ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI HAYATI ve ESERLERİ
Ömer Bedrettin Uşaklı, 1904 yılında Uşak’ta doğdu. Bir devlet memuru olan babası Ömer Lütfü Efendi’nin kökü, Amasya’nın Karahacip köyündendir. Annesi, Uşak’ın tanınmış ailelerinden Ali Mollazadelerin kızıdır.
İlkokula Uşak’ta başlayan Ömer Bedrettin, babasının memuriyeti dolayısıyla, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde tahsiline devam etmiş, ilkokulu Suriye’de bitirmiştir.
1918 yılında, ailesi tarafından öğrenim maksadıyla İstanbul’a gönderilen Ömer Bedrettin önce Nişantaşı Sultanisinde, sonra biraz da Kabataş Lisesi’nde okumuş, babası Sivas Kadılığına tayin edilince oraya giderek iki yıl Sivas Sultanisine devam etmiştir. Bu yıllar Mütareke sonu ve Milli Mücadele yıllarıdır. Uşak’ın Yunanlılar tarafından işgali üzerine, Ömer Bedrettin’in Uşak’ta bulunan annesi ve küçük kardeşi de Sivas’a gelirler.
Ailesi tarafından tekrar İstanbul’a gönderilen Uşaklı, 1923 yılında Kabataş Lisesi’ni bitirir. 1924’te Mekteb-i Mülkiye’ye girmiş, 1927’de mezun olmuştur.
ilk memuriyeti, Bursa Maiyet Memurluğudur. Uşaklı, bu görevinin yanı sıra, birçok devlet memuru gibi, Türkçe öğretmenliği de yapmıştır.
Sırasıyla, Mudanya, Manavgat, Ünye, Şavşat ve Edremit’te kaymakamlık, Artvin’de Vali Vekilliği görevlerinde bulunmuş, sonra, Mülkiye Müfettişi olarak Anadolu’yu baştanbaşa dolaşmıştır. 1943 yılında Kütahya Milletvekili seçilerek Meclise girmiş, 24 Şubat 1946’da Yakacık Sanatoryumunda, çekmekte olduğu verem hastalığından ölmüştür.
Ömer Bedrettin, önce «Gökbelen» soyadını almış, sonra bunu «Uşaklı» olarak değiştirmiştir.
Ömer Bedrettin’de edebiyat merakı, babasının kendisiyle meşgul olduğu, Arapça, Farsça öğrettiği küçük yaşlarında uyanmıştır. Kendisi bundan: «Daha küçükken, edebiyata karşı bende bir heves başladı. Şiirler ve romanlar okumayı seviyor, güzel yazmaya özeniyordum» diye bahseder. Fakat, onda, asıl edebiyat merakını uyandıran, ona yön veren, Sivas Sultanisindeki edebiyat öğretmeni Kozanoğlu Cenap Muhittin olur. Bu öğretmeninden Ömer Bedrettin şöyle bahseder: «Mektebin bütün orta ve son sınıflarında kuvvetli bir edebiyat havası yaratmıştı. Çocuklar arasında gazel, şarkı yazmak, üstad Yahya Kemal’ in, hececi şairlerin şiirlerini ezbere okumak, zaten çok temayülüm olan edebiyata beni tabiatiyle daha çok teşvik etti. Ben de aruz veznini öğrendim. Bir taraftan gazeller, şarkılar, bir taraftan da hece vezniyle koşmalar yazıyor, hatta bunları, mektepte bir nüsha olarak çıkardığım mecmuada neşrediyordum » ( [1]).
Ömer Bedrettin Uşaklı, şair Yavuz Bülent Bâkiler’in babası Cezmi Bey’in yakın arkadaşı imiş. Şairin Cezmi beye yazdığı 24/3/929 tarihli mektubun bir örneği aşağıdadır:
24/3/929, Manavgat
«Aziz kardeşim Cezmi,
Bundan iki üç ay evvel Manavgat’tan sana yazdığım ve içine bir de resim koyduğum mektubuma cevap beklerken bayramda bir tebrik telgrafını aldım. Buna memnun olmakla beraber şimdiye kadar mektubuma bir cevap vermediğin için müteessirim. Samimi selâmlar yollayarak mektubunu beklerim kardeşim.
Manavgat Kaymakamı»
ESERLERİ VE EDEBÎ ŞAHSİYETİ
Ömer Bedrettin’e en çok tesir eden şairler, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Haşim ve Faruk Nafiz Çamlıbel’dir. Şiirlerini daha çok, o yılların güçlü fikir ve edebiyat dergisi Varlık’ta yayımlayan Uşaklı, o yıllarda şiirleri daha çok Varlık’ta yayımlanan «Yedi Meşaleciler»in hayal iklimlerine yabancı kalmış, daha çok Faruk Nafiz geleneğinden gelen unsurlarla şiirler yazmıştır.
Şiirlerinden çoğunda hece veznini kullanan şairin aruzla yazılmış şiirleri de vardır. «Niye Bensiz», «Vurgunum» ve «Gurbet Akşamı» gibi…
Hece Ölçüsünde yeni imkân ve ufuklar arayan, Hececilerin etkisinden sıyrılmaya çalışan Ömer Bedrettin, Milli Edebiyata, kendisinin tercih ettiği «Milli Edebiyat Akımı»na bağlı kalmıştır.
Gerçek Anadolu kadar, muhayyilesinin süslediği küçük ve renkli beldenin ilhamını yansıtmış, gezdiği yerlerin renkli küçük birer tablosunu şiir halinde vermiştir,
Ömer Bedrettin Uşaklı’nın 1926 yılında çıkan ilk şiir kitabı “Deniz Sarhoşları”nın 1929 yılında yeni baskısı yapılmış ve bu defa eserde, şairin «Bataklık Güneşleri» adı altında topladığı, daha önce çeşitli dergilerde çıkmış şiirleri de yer almıştır.
1934’te «Yayla Dumanı» adlı ikinci şiir kitabı yayımlanır. Bu kitabın 1945’te yapılan ikinci baskısına şairin öteki kitaplarından derlediği seçme şiirleri de ilâve edilir.
Yüksek tahsilinin ilk yılında, Ömer Bedrettin’in çok sevdiği babası ölür. Eğitimi süresince her yıl tatillerini annesinin yanında geçirir ve masraflarını çıkarmak için, tütün kalemi memuru olarak köyleri dolaşır. Bu faaliyetlerinin kendisine tabiatı, köyleri ve köylüyü tanıttığından ve içindeki «şiir hevesini» canlandırdığından söz eder: «Duygularımı köy odalarında, çam ve meşe diplerinde yazmaya çalışıyordum» dediği bu yazılarını, yani şiirlerini Milli Mecmua ve Türk Yurdu’nda yayımlar. Kendisine olan güveni artmıştır. Bu arada Fransızca öğrenmeye ağırlık verir. Fransız ve dünya edebiyatının belli başlı eserlerini okur. Bir taraftan yazar. Öyle ki, biraz erken, olmakla birlikte, 1926 yılında «Deniz Sarhoşları» adlı ilk şiir kitabını yayımlar. Bu eserden «Beni teşvik edecek kadar iyi karşılandı» diye bahseden Ömer Bedrettin, bu tarihlerde çıkmaya başlayan ve bütün Türk milliyetçilerini toplayan Hayat mecmuasında şiirlerini yayımlar. Bu dergiye daha sonraları, muntazaman şiir verdiği Varlık ve Ülkü dergileri de eklenecektir. Ayrıca, imzasına, Oluş, Muhit, Milli Mecmua gibi dergilerde de rastlanır ([2]).
Kendi ifadesiyle, iyi ahlâklı bir adam olan babası ile çok hassas bir kadın olan annesinin bütün iyi özelliklerini şahsında birleştirmiş olduğu, hakkındaki yazılarda belirtilmiştir ([3]).
1940’da üçüncü kitabı «Sarıkız Mermerleri»ni yayımlar. Kitabın bu adı taşıyan bölümünde, şairin Edremit’te ölen ve Sarıkız’a gömülen küçük kızı için yazdığı içli şiirler vardır. Bu kitapta önceki iki kitabından seçtiği bazı şiirler de yer almaktadır.
Ömer Bedrettin Uşaklı, Mehmet Behçet Yazar’a gönderdiği 18 Şubat 1938 tarihli mektubunda, Yakında bir romanının çıkacağını bildirmesine rağmen bu romanın çıktığına dair bir kayıt görülememiştir ([4]).
