Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 YENİLEŞME DÖNEMİ

Osmanlı Devleti’nde yenileşmenin Tanzimat’la başladığı düşünülmektedir. Ancak iyice araştırıldığında yenileşme hareketlerinin 17. yüzyıla kadar gittiği görülmektedir. Bu yeniliklerden önce yenileşme dönemini hazırlayan sürece değinmemiz gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal Ve Siyasal Düzeninde Bozulmalar

Osmanlı Devleti, kuruluşundan 16. yüzyılın sonlarına kadar sürekli gelişme ve ilerleme içindeydi. 16. yüzyılın ikinci yarısında hem doğuda hem batıda geniş sınırlara ulaştı. Ama bu yüzyılın sonlarından itibaren eski gücünü ve ilerleme hızını yitirdi. Bununla birlikte devleti ayakta tutan kurumlarda bozulmalar başladı.

 

Osmanlı Devleti’nin, bu düzeninin bozulmasını bir nedene bağlamak mümkün değildir. Bu durumun sosyal, siyasî, ekonomik, askerî vb. nedenleri bulunmaktadır. Şimdi bunlara göz atalım.

Yönetim Alanındaki Bozulmalar

17. yüzyıldan itibaren tahta çıkan padişahlar, ordunun başında seferlere çıkmadılar. Şehzadelerin sancaklara gönderilme geleneği kaldırıldı. Bu yüzden şehzadeler, devlet işlerinde yeterli bilgi ve deneyime erişmeden devletin başına geçmeye başladılar. Bu durum saray kadınlarının, saray ağalarının ve ulemanın, yönetimde etkili olmalarına neden oldu. Ayrıca önemli devlet makamları, rüşvet ve iltimasla dağıtılır oldu.

Ekonomi Alanındaki Bozulmalar

Coğrafi keşiflerin etkisiyle Osmanlı Devleti’nin elindeki ticaret yolları yön değiştirdi ve gümrük gelirleri büyük ölçüde azaldı. Savaşlarda başarılar elde edilemeyince harcamalar karşılıksız kaldı. İthalatın artması, kapitülasyonların giderek Avrupalıdevletlerin sömürü aracı haline gelmesi, Osmanlı ekonomisini zayıflattı. Akçenin değerinin düşmesi ve hâzinenin açık vermesinden dolayı vergiler yükseltildi. Köylerden şehirlere göç başladı. Tüm bunlara bir de saray masraflarının artması eklendi.

Askerî Alandaki Bozulmalar

III. Murat döneminden itibaren kapıkulu askerlerin sayısı, usulsüz alımlarla arttı. Devlet yapısında bozulmalar, halkı askerliğe yöneltti. Devlet bunların maaşını ödemekte zorlandı. Yeniçeriler, geçim sıkıntısı çektiklerini ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaya başladı. Tımarlar hakkı olanlara verilmedi ve tımar sistemi bozuldu. Kara ve deniz kuvvetleri giderek zayıfladı.

Eğitim Alanındaki Bozulmalar

Medreseler, çağın gerisinde kaldı ve Avrupa’da eğitim alanındaki yenilikler takip edilmedi. Medrese eğitiminden geçmemiş pek çok kişiye İlmî rütbeler verildi. Sonuçta medreselerde verilen eğitim, çağın ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma geldi.

Dış Dünyadaki Gelişmeler

Coğrafi keşiflerle zenginleşen ve ekonomilerini güçlendiren Avrupa devletleri, düşünce ve bilim hayatında Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte önemli atılımlar yaptı. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki teknolojik ve bilimsel gelişmelere ayak uyduramadı. Osmanlı sınırları içindeki uluslar Fransız İhtilalı’nın etkisiyle bağımsızlıklarını bir bir ilan etmeye başladı. Eski gücünü yitiren Osmanlı Devleti savaşları kaybetme sürecine girdi.

Avrupa’da Rönesansla başlayan bilimsel gelişmeler daha sonraki yüzyıllarda devam etti. Modern bilimin temelleri atıldı. Teknik alanda önemli ilerlemeler kaydedildi. Bilimsel araştırmalar halkı ve hükümetleri ilgilendirmeye başladı. Avrupa’nın bilim ve teknoloji alanlarındaki bu çalışmaları sanayinin hızla modernleşmesini sağladı. Bu durum dünya siyasetinde Avrupa’nın ön plana çıkmasında başlıca etken oldu. Bilim, teknik, sanayi ve ticarette meydana gelen gelişmeler sanat dallarını da etkiledi.

Avrupa’da bilimsel buluşların sistemleştirildiği 18. yüzyıla Aydınlanma Çağı adı verildi. Rönesansla başlayan aydınlanma, kısa sürede bütün Avrupa’yı etkiledi.


 

Osmanlı Devletindeki Yenilikler

Osmanlı’nın sosyal ve siyasî düzenindeki bozulmalara, Batı dünyasındaki bilimsel ve kültürel gelişmeler eklenince bir yenileşme süreci başladı. Bu süreç, Osmanlı İmparatorluğu’nun bozulmasının, çöküşünün bir nedeni değildir. Osmanlı’da bu bozulmalar başgösterdiği için yenilik arayışına girilmiştir.

Osmanlı, Batı’yı da örnek alarak bazı yeniliklere gitmiştir. Osmanlı Devleti’ndeki yeniliklerin başlangıç noktası 17. yüzyıldır, Lale devri adı verilen bu dönemde Osmanlı, Batı etkisinde bazı girişimlerinde bulunmuştur. Başta padişah olmak üzere, Osmanlı Devleti’nin yönetici kadrosu Lale Devri’nde yeni bir hayat tarzıyla tanışmaya başlamıştır.

Askeri Alanda ve Yönetim Alanında Yapılan Yenilikler

Osmanlı’da yenilikler önce askerî alanda görülür. Bu yolda ilk çabalar Hendesehaneyi (1731) açan I. Mahmut’a dek gider, Hendesehane’de orduya fen öğrenimi yapmış elemanlar yetiştirilmeye başlanırsa da bu kurum, Yeniçerilerin muhalefeti yüzünden çok geçmeden kapanır. Daha sonra Padişah III. Mustafa Osmanlı donanmasının Ruslarca yakılması üzerine denizcilikte yapmanın gerekliliğini düşünerek 1773’te Fransızların yardımıyla Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’un kurar.

III Selim, kalıcı yeniliklerin yapılmasını kararlaştırdı. Yeniçeri Ocağının yanında Nizam-ı Cedit adıyla yeni bir askeri güç oluşturdu. Sonra bu orduya hizmet verecek elemanları yetiştirmek için Mühendishane-i Berr-i Hümayun açıldı (1795). Hem donanma, hem için hekim yetiştirecek Tıphane kuruldu (1806). II. Mahmut Yeniçerilerin ayaklanması bahanesiyle, eskiden beri yapılacak yeniliklere ayakbağı olan Yeniçeri Ocağı’nı 1826’da kaldırdı.

İlk kez III. Selim döneminde Paris, Viyana gibi Avrupa başkentlerinde elçilikler açıldı (1793). Buralara giden elçiler ve onların  yanında bulunanlar yabancı dil öğrendiler. Avrupa başkentlerine gönderilen elçiler, yeniliklere de katkıda bulundular. Devlet bürokrasisini düzene sokmak isteyen II. Mahmut, Fransa’yı örnek alarak hükümet sistemi oluşturdu. Hariciye, Dâhiliye gibi nazırlıklar (bakanlık) kurdurdu.

Toplumsal Alanda Yapılan Yenilikler

Yenilikler toplumsal alanda da kendini gösterdi. Bu dönemdeki yeniliklerden biri, 1831’de Türkiye’de ilk kez nüfus sayımının yapılmasıdır. 1834’te posta sistemi kuruldu. Toplumsal alandaki yenilikler yaşam tarzında ve kıyafette de kendini gösterdi. Yeni ordunun ceket ve pantolondan oluşan bir üniforma giymesi bu dönemde kararlaştırıldı. Sonra buna fes eklendi. Daha sonra bir yönetmelik çıkarılarak, sivil kesim de yeni kıyafete yöneltildi. Ulema dışındaki memurlar için fes zorunlu tutuldu. Yalnızca ulemanın cübbe ve sarık kullanmasına izin verilirken, bunun dışındakiler için redingot, pelerin, siyah derili potin kullanılması uygun görüldü. Öte yandan Avrupaî tarzda masalar, sandalyeler ve koltuklar kullanıldı. Sarayda yabancı diplomatlar Avrupa protokolüne göre kabul edildi. Padişah yeniliklere öncülük etti,  opera ve balelere gitti, yabancı elçiliklerde verilen resepsiyonlara katıldı. Sakalını keserek yurt gezilerine çıktı.

