Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

SEMBOLİZM

(Symbolisme)

Eski Grekçe symbolan kelimesinden gelen symbole kelimesi, konuşma dilin­de timsal, belirti, simge anlamlarını taşır, Bu anlamlarıyla Türkçeye de geçmiştir.

"Bayrak, vatanın sembolüdür. Tilki kurnazlığın sembolüdür." derken bu gün­delik anlamı kullanmış oluyoruz.

Sembolizm, 19. yüzyılın sonunda (1885-1902) Fransa'da ve Avrupa ülkelerinde tutunup modalaşmış bir şiir çığırıdır. Şiirde Parnasçılığa karşı çıkan bu akım, ruhumuzla ilgili şeylerin sırlı inceliklerini ifade etmeği esas tutaar. 20. yüzyılda be­liren yeni akımlara başlangıç teşkil etmesi bakımından da önemlidir.

19. yüzyıl sonunda Sembolist diye nitelenen şairler, başlangıçta Dekadan (deca-dent) diye küçümsenerek anıldılar. Bu azımsayıcı sıfat onlara alaycı hasımları tara­fından verilmişti. Soysuzlaşmış, züppe, düşük gibi horlayıcı anlamlar taşıyan bu de­kadan sıfatı, bizde de Ahmed Mithat Efendi tarafından, Servet-i Fünuncular'ı kına­mak kasdıyla kullanılmıştır. (Bak: Tanzimat Nesri, Ahmed Mithat bölümü)

 

Sembolizm'i Hazırlayan Ortam

Görüldüğü gibi edebiyatta pozitivizmi ve ilmî görüşü yansıtmak isteyen Re­alizm, Natüralizm, Parna akımları, 189O'lı yıllarda tavsamış, bezginlik vermeye başlamıştı. Fizikötesi kavramlar yeniden değerleniyor, ruhun varlığına, sezginin yaratıcılığına ve maddeden üstün olan bir varlığa tekrar inanılıyordu. O halde sa­natta gövdeden ruha, maddeden mânâya, kalıptan öze doğru bir dönüş olmalıydı. Şuur-altı, kayıp ve gizli âlemlere esaslı merak seziliyordu. Akim ve deneyin asla giremeyeceği alanlar olduğunu söyleyerek müsbet ilme baş kaldıran sanatkârlar çoğalıyordu,

Alman filozofu Schopenhauer'in (1788-1860) her olayı gizli rüyalar, hayalî ve sırlı dünyalar şekiinde ele alan felsefesi, yüzyıl sonu Avrupa gençlerini sarmağa başlamıştı. İlimden ve aydınlıktan kaçıp yarı karanlığa ve belirsiz sezişlere dal­mak özlemi, biraz bu filozoftan, fakat daha çok, yukarda (Natüralizm'e Karşı Ro­man Tarzları) bölümünde sözü edilen Bergson'dan geliyordu.

Sembolizm'in Görüşleri

Sembolizm, sadece bir şiir akımıdır, denebilir. Gerçi Belçikalı yazar Maurice Maeterlinck (1862-1949), Sembolist görüşleri tiyatroya da uygulamıştır. Psikolojik roman bile az çok Sembolizm'in meyvesi olan bir tarz sayılabilir, ama Parnasçılık gibi bu akımın da asıl konusu şiirdir.

Şiir görüşleri ile Sembolizm, Romantizm'e az çok bir dönüş manzarası göste­rir. Ancak, o zamana kadar kökleşmiş ve alışılmış bütün şiir tarzlarına başkaldırmış olması, onu Romantizm'den de ötelere götürmektedir.

Klâsikler, şiiri akıl mantığa uyar konuların güzel bir anlatımı gibi gördüler, Romantikler, için şiir, hayal ve heyecanların coşkun ifadesi sayılır. Parnasçılar, dış âlemin ve pitoreskin tesbitine şiir adı verdiler, Aslında bu görüşlerin hepsi, hiç de kapalı ve şiirli olmayan açık düşünceye dayanıyordu. Sembolistler ise, bü­tün bunların nesirle de yapılabileceğini iddia ederek aklı asan ve gerçeği umur­samayan bir anlayış getirdiler.

Onlar, insanda, karanlık içgüdülerden, anlatılmaz coşkunluktan ve sırlı kuv­vetlerden bileşik bir âlem buluyorlardı. Mantığı işe koşmuyorlardı. Çünkü "bu kavramların üstünde kafa yormaya kalksak hepsi kaybolacak ve basitleşecek " di­ye düşünülüyordu. Derin düşünceler açık dille, aydın mecazlarla anlatılamazdı, bir geometri içine konamazdı. Çünkü "koku" ve ezgi"ye benzemeyen gerçek du­yarlık, akılla anlaşılamaz, belki sezilirdi. Birtakım sırlı izlenimlerimiz, günlük mantık ile birbirine bağlanamaz, fakat aralarında, rüyalardaki gibi belirsiz kav­şak noktaları bulunabilirdi. İşte Sembolik şiir bu sırlı duyuşların ve kavşak nok­taların zekâ süzgecinden geçmeyen, dolaysız bir ifadesi olmaya çalıştı.

Bu kaygan ve belirsiz şiir yolunu tutabilmek için, o zamana kadar yaşatılan bi­çim ve muhteva anlayışlarını yıkmak gerekiyordu. Nitekim Sembolistler önce şi­irin biçimini sarstılar.

Yepyeni duygular, eski nazım kurallarıyla anlatılamazdı. Şiirin belli bir biçimi olmamalı, ona şairlerin dehâları ve şiirin muhtevası yön vermeliydi. Vezin, kafi­ye, üslûp kayıtları arka plâna atılmalıydı. Bunun için vezinde serbest nazım (vers libre) kullandılar. Durgu, hece ve kafiye anlayışını değiştirdiler. Anlamsıza varan duyguları ve sırları belirsiz tarzda ifade edebilmek için bazen dilbilgisi mantığı­nın ve alışılmış sözdiziminin bile dışına çıktılar. Bunu sağlamaya çalışarak gün­lük konuşma dilindeki sözlere yeni mânâlar yüklediler. Yahut büsbütün başka, duyulup işitilmemiş söz kalıpları icad ederek özel bir şiir dili hazırladılar.

Ancak Sembolizm'in yeniliği yine de muhtevada görüldü. Bu hususta, Parnasçılar'a taban tabana zıt bir tutumdaydılar. Onlara inat, şiiri plâstik ve pitoresk bir sanat saymayıp sanki kelimelerle notalanan kendine öz bir mûsikî gibi kabul et­tiler. Nitekim Sembolizm'in öncülerinden Verlaine, Şiir Sanatı manzumesinde "Musikî, her şeyden önce musikî' diyordu.

Türkçede Ahmed Haşim de:"Sözden ziyade musikiye yakın bir lisanla" şiir söylemek istiyordu. Öyle bir şiir dili ki, kulaktan çok ruha seslenmeliydi. O da musiki gibi, açık ve seçik hiçbir şey söylemediği hâlde pek çok şey telkin etmeli, sezdirmeli, duyulmalıydı. Zaten, iyi bir şiirde kullanılan sözlerin anlamları değil, ses bakımından değerleri mühimdi. Önce hissi bulmalı, sonra bir ahenk içinde onu sezdirecek kelimeleri seçmeliydi. Daha doğrusu her duygunun kendine mah­sus en gizli, en ürpertici bir ifade tarzı olduğunu bilmeli ve onu arayıp bulmaya çalışmalıydı.

Parnasçıların ritm anlayışları, Sembolistlerin beste-şiirlerine elverişli değil­dir. Kelimelerin telkin gücünü çoğaltmak için bol ve zengin âhenge (armoniye) ihtiyaç vardır. O kadar ki, şiir okunduğu zaman kulağa çarpan ahenk, şairin duy­duğu hayâl ve düşüncelerin hepsini birden sezdirebümelidir.

Sembolist anlayışta mecaz şiirin en esaslı öğesidir.

Sembolistler'e kadar bütün şiirdeki mecazlar, akıl ve mantıkla açıklanabilen teşbih, istiare, teşhis vb. şeylerdi. Bazı Romantik ve Parnasçı şairler, bütün şiiri tek benzetmeye bağlayan timsâli (allegorik) manzumeler de yazmışlardı. Bu eski anlayışta, şairin ne demek istediği açıkça anlaşılıyor, her şey zekâyla bulunuyor, zekâyla çözülüyordu.

Sembolistler işte bu açık seçik mecaz anlayışını da reddettiler. Onlar için me­caz, rüyadan, alt şuurdan veya sırlar ülkesinden birdenbire zuhur eden bir ipucu ve anlatım imkânıydı. Şuurda ansızın çakan şimşekler gibi şair bunları yakalar, mecazdan mecaza geçer, başladığı yere bir daha dönmezdi ve ne demek istediği­ni söylemezdi. Bir ermiş veya mistik gibi hissettiği ve sezdiği şeyleri bir takım sembol (simge)lerle sezdirmiş, ifadeye çalışmış olurdu.

Bunun için Sembolistler zekâyla çözülebilir bir benzetme ilintisine bağlı teş­bih ve istiareyi az kullanırlar. İnsan aklının kolaylıkla ilgi kurabileceği teşbih ve istiareye önem vermezler. Daha çok mürsel mecaz, analoji (söylemek isteneni, ona denk bir kavramla anlatmak) ve sinestezi (bir duyuyu başka bir duyunun ye­rine koymak, söz gelişi gül kokusunu musiki nağmesi gibi ele almak) gibi sanat­lara rağbet ederler.

Hiçbir açıklığı olmayan bu sembolleri yorumlamak, okuyanlara kalmıştır. Ba­zı Sembolistler "Şiirimi onlara açıklamadan Önce, onların bana açıklamalarını beklerim." demişlerdir. Çünkü Sembolist şiir büyülü kelime dizimleriyle telkin edilen hayâl âlemidir. Belli, düzenli, dünyayı değil, bir kargaşa âlemini, bir kaosu gerçekten öte bir şeyleri anlatır. Onu dış âleme bağlayan şey, ancak bu mecazla­rın yapacağı çağrışımlardır. Şair, bu çağrışımlarla bize, sırlar ülkesinden ses ge­tirmek emelindedir.

Sembolistlerin bu mûsiki ve mecaz anlayışları, onları yepyeni temalar arama­ya sürüklemiştir. Masalımsı bir zaman ve çevre anlayışı, tabiata apayrı bir gözle baktırmıştır. Dış âlemde gördüklerini değil, sezdiklerini yazmışlardır. Her şeyde olduğu gibi tabiatta da vuzuhu, duruluk ve arılığı görmezlikten gelmiş, onu horlamışlardır. Zaten maksatları, tabiatı değil, onun izlenimlerini, örtülü iç yüzünü vermektir. Manzarayı mümkün olduğu kadar hayâl ve sır ile kapamak özleyişi Ah­med Haşim'in şu dörtlüğünde çok güzel anlatılıyor:

Seyreyledim eşkâl-i hayâtı

Ben havz-ı hayâlin sularında

Bir aks-i mülevvendir amnçün

Arzın bana ahcâr u nebatı.

(Hayatın şekillerini hayal havuzunun sularında, seyrettim, onun için yeryüzü­nün taşı toprağı, bitkileri benim için renkli bir yansımadır.)

Bu sırlı âlemin dekorunu sağlamak için sisli ve kapalı sonbahar günlerini, sa­bah ve akşamın alacakaranlığım yahut ay ışığını seçtiler. Aşkı, ölümü, dostluğu bu vakit ve saatlerin belirsiz sınırları içine yaydılar. Esrarlı şatoların, unutulmuş parkların, uzak ormanların, bin bir renk içinde hayâli geliştiren günbatısı vakti­nin şiirini yazdılar.

Sembolizmdin Büyük Şairleri; Bu akım, Fransız şiirinin büyük şairlerini yetiş­tirdiği gibi dünya şiirinde de çok etkili olmuştur. Akımı hazırlayanların başında, aynı zamanda bir Romantik ve bir Parnasçı sayılan Baudelaire (1821-1867) vardır. Verlaine (1844-1896), Mallarme (1842-1898) ve Rimbaud (1854-1891) asıl Sembolizm'in büyük şairleri arasındadır.

AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ


SEMBOLİZM-2

1885 yılında başlayarak 1902'ye kadar süregelen sembolizm, parnasizm'e bir tepki olarak ortaya çıkmış­tır.

Sembolizm, sözcüklerin musikisi ve sembollerin yardımıyla duyguların en küçük parçalarına inmeye çalışan bir edebî akımdır. Romantikler coşkunluk içinde bulunan duyguların peşinden, realistler ve natüralistler bilim metotlarının sert adımlarının arkasından gidiyorlardı. Parnaslar ise, eşyayı dıştan Seyrediyorlar, onun özüne girmi­yorlardı.

Sembolistler, eşyanın dış, yapısındaki sert görünüş­ten kaçıyorlar, onu, gölgenin kucağında, kızıllığın ateşin­de, kısık bir lâmbanın ışığında görmeye çalışıyorlardı.

Charles Boudelaire'in öncülüğünde Varlain, Rimbaud ve Mallarme'nin sürdürdüğü sembolizm, duygu parçala­rının, mısraı kuran sözcüklerin ahengine oturtulmasını ve bu duyguların düşünce yoluyla değil, ses yoluyla içe ak­masını istemektedir.

Güzellik, parnasların sandığı gibi her zaman plastik değildir. Duygulardaki güzellik, plastik güzelliğin çok kez önüne geçer. Plastik güzellik sadece vücudun dış ya­pısına bağlı kalıyor. Hâlbuki bu güzellik bile, duygu yardımıyla anlaşılır. Güzeli güzel kabul eden şey, duygudur. Duygunun bu ayırma gücünü umursamazlık edemeyiz.

Sembolizmin genel nitelikleri şunlardır:

a)Hayal:

Sembolizm, eşyayı kendi sert gerçeği içinde görmek­ten kaçınmaktadır. Bakışlar eşyanın içte aldığı şekle çev­rilmiş, dışardan içe yansıyan parıltılar seyredilmiştir.

Her şeyi bir rüyadaymış gibi görmek, açıklık ve be­lirlilikten kaçmak, sembolizmin baş tasasıdır. Eşya bir sis perdesi arkasında kalmalı, hayalimiz onu nasıl görebiliyorsa öylece kabul etmelidir. Çünkü güneş ışığı gibi sert ışık altında eşyanın ince çizgilerini görmek mümkün olmakla beraber, kaba çizgilerini de görmek var. Halbuki gölge altında eşya, hayalin, güzeli anlayış yeteneğine gö­re güzellik kazanır. İşte hayalimizin saptadığı bu güzellik doğrudur.

b)Sessizlik ( sükût):

Sembolizm, çığırtkanlıktan şiddetle kaçınır. Onun için karanlıklara doğru çekilip giden ve silinen ses, yaşamı sessizliğe doğru çeken akşamın habercisi kızıl guruplar, dinamizme fırsat vermeyen alaca karanlıklar, kendi ha­line bırakılmış eski parklar, «sararmış yapraklar, dur­gun sular, perdelerde gezinen gölgeler» sembolist şairin sanatını süsleyen şeylerdir.

c)Lirizm:

Sembolizme göre sanat fikre değil, duyguya seslene­cektir. O halde şiir, içimizde birtakım ürperişler mey­dana getirmelidir. Bu da ancak lirizmle olur. Lirizm, do­ğum, sevgi ve ölüm gibi ortak-temler üzerinde, şairin, kendi duyumlarını sevdalı bir şekilde anlatmasıdır. Li­rizm bu olunca, şair, akşam kızıllığındaki bir doğa par­çasını, ya da perdede gezinen bir gölgeyi kendi duyum­larına göre, bizde bir estetik heyecan uyandıracak güçte anlatmalıdır.

d)Öznellik ( sübjektiflik):

Sembolizmde şiir, hitap etmek, ya da tefsir edilmek için meydana getirilmiş değildir. Her okuyan kimse, şiiri, kendi ruhunun titreşim yeteneğine ve kişisel yöneltilen ne göre duymalı ve anlamalıdır, Anlama, «şiirin fikrine ve maksadına ulaşma» gibi klasik kavram içinde düşünül­memelidir. Duyma da, şiirden bir şey anlamalıdır. Sem­bolizm, şiirin duyumla anlaşılmasını ister.

Sembolizmde öznelliği (sübjektifliği) iki yönlü olarak düşünmek gerektir- Bunlardan birisi sanatçıdan, öteki de okuyucudan gelen öznelliktir. Sanatçıdan gelen öznellik, sanatçının duyum gücüne, okuyucudan gelen de onun seziş gücüne bağlıdır.

e)Sözden daha çok musikiye yakın bir anlatım

Sembolizm, ölçünün kalıplarına sıkışıp kalmayı sev­mediği gibi, kafiye zorunluluğundan da hoşlanmaz. Bunun içindir ki serbest nazım, sembolistlerin çağında ortaya çıkmıştır. Şiir, ölçü ve kafiye kurallarına denk getiril­mesi tasasıyla gelişigüzel sözcüklerden kurulmamalıdır. Çünkü herhangi bir duygu parçasını sembolize edecek bir sözcüğün, ölçü, ya da kafiyeye uygunluk göstermemesi bakımından mısraın dışına atılması doğru değildir. Parnasizmin tersine olarak, duygunun doğasına uygun dü­şen sözcükler seçilmeli, fakat bunlar kendi aralarında bir musiki ahengi yaratmalıdır. Mısra bir sözcük dizisinden çıkmalı, bir ses armonisi durumuna gelmelidir.

f)Sembolizm'de dil:

Sembolizmde dil, herkesin anlayacağı bir nitelikte değildir. Oldukça ağırdır. Çünkü o, herkese değil, sanat­tan anlayanlara seslenmektedir. Onun için musiki gücü olmayan kaba ve kuru sözcükler, mısraa giremiyor.

Bizde sembolizm, Servet-i Fünun devrinde Cenap Sahabettin'in öncülüğünde bazı şairlerimiz tarafından denenmiştir. Fakat Batı'daki gibi olmamıştır. Feci Ati dediğimiz edebî akım sırasında bağımsız sanatçı olarak, sembolizmi, Ahmet Haşim temsil etmiştir. Fakat Ahmet Haşim'in sembolizmi de kendi tutumuna göredir. Onunki de tam Batı anlamında değildir.

 


SEMBOLİZM AKIMINA ÖRNEK ŞİİR

Aşıkların Ölümü

Yatağımız olacak, hafif kokuyla dolu, 

Divanımız olacak, bir mezar gibi derin; 

Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin 

O garip çiçekleri süsleyecek konsolu. 

 

Son sıcaklıklarını sarfederek hovarda, 

Birer ulu meşale olacak kalplerimiz; 

Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz 

İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda. 

 

Pembe, lahuti mavi bir akşam saatinde, 

Veda'la dolu, uzun bir hıçkırık halinde 

Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri; 

 

Nihayet kapıları biraz aralayarak, 

Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak

 Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri

Charles BAUDELAİRE

 

İLGİLİ İÇERİK

SEMBOLİZM (SİMGECİLİK) AKIMI

SON EKLENENLER

Üye Girişi