Ömer Bedrettin’in şiirlerinin temaları çok çeşitli değildir. Bu konuda Prof. İnci Enginün şöyle diyor:
«Ömer Bedrettin’in şiirlerini, işledikleri temalar bakımından üç ana grupta toplayabiliriz:
Deniz ile ilgili, biraz başıboş hayallerin hâkim olduğu şiirler. Deniz onda kaybolma, uzaklaşma, saadet âdeta Haşim’in «O Belde»sini karşılar. Hele «Ufuk hasreti» şiirinde, «Çoruh Akşamları»nda memleket peyzajını anlatırken, ufku daraltan, ovasız, sarp dağların kendisini nasıl sıktığı ve denizi özlediğini görürüz.
Aslında dağ bir bakıma deniz ve geniş ovalarla bir tezat yaratmaktadır. Şairinin uzaktan seyrettiği «Munzur Dağları» ona uçma, yükselme arzusunu verir:
Ovada kızıl bir granit seli,
Bir heykel uzaktan Munzur dağları!
Sanki bir canavar, hançer pençeli,
Göklere (sıçrayan Munzur dağları!
Kopuyor boynunda her kızıl şimşek,
Gürleyen sesinden gökler çökecek;
Gerilmiş sırtında kar benek benek,
Kükremiş bir kaplan Munzur dağları…
Ailesi fertleriyle ilgili, kısmen biyografik şiirler. Bunlarda annesi, babası, küçük yaşta ölen kızı ve kendisinin bunlar karşısındaki duygulan ve ıstırabı yer alır. Sevgili için yazılan şiirlerin sayısı pek azdır. Bunu da mazbut bir aile babası olması ile açıklayabiliriz.
Memleket coğrafyası ve memleket insanının işlendiği şiirler. Şiirlerinden yaptığı son derlemeyi «Yayla Dumanı» adı altında yayımlaması, onun son tercihlerini de göstermiş ol
Bu memleket coğrafyası, yani vatan, birbirini takip eden büyük savaşların sonunda verilen millî mücadele ile kurtarılmıştır. Bu ülkeyi kurtaran Mehmetçik, onun sevgilisi, ailesi ve büyük kurtarıcı Önder şiirlerinde yer alır…
Deminki kasırga sen miydin atlı
mısraı ile başlayan «Kahraman Bir Atlı»ya şiiri,
İstiklâl çenginin büyük zaferi
Bir kızıl yadigâr akşamlarında
mısralarıyla biten, şairin doğduğu şehir hakkında yazdığı «Uşak için»de, bir zamanlar herkesin ezberindeki «Zafer Yolcusu» şiirlerinde millî mücadelenizden akisler bulunur. «Ülkü Tanrımıza» adlı şiirinde Atatürk, «Akdeniz’e Doğru» şiirinde ise Önder ile millet bir arada tasvir edilmiştir:
Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti,
Zaferle kalbimize yazdık cumhuriyeti…
Sakarya’dan su içen o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış, yılmaz bir avuç erle
«Hedef Akdeniz, asker!..» diyen parmağa koştuk; Zafer bahçelerinden gül koparmağa koştuk…
Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti,
Zaferle kalbimize yazdık cumhuriyeti…
Sakarya’dan su içen o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış, yılmaz bir avuç erle
«Hedef Akdeniz, asker!..» diyen parmağa koştuk;
Zafer bahçelerinden gül koparmağa koştuk…
Yol gösterdi göklerden bize binlerce yıldız,
Kıpkızıl ufuklardan taştı al bayrağımız;
Koştuk arslanlar gibi kükreyip dağdan dağa,
Canavarlar dişinden vatanı kurtarmağa…
Vahşetlere dikilmiş gözlemiz dumanlı,
Hürriyete susamış yanık bağrımız kanlı;
Çılgınca atılarak şanlı Dumlupınar’a
Süngümüzden şan verdik coşkun yıldırımlara …
Sakarya’dan su içen o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış yılmaz bir avuç erle
Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti,
Zaferle kalbimize yazdık cumhuriyeti….
Tarihî şahıslardan, Ömer Bedrettin, Atatürk’ün dışında sadece Barbaros Hayrettin için uzun bir şiir yazmıştır. Bunu da onun deniz sevgisi ve hasretine bağlamak, sanırım, yerinde olur. Barbaros’un heykeli ile tarihi macerasını birleştiren, Barbaros adının uyandırdığı çağrışımları dile getiren şair, şu dilediğini de anmadan edemez:
Koca Barbaros’um, yaşamak isterdim deminde! …
Seni görmek için, fetihler görmek için…
Cenk edip deniz safası görmek için…
Koca Barbaros’um, yaşamak isterdim deminde!
Bir levent olmak isterdim geminde!… ([5])
«Mektepten memlekete» diye özetlenen ilkeler toplamı, edebiyatı İstanbul dışına taşırmak, halkımızın ve tarihimizin gerçeklerini yansıtmak, yazı dili yerine konuşma dilinin canlılığını koymak, milli edebiyat ögelerinin geleneğinden yararlanmak, Türkçeyi hiçbir şekil gereğine feda etmemek bilincine varmak, Cumhuriyet yönetiminin halkçılığına ve ülkücülüğüne katılmak demektir. Artık kendileri Anadolu’da görevler alan sanatçılarımız, coğrafyamızın özel nitelikleri içinde daha başka türlü duygulanmaktadırlar.
Yüzyılın başında doğanların kuşağından olan Ömer Bedrettin de bu ilkelerin bileşim noktalarında şiir yazma işine başlamıştır. 40 yaşına kadar kaymakam olarak dolaştığı Anadolu’dan hece geleneğine uygun başarılı şiirlerle dönmüştür.
Pürüzsüz bir Türkçe, halk edebiyatının zengin pınarından yararlanılarak geliştirilmiş bir ifade şekli ve konusunu sadece bu memleketin toprağından, insanlarından ve özlemlerinden alan şiirlerdir bunlar.
HARMAN
Yeşil bahçelerden güneşe doğru,
Rüzgâr gibi geçti tanrım o, rüzgâr!.
Ruhum karanlıkta ateşe doğru;
Göz bebeklerime değdi ilk bahar,
Rüzgâr gibi geçti tanrım o, rüzgâr!
İçimden rengârenk kuşlar uçacak,
Rüzgâr gibi geçti tanrım o, rüzgâr!
İnce dudaklarda bir damla şafak;
Ceylanca pir bakış ve siyah saçlar,
Rüzgâr gibi geçti tanrım o, rüzgâr!
Gül bahçelerinden esti bu rüzgâr,
Burca burca uçtu denizlerimden…
Bir aşk türküsünden sesti bu rüzgâr;
Dalga dalga geçti denizlerimden..
Burca burca uçtu denizlerimden..
Yarın esmez olur bu ince rüzgâr,
Savrul, dağ köyümün altun harmanı!..
Ürpersin nehirler ve uçurumlar;
Dursun bir baharcık ölüm kervanı!..
Savrul ey ömrümün ateş harmanı!
Onun şiirleri, pastoral şiir türüne pek uymayan, daha çok memleket şiiri olarak nitelendirebileceğimiz türden şiirlerdir. (Tabiat, içindeki insanın iç hayatı, sevinçleri ve hüzünleri ile belirir onun mısralarında.) Bu bir yakınlaşmadır. İnsan onun şiirleriyle kaderin ne olduğunu tanır. Tabiatın bizi küçük düşüren ve eriten kuvvetini hisseder. Bu arada, tabiat, renk, ışık ve insanın hayata atılışının sergilendiğini de görürüz. Uşaklı’nın şiirine giren her yurt parçası, ister övülsün, ister yerilsin bize daima yakın düşer. «Munzur Dağları» ve «Bursa’da Akşam» şiirlerinde olduğu gibi :
MUNZUR DAĞLARI
Ovada kızıl bir granit seli
Ufukta bir heykel bu nur dağları
Gülleri taş oyma kartal bülbülü
Mavi şafakların billûr dağları.
BURSA’DA AKŞAM
Bugün de Sonbahardan süzülüp doğdu akşam
Dağların yere indi koyu serin gölgesi
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
Düştü yeşil ovaya kubbelerin gölgesi
Ömer Bedrettin, Kaymakamlığı sırasında gezdiği yurt köşelerine hayran kalmıştır. «Bursa’da Akşam», «Uşak İçin», «Irmakta Akşam», «Munzur Dağları», «Çoruh Akşamları», «Anadolu Hasreti» gibi şiirler bu hayranlığın ifadesi ve ürünleridir.
