Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

DENEMELERİN DÜNYASI- SELAHATTİN BATU

Acaba bir denemeci ile düşüp kalkanlar, onun dünyası içinde yaşadıklarını bilirler mi? Yaratışlarında kendilerinin de bir payı olduğunu, onun kimi soluklarını kendilerinden aldığını düşünürler mi? Denemeci, çevresindeki kişileri çoğu bir gülümsemenin arkasından seyreder. Onlara en yakınken bile uzaklarında durmasını bilir. Tarafsız, sessiz, araştırıcı bir bakışla kalplerini süzer sanki; düşüncelerini, davranışlarını kendi kendine tartışır; ve hiç sezdirmeden yoğurur onları; hattâ her zaman oldukları gibi değil, olabilecekleri gibi de şekiller, yaptıklarından, yapabileceklerine ulaşır; belki yapamıyacaklarını da araştırır. Kimi de her şeyi bir yana bırakarak sadece onların düşündürdüklerine dalar; sevmediklerini sevgisine yaklaştırır; tanımadığı yanlarını bilgisine ulaştırır. O da insanla oynar daha çok, kişioğlunu evirir çevirir; yüzlerimizi biçimler, içlerimizi ayınlığa çıkarmak için çırpınır.

Bunu bir hikayeci gibi yapmaz herhalde, onun gibi birçoktan bire, yeni yeni kişilere ulaşmaz; çevrelerine renk renk çevreler kurmaz; bu çeşit uzun sabırlara yabancıdır içi; her türlü hikâyeden, uzundan kaçar; ne görür ne düşünürse kısaltmak, bir düşüncede özetlemek ister. Hattâ tasvirleri, anlatışları biraz da hor görür içinden; o da şair gibi göz kamaştıran resimlerle, içe işleyen telkinlerle konuşmayı sever.

Hem her konu, gerekliden daha çok gereksiz şeylerin bütünü değil midir ? Bizim için değeri olan şey, insanın her şeyi değildir ki... Belki bir bakışı, bir davranışı, içi, kalbi, düşüncesi önemlidir. İnsanın öyle pek göz almıyan görünmez yanları değerlidir.

Öz gerçeğimize varabilmek için bizden neleri atmak gerekir? Dilimizi, çevremizi nelerden arıtmak, ayıklamak gerekir? Bunu ancak şair olanlar bilir. Şair yarattığı bir mısrayla, bir tek yalın hayalle koca bir dramı duyurmaz mı bize? Romanın günlerce anlattığını, o bir solukta anlatıvermez mi? Bir şiirden duyduğumuz sıcaklığı ömrümüz oldukça, unutamayız. İnandırdıklarından bir daha dönemeyiz; Yaptığı telkinlerden kalbimizi kurtaramayız. Denemeci de öyledir, tıpkı; o da ışık diliyle konuşur sanki; en anlaşılır sözlerle anlaşılmıyanı anlatır.

Nereden söze başlasa insandan başlar denemeci de; ama gönül verdiği en yakını da gene kendi insanlığıdır. Tanıdıkları, sevdikleri, bildikleri, bilmedikleri, ilgisine ulaşan kimseler varsa, hepsi bu aynanın içinde toplaşırlar. Elbet bu ayna da en soylu cinsten olacak; kendi ışığında, derinliğinde tok; kirlerden, karanlıklardan arınmış olacak; tanrının verdiği günlere, ışık rızkına razı olacak. O zaman başkalarını iyice unutsa bile olur; dostu da, düşmanı da bir yana bırakabilir. Kendi fırsatları kendine yeter o zaman; içinde bir tek duygunun çizdikleri, bir tek düşüncenin ak kâğıda getirdikleri yetişir ona. Alır başım doğruca kendine gider; fırsatların en güzellerini, yabancıları, kalabalıkları bile, orada aydınlıkta bulur.