Kültür ve Eğitim Alanında Yapılan Yenilikler

Bu dönemde yapılan kültür alanındaki yeniliklerin başında matbaanın kurulması gelir. Çünkü yazılı kültürün gelişmesi, paylaşılması ve üretilmesi buna bağlıdır. İbrahim Müteferrika’nın çabasıyla 1727’de ilk kez Türkçe basım yapan bir matbaa kurulmuştur. Bu dönemde pek çok yeni okul açıldı. II. Mahmut döneminde orduya hekim yetiştirmek üzere Askerî Mekteb-i Tıbbiye açıldı (1827). Ordunun subay kadrosunu hazırlamak için Mekteb-i Harbiye (1834) kuruldu. Bu okullarda yabancı dile önem verildi. Gerek bu yeni okullar, gerekse elçiliklerde çalışanlardan dil öğrenenler sayesinde Batı kültürü de Osmanlı ülkesine girmeye başladı. 1824’te İstanbul içinde ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1838’de ilk ortaöğretim kurumu olan rüştiyelerin açılması kararlaştırıldı. Devlet, gereken elemanları medrese dışında kendi kurduğu okullarda yetiştirmeye başladı.

19. yüzyıldaki önemli gelişmelerden biri pozitivizmdir. Dönemin aydınlarının etkilendiği pozitivizm, “gerçeğin sadece deney ve gözlemlerle tam olarak bilinebileceğini savunan felsefe”dir. 19. yüzyılda büyük bir etkiye sahip olan pozitivizmi Fransız filozof ve sosyolojinin kurucusu August Comte sistemleştirmiştir.

Pozitivizmi ve Comte’un düşüncelerini Türk kamuoyuna geniş bir şekilde tanıtmaya çalışan ilk Türk aydını Beşir Fuat’tır. Jön Türk hareketinin öncülerinden olan Ahmet Rıza Bey de pozitivizmin ve Comte’un hayranlarındandır. Daha sonra Abdullah Cevdet, bu akımın ülkemizde sürdürülmesine önderlik yapar.

Tanzimat aydınları Batının estetik anlayışından da etkilenir. “Estetik”, güzel olanın, güzelliğin, sanatın anlamını ve bunlara uygulanan görüş ve yorumları inceleyen felsefî ilimdir. Antik Yunan döneminde ortaya çıkan “estetik” kavramı, güzelliği konu edinen sanatın değerini ve anlamını araştırır.

Sonuçta Osmanlı Devleti’ndeki yenilik hareketleri iki döneme ayrılabilir. Birinci dönemdeki yenilik hareketleri, Osmanlı Devleti’nin kendi tarihi ve kültürünü kaynak olarak alır, yani bu yenilikler öze dönüktür. İkinci dönem yenilik hareketleri ise gücünü Avrupa kültürü ve medeniyetinden alır. Tanzimat, ikinci dönemde yer alan yenilik hareketlerindendir.


 

Tanzimat Fermanı

19. yüzyılın başlarında Osmanlı’da yeniliklere hız verildi. 1831’de ilk resmî gazete Takvim-i Vekâyi çıkarıldı, daimî elçilikler yeniden devreye sokuldu. Avrupa devletlerinde olduğu gibi bakanlıklar kuruldu, bütün bu faaliyetler sonucu yenilik hareketi yeni bir güç kazandı, yeni bir nesil oluşmaya başladı. Bu neslin temsilcisi Mustafa Reşit Paşa oldu. Paris elçiliğine gönderilmiş olan Mustafa Reşit Paşa, padişahın üzerinde etkili oldu. Reşit Paşa Avrupa’da gördüğü parlamenter yönetimi savunuyordu. II. Mahmut 1837’de onu Dış İşleri Bakanlığına tayin edince ıslahat hareketlerine hız verdi. Bu sırada Mısır meselesi yine patlak vermişti. Padişah bu meselenin çözümü için Reşit Paşa’yı 1838’de tekrar elçi olarak İngiltere’ye gönderdi. Reşit Paşa’nın Avrupa’da bulunduğu sırada Osmanlı Devleti ile Mehmet Ali Paşa arasında yeniden harp başladı. Nizip’te ortaya çıkan savaşta Osmanlı ordusu yenildi. II. Mahmut bu yenilginin haberini alamadan yaşamını yitirdi, yerine çok genç olan ve ıslahat fikirlerini savunan Abdülmecit, padişah olarak geçti.