Uşaklı’nın içine kapanık duyarlığını, babasının, annesinin ve çocuğunun ölümü, ufuk ve deniz özlemi, gurbet tedirginlikleri beslemiştir. O, Necip Fazıl’ı Cahit Sıtkı’ya bağlayan yıllar içinde kendisini üzüntü ve özlemlere kaptırmış içli ve duygulu bir şairdir. Babasının ölümü üzerine yazdığı «Gurbetten Sılaya Giderken» adlı şiirinde şöyle seslenir:
Ecelin kanlı yüzü sırıtıyor başımda
Bilmiyorum varlığım alevden bir gölge mi
Niçin sürükler beni biliyorum bu gemi
Dumanlı bir hatıra titriyor gözyaşımda
Haykırıyor gönlümde engin denizler dağlar
Gidip de gelmemek var gelip de görmemek var
Onun şiirlerinde deniz, deniz özlemi baş köşeyi işgal eder. İlk kitabının ve bu kitabın ilk şiirinin adı «Deniz Şarhoşları»dır :
Köpükten omuzları birbirine dayanmış
Yüksek mağrur başları akşam rengiyle yanmış
Sahile koşuyorlar bak deniz sarhoşları
«Deniz Hasreti», «Bir Gün», «Denizde Akşam», «Deniz Kızı», «Deniz Garibi», gibi şiirlerinde de hep mavi suların sevgi ve özlemini dile getirmektedir.
Uşaklı’da temiz, masum ve içli aşk şiirlerine de rastlayabiliriz. «Sevgilime» şiirinde şöyle seslenir:
Yolunda gençliğim sönse de yine
İçimde kız senin aşkın var yeter
Baygınlık çöksün de kirpiklerine
O kumral saçlarla beni sar yeter
Çeşitli temalara el atmamakla beraber, Uşaklı’nın şiiri bizi, al ipekten Bursa akşamlarından alıp, Kütahya’nın kiraz bayramına götürür. Uşak’ta halı dokuyan kız, Antalya’nın tahtacı güzelleri, tütün işçileri, onun mısralarında ard niyetsiz, yapmacıksız bütün saflıkları ve gerçek görünümleriyle yer alır.
Şiirlerinin büyük bir kısmı dostlarına veya sanatçılara ithaf edilmiş bulunuyor. Ayrıca onun şiirlerindeki ünlem bolluğu da dikkati çekmektedir.
Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiirlerinden 10 tanesi çeşitli bestekârlar tarafından çeşitli makamlarda bestelenmiş olup halen radyo ve televizyonda çalınıp okunmaktadır. Bu şiirlerin bestecileri ve makamları şöyledir:
Bir Dağ Perisine (Ufuklara yaslanmış)
Kaptan Zade Ali Rıza bey-Hicaz Yıldızların Altında (Benim gönlüm sarhoştur)
Kaptan Zade Ali Rıza bey-Nihavent Vurgunum (Seni andıkça)
Kaptan Zade Ali Rıza bey-Segah Akşam Misafiri (Kapıldım gidiyorum)
Kaptan Zade Ali Rıza bey – Hüzzam Niye Bensiz (Anlat bana gül bahçesi)
İsak Varan – Hüzzam
Akın Özkan -Hicaz Hafız Yaşar Okur-Hüzzam
Erdoğan Berker-Rast Efenin Bayramı (Eğilmez başın gibi)
Kaptan Zade Ali Rıza bey-Hicaz Fahri Kopuz – Hicaz Efenin Müjdesi ( Çoban yıldızı gibi)
Kaptan Zade Ali Rıza Bey-Acem Aşiran Fahri Kopuz – Hüseyni Son Dilek (Aşıkım dağlara kurulu tahtım)
Kaptan Zade Ali Rıza Bey – Hicaz Cevdet Çağla – Nihavent Fahri Kopuz – Rast
Sevgilime (Yolunda gençliğim)
Ali Ulvi Baradan -Karciğâr- Gel Gitme Kalmasın Gözüm Yollarda Kaptan Zade Ali Rıza bey-Segah
Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiirleri hakkında çeşitli ve çelişkili hükümlere rastlıyoruz. Orhan Burian, «Mütarekeden Sonrakiler» adlı antolojisinde şöyle demektedir: «Ömer Bedrettin, Orhan Seyfi sadeliğinden başlayıp Ahmet Haşim derinliğine doğru ilerleyen bir şairdir. Gezdiği yurt köşelerini parlak renkli küçük birer tablosunu şiir halinde vermektedir. Geniş ufuklara.ve denize olan özlemi bazan etkili bir güzellik alabilmektedir. Bununla beraber, şiirleri tema bakımından az çeşitlidir» ([6]).
