Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

KLASİK AKIM

(Classicisme)

Lâtince classicus kelimesi seçme anlamına gelir. Sonradan, Lâtince ve Grekçeyi iyi yazmak ve öğretmek için okutulan örnek eserlere denildi. Bugün de üstün­den çağlar geçtiği hâlde değerini yitirmeyen şaheserlere; bir ilim veya sanat dalın­da doğruluğu kesinlikle benimsenmiş kurallara, ana dilini en güzel yazan sanatçı­lara ve onların yazılarına; okullarda öğretilen kesin bilgilere vb. klâsik sıfatı veri­liyor. Hangi mânâya alırsak alalım, klâsik teriminin özünde kurallara sımsıkı bağ­lılık ve yetkinlik (mükemmeliyet) çağrışımı vardır. Klâsikler, ferdî ve şahsî olan­dan çok, insanlığı ilgilendiren umum değerler genel üzerinde durmuşlardır.

Burada Klâsik terimi, özellikle 17. yüzyılın İkinci yarısında Fransa'da gelişmiş olan bir akım için kullanılmaktadır. 17. ve 18. yüzyıllarda bütün Avrupa'ya yayıl­mış olan Klasisizm, iddiasına en uygun örnekleri 1650-1700 yıllarında Fransa'da vererek, Hümanizmin daha şuurlu ve kurallı bir devamı olmuştur.

Klasisizm'i Hazırlayan Ortam

Klâsik akım, her şeyden önce, mutlak krallık devrinde açılan bir çığırdır. Fransa'da 14. Louis, bütün derebeylerini dize getirmiş ve Tanrı'dan aldığı iddia edilen haklarla, tartışılmaz bir egemenlik kurmuştur. Krallık, o dönemde öylesi­ne yüksek bir nizamdır ki, kral bütün sanatçıların koruyucusu, ülkenin sahibi, ilâhî kudretin, akıl ve mantığın timsalidir. Bu durumda sanat ve edebiyat adam­ları, rejim ve toplum konularını tartışamazlar; çünkü onlar kraliyetle kesinleşmiş ilahî kaidelerdir.

Hıristiyanlık ve ona dayanan ahlâk kuralları, son derece sert ve sınırlıdır. Ay­nı zamanda kilisenin de başı ve koruyucusu olan kralın dini, bütün uyruklarının dini sayılır. Bunun için herkes kralın dininde, yani Katolik olmağa mecburdur. Krallar, ruhanî kuvvetlerini Papa'dan almakta, dolayısıyla Papa'nın nüfuzu da art­maktadır, Bu yüzden edebiyatçılar, din ve inanç meselelerini de tartışamazlar.

1635'te Kardinal Richelieu'nün kurduğu Fransız Akademisi'nden sonra başka ülkelerde de kurulan akademi ve Arkadya'lar, eski Yunan ve Lâtin sanatlarına da­yanan klâsik sanatı destekliyorlardı.

Saray ve salon hayatı (bazı tanınmış asil kadınların edebiyatçılara açık olan ko­nakları) çok parlak ve ihtişamlıdır. İlim, sanat, zarafet barınağı olan bu salonlarda her davranış ve her söz usul ve nizama bağlanmıştır. Sosyete töresini ve kuralları­nı bilmemek yahut onlara uymamak buralarda, insanı gülünç eden ayıplardır. Bu çağ Fransız aydınlarının hayran oldukları ideal varlık, seçkin insan (honnete homine) tipidir ki onun da timsali yine Kral Louis'dir. Bu tip, iyi giyimli, hareket ve söz­lerinde ölçülü, kibar, görgülü ve zariftir. Antikiteye (eski kültürlere) hayranlık, sağduyu ve mantık onun şiarlarıdır. Bu seçilen insan, mükemmele varan zevki ile Klâsik akımın sanattaki modeli ve aynı zamanda muhatabı olmaktadır.

 

Klasisizm'in Fikir Kaynakları

Klasisizm'in dünya görüşü, biri Yunanlı, biri Fransız, iki büyük akılcı filozofa dayandırılmaktadır: Aristo (M,Û. 384-322) ve Descartes (1596-1650).

Aristo, felsefeye ve metafiziğe mantık kapısından girilebileceğini söylemiştir. Zaten "Mantık'ın babası" unvanını taşır. O, Eflâtun'un diyalektik usulüne karşı is-bat'ı savunmuştur; hakikate kıyas ve tümdengelim (deduction) yoluyla varılacağı­nı belirterek ilmin genel olanı incelemesi gerektiğini ifade etmiştir. Ancak genelin özü fertlerde saklı olduğuna göre; fertlerin duyumlarından hareketle kav­ramlara ulaşabiliriz.