Sultan Abdülmecit, Londra’da elçilik yapan Mustafa Reşit Paşa’yı Hariciye nazırı yaptı. Osmanlı Devleti’nin bir Avrupa devleti olabilmesi için Avrupa’daki hukuk ve yönetim alanıyla toplumsal alandaki yenilikleri uygulamanın gerekliliğine inanan Mustafa Reşit Paşa, bir ıslahat programı hazırladı. Dört ay kadar bir hazırlık aşamasından sonra Reşit Paşa, genç padişahı Tanzimat Fermanı’nı ilân etmeye ikna etti. Reşit Paşa, Tanzimat Fermanı’nı padişah, devlet adamları, yabancı elçiler ve halk huzurunda 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkı’nda okudu. Bu yüzden bu fermana “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” da denir. Böylece Tanzimat Dönemi başlamış oldu.

“Tanzimat”, düzeltmeler, düzenlememeler, demektir. Geniş anlamıyla “tanzimat”, Osmanlı devlet yapısında ve devlet-toplum ilişkilerinde yapılan düzenlemeleri kapsar. Başta Mustafa Reşit Paşa ve dönemin aydınları, yönetim ve eğitim alanıyla askeri sistemde geri kalan Osmanlı Devleti’ne yeni bir düzen vermek, devleti modernleştirmek için Tanzimat’ı ilan etmiştir. Tanzimat dönemi, modernleşme tarihimizde bir dönüm noktasıdır.


 

Tanzimat Öncesi ve Tanzimat Sonrası Zihniyet

Tanzimat Öncesi

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman I Gazi’nin kökü Anadolu Selçuklu sultanlarına, hatta İlhanlılara dayanır. Osmanlı’da halkın büyük bir kısmını Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Türkmenler oluşturmuştur. Yeni fethedilen topraklarda yaşayan farklı soy ve dinden insanların katılmasıyla, kuruluş döneminde daha çok,

Müslüman Türklerden oluşan toplum, zamanla çok uluslu bir hale gelmiştir. Çok uluslu bu yapı, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına dek sürmüştür.

Osmanlı Devleti’nde yönetim İslam hukukuna dayanır. Ayrıca devlet yönetiminde padişahın ayrı bir yeri vardır. İslam inancına göre halk, Allah tarafından hükümdarların yönetimine bırakılmış bir emanettir. Padişah da bu emaneti adaletle yönetmekle, yönetilenler de hükümdara itaat etmekle yükümlüdür.

Osmanlı Devleti, toplum barışının ve düzeninin temeli olarak görülen bu mekanizmanın sağlıklı işleyebilmesi düşüncesiyle iki büyük sınıfa ayrılmıştır: Askerî Sınıf ve Reâyâ.

Askerî Sınıf: Padişahın, kendilerine dinî ya da İdarî yetki tanıdığı devlet görevlilerinden oluşuyordu. Bunları saray halkı, seyfiye, ilmiye ve kalemiye gibi gruplara ayırmak mümkündür. Saray halkının başında padişah bulunur. Padişah yalnız saray halkında değil, tüm Osmanlı toplumunda en yüksek otoriteydi.

Reâyâ: Askerî sınıfın dışındaki, yönetime katılmayan, geçimini tarım ve sanayi alanında üretim ve ticaretle sağlayan, devlete vergi veren kesimdi. Osmanlı’da reâyâ, din, mezhep ve ırklara ait topluluklardan oluşuyordu. Ancak Osmanlı toplumu ırka göre değil, düşünceye ve inanca göre örgütlenmişti. Toplumda Türklerden başka Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Slavlar vb. vardı. Bu toplumlar Osmanlı hoşgörüsüyle yaşamını sürdürürdü.