Profesör Mehmet Kaplan «Cumhuriyet Devri Türk Şiiri» adlı eserinde Uşaklı için şunları söylüyor:
«Ömer Bedrettin Uşaklı da Cumhuriyet devrinde Hâşim’in tesiri altında kalmış ve hece vezniyle empresyonist ve sembolik şiirler yazmış şairlerdendir. «Yayla Dumanı» (1934) adlı kitabında o, bu duyuş tarzını Anadolu peyzajına tatbik ederek «memleketçi şiir» cereyanı ile sembolizm arasında, Tanpınar’ın «Bursa’da Zaman» şiirinden önce, bir terkip yapmağa çalışır, fakat gerek «Deniz Sarhoşları»nda olduğu gibi gayri muayyen bir tabiat manzarasından hareket eden manzumelerinde, gerekse «Bursa’da Akşam» gibi, belli bir mekânı tasvir eden şiirlerinde, Tanpınar’ın ulaştığı başarıya yetişemez. Bunun sebebi Ali Mümtaz Arolat ve Salih Zeki Aktay gibi onun da daha ziyade imajın sathında kalışı, sembollerle beşerî duygular arasında hakikî bir münasebet kuramayışıdır.
O, «Deniz Sarhoşları»nda insanlığın en eski çağlarına has gayrı muayyen bir dinin vahşi mitlerine gidiyor. «Deniz Sarhoşları»nda insan yoktur. Onun şiiri insanı derinden kavrayan halis bir şiir olmaktan
ziyade bir hayal ve kelime oyunu seviyesindedir» ([7]).
Yahya Kemal Beyatlı bir yazısında Uşaklı için şöyle der: «Vatan kâinatımızı bir renk ve âhenk halinde temiz kalbinde terennüm eden şairlerimizdendir.»
Baki Süha Ediboğlu, 1970’te yayımlanan «Bizim Kuşak ve Ötekiler» adlı kitabında, Ömer Bedrettin için şunları söylüyor: «Arkasında hızlı gelişen, gerçek şiiri şah damarından yakalayan bir Cahit Sıtkı, bir Ahmet Muhip, bir Fazıl Hüsnü kuşağının genç nefesleri yanında unutulmaktan kurtulamadı» ([8]).
Selâhattin Batu, onun şiir sanatında tam olgunluğuna ulaşmadığına inanır: «Ömer Bedrettin güç şartlar içinde yetişmiş, hayatta bir hayli ıstırap çekmiş, temiz yürekli bir insan, içli bir şairdi. Daha çok gençti ve ben, onun henüz kendi hudutlarına varmamış olduğuna kani idim. «Yayla Dumanı»nda topladığı şiirler içinde son yazmış olduğu «Son Şehir» bunun delilidir. Bu şiiriyle Ömer Bedrettin, o güne kaıdar varmış olduğu merhaleleri birden aşmıştı. Son sözünü henüz söylememiş, imkânlarını tüketmemiş, belki de ırsiyetinden getirdiği hakikî «ben»i tam mânâsıyla bulamamıştı. Yaşasaydı çok daha güzel eserler yaratacağına emindim» ([9]).
Ömer Bedrettin Uşaklı, ölümünden iki yıl önce Varlık dergisinin açtığı bir ankete verdiği cevap, memleketçi bir şairin edebiyat hakkındaki son düşüncelerini ortaya koymaktadır:
«Edebiyat, dil sanatında hayatın görüşü demek olduğuna göre onun da insan gibi bir muhiti, bir iklimi vardır. Bugün biz, siyasî ve içtimai bütün bir fikir sistemiyle nasıl önümüze doğru yönelmiş bulunuyorsak, edebiyatımız da elbet bu yönelişin bir ifadesi olacaktır.
Eskiden tezyif mânâsına gelen «Türk» kelimesinin bu mânâ ifasından kurtuluşu gibi, «millet» kelimesi de Osmanlı İmparatorluğunun şahsiyetsizliği, renksizliği karşısında yükselen fikir kalesinin bayrağı olarak ihtiyaçtan doğma bir kelimedir. Bence bu kelime, bizde, yalnız millî ve mahalli hususiyetleri aksettiren bir cemiyetin değil; aynı zamanda nasyonalist bir edebiyatın vasfıdır.
