Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

ÖZ ŞİİR YAZAN ŞAİRLER ve EDEBİ KİŞİLİKLERİ

Öz şiir anlayışı her ne kadar Batı edebiyatına özellikle de Paul Valery’e dayandırılsa da Türk edebiyatı bu şiir anlayışına pek yabancı değildir. Zira divan edebiyatı aslında saf şiir anlayışının hemen bütün özelliklerini taşımaktadır. Yine Tanzimat’tan sonra başlayan ve “Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı” olarak adlandırılan dönemde Servet-i Fünuncular ve Fecr-i Aticiler de bu anlayışa uygun eserler vermişlerdir.

Saf şiir anlayışı Fransız sembolistlerinden etkilenen Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı gibi sanatçılarımızla ise karakteristik özelliklerini kazanmıştır. Bu nedenle Türk edebiyatında “saf (öz) şiir” eğiliminin gerçekte Ahmet Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar (Şiir Hakkında Bazı Düşünceler)” adlı makalesiyle başladığı kabul edilir.

Cumhuriyet Döneminde de bu anlayışa bağlı kalarak eser veren sanatçılar olmuştur. Daha sonra “serbest nazım ve toplumcu şiir” ile “millî edebiyat zevk ve anlayışını sürdüren şiir” akımları ortaya çıkmıştır. Ancak 1930’lu yıllardan sonra memleketçi edebiyata yönelik kimi tepki¬ler belirmiş, şiirde yeni yollar aranmaya başlanmıştır. Bu süreçte kimi sanatçılar Ahmet Haşim’le başlayan ve bir ara etkisini yitiren saf şiir anlayışına dönmüştür.
Saf (öz şiir) anlayışını benimseyen sanatçılar:

Cumhuriyet Döneminde Beş Hececiler ile Garipçiler arasındaki nesli oluşturan “Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl Kısakürek, Özdemir Asaf, Fazıl Hüsnü Dağlarca” gibi sanatçılar saf şiir anlayışına uygun eserler vermişlerdir. Yedi meşaleciler olarak bilinen “Ziya Osman Saba, Vasfi Mahir Kocatürk, Sabri Esat Siyavuşgil, Cevdet Kudret Solok, Yaşar Nabi Nayır, Kenan Hulusi Koray, Muammer Lütfi Bahşi” gibi sanatçıların da saf şiir anlayışına bağlı olduğu kabul edilmektedir.

Saf (öz şiir) anlayışını benimseyen sanatçıların genel özellikleri:

  • Şiirin asıl amacının estetik zevk vermek olduğunu savunmuşlardır.
  • Kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluşturmuşlardır.
  • Sade açık ve anlaşılır bir dil kullanmışlardır.
  • Her türlü eğilimin dışında kalıp bireysel şiirler yazmaya yönelmişlerdir.
  • Düşsel (hayali) ve bireysel yönleri ağır basmıştır.
  • Didaktik bilgiden uzak durmuşlardır.
  • Anlaşılmak için değil; duyulmak, hissedilmek için şiir yazmışlardır.
  • Biçim endişesini öne çıkarmışlardır.
  • Gizemsellik, simgecilik, bireysellik, ruh, ölüm, masal, rüya, mit temalarını yoğunca işlemişlerdir.
  • şiirlerini zekâ ve bilincin disipliniyle bütünleştirerek yazmışlardık
  • Hece ölçüsünü de kullanmışlardır.
  • Serbest nazımla da şiirler yazmışlardır.
  • Sembolizmden özellikle de Baudelaire, Mallarme, Rimbauld gibi sanatçılardan etkilenmişlerdir.

NECİP FAZIL KISAKÜREK
Çile

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatte,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuz'a varmak...


HAYATI
İstanbul’da doğdu, ilk şiir kitabı daha 17 yaşında iken yayımlandı. “Örümcek Ağı” ve "Kaldırımlar” adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. 1940’lı yıllarda İslami kimliği ile öne çıkmaya başladı. Türk Edebiyatı Vakfı’nca 1980’de verilen beratla “Sultanü’ş-Şuara (Şairlerin Sultanı)” unvanını kazandı. Çeşitli gazetelerde yazıları yayımlandı.

Edebî kişiliği

Modern Türk şiirinin mistik şairidir. Makale, tarih, eleştiri, biyografi, öykü gibi düz yazı türlerinde de yapıtları olmasına rağmen asıl güçlü yanı şiirlerindedir. Halk şiirimizin öz ve biçim yapısından yararlanmış, bunlara Batılı, modern bir özellik kazandırmış, sonraları dinsel duyuşlarda karar kılmıştır.
Sağlam bir teknikle, esrarlı iç âlemini, felsefi görüşleri etkileyici bir anlatımla dile getirmiştir. Divan, halk, Tanzimat ve Batı edebiyatını en ince ayrıntılarına kadar bilen bir sanatçıdır. Serbest şiire karşı çıkmıştır. Kafiyeye sığınmayı sahtekârlık sayar. Ona göre, duygu ve düşünce harmanlanıp şiir kalıbında, sanat kaygısıyla dillendirilmelidir.
Şiirin içyapısıyla dış yapısı arasında bir uyum bulunması gerektiği düşüncesinden hareket eden sanatçı, 1930’lu yılların başlarına değin süren yoğun şairlik yaşamında, lirizmin ağır bastığı şiirler yayımlamıştır. Duygularını değişik biçimde yansıtışı, değişik benzetmeler kullanarak şiirlerini renklendirişiyle bu yılların şairleri arasında ayrı bir yeri olmuştur. Her şiirinde, sanatından, ruhundan, hissiyatından ve düşüncelerinden ipuçları vardır.
1934’de kadar ruh çalkantılarını, korkularını, iç hesaplaşmalarını, çocukluk yıllarına has hatıralarını, dış dünyadaki varlığı ve kendisiyle didişmelerini, arayışlarını anlat­mıştır.
Şiirlerinde anlaşılmayan ayak sesleri, periler, cinler, hayaletler, kâbuslar, siyah kediler, geceleri insanın etrafında fıldır fıldır dönen kambur cüceler gibi ürpertici motiflerle, birtakım gerçeküstü varlıklara yer vermiştir.
Bütün şiirlerini içeren “Çile”de, şiirlerini şu adlar altında toplanmıştır: “Ölüm, Korku, Ukde, Tecrit”. Bunlar aynı zamanda yeni, orijinal, sanatkârane ve insana tat veren ifadelerdir.
1934 sonrası şiirlerinde toplumu da sanatına yansıtmıştır. Şiirlerinde toplumun kandırıldığını, gençliğin kokuşturulduğunu iddia etmiştir. Ona göre, toplum uyarılmalıdır. Türk milleti aslına dönmelidir. “Şiir toplumun his ve fikir hayatını yansıtmalıdır.” derken saf şiirden de, vazgeçmemiştir.
Tiyatro eserlerinde üstün bir ahlak felsefesini savunmuştur. “Cinnet Mustatili” adlı eserinde hapishane anılarına yer vermiştir. Sanatının ve davasının mücadelesini vermek için “Büyük Doğu” dergisini çıkarmıştır. Ayrıca “Ağaç” dergisini de çıkarmıştır.

Eserleri:

Şiir: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile
Öykü: Hikâyelerim, Ruh Burkuntularından Hikâyeler
Roman: Aynadaki Yalan
Anı: Babıâli, Cinnet Mustatili
Siyer: Çöle İnen Nur
Otobiyografi: Kafa Kâğıdı, O ve Ben
Oyun: Tohum, Bir Adam Yaratmak, Künye, Para, Namı Diğer Parmaksız Salih, Reis Bey, Abdülhamit Han, Siyah Pelerinli Adam, Yunus Emre, Sabır Taşı
Monografi-makale-fıkra-anı: Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil (1933), Namık Kemal (1940), Çerçeve (1940), Son Devrin Din Mazlumları (1969), Hitabe (1975), İhtilal (1975), Yılanlı Kuyudan (1970), Hac (1973), Babıâli (1975), İman ve İslam Atlası (1981