Osmanlı toplumunda günlük yaşam sarayda, şehirlerde ve köylerde sürüyordu. Sarayda günlük yaşamı hem İslam dininin kuralları hem de sarayın kendine özgü gelenekleri belirliyordu. Saray, Osmanlı Devleti’nin yönetim, nitelikli insan ve moda merkezi durumundaydı. Sarayda üstün bilgili, kültürlü ve zevk sahibi olarak yetiştirilen insanlar, ülkenin dört bir yanında görevlendiriliyordu. Böylece sarayda öğrenilip uygulanan yaşam tarzı hem devletin tüm kademelerine hem halka yayılıyordu.

Osmanlı’da günlük yaşamın sürdüğü bir diğer önemli alan ise şehirlerdi. Sanayi, ticaret alanındaki faaliyetler, siyasî, askerî ve dinî işler şehirde yürütülüyordu. Osmanlı şehirlerinde yönetici olarak, beylerbeyi, kadı ve eyalet defterdarı bulunuyordu. Bunların içinde “kadı”nın önemli bir yeri vardı. Her türlü hukukî ve cezaî anlaşmazlığı çözmek, “kadı’nın göreviydi.

Osmanlı şehirleri, alışveriş yapılan bir pazar merkezi niteliğindeydi. Pazarın yanında kurulan cami, han, hamam gibi kuruluşlar şehirlerin canlanmasını sağlıyordu. Osmanlılar bu şehirlerde cami, medrese, kütüphane, misafirhane vb. birimlerden oluşan külliyeler kurdular. Bunlar topluma hizmet eden vakıflardı.

Şehirlerde ticaret, esnaflar tarafından yürütülürken, şehirler, bölgeler, ülkeler arası ticaret, tacirlerin elindeydi. Toplumda tüccarların özel bir yeri vardı. Şehirde herkes, mevkiine ve servetine göre giyinirdi. Yemekler bir siniye konan kalaylı tas ve sahanlarda yenirdi. Sudan başka boza, pekmez, balsuyu vb. şerbetler içilirdi. Haram olduğu için Türkler şarap içmezdi.

16. yüzyılın ortalarında kahve kullanımı yaygınlaşmıştı. 1554’te ilk kahvehane İstanbul’da açılmış, daha sonra bu kahvehane birçok şehirde boy göstermeye başlamıştı. Kahvehaneler, sonraları sohbet yeri olmuştur. Bir dönem kahvehaneler yasaklanmak istenmiş, ancak bu çabalar başarıya ulaşamamıştır.

İşyerlerinde haftalık dinlenme günü cumaydı. Bayramlar, bazı panayır ve şenlikler de yıllık dinlenme günleri olarak değerlendirildi. Bayramlar sarayda çok özel bir şekilde kutlanırdı.

Devletin en yüksek eğitim - öğretim kuruluşu olan medresenin öğrenci ve hocaları, günün belli saatlerinde, külliye personeli ve şehir halkının önemli kesimiyle iç içe bir yaşam sürüyordu.

Osmanlı nüfusunun büyük bölümü köylerdeydi. Köylerde yaşayan insanlar çiftçilik ve hayvancılıkla geçiniyordu. Beş altı haneden oluşan ya da daha fazla nüfusa sahip köyler vardı. Müslüman ve Hıristiyan köyleri olduğu gibi, iki halkın hoşgörüyle, birlikte yaşadığı köyler de vardı. Köylerde günler, tarım işlerinin temposuna göre geçerdi. Cuma günlerinde, Ramazan ve Kurban Bayramlarında şenlikler düzenlenirdi.

Osmanlı toplumunda aile düzeni, insanların dinine, inanç ve geleneklerine göre şekilleniyordu. Müslümanlar da yaşamını İslam dininin kural ve öğretilerine göre şekillendiriyordu. Müslüman olmayanlar ise aile yaşantılarını kendi cemaatleri içinde ve kendi dinî hukuklarına göre düzenliyorlardı. Aile yaşamında dinin yanı sıra gelenek ve görenekler de etkiliydi.

Ataerkil bir aile yapısına sahip Osmanlı toplumunda, halk nasıl padişaha bağlıysa, aile bireyleri de babaya bağlıydı. Kadın, evin iç idaresinden sorumluydu. Çocukların terbiyeli bir biçimde yetiştirilmesine özen gösteriliyordu.

