Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Aruz vezni yerine hece veznini kullanma anlayışı, Mehmet Emin Yurdakul’un 1897 Yunan savaşı yıllarında yayımladığı “Türkçe Şiirler” adlı kitabıyla edebiyat dünyasında ses getirmiş; Rıza Tevfik’in Halk şiiri yolundaki koşma ve nefesleriyle desteklenmiş ise de uzun zaman gerçekleşememiştir. Bu anlayış, ancak I. Dünya Savaşı yıllarında, özellikle 1917’den sonra, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy gibi genç şairler tarafından tam olarak yaşama geçirilmiştir. Bu beş şair, daha sonra edebiyatımızda “Beş Hececiler” olarak anılacaktır. Ancak bu şairlerin heceye yönelmeleri aruz vezninin tam olarak terk edildiği anlamına da gelmez. Bazı şairler, aruz veznini kullanmaya devam etmiştir. Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal gibi üç büyük şair, aruz vezniyle, sanat değeri yüksek şiirler yazmışlardır.

Mehmet Emin Yurdakul’un dışında, hece vezninin ilk ürünlerini veren şairlerin hemen hepsi bir yandan aruzla yazmışlar; bir yandan da, Türkçülük hareketinin ve Ziya Gökalp’in etkisiyle, hece veznine yönelmişlerdir. Ne var ki, bunların hece vezniyle  ortaya koydukları ürünler, yalnız biçim; yani dil, vezin, nazım biçimi kaygısıyla yetinilen, derinliği olmayan, yalınkat manzumelerdir.

Millî Edebiyat akımının etkili olduğu dönemde aruz ve hece ölçüsünü kullanma konusunda farklı yolları benimsemelerine karşın, yerli hayatı yansıtma anlayışı, Mehmet Emin, Mehmet Akif, kimi şiirleriyle Yahya Kemal, Cumhuriyet devrindeki bazı şiirleriyle Faruk Nafiz gibi şairlerce yaşama geçirilmiştir.

Gerçek sanat değeri taşıyan şiirler, aruzun son üç ustasının ‘Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal’ kaleminden çıkmıştır. Mehmet Akif, manzumelerinde halka yönelirken, Ahmet Haşim ile Yahya Kemal ise bunun tam tersi bir tutumla hareket etmiştir.

İşte böyle bir ortamda Millî Edebiyatçılar sade bir dille ve hece vezni ile milliyetçilik teması çevresinde şiirler yazmıştır. Konuşma dilinin şiire yerleşmesi gerekliliğini vurgulamışlardır. Bu sanatçılardan biri olan Mehmet Emin Yurdakul, yazdığı şiirlerle Millî Edebiyat akımının oluşmasında öncülük yapmıştır.

Mehmet Emin Yurdakul’un çabalarından sonra, 1911’de Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisi bu yolda önemli bir görev üstlenmiştir. Bu dergide “Turan” adlı şiirini yayımlayan Ziya Gökalp, şiirde sade Türkçe ve hece ölçüsünü benimsetmekte Mehmet Emin Yurdakul’dan daha etkili olmuştur.

Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, 1911-1923 yılları arasında, yani Millî Edebiyat döneminde yazılan şiirlerin tümünü; ses, söyleyiş, yapı, tema, dil ve anlatım bakımlarından aynı görmek mümkün değildir. Özellikle de 1911 -1917 yılları arasında değişik eğilimlerin olduğu görülür. Şiirde ses unsurunu sağlayan ölçü ve uyak, şiirin yapısı, işlenen konular, kullanılan dil ve anlatım bakımından bu döneme ait şiirler üç ana grupta incelenebilir.

1 - Ziya Gökalp çevresinde sade dil ve hece vezniyle şiirler yazılmıştır.

Bu çerçevede yazılan şiirlerde genelde halkın kullandığı yalın bir Türkçe kullanılmış; aruz yerine hece ölçüsü tercih edilmiştir. Konular Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti sanatçıları gibi toplumsallıktan uzak, bireysel, içe dönük konular değildir. Türkçülük ve milliyetçilik fikri şiirlerde geniş biçimde işlenmiş, millî coşkuyu artırıcı şiirler yazılmıştır. İstanbul’daki dar bir kesimin yaşamı yerine Anadolu halkının yaşamı, çektiği sıkıntılar, kısaca millî ve yerli konular işlenmiştir. Sanat için sanat anlayışından uzaklaşmak düşüncesiyle kaleme alınan bu tarz şiirlerde çoğunlukla kuru bir didaktizm göze çarpar. Uyaklar doldurma uyak izlenimi verir. Halk şiirine ilgi duyulmasına karşın kullanılan nazım biçimlerinde çeşitlilik görülür. Üç, dört, beş, altı, yedi dizeden oluşan bentler, Batı kaynaklı sone ve yeni kalıp ve şekiller kullanılmıştır.

Bunların şiir anlayışları şu şekilde özetlenebilir: 

  • Şiir hece ölçüsüyle yazılmalıdır.
  • Şiirlerde millî konular işlenmelidir.
  • Dil sade Türkçe olmalıdır, İstanbul Türkçesi esas alınmalıdır.
  • Türk Halk edebiyatının nazım biçimlerinden ve türlerinden yararlanılmalıdır.

 

2 - Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’in saf şiire özgü arayışları vardır.