TOHUM: Necip Fazıl Kısakürek; tiyatro; sanatçının ilk tiyatro eseridir; 1935 senesinde Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenmiştir; oyunda " tohum ", millî mücadeleyi, Anadolu halkının öz benliğinde mevcut ruhun bir fışkırışı olarak gösterilmiştir...

BİR ADAM YARATMAK: Necip Fazıl Kısakürek; tiyatro; " incir ağacı " üzerinde dolaşan oyun, yıkılan Osmanlı ile yeni kurulan Cumhuriyet arasında bir çatlaktan incir ağacının çıktığını, ağacın köklerinin geleneği, dallarının ise geleceği temsil ettiğini öne sürer...

REİS BEY: Necip Fazıl Kısakürek; tiyatro; sanatçı bu eserinde bir hâkimin verdiği idam kararı öncesi ve sonrasında yaşadığı gelişmeleri dile getirdiği bir oyundur...

KÜNYE: Necip Fazıl Kısakürek; tiyatro; sanatçı, bu eserinde Birinci Dünya Savaşı'nda cepheden cepheye koşmuş, Harbiye mektebinde hacalık yapmış, Balkan savaşına katılmış, divanı harpte yargılanmış, şahsi hayati olmayan bir dava adamının trajik hikâyesini anlatır...

PARA: Necip Fazıl Kısakürek; tiyatro...

AYNADAKİ YALAN: Necip Fazıl Kısakürek; roman; sanatçının roman kalıpları içinde kaleme aldığı tek eseridir; eserde felsefe fakültesinde asistan ve doçentlik tezini hazırlamakta olan Naci'nin hayat hikâyesini anlatır...


AHMET HAMDİ TANPINAR (1901-1962)

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Edebiyatı Kürsüsü profesörlüğü yaptı. Adını ilk kez “Altın Kitap” dergisinde yayımlanan “Musul Akşamlan” şiiriyle duyurdu. Dergâh, Millî Mecmua, Hayat, Görüş, Ülkü, Varlık, Oluş, Kültür Haftası ve Aile dergilerinde şiirleri yayımlandı. Bir süre milletvekilliği yaptı.

Edebî kişiliği

Hece vezniyle yazdığı ilk şiirleri, imge zenginlikleri ve müzikal nitelikleriyle dikkat çekmiştir. Bu şiirlerde, Faruk Nafiz ve öteki hececilerden ayrı bir estetik peşinde olmuş, kendine özgü bir sözcük ve kavram dünyası oluşturmuştur. Bu çabada, Ahmet Haşim ve Edebiyat Fakültesi’ndeki hocası Yahya Kemal Beyatlı’nın sentezciliği, yoğunlaşma kaygıları, Haşim’in soyutlama eğilimleri görüldüğü gibi, halk şiiri estetiğindeki alışılmış söyleyiş özelliklerine de rastlanır.

Küçük yaşta kaybettiği annesinin yokluğundan duyduğu acıyı ve kendisini avutacak bir sevginin özlemini dile getirmiştir. Şiirlerinde, içe dönük bir bakışla doğa ile iletişim kurmaya çalışmıştır. Zaman kavramı üzerinde sıkça durmuştur. Onun eserlerinde zaman, “Bursa’da Zaman” şiirindeki gibi çok katlı ve karmaşıktır. Şiirlerinde insan ruhuna, özellikle bilinçaltına ve zama­na yer verişiyle, romanlarında işlediği konulara yaklaşır.