Tüm bunlar da gösteriyor ki Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı Devleti’nde hem yönetimde hem toplumsal yaşamda din belirleyici unsur olmuştur. Devletin düzeni İslam dininin esasları dikkate alınarak düzenlenmiştir. Osmanlı toplumunun büyük bir kısmı Müslüman olduğu için İslam dininin kuralları toplumsal yaşamda uygulanmıştır. Devlet dairelerinde, sokakta, giyim kuşamda, ticarette, okulda İslam’ın etkileri açıkça görülür. Devletin başında padişah vardır; ancak onun belirli konularda kararlar çıkarması için Şeyhülislam’dan fetva (izin) alması gerekir. Sokakta daha çok, erkekler vardır. Ailenin ihtiyacını erkekler karşılar. Kadın ise daha çok, evdedir. Evin günlük ihtiyaçlarını görür, çocuklarına bakar. Medreselerde ise yine din ağırlıklı bir eğitim verilir.


 

Tanzimat Sonrası

18. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerinde elçiliklerin kurulmasından ve Avrupa ile ilişkilerin artmasından sonra daha farklı bir anlayışa sahip reformcu, yeni bir nesil ortaya çıkmıştı. Bunlar Avrupa başkentlerinde görev yaparken, uluslararası gelişmeleri ve Batılı devletlerin bünyelerini tanımaya çalışmış olan diplomatlardı. Bunlar Tercüme Odası veya dışarıdaki Osmanlı diplomatik misyonlarında, yönetim ve siyaset alanında uygulamaya yönelik laik bir eğitim görmüşlerdi. Diplomasi ve mâliyede uzmanlaşmışlardı. 19. yüzyılda nüfuzları artan bu bürokratlar, yönetimde köklü reformlar yapma düşüncesindeydiler. Tanzimat ile ortaya çıkan bu yeni bürokratların önde gelen temsilcileri, Mustafa Reşit Paşa, Fuat Ali Paşa ve Mithat Paşa’dır. Yeni bürokratlar, İslâmî normlardan bağımsız, akıl yoluyla kendilerinin geliştirecekleri siyasetin kamu yararına olacağını ve bunun toplumun gerçek iradesini temsil ettiğini düşünüyorlardı. Onlara göre bu iradeyi hâkim kılmak otoriter bir devlet idaresi kurmak ve Batımın çağdaş düşüncelerini kanun yoluyla kurumlaştırmakla mümkündü. İşte Tanzimat, bu düşüncenin ürünüdür.

19. yüzyılda Tanzimat’la birlikte İstanbul ve diğer büyük şehirlerde hayat tarzı, Batı medeniyetinin de etkisiyle önemli ölçüde değişime uğradı. Tanzimat sonrasında hemen her bakımdan Batı, örnek alındı. Her şeyden önce, Tanzimat ile birlikte dinlere dayalı mahalle kültürü bütünlüğü değişti, etnik ve dinî grupların hayat tarzları birbirine karışmaya başladı. Külliye sistemi parçalandı, camiler çok yönlü işlevini yitirdi. Batı tarzı modern okullar, medreseyi geri plana itti. Batı tarzı binalar ön plana çıktı.

Külliye çevresindeki kahvehaneler, fıskiyeli ve kerevetli bir mekân olmaktan uzaklaşmıştır. Kerevetlerin yerini sandalyeler, havuzun yerini de tiyatro temsil edilen sahneler almıştır. Bunun dışında elçiliklerin düzenlediği balolar, üst düzeyli; deki Müslümanlar arasında da kadın-erkek bir arada eğlenme modasını doğurmuştur. Ailede de önemli değişimler yaşanmıştır. Evlerin ve konakların içi Batılılaştı. Evlerde masa ve koltuklar kullanılmaya başlandı. Varlıklı aileler, çocuklarına dil öğretmek için yabancı mürebbiyeler getirttiler.

Tanzimat, ekonomik hayatı da değiştirmiştir. Geleneğe dayalı meslekler, Batı etkisiyle gelişen zevkleri tatmin edecek bir dinamizm göstermediğinden çöküntüye uğramaya başlamış, piyasayı ithal mallar doldurmuştur. Üst düzey arasında, Avrupa mallarının kullanımı, sosyal statü sembolü haline gelmiştir. Eski dönem Osmanlı mahallelerinde zengin - fakir aynı gündelik hayatı paylaşırken 19. yüzyıldaki ekonomik farklılaşma sonucu, zenginler Boğaziçi gibi ayrı mekânlara yerleşmişlerdir.

1895’te İstanbul’a ilk otomobil gelmiştir. “Zatü’l hareke” denen bu araç, toplumun üst düzeyi arasında yaygınlaşmıştır. Elektrikli tramvay, ulaşım hizmetine girmiş bu araçlarla hayat hızlanmıştır.

II. Meşrutiyet sonrasında telgraf ve telefon da gündelik hayatın unsurları haline gelmiştir.

19 yüzyıldan sonra Müslümanlar arasında da Batıcı elit çevrelerin oluşumu, Osmanlı toplumundaki ayrışmanın eksenini değiştirmiştir. Millî ve dinî değerlerine bağlı olanlar “alaturka”, Batılı yaşam tarzına yönelenler “alafranga” olarak nitelenmiştir.

Batı’dan alınan aletler, mobilya ve giyim eşyaları, özel yaşamdaki bedensel alışkanlıkları etkilemekteydi. Yüksek arkalıklı iskemlelerde oturmak, alafranga tarzda yemek yemek aile üyeleri arasında belirli bir mesafeye, hatta resmiyete yol açan birtakım yeni kurallara sebep oluyordu.

Aile içinde düzenlenen doğum ve evlilik yıldönümlerini kutlama alışkanlığı da Cumhuriyet’le birlikte yaygınlaşmıştır. Osmanlı toplumunda ortalama bir ailenin gündelik hayatında doğum ve evlilik yıldönümleri kutlama âdeti yoktu. İnsana ait tek anma töreni ancak öldükten sonra, o da dinin emri gereği yapılırdı. Tanzimat’tan sonra özellikle Cumhuriyet döneminde zaman kavramına yeni bir düzen verildi. Günlük yaşam günün belli saatlerine göre ayarlanır oldu. Cumhuriyet reformlarıyla birlikte giyim kuşamda, yani yaşamda köklü değişiklikler yapılmıştır. Kadın günlük yaşamda erkekle birlikte yerini almıştır.

Sonuçta Osmanlı Devletinde modernleşme çabaları bilindiği gibi önce fen bilimleri, kılık kıyafet konusunda reformlara girişmekle başlamış ve bu eğilim giderek devletin idari ve anayasal sistemini de kapsamıştır. Aydınların yanında Osmanlı Padişahları da Tanzimat’la birlikte daha ısrarlı bir şekilde modernleşmenin gereğini kavramışlardır. Bunun bir yansıması saray yaşamında da kendini bulacaktır. Örneğin Osmanlı saray yaşamında tıpkı Fransa’yı andırır balolar Avrupa tarzı davranışlar sıkça görülmeye başlanmıştır. Bundan hareketle Tanzimat sonrası hükümdarlardan II. Abdülhamit dışındaki padişahlar Avrupalılaşma konusunda Batıcı aydınlar gibi halka rağmen tavır almakla suçlanmışlardır. Genel görüntü olarak askerî ve ekonomik alanda sürekli zemin kaybeden Osmanlı Devleti’nin bu dönemde Avrupa devletler dünyasına dâhil olmak için yoğun çabalarına tanık olunmaktadır. Artık Osmanlı Devleti için Avrupa ile rekabet duygusu yerini, onun gibi olmak tarzına bırakmıştır.

ZAMBAK

İLGİLİ İÇERİK

SERVET-İ FÜNÛN İLE TANZİMAT ROMANININ KARŞILAŞTIRILMASI

TANZİMAT EDEBİYATI ÖSS/ÖYS/LYS SORULARI

TANZİMAT EDEBİYATI BULMACA

TANZİMAT EDEBİYATI ÖĞRETİCİ METİN ÖRNEKLERİ

TANZİMAT EDEBİYATININ OLUŞUMU

TANZİMAT TİYATROSU

TANZİMAT I.DÖNEM ve II.DÖNEMİN DİL ANLAYIŞLARI

TANZİMAT EDEBİYATI TEST

TANZİMAT I. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT II. DÖNEM SANATÇILARI

TANZİMAT EDEBİYATI (1860-1896)

SON EKLENENLER

Üye Girişi