Ahmet Haşim ve Yahya Kemal, Yeni Lisancılar olarak bilenen şairlerden ayrı bir yol izler. Hece vezninin yaygın biçimde kullandığı bir dönemde onlar aruzla şiir yazar.

Ahmet Haşim’e göre şiir, nesre çevrilme olanağı bulunmayan nazımdır; şiir musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Fecr-i Âti topluluğundan gelen Ahmet Haşim, “Sembolizm” akımını benimsemiş, “dünyanın şekillerini hayal havuzunun sularında seyrettiğini; onun için, dünyanın taşlarını ve bitkilerini renkli bir akis gibi gördüğünü” belirtmiştir.

Yahya Kemal ise şiirin, nesirden bambaşka bir hüviyette; musikiden başka türlü bir musiki olduğu görüşündedir. Batıda gördüğü “Parnasizm” akımından etkilenmiş ve bu anlayışla, Divan şiiri yolunda klasik şiir denemelerine girişmiştir. Sade dille ve yeni nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerinde de yine biçim kusursuzluğuna, yapmacıksız ve sağlam bir anlatıma önem vermiştir.

3 - Mehmet Akif Ersoy, şiiri ve manzumelerinde halkın yaşama tarzı ve değerleri üzerinde durmuştur.

Millî Edebiyat yıllarında Mehmet Akif, daha önce Tevfik Fikret’te gördüğümüz “nazmı nesre yaklaştırma” anlayışını sürdürüp geliştirmiştir. Şiirde Tevfik Fikret’ten devraldığı “gerçekçiliği” geliştirmiş, “hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en beğendiği mesleğin hakikat olduğunu” bildirmiştir. Manzumelerinde halkın yaşama biçimini gerçekçi biçimde yansıtmıştır. Mehmet Akif, Halkın yaşamını yansıtmasına karşın, hece ölçüsünü değil, aruz veznini kullanmıştır.    

Millî Edebiyat döneminde Edebiyat-ı Cedide zevkini sürdüren sanatçılar da “sanat için sanat” anlayışıyla eser vermeye devam etmiştir. Onlar aruz ölçüsüyle, ağır bir dille, toplumsallıktan uzak, bireysel duyarlıkları yansıtan şiirler yazmışlardır.


 

ALTIN DESTAN

Sürüden koyunlar hep takım takım 

Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım; 

Asmanın üzümü dağılmış; salkım 

Olmak ister, fakat bağban nerede? 

Gideyim, arayım: çoban nerede?

 

Yüce dağlar çökmüş, belleri kalmış, 

Coşkun ırmakların selleri kalmış, 

Hanlar yok meydanda, illeri kalmış, 

Düşenler çok, ama kalkan nerede? 

Gideyim arayım: Hakan nerede?

 

Türk yurdu uykuda ey düşman sakın! 

Uyuyan ülkeye yapılmaz akın.

Tan yeri ağardı, yiğitler kalkın.

Bakın yurd ne halde, vatan nerede? 

Gideyim arayım: yatan nerede?

 

Herkesin gözünde vatan öz yurdu, 

Çitlerin yağısı, derenin kurdu,

Yad iller, Turan’da hanlıklar kurdu, 

Turan’dan yadları koğan nerede? 

Gideyim arayım: ogan nerede?

(Ziya Gökalp, Kızıl Elma, 1914)

 

 

RÜBAİ

Bilmem kime yahut neye uyduk gittik 

Gâhi meye gâhi neye uyduk gittik 

Erbâb-ı zekâ riya-yı mezhep bildi 

Bizler dili divâneye uyduk gittik

(Yahya Kemal Beyatlı)

 

Kelimeler

Gâhi: Ara sıra, bazen 

Mey: Şarap Ney: Bir çalgı aleti 

Erbâb-ı zekâ: Akıl sahipleri 

Riya-yı mezhep: Gösteriş yolu 

Dili divane: Deli gönül

 

BAHÇE

Bir Acem bahçesi, bir seccade 

Dolduran havzı ateşten bade.

Ne kadar gamlı bu akşam vakti 

Bakışın benzemiyor mutade.

 

Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar 

Dalmış üstündeki kuşlar yâda.

Bize bir zevk-i tahattur kaldı 

Bu sönen, gölgelenen dünyada.

(Ahmet Haşim)

 

Kelimeler

Zevk-i tahattur: Zevk veren hatırlayış

 

SÜLEYMANİYE KÜRSÜSÜ’NDE

Bir de İstanbul'a geldim ki: bütün çarşı, pazar 

Naradan çalkanıyor, öyle ya... Hürriyet var!

 

Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş... doğru:

Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.

 

Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;

Kafalar tütsülü hülya ile gözler kızgın;

 

Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden,

Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!

 

Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine;

Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine!

 

Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli,

En ağır başlısının bir zili eksik, belli!

 

Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.

Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!

Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak

 

Yaşasın

Kim yaşasın?

Ömrü olan.

Şak! Şak! Şak!

 

Ne devâirde hükümet, ne ahalide bir iş!

Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.

 

Çamlıbel sanki şehir, zabıta yok, rabıta yok;

Aksa kan sel gibi, dindirecek vasıta yok.

(Mehmet Akif Ersoy)

ZAMBAK yay.

SON EKLENENLER

Üye Girişi