Kişilerin ön planda tutulduğu öykülerinde kendi iç dünyasını yansıtmış, genelde kişilerin ruhsal çöküntüsünü, yaşamın gerçeklerinden çok iç benliklerine sığınışlarını sergilemiştir. Öykülerinde de zaman kavramı üzerinde sıkça duran Tanpınar, geçmişle içinde bulunulan zama­nı bilinç-bilinçaltı çatışması biçiminde vermiştir. Geçmişlerindeki kimi olayların etkisiyle dış dünya ile uyumlarını yitirmiş, yaşamları karabasanların, korkulu düşlerin kuyularına yuvarlanan kişiler çoğunluktadır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sembolist anlatım tarzı romanlarına zaman zaman yansır. Ancak o, içerik açısından metafizik eğilimleri ile estetik endişelerini şiire ayırdığı hâlde, sosyal temalar için nesri seçmiştir. Romanlarında, zengin hayatların hikâyesinden çok, Türkiye meselelerine kendine has yorumlar getirir. Mede­niyet değiştirme girişimlerinin insanımızı soktuğu çıkmazları araştırırken yaptığı tahliller, insanımız ve toplum yapımız açısından dikkate değer hükümler taşır.

İlk romanı “Mahur Beste”de dönemlerinin özellikleri, iş ve ev yaşamları, sarayla ilişkileri, alışkanlıkları, merakları, tutkuları, felsefeleriyle imparatorluğun son yıllarında yaşayan insanlar sergilenir. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” toplumumuzun bu değişme süresi içindeki durumunu, fertten yola çıkarak topluma varan teknikle anlatıyor. “Sahnenin Dışındakiler”, II. Abdülhamit döneminin artıkları ile II. Meşrutiyet’te ortaya çıkan XIX. yüzyıl kuşağının okumuş kesiminin romanıdır. “Sahnenin Dışındakiler” ile “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde de Batı ve Doğu uygarlığı arasında bocalayan Türk toplumunun ironik tablosu çizilir. “Huzur”da Cumhuriyet’in ilk yıllarında kişiliğini kabul ettirmek isteyen okumuş genç kadın ve erkeğin sorunları, yeni toplumsal koşullarla ilişkileri, eski ile yeni arasındaki uyum arayışları işlenmiştir.

Ölümünden sonra plan ve notlarına dayanılarak bir araya getirilen ve 1987’de yayımlanan “Aydaki Kadın”da da aynı irdeleme vardır.

Tanpınar’ın edebiyat ve tarih konularındaki incelemeleri çeşitli dergilerde yayımlanmış, sonra kitap hâlinde basılmıştır. “İstanbul, Bursa, Ankara, Erzurum ve Konya kentleri doğal, tarihsel ve kültürel yapılarıyla anlatıldığı deneme türündeki “Beş Şehir” adlı eseri sadece tarihî bilgi, kuru gezi rehberi, bir şehir coğrafyasından farklı olarak his, sanat, estetik, kültür ve bilgi birikimi içerisinde yoğrulmuş bir yapıttır. Eski ile yeninin daimi bir çatışmasıdır. Sürekli bir hesaplaşma, bir karşılaştırma söz konusudur eserde. Tanpınar, geçmişe o güncelin penceresinden bakarak bir inşa eyleminde bulunmuştur.

Eserleri:

Öykü: Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru

Şiir: Şiirler

Roman: Mahur Beste, Huzur, Sahnenin Dışındakiler, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Aydaki Kadın

Deneme: Beş Şehir, Edebiyat Üzerine Makaleler, Yaşadığım Gibi

İnceleme: Tevfik Fikret, Namık Kemal, Yahya Kemal, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi

Huzur: Tanpınar’ın kendi yaşamından da izler taşır. Hem bir aşk hem de İstanbul’a olan derin sevginin romanıdır. Tanpınar’ın estetik anlayışının, kültür birikiminin ve geçmiş kültürlere yaslanan yaşam felsefesini yansıttığı bu romanı Tanpınar’ın en yetkin romanı sayılır. Romanda, Mümtaz ile Nuran’ın aşkı çerçevesinde Doğu ile Batı, eski ile yeni, geçmişin değerleriyle var olan değerler, aşk ile toplumsal sorumluluk arasındaki çatışma ve bu çatışmanın doğurduğu bireysel bunalımlar irdelenir.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü: İki uygarlık arasında bocalayan toplumumuzun yanlış tutum­larını, davranışlarını, saçmalıklarını alaya alan, eleştiren bir romandır. Eser çocukluğu Abdülhamit döneminde geçen, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini de yaşayan Hayri İrdal’ın anılan şeklinde verilmiştir. Birinci bölüm “Büyük Ümitler” Tanzimat öncesini, ikinci bölüm “Küçük Hakikatler” Tanzimat Dönemi’ni, üç ve dördüncü bölümler ise Cumhuriyet i döneminin başlarını ve devamını ele almaktadır. Roman içeriği ve konusu bakımından karakterlerinden Nuri Efendi (Saat Ustası) ve Mübarek (Ayaklı ve yaşlı bir İsveç yapımı duvar saati) ilişkisinden almaktadır. İnsanların popülerliğe ve paraya verdiği önemin, insanların nasıl bir anda yüz değiştirebileceğinin altı çizilmektedir.

Sahnenin Dışındakiler: Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unun başkahraman vasıtasıyla yansıtıldığı, siyasi meselelerin fazlaca yer aldığı bir romandır. Eserin başlığı, yani sahnenin dışı İstanbul, sahnenin içi ise Kurtuluş Savaşı’nın cereyan ettiği Anadolu’dur. Eserin başkahramanı cemal’dir. Üniversite öğrencisi olan bu gencin gözüyle İstanbul'un işgal yıllan anlatılmaktadır. Cemal, eserin diğer önemli kahramanı Sabiha’yı sevmektedir.
Mahur Beste Osmanlı Devleti’nin son döneminde seçkin bir çevrenin yaşayışı anlatılır.

CAHİT SITKI TARANCI

Gün Eksilmesin Penceremden
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
CAHİT SITKI TARANCI

HAYATI
Diyarbakır'da doğdu. Mülkiye Mektebinde başladığı yükseköğrenimini Paris’te Siyasal Bilgiler fakültesinde tamamlamak istediyse de ikinci Dünya Savaşı’nın patiği vermesi üzerine, yurda dönmek zorunda kaldı. Çevirmen olarak çalıştı. 1946 CHP şiir yarışmasında “Otuz Beş Yaş’’ ile birincilik ödülü aldı. 1954 yılında ağır bir hastalığa yakalandı. Tedavisi için gönderildiği Viyana’da öldü. Ankara’da toprağa verildi.

EDEBÎ KİŞİLİĞİ

Şiiri onun kadar ciddiye alan ve şiir dışında edebiyat türlerinden kaçınan sanatçı azdır
İlk şiirleri Muhit ile Servet-i Fünun dergilerinde çıkmıştır.
Ahmet Hamdı Tanpınar ve Necip Fazıl Kısakürek’in şiir çizgisine özenmiştir.
Modern Fransız şiirinden de etkilenmiştir.
Ünlü Otuz Beş Yaş adlı şiiriyle bir yarışmada birincilik ödülü kazanmıştır.
“Sanat için sanat” ilkesine bağlı kalmıştır.
Ahenkli bir dili vardır ve şiirlerini konuşma diliyle yazmıştır.
Ona göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır.