«Kuvayı Milliye,» «Millî Mücadele» terkipleri, hayatta niçin ve hangi ihtiyaçtan doğmuşsa «Milli Edebiyat» terkibinin «Millî» kelimesi de sanatta aynı ihtiyaçtan doğmuş ve ruh istiklâline kavuşmanın bir remzi olmuştur.
Ne acı bir tecellidir ki, duyuş ve görüşümüzü de çok defa Fransa’dan almağa çalışmış olan bazı taklit müptelâları, bize mahsus hayat oluşlarının bile orda aynını arayarak «Fransa’da millî tabiri yok ya» diye hayretle bakıyorlar. Bu gibilere sorarsanız, her Türk’ün eseri millîdir, o kadar ki, bunlar, kozmopolit edebiyatı da millî addederler; şiirde ve romanda memleketten bahsetseniz, derhal Pierre Loti’nin İstanbul’da yazdığı eserin Fransız olduğunu söyleyerek konunun ehemmiyeti olmadığına dair basma kalıp ve aşırma fikirlerini ortaya dökerler. Hemen hemen bir Türk’ün Fransızca yazacağı eserin de millî olacağını iddia etmeğe hazırdırlar.
«Millî Edebiyat» bizde işte bu türlü münevverler olduğu için vardır ve daha sağlam bir şahsiyet içinde memlekete dönerek Türk ediplerinin (mektepten memlekete) gelmelerini ve memleketi (Türk edebiyatının çerçevesi) haline getirmelerini söyleyen büyük ve örnek üstatlarımız eksik değildir.
Memleket kelimesini millîden daha vazıh bularak diyeceğim ki, memleket edebiyatı ne alafranga duyuşun ve edanın, ne sıkıla sıkıla ancak posası kalmış yerlere ait kuru hayat klişelerinin edebiyatıdır ve her konu bahsinde Pierre Loti’yi örnek veren geniş mezhepli edebiyatı, ne de bize yabancı ideolojilerin sinsi ya da açık propaganda edebiyatıdır.
Memleket edebiyatı, en ferdî ve en hür mahsullerine kadar bu toprağın ve bu milletin katıksız edebiyatı, yurdun en büyük parçasıyla Anadolu’nun bugünkü söyleyen halis ve yeni şiiri, Anadolu’nun gerçek romanı ve tiyatrosu, kısaca yeni ve yerli bir edebiyattır.
Memleketi hemen hiç tanımadıkları için, onu aksettiren eserler vermedikleri için memleket edebiyatını kötüleyenler, meselâ iyi yahut kötü şiirden bahsedecek yerde, memleket şiirini vatan ve milletten Ayşe ve Fatma’dan bahseden değersiz eserlerin edebiyat yahut halk edebiyatının öylece tekrarı gibi göstermek isteyenler bir gün ancak gerçek memleket edebiyatıyla milletlerarası bir mevki kazandığımızı göreceklerdir» ([10]).
Kısa ömründe sadece şiirin rüzgârında esip savrulmuş bu ince şair hakkında etraflı ve yeterli bir değerlendirme yapılmadığı ve Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Türk şiirinde hak ettiği yere oturtulmadığı kanaatindeyiz.
[1] M. Behçet Yazar, Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı s. 332
[2] Prof. İnci Enginün, Ömer Bedrettin Uşaklı, Türk Dili, Nisan 1986, sayı 412,
[3] Ömer Bedrettin Uşaklı Öldü, Ulus, 25 Şubat 1946
[4] Ali Gündüz (Gündüz Akınel) “Yayla Dumanı” Ülkü, C. 9 nu. 98, 16 Ekim 945.
[5] Prof. İnci Enginün, Ö. B. Uşaklı, Türk Dili, Sayı 412, Nisan 1986
[6] Orhan Burian, Mütarekeden Sonrakiler, 1938, s. 127
[7] Prof. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, 1973, s. 43
[8] Baki Süha Ediboğlu, Bizim kuşak ve Ötekiler, 1970, s. 146
[9] Prof. Selahattin Batu, Ulus, 25 Ekim 1945
[10] Varlık, nu. 256-257, 1-15 Mart 944, s. 269-270
Kaynak: İlhan Geçer, Ömer Bedrettin Uşaklı, Kültür ve Turizm Bak. yay. Ankara, 1986
İLGİLİ İÇERİK
ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI ŞİİRLERİ
ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI HAYATI ve ESERLERİ
BİR TEHASSÜR - ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI