Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NECMETTİN HALİL ONAN’IN ŞİİRLERİNİN ÖZELLİKLERİ

Necmettin Halil Onan’ın yetiştiği siyasî, tarihî ve sosyal hayat ile edebî hayat arasındaki paralellik bu yıllarda yetişen sanatçıların eserlerinin en belirgin bir özelliğidir. O Mütareke yıllarında şiirle edebiyata girmiş ve devrin öteki şairlerinde olduğu gibi millî duygularla ferdî duyguları iç içe terennüm etmiştir. Günlük konuşma dilini ve hece veznini esas almak da yine bunların edebiyatta beslendikleri kaynaktan ileri gelmektedir Zamanla, çeşitli sebeplerle benimsenilen sanat ve edebiyat anlayışında özellikle dil ve vezin konusunda tavizler verenlere karşı serzenişte bulunur. Kendisinin böylelerin-den olmadığını okuyucu karşısında belirtmek ihtiyacını duyar:

Kariin diline uygundur dilim,
Uzağım ellerin tesirlerinden.
Hâlâ altı beştir ölçüm, değilim
Günün vezni bozuk şairlerinden.
(Bir Yudum Daha, s. 46)

Şairin reddettiği yolu benimseyenlerin, zamanla zevkleri iflas etmiştir. Zevkin iflas etmesiyle şiirin tadı kaçmış ve “bir alay saçma lâf” durumuna düşmüştür. Oysa şair, gönlünde-kileri daima yüce bir ideal olarak görmüş ve bu ideallere ulaşmaya çalışmıştır. Arzularının kavgasını azimle vermiş ve bu uğurda parçalanmıştır. Onun için hiç bir zaman yazdıklarıyla yetinmemiş ve hep bir arayış içinde olmuştur. Zira duyduğu ile yazdığı birbirinden farklıdır. Bu tezatı ifade edebilmek için o da “En güzel mısralarını yazamadıklarımda.” demek ihtiyacını duyar. Çakıl Taşları’nda bu duyguyu bir kere daha tekrar eder. Şiire göre yazdıkları çakıl taşları, yazamadıkları ise halis incilerdir. İnci gibi şiir de derinlerde bulunur. Halis şiiri kalbin derinliklerinden çıkarmak kolay değildir. Fakat o, inci gibi kıymet ve değer olarak görülen şiirleri yazabilmek için çırpınmaktan büyük bir zevk duyar. Çünkü şiirin ilhamdan ziyade bir çalışma, çabalama iş olduğunun farkındadır:

Görüyorsun, nihayet çakıl taşları sende
İncilerse şairin kendi kalbinde kaldı.
Fakat şunu anla ki, o, çakıl bulurken de
İnci araştırmadan duyulan zevki aldı.
 (BYD s.49)

Necmettin Halil Onan’ın şiirlerinde en çok üzerinde durulan vatan sevgisi, ölüm, aşk ve tabiat konularıdır, Bu konularla birlikte tarih, hatıra, zaman, ümitsizlik, hüzün, ayrılık, yalnızlık ve kimsesizlik temalarıyla da sık sık karşılaşılır.

Vatan sevgisi değişik şekillerde işlenilir. Bazı şiirlerde belirli bir yere bağlı olmadan verilir. Vatanın her tarafının birbirine benzediği dikkate alınırsa, mekânın adının söylenilmemesi tabiî olarak görülebilir. Önemli olan, şair için hareket noktasıdır. Duyan ve düşünen bir sanatkâr için bu zor olmayacaktır. Memleketin herhangi bir yerinde karşılaşılan bir taş, kaya, bir ağaç, bir dağ, bir tepe, küçücük bir toprak yığını hareket noktası olarak yeterlidir. Ona göre vatan, şehitlerin kanlarıyla yoğrulmuş kutsal bir değerdir. Gelecek nesillerin bu değeri iyi tanımaları gerekir. Üst üste gelen büyük savaşların getirdiği felâketlerden memleketi kurtararak istiklâlini yeniden elde edip hürriyetin zevkini tadabilmek için büyük bir mücadeleye girişilmiştir. Bu mücadelenin sıfatı “millî”dir. Şair Millî Mücadele’nin getirdiklerini Bir Yolcuya şiirinde ortaya koyar: Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın Bu toprak bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
(BYD s.90)

