Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

100 yıl sonra Tevfik Fikret

• 05 Ağustos 2015

 

Tevfik Fikret 19 Ağustos 1915'te Aşiyan'da hayata veda etmişti. Sadece şiirimizi değil, düşünce dünyamızı da derinden etkiledi. Batılılaşmayı savunan dünya görüşünün simgesi oldu. Peki, ölümünden 100 yıl sonra Tevfik Fikret'in şiirimizdeki karşılığı nedir? Tevfik Fikret edebiyatımızda neyi değiştirdi? Hâlâ okunuyor mu? Şairlere ve eleştirmenlere sorduk.

 

Sabit Kemal Bayıldıran: Şiiri yakalayamadı

 

Şiiri yaşıyorsa, şair de yaşıyordur.

Şiir söyleyeni bol bir toplumuz. Aziz Nesin’in esprisiyle, “Bizde her beş kişiden yedisi şairdir.” Ama gerçek şairin sayısı elliyi aşmaz, bu elliyi de sıkı bir elemeden geçirirseniz 15 dolayında şair kalır elinizde.

Soru: Tevfik Fikret bu şairler arasında yer alır mı?

Kesinlikle HAYIR! Fikret, Şinasi’yle başlayan politik görüşleri manzumeyle aktarmanın döneminde en ustası olmaktan öte bir şey ifade etmez. Ölçü olarak sadece şiiri ele alırsak, Fikret’in adını anmamız bile gereksiz; ama ülkenin toplumsal tarihini ve dönüşümünü düşündüğümüzde Fikret’i göz ardı etmek mümkün değil. O, günümüzde sönmeye yüz tutan bir ‘ideoloji’nin (Namık Kemal ve Ziya Gökalp’le birlikte) önemli kurucularındandır. Batıcı-laik anlayışın bayrağı durumuna gelmiş, getirilmiş olan Fikret, bugün için beslediği kesime düşünsel olarak da öncülük edecek durumda değil.

Günümüzde İngilizcenin ikinci dil durumuna gelmiş olması, Batı’da yazılan bir düşünce eserinin Türkçeye sıcağı sıcağına aktarılması, Batı’yla birçok ittifakın kurulması, Şiir’i yakalayamamış olan Fikret’e ihtiyaç duyulmasının önündeki en büyük engeldir. Onun günümüz aydınına söyleyebileceği hiçbir şey yoktur. Sadece yönetenleri eleştirmek durumunda kalan kişiler “Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin/ Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin” dizelerini kullanarak Fikret’e soluk aldırırlar.

Zamanında Batılılaşmanın bayrağı olan Fikret’in, bugün okullarda devlet zoruyla okutulmasa, anımsanacak bir yönü kalmamıştır. Bir zamanlar İslamcı ideolojiye karşı bir silah olarak kullanılan Fikret, Batı’ya açılan, Batı’da okumuş, Batı’nın düşünsel eserlerini tahlil eden İslamcılara karşı kullanılmanın çok uzağındadır.

Fikret, politik şiir içinde dili kıvrak kullanma bakımından Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa üçlüsünün çok ilerisindedir. Ama kıyaslama konusu olmaktan kurtulamadığı Mehmet Akif’in dil becerisine erişememiştir. Her ikisi de şiirin dışında, ideolojilerin kalkanı olarak kullanılmışlardır. Bu da onları küçültmekten öteye gitmemiştir. Fikret’in papaz olan oğlu üzerinden Batıcılık kötülenirken, bir kamyon kasasında donup ölen Akif’in ayyaş oğlu karşı tarafın kozu olmuştur. Her ikisi de kendi içlerinde tutarlı, ‘dürüstlük timsali’ olan bu kişiler politik olarak artık eskimiş silahlar durumuna düşmüşlerdir. Peki, politikanın iki silahı durumundaki Nâzım Hikmet-Necip Fazıl da aynı durumda mıdır? Elbette ki çok farklı konumdadırlar, çünkü bu iki şair Şiir’i yakalayabilmiştir. Necip Fazıl’ın şiirleri baskı üstüne baskı yaparken, günlük siyasal yazılarını ciddiye alan yoktur. Nâzım için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu da şunu ortaya koyuyor: Eğer bir şair Şiir’i yakalayabilmişse, düşünceleri eskise bile yaşar. Homeros yaşıyor ama onun köleci anlayışı yaşamıyor. Demek ki Şiir’in gücü her şeyi, zamanı bile aşıyor.

