Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ŞİİR OKUMA KILAVUZU- İSMET ÖZEL

(.....)

5.

Niçin şiir okuruz? Herhalde yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak için. Çünkü insan ne yaparsa hep bunun gibi "muharrikler" itkisiyle yapar. Açlık "hissedilir", soğuktan ya da sıcaktan "korunulmak" istenir, cinsel güdü "doyum noktasına" çevrilir. Bütün memeli hayvanlarda, belki bütün canlılarda ortaklaşa yaşanılan maceralardır bunlar. İnsanın beslenme, barınma ve çoğalma yolunda yapıp ettiklerinin temel sebebini doğrudan doğruya insanın içinde, insanın güdülerinde yani onun bir "canlı" oluşunda bulabiliriz. İnsanların canlı olmak ve canlı kalmak için yeyip içtikleri, giyinip barındıkları, dayanışma ve sevişme şartlarını yerine getirdikleri düzeydeki bu noktada şiirin de öteki sanatların da söze konu edilmelerine gerek yoktur,

Eğer insanlar öteki canlılar gibi davranışlarını güdülerinin peşi sıra yalıncak sürüklemiş olsalardı hiçbir zaman kendi dışlarında nesnellik kazanmış olan sanattan, soyutlama düzeyinde bağımsız bir kimlik sahibi olan düşünceden bahsedemeyecektik. İnsanlar öteki canlılar gibi içinde bulundukları ortamın gereklerinin kaçınılmaz kıldığı konumu üstlenmek durumunda olmadıkları için insan olma vasfına sahip, toplumsal kurumlara, sanatlara, bilime, felsefeye sahiptirler. İnsanlar da öteki canlılar gibi açlık, güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla bazı etkinliklerde bulunurlar ama insan dışındaki canlılar kendi dürtüleri ve içgüdüleriyle yaşama biçimleri arasında mutlak bir uygunluğa, ahenge sahip oldukları halde insanğlu, yaşama güdüleri ile yaşama biçimi arasındaki uyumu kendisi kurmak zorundadır. İnsan için sınırlarını aşamayacağı bir yaşama biçimi yoktur, ama sınırları aşmak da aşmamak da insanın elindedir.

Beslenme, barınma ve çoğalma için insanın yaptıkları ile öteki canlıların yaptıkları mahiyetleri itibariyle birbirinden köklü bir biçimde farklıdır. İnsan dışındaki canlılar yaşamak için ne yapacaklarının bilgisine peşinen sahiptir. Hayvanlar neyi yemeleri gerektiğini içgüdüleriyle bilirler, otoburlar zehirli olmayan otları, etoburlar kendilerini besleyebilecek yaratıkları bir başkasının bilgi aktarmasına gerek olmaksızın ayırt edebilirler. Kuşların yuva yapmayı öğrenmeleri için yolu yöntemi yalnızca insana özgü olan türden bir eğitim görmelerine gerek yoktur. Hayvanların hepsi erkek-dişi ilişkilerindeki tutumlarını (doğal ortamları içinde) a priori (!) edinmişlerdir. Bütün bunların yanıbaşında (isterseniz karşısında) insan "ne yapacağını" bedeninde hazır bulunan bir teçhizattan çıkaramaz. İnsanın herhangi bir şeyi bilebilmesi için "bilgi" denilen bir soyutlukla ilinti kurması gerekir. İnsan bilgiyi "alır". Aldıklarının yardımıyla türetir de. İnsanın aldığı veya türettiği bilgi hiçbir zaman bedeninin bir parçası olamaz. İnsanın bedenine bitişik olan yalnızca "yeti" dediğimiz bir imkândır.