Yine Aristo, bir zihnin şeref ve itibarını ancak mükemmel olmasında bulur. Tanrı'ya ve saadete yetkinlikle ulaşılacağını söyler. Estetiğini de güzellik, düzen­lilik, kesinlik, simetri gibi üstün vasıflar üzerine kurmuştur. Aristo ahlâkına gö­re: "En iyi yaşamak, en iyi hareket etmeğe bağlıdır." Hatta aklını sürekli olarak kullanabilen bir kimse tanrılara eşit olur, der. Günlük hayatta tedbirli ve Ölçülü olmak bizi mutluluğa kavuşturur. Bu ise iki tarafı uçurum olan bir yolun tam or­tasından (Juste milieu) yürümek gibi zor ama lüzumlu bir gayrettir.

Descartes ise, "akıl ve mantıkla yönetilen bir iradenin ihtirası ve güçsüzlüğü her zaman yenebileceğini, akıl için tek bir yol olduğunu, her şey gibi edebiyat ve sanatta da usûl ve metodların hâkim olması gerektiğini" belirterek klâsik esteti­ğin temellerini atmıştır. Boüeau'dan önce: "Hakikatin tek Ölçüsü, fikirlerin apa­çıklığıdır. Bu da ancak akla bağlanmakla mümkündür, Çünkü fikirleri apaçık ola­rak kavrama imkânı, bulunmayan kişi, kararsızlık içindedir" sözlerini söyleyen de Descartes'tır.

Klasisizm'in Edebî Görüşleri

Bu edebî akımın esas görüşleri, Boileau'nun Şiir Sanatı (Art Poetique) adlı eserinde belirtilmiştir. Buna göre:

Sanatta mutlaka uyulması gereken kaideler vardır. Bu kaideler fantezi değil­dir. Yazarlık zor meslektir, şaheser, ancak sürekli çalışma ile meydana gelir. Yük­sek bir ahlâk şuuruna dayanmayan sanat, boş ve zararlı olur.

"Akıl ve mantığı seviniz, eserleriniz en büyük süs ve kıymetini ondan alsın. Ta­biattan hiç ayrılmamalı, Çünkü tabiat, hakikattir. Hakikatten başka hiçbir şey se­vimli ve güzel değildir. Sahte şeyler, can sıkıcı ve yorucudur. Aklınızla bir seçim yaparak tabiatı taklit ve tasvir ediniz. Bize, insan kalbinde değişmeden kalan şey­leri tanıtan "eskiler"i inceleyiniz!"

Bu görüşlerin ve o devre hükmeden felsefî ve sosyal meyillerin ışığı altında buluşan Klâsikler, dilde ve zevkte ideal bir noktaya ulaşmak amacı güttüler. Sağ­duyu ile üstün zevki ve "hoşa gitme sanatı" denen şeyi kaynaştıran eserler yazdı­lar. Kraliyet ve Hıristiyanlık nizamı gibi, edebiyatın sert kaidelerini de tartışmasız kabul ettiler. Coşkunluğu, lirizmi, savruk ilhamları, aşırı tabiat hayranlığını ve ya­zıcıların şahsî eğilimlerini sanat dışına attılar. Hayatta nadir görülen, acaip, gü­lünç ve kaba sayılan vak'aları konu edinmediler. Onun gibi, yabancı, sakat, dağ­lı, köylü, çocuk gibi tipleri de hem seçkin insan idealine hem de tabiatın genel tiplerine aykırı buldukları için eserlerinde yaşatmadılar. (Sadece Moliere gülünç etmek için bu tipleri ele aldı). Zamanlarında yaşayan gerçek insandan çok, her çağda ve her yerde yaşaması gerektir diye düşündükleri ideal insanı ele aldılar. Kıyafet, çevre, yerli hayat, tarih, töre ve âdet gibi kavramları hiçe saydıkları için millîlik iddiası olmayan, hatta ona karşı çıkan beşeri bir edebiyat kurdular. Bu bakımdan Hümanizmdi devam ettirmiş oldular.

Bol ayrıntılara dayanan dış hayat, günlük yaşayış ve yerli insan bir yana bıra­kılınca, insanların iç hayatı ve ruh dünyası tüme varmak, genele ulaşmak gayre­tiyle, bilhassa incelendi. Bu yüzden Klâsik akım bir tahlil edebiyatı oldu. İnsanla­rın şahsî özelliklerini ele almadıklarına göre bütün insanlarda ortak bulunan umumî duygu ve eğilimleri yaşattılar. Aşk, kıskançlık, cimrilik, şeref, kin vb. gibi beşeri temaları baş tacı ettiler. Bu ihtirasların insanlığın hayatı boyunca değiş­mez olduğunu belirtmek için bilhassa eski Yunan ve Lâtin eserlerini taklide ça­lıştılar. Nitekim Racine, İphigenie tragedyasının önsözünde bu hususu açıkça an­latmaktadır:

"Gerek Buripides'ten, gerek Homeros'tan taklit ettiğim şeylerin tiyatromuz üzerinde yaptığı tesir karşısında, sağduyunun ve aklın her çağda aynı olduğunu sevinçle kabul ettim. Paris zevki, Atina zevkine uygun düştü. Seyircilerim, vaktiy­le Yunanistan'ın bilgili halkım gözyaşlarına boğan aynı şeylerle heyecanlandı­lar."

Ve böyle düşünerek günlük hayattan, millî konulardan, yerli halka ait tasvir­lerden, Fransız tarihiyle ilgili vakalardan, ferdî duygulan, haksızlıkları, sosyal dertleri anlatmaktan sakınan Klâsikler, daha sonra Romantik akım temsilcileri­nin sert tepkileri ile karşılaşacaklardır.

Klasisizm'in Edebî Türleri ve Başlıca Sanatçıları

Klasisizm, en büyük edebî atılımı tiyatroda (tragedya ve komedya) göstermiş­tir. Bu yüzden ilk bakışta bir tiyatro edebiyatı gibi görünmektedir. Ancak bu dev­rin yazarları, fabl, deneme, roman, hitabet, özdeyiş ve mektup türlerinde de güç­lü eserler vermişlerdir. Bu türlerin başlıca temsilcileri:

Tragedyada Corneille ve Racine; komedyada Moliere; fabl türünde La Fonta-ine; denemede Pascal ve La Bruyere; roman'da Madame de La Fayette; hitabette Bossuet; özdeyiş'te La Rochefoucauld; mektup türünde ise Madame de Sevigne'dir.

 

Klasisizm'in Türk Edebiyatında İzleri

Türk edebiyatının batı tesirinde ürünler vermeğe başladığı 18601ı yıllarda Fransa'da klâsik akım, yerini romantik ve realist akımlara bırakmıştı, Bu yüzden Tanzimat yazarlarımız, bu akımı gereğince tanıyıp benimseyemediîer, Zaten Klâ­sikler, daha çok Yunan ve Lâtin kaynaklarına dayanıyorlardı. Biz ise bu kültürle­ri ancak İslâm medeniyet ve felsefesi yoluyla tanımıştık. Batı'da hazır bulduğu­muzu almıştık. Çünkü onların Yunan-Lâtin-Hıristiyan temellerine gitmek, kültü­rümüze aykırı gelmişti.

Şu var ki, Tanzimat edebiyatının öncüsü Şinasî, Klasik akımın fikir kaynağı olan Descartes'ı az çok tanımış, onun bazı fikirlerinden faydalanmıştır. Bu akılcı filozofun etkisi, Şinasi’nin birçok makalelerinde ve Münacaat şiirinde açık şekil­de görülmektedir. Şinasî, Racine'i de okumuş hatta onun Athaîie ve Andromaque tragedyalarından bazı parçalan Türkçeye de çevirmiştir.

Klasisizm, Türk edebiyatında bir akım olarak bilhassa Yunan ve Lâtin kaynak­larına bağlılığı ve bizim o kültürlerden uzaklığımız dolayısıyla benimsenmemiş­tir. Ayrıca akla dayanışı, sosyal problemlerden, milliyetçilikten, hürriyet fikirle­rinden uzak oluşu da, Tanzîmatçılar'ın inkılâpçı, memleketçi ve heyecanlı tutum­larına uymamıştır. Bununla birlikte Klasisizmin bazı büyük şair ve yazarları Tan­zimat'tan bugüne kadar bizde, çok tutulmuş ve sevilmişlerdir. Moliere ve La Fontaine'in pek çok adaptasyon ve tercümeleri yapılmış, onları izleyenler de görül­müştür. Abdülhak Hâmid ise Corneille'in tragedyalarına benzeyen eserler yaz­mıştır.

AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi