isteğini taşıyabilmemiz için bizim şiir kabul edecek bir yanımız olduğunu varsaymamız gerekir. Bu varsayımın kaynağı ise kendimizin bir bütün olduğu ve kendi bütüntimüzün de bir bütüne ait olduğu hususunda sahip olduğumuz duygudur. Sözlü dil, onu anlama ve kullanmayı öğrenme süreci boyunca bize soyutlamaya kavuşmuş ifadelerin - kelimelerin, cümlelerin ve bunların ortaya çıkması için gerekli algıların, mantık işlemlerinin - bütünü belirten birer işaret olduğunu göstermiş, bizi insanların dışında da bir anlama sahip ve insanları da içine alan bir bütünde yer aldığımıza ikna etmiş, hatta bizlerin ancak bu işaretlerle güvenlik içinde olabileceğimize gizlice inandırınıştır.

Şiirden (belki söz sanatları başta olmak üzere bütün sanatlardan) aldığımız doyum, işte bu önceden sahip olduğumuz inancın pekişmesidir. Ne var ki şiirle elde edilen doyum aynı zamanda bir açlığın başlangıcıdır çünkü her şiir insanın bütünle arasında bulunan mesafe hakkında sahip olduğu bilinçlilik durumudur, her şiir insanın bütüne olan hasretini kamçılar.

(.....)

İSMET ÖZEL
Şiir Kitabı, S. 20-25

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

İSMET ÖZEL ŞİİRLERİ

İSMET ÖZEL HAYATI ve ESERLERİ

İSMET ÖZEL'İN TÜRK ŞİİRİNE GETİRDİĞİ YENİLİKLER

İSMET ÖZEL'DEN ŞİİRLER

İSMET ÖZEL KİMDİR?

İSMET ÖZEL ŞİİRİ VE POETİKASI


ŞİİRİN ÖZGÜRLÜĞÜ-- İSMET ÖZEL

Bir duyarlığın şiirle dışa vuruşunda geçtiği süzgeçlerden biri, belki de en önemlisi düşüncenin koyduğu süzgeçtir. Burada sözünü etmek istediğim bu süzgecin işleyişi olacaktır.

Şiir gücünü bir düşünce dizisinin, bir öğretinin sözcüsü olmaya dayayamaz. Çünkü şiirdeki düşüncenin söz konusu edilebilmesi için şiiri baskı altında tutan etkenlerin

I) Bir felsefenin, bir öğretinin yapacağı gibi şiiri kalıplayacağı yerde (kalıplanan şey şiir değildir çünkü), onu bakış açılarının ve biçimselliklerin sınırına sokması gerekir. Bu sınır içeriğin her zaman zorladığı, eytişim anlayışı içinde değerlendirebileceğimiz bir sınırdır.

2) Şiiri tabana ( ozanın kendisine, dolayısıyla insana) ve çağına yerleştirebilmemiz gerekir. Taban ise çok yönlüdür. Bilinçaltının, komplekslerin ve bastırılmış isteklerin sürekli etkisi altındadır. Ters yönlü bir etkiyi yok etmek, şiiri bükülmez gerçeklerin kanadı altından kurtarmak imgenin görevidir. Şiirin tabanı ussal olmayabilir. İçinde taşıdığı çelişkilerle varlığını sürdürebilir. Oysa düşünce dizileri ussal olmak savındadır.

Şiirde alttan akan bir düşüncenin (anlamın ya da bilincin) varlığını kabul ediyorum. Bu düşünce tohumunda özgürlüğü taşıyan ve insanın birçok kesimlerini durmadan deşen, açığa vuran (betimleyen değil) tedirgin edici bir noktadır.

Bu deşmek eyleminde ussal akımların, felsefelerin ve ögretilerin tuttuğundan ayrı bir yol tutar. Bu yolla onları aşıp gelişim yönünü çoğaltır. Bu yol imgenin açtığı yoldur.

İmge bütün hızını kendiliğinden olmaya borçludur. Düşüncenin katı baskısını üstünde taşımaz. Kendi başına bir duyarlığın ödün vermeden biçimlendiği özgür bir kuruluştur.

İmgenin sağladığı özgür (hatta amaçsız) ortam şiiri nereye götürür? Çağdaş bir eleştirel güçle sınırlanmadığı sürece hiçbir yere. Yani yere basmaz, asılı kalır havada. Çağdaş eleştirel gücü belli bir duyarlık düzeyinin ve şiir eğitiminin sağladığı bakış açısı olarak tanımlayabiliriz. İşte, imgenin yaratıcı gücü, ozanın yaşadığı ile ve eleştirel gücü ile işbirliği etmek zorundadır. Düşünce süzgeci dediğimiz şeyin işlediği yer burasıdır.

Başarılı şiiri imgelerin denetlenmesindeki ustalık olarak görmek aşırı bir tanım değildir sanıyorum. Denetleyici ögeleri sınırlamadıktan sonra..

EVRİM dergisi (İzmir)
Mayıs 1964

İSMET ÖZEL
Şiir Kitabı, S. 61-62

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

İSMET ÖZEL ŞİİRLERİ

İSMET ÖZEL HAYATI ve ESERLERİ

İSMET ÖZEL'İN TÜRK ŞİİRİNE GETİRDİĞİ YENİLİKLER

İSMET ÖZEL'DEN ŞİİRLER

İSMET ÖZEL KİMDİR?

İSMET ÖZEL ŞİİRİ VE POETİKASI