Doğuştan getirilmeyen bir "bilgi" insanların neyle ve nasıl besleneceklerini, korunacaklarını, üreyeceklerini öğrenmelerinin tek kaynağıdır. İnsan olmak yahut insan kalmak ancak bir bilgi dağarcığıyla yani birtakım soyut uzlaşma alanlarıyla mümkündür. İnsanın bilgisiz yaşayamayışı onun topluluklar halinde yaşamasını zorunlu kıldığı söylenmelidir, ama daha önemli şeyler bunun yanısıra söylenmelidir. "İnsan bilgisiz yaşayamaz." gibi bir cümlenin, insanın "doğru ve "yanlış"; "iyi" ve "kötü" ayrımı yapmaksızın yaşayamayacağı anlamına geldiği söylenmelidir.

İşte, insanın daha en temel ihtiyaçlarını gidermek için bile kendi maddi yapısının dışında yer alan bir bilgiye başvurmak zorunda oluşu; hayatını kararlar vererek sürdürmek zorunda bulunuşu; hem kendisinden hem de hemcinslerinden dolayı yüklendiği sorumluluklardan kaçamayışı düzeyinde şiirden söz açmamız mümkündür.

İnsanın "iyi"leri ve "kötü"leri sözlü dilin onun üzerinde bıraktığı etkiyle, sözlü dil dolayısıyla yaratılan dünyayla baglantılıdır. Kelimeler insanın iç dünyasındaki bütün tınıların başlatıcısıdır. Yalnız, sözlü dilin insan hayatında önemli bir yer tutmasıyla birlikte şiirin insan hayatında gerekli yerini aldığını söylemekte acele etmemeli. Şiirin insan hayatında gerekli bir yere sahip olması için "söz"ün insan hayatında önemli bir yer tutması yetmez. Belki sözün yerinden edilmiş olması; insanoğlunun en doğru, en iyi edimlerini öğrenmede sözlü dilin yüklendiği görevi yerine getiremeyişi şiirin yolunu açar yahut şiire yaşama alanı kazandırır. Şöyle:

Hayvanın içgüdüsüyle kendisi için doğru ve iyi olanı bulması gibi, insandan insana sağlıklı ve dolaysız bir yolla bilgi iletilebiliyorsa ve bu iletme eylemi her iki yanı hoşnut kılıyor, bildiriyi alan ve veren yapılan işin anlamıyla dolu dolu iseler insanların şiir okuma (ya da söyleme) çabasına girişeceklerini, bu çabayı kaçınılmaz sayacaklarını düşünmek muhaldir. Çünkü her sağlıklı ve dolaysız bildişim şiirin doğmasını gerektiren pürüzleri ortadan kaldırır. Şiir bize düzyazının vermediğini sağlar dediğimiz zaman, kullandığımız dilin asıl insanca bildiriyi ulaştırmakla yetersiz kaldığını itiraf etmiş oluyoruz.

Ne zaman insan karanlık bir yerde sayıklamaya itilmiş, insan ilişkileri karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere bürünmüş, insanın bir başka insana söyleyeceği söz anlamını kaybetmiş, insan davranışları yapaylık, içtensizlik yüklü hale gelmişse, insanlar şiir okumak, şiirle uğraşmak, şiirden öğrenmek gereğini duymuşlardır. Böyle de olmak zorundadır. Çünkü şiir anlatılmaz bir şeyin aniatılmaya çabalanmasının sonunda, anlatılabilir bir şeyin yeniden anlamlı kılınması için gösterilen bir çabanın sonunda, yeterince anlaşılmayan bir şeyin etkili bir anlatıma kavuşturulması uğrunda harcanan çabaların sonunda ortaya çıkar.

Öyleyse dilin bütün önemini muhafaza ederek kullanıldığı bir ortamda değil, dilin kendi anlatım kolaylığını kaybettiği, insanların günlük yaşayışlarında kelimelerin anlatım gücüne ulaşamadıkları, kullanılan dilin gerektirdiği ilişkilere olan güvenin sarsıldığı bir ortamda şiir, insanların özlediği, istediği ve işlerine yarayacağına inandığı bir etkinlik olarak belirir.

Yukarıda da söylemiştim: Bizim şiir okuma isteği duymamız, yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak içindir. Önce yokluğunu hissettiğimiz , tamamlamak istediğimiz şeyin ne olduğunu anlamaya çalışalım:

Açlık, güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla beliren etkinlikler ve edilginlikler canlı cansız bütün yaratıkları hem kendi yapılarında, hem de birbirleriyle olan bağlantıları bakımındaıı bir bütün haline sokmuştur. Bu bütün, her çağda ve her yerde son derece karmaşık, kendisi hakkında getirilecek her açıklamayı kısa sürede gülünç kılacak kadar da çetrefildir.

İnsanoğlunun yaşaması, bir parçası olduğu bu bütüne sıkı sıkıya bağlıdır ve belki de bütünün her birimine bağımlıdır. Büyük bütünün ancak belli bir yerinde bulunan insan kendi yapısı içinde de bir bütündür, üstelik bir parça ve bir bütün olarak nerede bulunduğunu kavrama gayretindedir. İşte şiir, insan yaşamasındaki bütünlük duygusunun dağıldığı, parça ve bütün kavramlarının birbirine karıştığı, insanın bütün içindeki yerinden saptığı yörede insanın bir ezgisi, bütüne olan özlemi biçiminde ortaya çıkar. Yokluğunu hissettiğimiz şey içimizde bulunması gereken "zımni" bütünlük, bütüne ait olma duygusudur. Zaten sevmemizin, acımamızın, öfkelenmemizin, böbürlenmemizin, zavallılaşmamızın, tanrılaşmamızın bu bütünle, bu bütünü anlamak isteyişimiz veya anlamak istemeyişimizle bir ilgisi vardır. Şiirin "theme"i ne olursa olsun, şiir gerçek derinliğini, yüceliğini, değerini insandaki bu "hasret giderme" duygusunda bulur.

Şiir okumak isteriz, çünkü bütüne, bütünümüze, bütün içindeki yerimize varma zorluğunu bu insani ve insan dışı aygıtla yenmek isteriz. Şiir bu anlamda bir "yerine getirici'', bir silah, bir kalkandır.

İnsanın kendisinin de bir parçası olduğu bütünün açıklamasına değil, benimsenmesine giden yol üzerinde şiir vardır. Şiiri bir bütüne ait olduğumuz duygusundan kalkarak okuruz. İçimizde şiir okuma isteğini taşıyabilmemiz için bizim şiir kabul edecek bir yanımız olduğunu varsaymamız gerekir. Bu varsayımın kaynağı ise kendimizin bir bütün olduğu ve kendi bütüntimüzün de bir bütüne ait olduğu hususunda sahip olduğumuz duygudur. Sözlü dil, onu anlama ve kullanmayı öğrenme süreci boyunca bize soyutlamaya kavuşmuş ifadelerin - kelimelerin, cümlelerin ve bunların ortaya çıkması için gerekli algıların, mantık işlemlerinin - bütünü belirten birer işaret olduğunu göstermiş, bizi insanların dışında da bir anlama sahip ve insanları da içine alan bir bütünde yer aldığımıza ikna etmiş, hatta bizlerin ancak bu işaretlerle güvenlik içinde olabileceğimize gizlice inandırınıştır.

Şiirden (belki söz sanatları başta olmak üzere bütün sanatlardan) aldığımız doyum, işte bu önceden sahip olduğumuz inancın pekişmesidir. Ne var ki şiirle elde edilen doyum aynı zamanda bir açlığın başlangıcıdır çünkü her şiir insanın bütünle arasında bulunan mesafe hakkında sahip olduğu bilinçlilik durumudur, her şiir insanın bütüne olan hasretini kamçılar.

(.....)

İSMET ÖZEL
Şiir Kitabı, S. 20-25

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

İSMET ÖZEL ŞİİRLERİ

İSMET ÖZEL HAYATI ve ESERLERİ

İSMET ÖZEL'İN TÜRK ŞİİRİNE GETİRDİĞİ YENİLİKLER

İSMET ÖZEL'DEN ŞİİRLER

İSMET ÖZEL KİMDİR?

İSMET ÖZEL ŞİİRİ VE POETİKASI

SON EKLENENLER

Üye Girişi