Bu duygunun tesiriyle insan ve vatan kavramı ele alınırken yol ve yolcu sembolüne sık sık yer verilmiştir. Bunlardan birkaçını zikretmek yerinde olur:
Bir Genç Ölü’de:

Tez geçme atlı, dur, kim olursan ol,
Bir lâhza ruhumun ahım dinle!
O günden beridir bu kimsesiz yol
İlk defa titriyor ayak sesinle.
(BYD, s.21)

Akşamlar Tekin Değildir’de:
Dinle yolcu, bu ses onun sesidir,
Sinsi adımlarla akşam yürüyor...
Sanma ki rüzgârın titremesidir,
O, ıssız yollarda etek sürüyor.
(BYD, s.23)

Yolda Mısralar’da:
Göklere geceler kanat gerince
Her günün sonunda çıkan serince
Rüzgârla beraber düşerim yola.
(BYD, s.62)

Uyanan Hatıralar II’de:
Yaklaşan gecenin derin yasıyla
Ürperen sokaklar bu anda bomboş.
Ah, eski günlerin hatırasıyla
Bu ıssız yollarda gezinmek ne hoş.
(BYD, s.73)

Bir Han Duvarından’da:
Ey yolcu, bilmezsin nasıl yanmışım
Gönülden yana ben, candan yana ben,
Yıllarca gezmeden ne usanmışım
O dağdan bu dağa, handan hana ben.
(BYD, s. 79)

Millî Mücadele’nin en yoğun olduğu yerlerden biri Batı Anadolu’dur. Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri, İzmir’i sembolleştirmiştir. Necmettin Halil Onan bizzat Millî Mücadele’ye katılmış bir şair olarak, savaşın zaferle sonuçlanması, İzmir’in düşmandan temizlenmesi ve yeni bir Türk devletinin kurulmasını yakinen yaşamıştır. Kitabının bir bölümüne İzmir Kapılarında adını vermesi bundan ileri gelir. Orayı, birlik ve beraberliğin sembolü olarak görür. Nihayet “9 Eylül” beklenilen gün olur. İzmir kurtulmuş, Türk askerinin atlarının nallan Kordon’da çınlamakta ve bu “nallardan çıkan kıvılcımlar” güneş nuru gibi gönlü aydınlatmaktadır. Bütün memleket gibi İzmir de hürriyetin sevincini yaşamaktadır:

Hemşerim, haydi, göğsün sevincinden kabarsın
Şu eflâke ser çeken yüce dağlar boyunca.
Set çekme hislerine bu güzel günde, varsın
Hürriyetin zevkini için tatsın doyunca.

Dinle top seslerini... İşte şimdi Konak’ta
Yeni doğan gün gibi bayrağın yükseliyor.
Kordon’a dalga dalga vuran Körfez’e bak da
Gör ki bir vatan kalbi deniz olmuş geliyor.
(BYD, s.35)

İzmir’in kurtuluşunda Halkapınar’ın ayrı bir yeri vardır. Onun için şair burayı ihmal edememiştir. Tarihî gerçeklerle birleşen vatan, bu toprağın insanı için namustur. Halkapınar’da şehit düşenlerin hatırasına dikilen taşın üzerine “Vatan ve Namus” yazılması çok manalıdır. Onun için gelecek nesiller bu kelimelerin ifade ettiği değeri iyi kavramalıdır. Hür vatanda yaşayan hür insanlar, bu taş üzerindeki yazıyı görerek önünde eğilmelidir:

Hürmetle an burda güzel İzmir’i
Görmeye doymadan göz yumanları;
Yıllarca yurdunu kaplayan kiri
Kanıyla gideren kahramanları.

Onların mübarek yüreklerinde
Dinleyen hasretin remzidir bu taş.
Kalbinin en aziz olan yerinde
Bu ulvî tahassür yansın vatandaş.

Çırpınan gönlünle bir kabr önünde
Bir derin ibadet huşuuyla sus.
Karşında duruyor işte o günde
Kurtulan eserler: “Vatan ve Namus.”
(BYD, s.38)

Bu yeni harp hatıralarının yanında bir de eski harp hatıraları vardır. Bunlar, “Kapanmaz Yaralar, Yıllardan Sonra, Karlı Geceler ve Gençlik Günleri” isimli şiirlerdir. Şair dedesi ve ninesinin hatıralarına dayanarak yazmıştır. Fakat bu şiirlerde anlatılan olaylar “93 Harbi” ile ilgilidir. O bakımdan İzmir’le ilgili olanlarda vatan ve namusun kurtuluşu karşısında duyulan sevinç yerine bunlarda buruk bir acı vardır. Tarih, vatan sevgisi ve hüzün iç içedir. Nine, vatandan ayrılışın hüznüyle her şeyi unutur:

Tuna şehit kanından kızıl bir renk alınca,
O güzel memleketler yâd ellerde kalınca
Ölen iki yavrumun acısını unuttum,
Düşman elinde kalan yurdun yasını tuttum.
(BYD, s.99)

Dede de nineden farklı değildir. Karlı geceler onda daima yaşanmış olayları hatırlatır. Vatanı böyle bir karlı gecede bırakmak zorunda kaldığı için, “Ah bu karlı geceler!” demekten kendisini alamaz.

Nihayet anladık ki ordumuz bozgun vermiş;
Sevgili yurdumuzdan ayrılmak mukaddermiş!
Neyse, toplanıp çıktık kalenin kapısından,
Ne yol, ne iz belliydi artık, ne dost, ne düşman,
Ne çare, gene kısmet felâketmiş, hicranmış.
İşittik ki o güzel yerler yıkılıp yanmış...
Şimdi düşman elinde... Ah bu karlı geceler!
Bu çılgın fırtınalı, bu rüzgârlı geceler!
(BYD, s. 104)

Görüldüğü gibi vatan sevgisi beraberinde ölüm temasını da taşımaktadır. Bu tür şiirlerin dışında, ferdî duyguların ifadesi olarak müstakil şekilde karşılaşıldığı da olur. Vatan sevgisiyle birlikte olanlarda bir müphemiyet vardır. Bu, fertten ziyade toplum üzerinde durulmasıyla ilgilidir. Ayrılık, acı, ölüm, zulüm, kötülük ve benzerleri, savaşların tabiî neticesidir. Bunlar peşinen göze alınabilirse, savaşılabilir ve savaştan istenilen sonuç elde edilebilir.

Bir Genç Ölü’de de ölüm temi böyle bir bütünlükten ferde yönelir. Ölenin arkada bıraktığı nişanlısı ve annesi vardır. Ölen kimse, geçip giden atlıya seslenir. Issız yol, onun atının ayak sesinden ilk defa titrer. Çünkü bu dağ başında kan kana boyayıp bir garip olarak ölmüştür. Atlının köye girişinde duyacağı ses annesinin sesidir. Anne gelip geçenden daima oğlunun haberini sorarak beklemektedir:

O kadın, -umduğu gelecek sanıp-
O yerde bekliyor yüz bir akşamdır;
O, her gün bir başka ümitle kanıp
Yolumu gözleyen garip anamdır.
(BYD, s. 22)

Belirli kimselerle ilgili tahassüslerini ifade ederken ölüm, hüzün şeklini alır. Bâki’nin Ölümü ve Bir Ölümün Yıldönümü bu tür şiirlerdendir. Yüzlerce yıl önce yaşamış olan bir şairin ölümüyle ilgili şiir yazmak, biraz da ona olan hayranlığından ileri gelir. Bâkî, cenazesiyle peşinden hemen her yaşta insan sürüklemiş bir şairdir. Ulemanın yanında özellikle "Sahaflar Çarşısı” onun ölümünden ayrı bir acı duyar. Bakî ve benzeri şairler, geçici olan bu dünyada şiirleriyle yüzyılların üstünden aşarak gelen bahtiyarlardır. Onun mısralarında sonsuzluk vardır:

Sokaklardan geçerken er, kadın, yaşlı, taze
Bütün halkı ağlatan bu muhteşem cenaze
Söz mülkünün sultanı Bâkî Efendi'nindi.
Daha sonra, kim varsa, bey, ağa, yeniçeri
Aksakallı vezirler, eski serhat beyleri,
Hepsinin ye’s içinde öne düşmüştü başı.
(BYD, s.29)

Köyden İkinci Mektup, Maziden Hatıralar ve genel olarak hatıraların yer aldığı diğer şiirlerde bu tema; yalnızlık, acı ve karamsarlıkla bütün halinde ele alınır.

Millî konuların yanında ferdî konulara da değer veren şair aşkı ihmal etmemiştir. Hattâ aşkın gereğine bütün kalbiyle inanmıştır. Fakat aşkı geçici bir heves şeklinde ve alelade ifa deden ziyade, yüce bir değer olarak görmüştür.

Onan’a göre gönül, aşkın ateşinde pişip yoğrulmalıdır. Hayatın karanlıklarını ancak aşk ile tutuşan kalbin alevleri aydınlatır. Bu güzel bir yüz veya bir söz olabilir. Gönül, bunların peşinden muhayyel de olsa sürüklenmektedir. Ancak onun hayalî olarak düşündüklerinde bile gerçek bir hayat vardır. Ömrüne Yan Kuzum, aşkı tatmayan gönüller karşısındaki tavrını gösterir:

Vah o boş kalbe ki aşkı tatmadı!
Ah o tat, duydukça doyulmayan tat!
Yanmanın lezzeti, acının tadı;
Yerine başkası konulmayan tat!
(BYD, s. 11)

Şair, her yaşın gerektirdiğinin yaşanmasından yanadır. Gençliğin “bağır”da estiği, yirmi yaş rüzgârlarının insanın başında uğuldadığı, ruh denen ummanın dibinin çalkalandığı yıllarda gönül, “engine açılmış bir gemi” olarak görülür. Gençliğin yarını olan ve kaçınılması mümkün olmayan günler gelmeden “gerilen kollarla” kalbin ve ruhun “bütün kapılarını” ardına kadar aralamaktan yanadır. Fakat bunda da dikkatli olmak gerekir. Kalbin sırları yerinde ve zamanında açılmalıdır. Çünkü onlar birer hazinedir. Geceleri kapılar “sürmelenince”, kapanan bu kapıların ardında kalplerin kilidi açılır. Kalpler şiirinde Onan bunu genelleştirerek, bir öğüt şekline getirir:

Fakat sevdalılar! Sakın açmayın.
Sık sık örselenen şeyler hor olur.
O gizli serveti döküp saçmayın,
Derleyip toplamak sonra zor olur.
(BYD, s. 19)
Bunlarla beraber aşkın müstakil olarak ele alındığı şiirlerden

Kalp. I, II,
Gönlüm Gözüm,
Gemi,
Bir Akşam Hisleri,
Bir Han Duvarında,
Temenni,
Günlerim,
Gel
ilk hatırlanması gerekenlerdendir.

Onan, genel olarak bir sevgiliden bahseder. Bu sevgili daima gönüldedir. Gönül bir aşk gemisi, sevgili ise sığınılacak bir limandır. Gönül bazen dibi görünmeyen karanlık bir kuyudur. Sevgili bu kuyuya baktığında kendisini görecektir. Seven, kendisini bütün olarak sevgilide bulur. Çünkü sevgili çekiciliğiyle “mukaddes”tir. Bu durum onu, zerre zerre kendisine çekecektir. Yer yer sevgiliden şikâyet ettiği de olur. Çünkü sevgili acımasızlığıyla ölüme sevk edecek kadar ileri gider. Onun inleten çevri, sevene günde “bin kerre” cana kıyma duygusunu yaşatır. Zaten sevgilinin iltifat etmediği canın hiç bir kıymeti yoktur:

Nihayet bu genç yaşta, kardeşim.
Kırılmış bir gönül oldu son eşim;
Bir avuç soğuk kül kaldı ateşim
O nankör uğrunda yana yana ben.
(BYD, s.79)

Gönül vermiş bir kimsenin iradesi elinden alınmıştır. O, ruhunu saran çılgın arzularla karanlık bir denize atılır gibi kendini kaybeder. Sevilen varlığın yar olmayacağının bilinmesine rağmen, geriye dönüş yoktur. Böyle bir dönüş, çaresizlikten ziyade acizlik olur. Bu tür bir sevgili Onan’ın değişik şiirlerinde ifadesini bulur:
Temenni’de;

Her aşk için gönlünüz kapanmış bir saraymış,
Sevenler kapısında uzun yılları saymış.
Ben de bunu düşünüp diyorum ki: Allah'ım
Keşki sizi bu kadar güzel yaratmasaymış.
(BYD, s.82)

Günlerim’de:
Bir zaman gülerek nasıl yaşardık,
Bu günse hayatım ne boş emektir!
Hasretle uzayan bir ömrü artık
Bu sürmek değildir, sürüklemektir.
(BYD, s.87)

Görüldüğü gibi Necmettin Halil Onanın şiirlerinde aşk çoğunlukla romantik duygularla ifadesini bulmuştur. Hattâ giderek platonik bir aşk duygusuna dönüştüğü olmuştur. Vatan aşkının işlendiği şiirlerdeki samimi ve saf duygu beşerî aşkta da vardır. Aşkın gereğine ve kaçınılmazlığına inanan şair, bunun ebedî olamayacağına, her şeyde olduğu gibi bunun da bir zamanının olacağına kânidir. Aşk şiirlerinin alışılmış özelliklerinden olan sevgilinin vefasızlığı, sevgili uğruna her şeyi feda etme, gerektiğinde canını o uğurda seve seve verme Onan’da da vardır. Böyle bir aşkın tabii neticesi olarak görülen acı, elem, ölüm gibi temalara sık sık rastlanır. Bu temaların yer alması ve işlenişi bakımından vatan şiirlerine benzeyen aşk şiirleri, toplum yerine ferdin esas alınmasıyla onlardan tamamen ayrılırlar.
Tabiat konusu da Necmettin Halil Onan’da üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Genel olarak tabiat güzelliklerini dile getiren şiirlerin sayısı sınırlıdır. Dağlar şiirindeki tabiat, Halk Edebiyatında en geniş şekliyle ifadesini bulan tabiat anlayışına benzer;

Kuşların sesiyle dağlar doldu da
Lâleler kızardı, çiğdemler açtı;
Bizim de gönlümüz bir kuş oldu da
Başları dumanlı dağlara kaçtı.

Hepsinde başka renk, başka güzellik,
Kuşları cıvıldar, selleri çağlar;
Bir uçtan bir uca aşmaya geldik,
“Yol verin başları dumanlı dağlar.”

Uçsuz bucaksız bir tabiattan daha dar bir mekâna veya kavrama yer verilen şiirlerin sayısı daha çoktur. Bunlar; Bir Yolcuya’da, Karlı Geceler ve Kapanmaz Yaralar’da olduğu gibi vatan sevgisiyle birlikte ele alınanlar; 9 Eylül, Halkapınar, İzmir İçin, İzmir Mektubu, Boğaz Rüyası, Küçüksu’da, Yaz Sonu ve benzerlerinde olduğu gibi bir semt veya şehirle ilgili olan şiirlerdir. Bu tür şiirlerinde tabiat aslî unsur değildir. Vatan sevgisini, vatanın güzelliğini, sevilen bir yerin özelliğini ifade edebilmek için faydalanılan ikinci bir konu veya tema şeklinde ele alınırlar.

Bunlardan başka hemen bütün şiirlerinde birer motif halinde görülen ve sık sık tekrar edilen rüzgâr, dağ, yol, deniz, sahil, köpük, gök, kış, soğuk, kar, gece, akşam, karanlık ve benzeri tabiat unsurları vardır. Bunlar şiirin konusuna ve aslî temasına bağlı olarak değişik ruh halini ifade etmek için kullanılırlar. Aynı unsur bir şiirde dert ve elemi ifade etmek için kullanılırken, bir başka yerde sevinç ve coşkunluğun ifadesinde kullanılır.

Daha önce de işaret edildiği gibi, Necmettin Halil Onan şiirde heceyi benimsemiş ve genel olarak hece şairi olarak kalmıştır. Hecenin 6 + 5:11’li ve 7 + 7; 14’lü kalıplarını kullanmıştır. Kendisinin de ifade ettiği gibi, daha çok 11’li ölçüyü kullanmıştır. Bu Halk Edebiyatının en yaygın nazım şekli olan “Koşma”da en çok kullanılan ölçüdür. Onan'ın bu ölçüyü kullanmasında Türk Edebiyatındaki şiir geleneğinin etkisi gözden uzak tutulamaz.
Şiir kitaplarına aldığı Bir Akşam Gezintisi. Hasret ve Bir Marş aruz vezniyle yazılmıştır. Bunun dışındakilerde heceyi kullanmıştır. Ancak daha sonraları yazdığı gazellerin tamamı, Bir Damla, İzmir Mektubu, Boğaz Rüyası, Küçüksu’da,

Akşam, Yaz Sonu, Söyleniş, Boğazda Akşam ve Yahya Kemâl'in ölümü üzerine söylenilen kıt’a aruz vezniyle yazılmıştır. Daha çok aruzun ahenkli ve Türkçede yaygın olan kalıplarını tercih ettiği görülür.

Onan, şiirlerinde nazım birimi olarak beyit, üçlük ve dörtlükleri kullanmıştır. Bunlara bağlı olarak, nazım şekilleri de değişmektedir. Bilindiği gibi dörtlük Halk Edebiyatının nazım birimidir. Beyit ise Divan Edebiyatının nazım birimidir. Aruz vezniyle yazdığı gazeller bu İkinciye örnek olarak gösterilebilir. Bunun yanında Gramafonda Beş Plâk, Gazinin Heykeli, Köyden Mektup, Put, Kapanmaz Yaralar, Karlı Geceler, Bir Akşam Gezintisi gibi hacim bakımından daha geniş olan şiirlerde ise “Mesnevi” tarzını benimsemiştir. Bu tarzda yazılan şiirlerin üslûbu da ötekilerden ayrılır. Bunlarda bir konunun izahı veya hikâyesi vardır. Bir olay, bir yer veya bir durum hikâyemsi bir üslûpla tasvir edilmektedir*. Öteki şiirlerden nazım birimi, nazım şekli ve üslûp bakımından tamamen ayrılan bunlar temaya göre az çok değişmektedir. Yer yer tahlillere baş vurulmakla beraber daha çok tasvir yoluyla bir anlatma ve bildirme belli başlı özelliklerindendir. Şüphesiz ki, kelime dünyası da konuya ve üslûba bağlı olarak değişmektedir. Son zamanlarda yazdığı birkaç gazeli bir tarafa bırakılacak olursa, şairin dil anlayışında bir değişikliğin olmadığı görülür. Onan’ın Eski Türk Edebiyatıyla olan yakın ilgisi onu gazel tarzına yönelttiği gibi, bu şiirlerinde eski devrin dilini de başarıyla kullanmıştır. Bu durum, o devrin sanat ve edebiyat anlayışına hâkimiyetiyle beraber, o devrin edebî kültürünü yaşatabileceğini göstermesi bakımından ayrıca bir özelliktir. Fakat onun esas değerini sade Türkçeyle ve hece vezniyle yazdığı şiirleri gösterir.

ABDÜLKADİR HAYBER, NECMETTİN HALİL ONAN- KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 926, ANKARA

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

NECMETTİN HALİL ONAN'NIN DİĞER ŞİİRLERİ...

ÇAKIL TAŞLARI- NECMETTİN HALİL ONAN

NECMEDDİN HALİL ONAN HAYATI ve ESERLERİ

BİR YOLCUYA - NECMETTİN HALİL ONAN

SON EKLENENLER

Üye Girişi