Ülke sanayileştikçe, kırsal kesim küçüldükçe Fikret’in düşünceleriyle şiiri de eriyecek, unutulacaktır. Belki edebiyat camiasında Türkçede anjanbmanın (ulantının) büyük ustası olarak anılacaktır. Gençliğe, Halûk üzerinden,

 

Gez, dolaş, kâinat-ı efkârı,

-Daima önde, daima yukarı!-

Pür-tehâluk, hayat ü kuvvetten

Ne bulunsan bırakma: san’at, fen

İ’timâd, i’tinâ, cesâret, ümid,

Hepsi lâzım bu yurda, hepsi müfid.

Bize bol bol ziya kucakla getir:

Düşmek etrafı görmemektendir.[1]

diyen bir şairi günümüzde kimse okumaz. Artık gençler Derrida, Foucault, Deleuze ve Guattari gibi düşünürlerin görüşlerini okuyup tartışıyorlar. Hilmi Yavuz’un yazılarını okuyorsanız, onun referans gösterdiği –sadece şiir, estetik alanında– düşünürlerin sayısına şaşarsınız. Soyut bir ‘ışık’ bundan böyle kimseye yol gösteremez.

Devlet Fikret’e iyi bir şair olduğu için değil, Resmi İdeoloji’ye destek olan görüşlerinden dolayı sahip çıkmıştır. Bütün empozelere karşı Fikret’in şiiri sahanın dışında kalmıştır.

[1] Ahmet Muhip Dıranas’ın Türkçeleştirmesiyle:

Gez, dolaş, gör düşün’ler evrenini

-Her zaman önde, her zaman yukarı!-

Canla başla yaşam ve güç verecek

Ne bulursan tut al: bilim, sanat

Güven, istek, özen, umut,

Hepsi lazım bu yurda, hepsi yarar.

Bize bol bol ışık kucakla getir:

Düşmek etrafı görememektendir.

________________________________________

 

Enis Batur: Şairden fazlasıdır, bir simgeye dönüşmüştür

 

 Bugün dönüp bakıldığında, Tevfik Fikret’in hem şiiriyle, hem duruşuyla ilk canalıcı kırılma noktasını temsil ettiğini görüyoruz: Modern şiirimizin doğumunu, Yahya Kemal’i ve Hâşim’i olduğu kadar, Nâzım Hikmet’i ve sonrasını da tetikleyen ana figür odur.

Gelgelelim, sözgelimi akranı Cenab Şahabeddin gibi şaire indirgeyemeyiz Fikret’i: Bu tanımlama biçiminden bütün temsil etmiş olduklarıyla taşar: Şairden fazladır, fazlasıdır, çünkü bir simgeye de dönüşmüştür.

Fikret’i döneminin ediplerinden ayıran, karşıt kutuptaki Akif ile aynı kavga hizasında tutan fazlalığı, Namık Kemal’den devraldığı bayrağı en az onun kadar zorlu koşullarda taşımayı üstlenmiş olmasında aranmalıdır: Türk şiirine apaçık ve doğrudan ilk siyasal duruşu taşıyan başkası değildir. Ve sözkonusu duruşun ana niteliğinin fikri ve vicdanı hür olma özelliğinde billûrlaştığını belirtmek gerekir.

________________________________________

 

Aydın Afacan: Şiirdeki yeri edebi olmaktan çok düşünsel

 

 

Tevfik Fikret’in Türk edebiyatında önemli bir kişilik olmasında konjonktürel etkenlerin rolü büyük olsa gerektir. Memleket gibi, aydınlarını da “bir veremli halsizliği” (müteverrim bîtaplığı) içinde gören Fikret, ‘birey tavrı’nı, Batı kaynaklı bilim sevgisini, kısaca aydın enerjisini şiirlerine aktarmıştır. Bu da bilindiği üzere retorik düzlemdedir. Batı’ya ilgisi de bu niteliktedir; hem ‘yüksek sesli’ şiirlerinde hem ses ve uyak konusunda özendiği öyküleyici (narrative) metinlerinde yoğun etkiler taşıdığı Fransız şairleri de onun bu yönüne hitap eder. Edebiyat kuramı açısından zayıftır: Örneğin “Promete”de iddialı biçimde, “Gör dâima önünde esâtir-i evvelin/ Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramanını…” diyen Fikret, yeni edebiyat için model olarak ‘Nev-Yunanilik’i öneren iki gence (Yahya Kemal ve Yakup Kadri), düşüncelerine katılmakla birlikte, “nazari taraflarında Cenab ’la anlaşmaları” gerektiğini söyler. Kısaca şiirdeki yeri, edebi olmaktan çok düşünce yönüyle ilgilidir. Enteresandır ki, bu yönüyle en çok benzetilebileği kişi, onun tam karşısında yer alan Mehmet Akif’tir.

________________________________________

 

Haydar Ergülen: Tevfik Fikret: ‘Değerli Yalnız’

 

 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Tevfik Fikret için söyledikleri bu ‘yalnız adam’ı ve şiirini anlamak bakımından çok değerli: “Talihin kendisi için hazırladığı imkânları çabuk fark etti, hatta mizacının zaaflarını bile ona göre terbiye etti. İnzivasını bir nevi peygamberane uzlet, çabuk darılıcı mizacını istiğna, hayat ve fiil âlemindeki kabiliyetsizliğini yüksek bir mukavemet şekline soktu ve şiirinin bir zaman sadece melül besteler çıkaran ferdî melankolisini tam lâzım olduğu bir zamanda bir cemiyetin ıstırap ve ümitlerine tercüman yaptı. Kısacası orta çapta bir küçük burjuva şairi iken cemiyet için bir nevi ahlâk ve medeniyet havarisi oldu. Bunu söylemekle Fikret’i küçültmüş olmuyorum; irade ve anlayışının zaferini kaydetmiş oluyorum. Unutmamalı ki içtimai hayatta ahlâklı ve dürüst olmak, yaşadığı devirde nadir olan bir meziyetti. Halbuki bu Fikret’te baştan beri vardır.”

 

Aynı devrin iki şairinden biri Tevfik Fikret, diğeri Mehmet Akif Ersoy. İdeolojik yaklaşımların ve Doğu/Batı ayrışmasının simge adları olmalarının dışında, Tanpınar’ın söylediklerinin biraz değişiklikle her ikisi için de geçerli olduğunu düşünüyorum: “Orta çapta” birer şair. Ama ikisi de “bir cemiyetin ıstırap ve ümitlerine tercüman” olmuş ve yine “cemiyet için bir nevi ahlâk ve medeniyet havarisi” olmuş iki değerli yalnız.

Değersiz yalnızları saymaya gerek yok, onlara her dönemde ve her mevkide bolca rastlanır. Ama kendi kişisel zaaflarını, melankolilerini erteleyen ya da bir kenara koyarak vicdan, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık, yurtseverlik, merhametli ve adil olmak gibi yüksek erdemlerle donanmış bir yaşamı sürmek ve bunu bir şiir olarak var etmek, ancak yalnızlığın değerini bilen ve şimdi ‘değerli yalnız’lar olarak övgüyle, sevgiyle andığımız insanlarda bulunur. Bunlar bazen Mehmet Akif gibi dindar biri olur, bazen de Tevfik Fikret gibi dinle ilgisi olmayan biri. Evet ama o Tevfik Fikret aynı zamanda “Benim dinim insan gibi yaşamaktır” diyecek ve aslolan şeyin ‘insanlık dini’ olduğunu söyleyecektir. “Toprak vatanım/ nev-i beşer milletim insan” diyecektir. “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer” diyecektir.

Şiirde biçim ve anlamda değişim istemesi, ‘serbest müstezat’ın öncüsü olması, “Sis”, “Tarih-i Kadim”, “Rubâb-ı Şikeste”, “Hân-ı Yağma”, “Promote” gibi 100 yıl sonra bile, ‘bile’si fazla, önemli olan, geçerliliği giderek artan, hem güncel hem klasik olarak okunabilecek şiirlerin sahibi olması, Şermin kitabıyla çocuklara unutulmaz şiirler armağan etmesi de elbette onu öncü bir şair kılar. Tıpkı Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Haşim, Mustafa Kemal Atatürk gibi ‘değerli yalnız’lardan biri olarak, bu ülkenin kültür ve edebiyat yaşamına ‘yön veren’ önemli isimler arasında yer alır. Yapıtının, düşüncelerinin, eylemlerinin, kişiliğinin hâlâ tartışılıyor olması da doğrusu onun çok yönlü, çok boyutlu ve asla yalnızca bir tek uğraşına, belirli bir yönüne indirgenemeyecek zenginlik ve çoğullukta bir insan, bir aydın, bir entelektüel, bir şair ve elbette büyük bir yurtsever olduğunun en önemli delilidir.

Yalnız hayatlar, derin ruhlar, engin duyuşlar ve insanın eylem içinde insan olduğunu hep hatırlatan bir serüven. Bana kalırsa ne Mehmet Akif’in Doğuculuğu ne Tevfik Fikret’in Batıcılığıdır buradaki sır; onları bugün de büyük, öncü ve değerli kılan şey ikisinin de hayatın büyük şiiri için şiiri bile feda edebileceklerini göstermiş olmalarıdır ki, galiba büyük şiir biraz da böyle bir şeydir. “Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin” şiarı ve dizesi diyelim, Tevfik Fikret için olduğu kadar Mehmet Akif için de geçerlidir. Hepsinden önemlisi, bugün ne yazık ki ne Doğu'da ne Batı'da yeri olan ve düşünce dünyası esir alınmış, ufku daraltılmış, geleceği karartılmış bir ülkenin 100 yıl öncesinden bir işaret fişeği olarak “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmanın önemini, anlamını ve değerini belirtmiş, “yalnızlığın hürriyeti”ni titizlikle korumuş büyük bir vicdandır Tevfik Fikret. Vicdan sözcüğünü bile mülk gibi gören muktedirler bunun üzerinden insanları ayrıştırırken, toplumu bölerken, onlardan biraz da Tevfik Fikret okumalarını beklemek de ‘olmayacak duaya amin demek’ sayılmaz mı?

________________________________________

 

V. B. Bayrıl: Namusludur, dürüsttür, samimidir

 

 Fikret’in şiirsel bir karşılığı var mıdır bugün? Dilsel bir karşılığı olmadığı açık. Zira 20. yüzyıl şiirinin dilini Yahya Kemal’in Türkçesi kurmuştur. Sonrakiler de bu Türkçeden neşet etmişlerdir.

Tevfik Fikret’in şiiri, olsa olsa Türkçe şiirin düzyazısallıkla tanışması ve orada da kazmaya değer bir damar olduğunu bize göstermesi açısından yararlı olmuştur. Öte yandan Batılılaşma mı yoksa modernleşme midir Fikret’in derdi, bu perspektifle pek tartışılmamıştır edebi kalıtı nedense. Türkçenin kendisini açıkça ortaya koyan ilk deist şairidir. Yahya Kemal’i belki bu nedenle etkilemiş olabilir.

Fakat bir “tavır” olarak Tevfik Fikret şiirinin, edebiyatımızın bugününde de, yarınında da yeri kuşkusuz olacaktır. “Müzmin bir muhalif olarak şair”in tam karşılığıdır Fikret. Omurgalıdır. Fikri için, düşüncesi nedeniyle aldığı eleştirilere, tepkilere göre kıvırmaz. Dümdüz ortaya koyar onu. Karakter abidesidir. Elinde bir sürü imkân ve hayli şöhreti olmasına rağmen hiçbir iktidara kayıtsız şartsız dayamaz sırtını. İlk yanlışta terk eder onları. İktidarla bilinçli bir biçimde “suç ortaklığı” yapmaz. Namusludur. Dürüsttür. Samimidir düşüncesinde de, tavrında da. Dünyaya kolayca sırtını döner. Bundan da yüksünmez.

Siyaset sürdükçe ve “hân-ı yağma” bu topraklarda bir siyaset gerçeği olarak devam ettiği müddetçe Tevfik Fikret de “Han-ı Yağma” şiiri de var olmayı sürdürecektir. Eğer bir gün bu “yağma geleneği” biterse de, o zaman tarihî bir gerçeğin şahidi ve muhalifi olarak varlığını sürdürecektir Tevfik Fikret.

________________________________________

 

Ömer Erdem: Bugün karşılığı olduğunu düşünmüyorum

 

 Fikret’in 100 yıl sonra şiirimizde bir karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Ancak edebiyat tarihi açısından taşıdığı sosyolojik değer hâlâ yaşıyor. Bugün şiire başlayacak bir genç için estetik bir kaynak hiç değil onun şiiri. Çünkü kendisi de neredeyse üçüncü sınıf Fransız şairlerinden kopup geliyor. Ne var ki, Batılılaşma açısından önemli bir hamledir onun şiiri. Yüksek sesle, hak, hukuk ve kimi insani değerler arayışının vicdanlı hatta cesur söylemiyle doludur. İktidara karşı çıkma, şairin sembolik persona olarak mermerleşmesi de yadsınamaz. Ve Batılılaşma tarihi Fikret’in şiiri okunmadan temellendirilemez. Ki bu düşünce tarihine kucak açar. Hâlâ okunuyor mu? Hayır, ben okumuyorum. Hatta her kar yağışında okuduğum Cenab Şahabettin kadar okumuyorum. Bu okunmazlığın sebebi, onun şiirinin taklit bir sese takılıp kalmasıdır aynı zamanda. Sadece dilinin köhnemişliği değil. Haşim’in eski diliyle yarışır bu köhnelik, ancak Haşim’in şiirle dolu olması onu hâlâ okunur kılıyor.

zaman kitap eki

SON EKLENENLER

Üye Girişi