Bu gün masal değil
Masaldan daha güzel gerçek

Denizlerimiz var güneş içinde
Ağaçlarımız var yaprak içinde
Sabah akşam gider geliriz
Denizlerimizle ağaçlarımız arasında
Yokluk içinde

Yukarıdaki mısralarında olduğu gibi Baudelaire’in etkisinde kalan sanatçı, “ölüm ve yalnızlık” karşısında duygulanan bir şair olarak tanınır. O, ölümü unutabildiği şiirlerinde mutludur. Onun şiirlerinde “ölüm korkusu” ile “yaşama sevinci” iç içedir. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiştir. Ayrıca yitik aşkları, mutlu sevdaları, yalnızlığı, yaşadığı bohemi (bunalım), burukluklarını, çocukluk özlemlerini de şiirlerine konu yapmıştır.
Vezin ve kafiyeden kopmamış; ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır
Açık ve sade bir üslubu vardır. Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir. Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur.
Çeşitli gazetelerde yayımlanan hikâyeleri 1976 yılında bir araya getirilip basılmıştır. Mektupları da “Ziya’ya Mektuplar” başlığı altında kitaplaştırılmıştır.
Şairin hikâye denemeleri de vardır.

Eserleri:
Şiir: Ömrümde Sükût, Otuzbeş Yaş, Düşten Güzel, Sonrası


AHMET MUHİP DIRANAS

Fayriye Abla

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar
Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve akpak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede
Bahçede akasyalar açardı baharla
Ne şirin komşumuzdun fahriye abla

Önce upuzun sonra kesik saçın vardı
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla
Ne çapkın komşumuzdun sen fahriye abla

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya
Bilmem şimdi hala bu ilk kocanda mısın
Hala dağları karlı Erzincan’da mısın
Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın
Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda
Ne vefalı komşumuzdun sen fahriye abla
 
HAYATI
Sinop’ta doğdu. Ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesinde tamamladı. Lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar, şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular.

Ankara Hukuk Fakültesine iki yıl devam ettikten sonra İstanbul’a gitti, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girdi ve burayı bitirdi.

Bu arada Güzel Sanatlar Akademisinde kütüphane memurluğu yaptı. Dolmabahçe Resim ve Heykel Müzesi resim yardımcılığında bulundu. 1938’de Ankara’ya döndü ve CHP Genel Merkezinde Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınlarını yönetti. Ankara’da Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürü, Kurum Başkanlığı yaptı. İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi oldu. Devlet Tiyatrosu Edebî Kurul Başkanlığı, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliği gibi görevlerde bulundu. Ankara’da öldü.

EDEBİ KİŞİLİĞİ

Tevfik Fikret’in “Rübab-ı Şikeste” adlı eserini Türkçeleştirerek “Kırık Saz” adıyla yayımlamıştır.
Şiirde biçime önem verişi, işlediği temalar, simgecilikten hareketle yarattığı yeni bir şiir diliyle kendi dönemindekileri olduğu gibi sonra gelenleri de etkilemiştir.
Şiirde ahenge ve sese önem vermiştir. Örneğin “Kar” şiirinde sesi ön plana çıkarırken “Olvido” adlı şiirinde ne sesi anlama ne de anlamı sese baskın kılmıştır.
Fransız sembolist şiirinin öncülerinden Baudelaire ve Verlaine’in etkisi altında kalan sanatçı, “biçim” ve “ahenk”i kaygı edinmiş, yeni bir yapı içinde ruhun dalgalanışlarını dile getirmeye çalışmıştır.
Ölçü ve uyağa sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Sese ve ahenge önem vermiştir.
Şiirlerinde konu olarak Anadolu’yu, memleket manzaralarını, doğa ve tarih sevgisini işlemiştir.
Destanımsı şiirler yazmıştır.
Şiirde yeni bir bütünlük kurmaya çalışmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki kuşaktan ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aldığı etkileri sanatına yedirerek özgün bir şiire ulaşmıştır.
Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekselde çağdaşlığı yakalayan, çağrışım gücü yüksek, yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmaz şiirler yazmıştır.
Şiirlerinde aşkı, tabiatı, ölümü, hatıraları, sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü boyutlar içinde vermiştir.
Şiirler” adlı kitabında “Olvido”, “Serenat”, “Ağrı”, “Fahriye Abla”, “Elif başlıklı şiirleri en çok bilinen şiirleridir.
Tevfik Fikret’in Rubab-ı Şikeste’sini “Kırık Saz” adıyla günümüz Türkçesine çevirmiştir.
“Gölgeler” ve “O Böyle İstemezdi” tiyatro türündeki eserleridir.
Öykü, deneme ve roman yazmamıştır.

ASAF HALET ÇELEBİ

29 Aralık 1907’de İstanbul’da doğan sanatçı, Galatasaray Lisesi’nde 8 yıl eğitim görmüş, kısa bir süre Sanayi-i Nefise Mektebi’nde okumuş ve Adliye Meslek Mektebi’nden mezun olmuştur. Üsküdar Adliyesi Ceza Mahkemesi zabıt kâtipliği yapan Asaf Halet Çelebi; Osmanlı Bankası, Devlet Deniz Yolları İşletmesi’nde çalışmıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü kitaplığında görevliyken 1958 yılında yaşamını yitirmiştir.

Edebi Kişiliği:

Asaf Halet Çelebi Batı’yı taklit etmeyen kendi kültürümüz ile Doğu kaynaklarından beslenen şiir anlayışının öncülerindendir.
“Dünyada ne kadar şiir varsa o kadar şekil vardır.” düşüncesini savunan Asaf Halet Çelebi, vezin ve kafiyeye kesin bir şekilde bağlanmamak gerektiğini belirtmiş ve hece sayılarından yararlanarak “içi musiki dolu” şiirler yazdığını söylemiştir. Onda şiirin şekil özelliği manasından önemli olduğu için, manası anlaşılmayan “Om mani padme halakassemavat-i vel-ard” gibi formüller kullanmıştır. Şiirlerinde sesler büyük önem arz eder.
Zamanı ve mekânı farksız görerek birbirine karıştırdığı zengin bir şiir dünyası vardır.
Açık anlamı gereksiz bulan sanatçı, somut malzemeyle yapılmış soyut şiiri gerçek şiir olarak görmektedir.
Şiirlerinde mistik bir hava bulunan sanatçı; tasavvufa, Asya inançlarına, Budizm’e ait kavramlara çokça yer vermiştir. Şiirlerinde okuyanları masal havasına sürükleyecek bir yapı vardır.

Kısaca özetleyecek olursak;

Bir “sezgi şairi”dir, şiirlerinde soyut bir âlemi anlatmıştır.
Eski Doğu medeniyetini, Hint kültürünü tanımış, İslam tasavvufu ile Hint mistisizmini birleştirmiştir.
Şiirleri; masallardan, dinlerden, şairin rüya ve hayallerinden gelme sembollerle doludur.

Eserleri:
Şiir: He, Lamelif, Om Mani Padme Hum
Biyografi: Mevlana, Molla Cami, Naima, Ömer Hayyam

ÖZDEMİR ASAF

LAVİNİA
sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.

sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.
sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adınıgizleyecegim
sen de bilme, lavinia.

11 Haziran 1923'te Ankara'da doğdu.28 Ocak 1981'de İstanbul'da öldü. Asıl adı Halit Özdemir Arun'dur. İlk ve ortaöğreniminin bir bölümünü Galatasaray Lisesi'nde yaptı.1942 yılında Kabataş Erkek Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi'nde, önce Hukuk Fakültesi'ne, sonra İktisat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü'ne devam ettiyse de 1947'de yükseköğrenimini yarıda bıraktı. Bir süre sigorta prodüktörlüğü yaptı. 'Zaman' ve 'Tanin' gazetelerinde çevirmen olarak çalıştı. İlk yazısı 1939'da 'Servetifünun-Uyanış' dergisinde çıktı.1951'de Sanat Basımevi'ni kurarak matbaacılık yaşamına girdi. Kendi şiir kitaplarını bastı.1955'te Yuvarlak Masa Yayınları'nı kurdu.

Edebi Kişiliği

İkilikler ve dörtlüklerden oluşan ilk şiirlerinde yoğun bir söyleyiş özelliği göze çarpar.
İnsan toplum ilişkilerine yönelik temaları konu edinerek düşündürücü bir şiir evreni kurmuştur.
Duygu ve düşünce yoğunluğuyla birlikte, alay ve taşlama şiirine egemen olan öğelerdir.
İnsan ilişkilerinin toplumsal ve bireysel yanlarını sen ben ikileminde vermiştir.
Çok kullandığı sevgi, ayrılık, ölüm temaları, son dönem şiirlerinde giderek yerini kaçış ve umutsuzluğun tedirginliğine bırakmıştır.
Şiirin bir görüşü yansıtması, bir iletisinin olması düşüncesinden yola çıkmıştır.
Yuvarlağın Köşeleri kitabında şiirin ve yazarın işlevi konusundaki görüşlerini dile getirmiştir.
Batı şiiri ve geleneksel Türk şiirinden yararlanarak verdiği bileşim sanatını zenginleştirip geliştirmiştir.
Özgün ve etkileyici bir dil kullandığı şiirlerinde “ikinci kişi” sorununu ele aldı. İkinci kişiye bağlılığını çeşitli yönlerden inceledi, kendi davranışlarını soyutlama yoluyla bir düşünce düzeyine yükselterek çözümlemeye çalıştı. Özellikle son dönem şiirlerinde dize sayısını azaltarak duygu ve zekâ pırıltılarının kaynaştığı kısa şiirler yazdı.
Şiirlerinin bir bölümünde toplumla, yaşadığı çağla ve kendisiyle hesaplaşmasının buruk öfkesi gözlemlenir. Bu yaklaşımla yeni taşlama biçimleri üreterek hiciv şiirinin öğelerini ustaca kullandı. İnsan ilişkilerinin toplumsal ve bireysel düzlemlerdeki çelişkilerini “sen-ben” ikileminde yansıttı. Şiirlerinde çok sık kullandığı sevgi, ayrılık, ölüm temaları, son şiirlerinde yerlerini kaçış, umutsuzluk ve tedirginliğe bıraktı
Kısa, özlü söyleyişlerin yer aldığı, düşündürücü özgün şiirleriyle tanındı. Karşıtlıkları, benzerlikleri, çağrışımları kullanarak söz ve sözcük oyunlarına dayalı şiirlerinde yaşam görüntülerini, eşyayı, izlenimleri soyutlaştırır; dokunaklılık yüklü şiirlerinde sevgi, anılar, yalnızlık, ölüm başlıca konulardır

Eserleri

Şiir:
•    Dünya Kaçtı Gözüme (1955),
•    Sen Sen Sen (1956),
•    Bir Kapı Önünde (1957),
•    Yuvarlağın Köşeleri (özdeyişler-etika, 1961),
•    Yumuşaklıklar Değil (1962),
•    Nasılsın (1970),
•    Çiçekleri Yemeyin (1975),
•    Yalnızlık Paylaşılmaz (1978),
•    Benden Sonra Mutluluk (ö.s. 1983).
•    Ölümünden sonra tüm şiirleri, Bir Kapı Önünde ve Yalnızlık Paylaşılmaz (1982) adı altında iki kitapta toplandı.
•    Lavinia: Aşk Şiirleri (ölümünden sonra, 2002),
Özdemir Asaf'ın 92 şiirinin İngilizceleri Yıldız Moran'ın çevirileriyle, To Go To: Poems adlı bir kitapta (1964) yayımlandı.
Deneme:
•    Özdemir Asafça (ölümünden sonra, deneme, 1988). 2001'de Adam Yaymları'ndan ayrı kitaplar olarak çıktı.
•    Ça (deneme, 2002),
Öykü:
•    Dün Yağmur Yağacak (ölümünden sonra, öykü, 2004),
Çeviri:
•    Reading Zindanı Balladı, (Oscar Wilde),
•    Hapisteki Sanatçı, (Albert Camus).

SON EKLENENLER

Üye Girişi