Zati şair için hangi fırsat kendinden değerlidir ki? Yeryüzünde bütün yollar ona doğru: Dağlar, sular bile ona doğru... Yaratılmış ne varsa şairin yüzüne gülmez mi hep? Gözlerinin içine bakmaz, ondan bir sevgi beklemez mi? Çünkü ancak o bakınca aydınlanırlar; o bir ad verince bilinirler, o beğenince değerlenir, o sevince güzelleşirler, insanı yoktan yaratanların arasındadır o da; güzelde özleşen değerlerin; nice insanların, güvenlerin yaratıcılarındandır. Onun için elde kalem ileriye yol arıyan kişinin, olabileceği, bulabileceği, en yüksek gerçek, güzelin gerçeğidir. Dünyaya getirdiği imkânlar, fırsatlar onu kurabilmeli, bulabilmelidir.

Ben çoğu içimde başladığım konuşmaları, ancak elde kalem geliştirebilirim. Yazmadan kendime yabancıyım âdeta, kim olduğumu bilemem. Yazmak benim için düşünmenin şartıdır; kalemimle ulaşamadığım yerlerde haznelerim olsa bulup çıkaramam. Bulamam, keşfedemem onları, oldukları yerde öylece kalırlar, hiç olmamış gibi susarlar... Belki de olmamışlar da onları ilk defa ben yaratırım. Yazmak, yaratmanın da kaynağı demektir bu; olmanın, doğmanın kaynağı. Ancak yazmıya başlayınca bir gerçek oluyorum; kişiliğim, ancak o zaman ışığa doğuyor; bir denizden, belirsizden, şekillere doğru kurtuluyorum.

Şimdi de bir yeni düşünceye geçiyorum: Acaba denemecinin iç dünyasından ayrı, denemelerin de kendi dünyaları, kendi imkânları yok mudur? Bu imkânlar denemeciyi konunun dışına zorlamaz mı? Ona kendi dediklerini, dilediklerini yaptırmaz mı? Bana yaptırır gibi geliyor... Çünkü kâğıda geçen bir düşünce, düşüncelerin kurduğu bir yapı, yeni bir hayata başlıyor. Yazı, kendini yazanı aşıyor, başına buyruk bir ses oluyor.

Bence her deneme bu çeşit fırsatlarla doludur, bunları işe başlamadan asla bilemeyiz. Kimi yazıda sadece söze başlamak, uzun bir konuşmaya yetişir. Kimi yazıda yerini bulan bir söz, başka konuşmaları yanına çağırır. Çalışma sürüp giderken de kendiliğinden beliriveren ne fırsatlar var: Sanki konunun, çevrenin dışından, sanki hiçbir gerçekle ilgisiz, kalemin ucuna doğuverirler. Bir tek kelimenin cümleye kendiliğinden seslenivermesi, hiç çağrılmadan, hattâ yeri olmadan gelivermesi, kuruverdiği en nadir hayallerle, uyandırdığı çağrışımlarla safları donatabilir, eseri zenginleştirebilir.

Kimi zaman bir düşüncenin şu yahut bu kelime ile bitmesi bile, hiç beklenmiyen başka bir düşüncenin doğuşuna sebep oluyor. Çünkü hiçbir kelime kendinden ibaret değildir, hepsi birçok başkalarının özüdür, onların kurup geliştirdikleridir. Nice gizli renkler, anılar, anlamlar taşırlar; dilimizin ucunda umulmadık lezzetler bırakırlar. Bunların kimisi öylesine güçlü olabilir ki, asla hafife alamayız onu; istediğimiz gibi kullanamayız. Kullanmaya kalksak isyan eder bize; düşüncemize, kalemimize karşı gelir; seslenir, hatırlatır, mutlaka istediklerini duyurur. O zaman hattâ konumuzu bir yana bırakır, bir an için olsun onu dinlemek zorunda kalırız. Ama bu duraklamalar hiç de faydasız olmaz; çünkü kelimelerin getirdikleri, çağırdıklarıyla farkına varmadan biz de zenginleşiriz; onların birer araç değil, canlı yaratıklar olduklarım görürüz; ayrı ayrı kişiler, kişilikler olduklarını anlarız.

Kimi zaman çok yüklü bir kelimeden sonra doğan cümleler uzun müddet o kelimenin boyunduruğundan kurtulamazlar; yazdığımız fikirler, durmadan onun uyandırdıklarına doğru kayar; getirdiği ağırlıklarla yüklenir; onun kendine kattıklariyle artar. Çünkü renkli, besleyici bir kaynağa benzer dil; bir tek kelime, kendisinden sonra gelen bütün düşünceleri kendisine doğru geliştirir; onları kendi güciyle güçlendirir; taşıdığı anılarla, anlamlarla zenginleştirir.

Hem de denemelerin de şiirler gibi kelimelerle yazıldığını unutmamalı; nice güzel düşüncelerin de güzel kelimelerle yazıldığını bilmeli. Şiirde ölümsüz bir şekil vardır da cümlede yok mudur sanki? Şiirdeki şekil, anlamdır da cümledeki değil midir? Bence güzel dediğimiz, mısrada da cümlede de aynı güzeldir; şiirinki bir yaban uyruklu değil, aynı toprağın ürünüdür. Kelime olmuş musikidir o da, şekil olmuş düşüncedir; duygudur, hayaldir. Güzel yazıların akışında duyulan sesle, şiirdeki oynaşımlar, çırpınışlar birbirine hiç mi benzemez? Hattâ bizi bir ömür büyüsüne saran kimi şiirler, bu güçlerini biraz da içlerindeki "nesir" den almazlar mı acaba? Onun sessizce balkıyışından, taşıdığı düşünceden beslenmezler mi?

Bununla sakın mensur şiiri kasdettiğimi sanmayın; mensur şiiri hiç saymam çünkü. Beceriksiz bir şairin avunması gibi gelir bana; diyecekleri olmayanların konuşması gibi gelir. Gözlerimizin ta içine bakıp ne kadar seslense, ne kadar kendini beğense, kimse başım çevirip ona bakmaz. Çünkü katı bir şeyden, bir özden, düşünceden yoksundur; kuruluşuna o özlü şey kıvam vermemiştir. Deneme, mensur şiir değildir, hayır; çok emek istiyen ciddî bir sanat çeşididir deneme; zevk onda doğrularla, gerçeklerle yuğrulur; şiir, canlı, özlü fikirlerle beslenir.

Sonra denemeler, yalnız ele aldıkları konuları değil, çoğu birbirlerini de anlatırlar: Bugün yazılanlar, dün yazılanları âdeta yeniden işler, geliştirir. Onların birbirlerinden ayrı düşünce, gizli gizli, uzaktan uzağa bir konuşmaları vardır ki, ben çok severim. Sanki birbirlerini çağırır, birbirlerini gün geçtikçe ışığa çıkarırlar. Kimi zaman yıllarca önce doğmuş eski yazıma rasladığım olur da şaşar kalırım. Geçen günler onu silmemiş, daha belirtmiş gibi gelir bana; öyle gençleşmiş, dinlenmişlerdir. Ama en son doğanlar olmasa, onların böyle güzelleşemiyeceğini söyler içim. Bir şeyler geçmiş, bir şeyler olmuş, son sözler ilk sözleri en yeni yazılanlar eski yazılanları olgunlaştırmış, güçlendirmiştir.

Eskiden basılmış sayfalarda yazıların bu sessizce güzelleşmesi tuhaf şey. Kendilerine vergi bir dünyaları, yasaları var sanki. Orada, bizim gözlerimizin uzağında yaşıyor, gelişiyor, kendilerini buluyorlar; dal, çiçek, yaprak, yemiş veriyorlar... Bu garip bahçe toprağı da zaman dediğimiz şey olacak; kâğıtta yankılanan her düşünce o toprağa doğuyor, tohum orada filizlenip gelişiyor.

Denemelerin dünyası deyişim boşuna değildi; onların da bir yaşayışı, bir alınyazısı, serüvenleri var bu dünyada.

SELÂHATTİN BATU
Dil Devriminden Bu Yana Düzyazı
Örnekleri, S.46-51, T. D. K. Yayınları

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

SELAHATTİN BATU ŞİİRLERİ

SELAHATTİN BATU HAYATI ve ESERLERİ

DENEME ÖRNEKLERİ

DOSTLUK-DENEME ÖRNEĞİ

DENEME ÖRNEĞİ-GÖZ CANLININ NERESİNDE?

DENEME ÖRNEKLERİ - MUSTAFA KUTLU'DAN

ARALIK GÜNLERİ İÇİN BİR AŞK DENEMESİ -CAHİT ZARİFOĞLU

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi