NATÜRALİZM-3
- Natüralizm, realizmin gözlemciliğinin yanma deneyim ilkesini getiren, determinizm anlayışını romana sokan bir edebî akımdır.
- Natüralizm, realizmin, «çevrenin insan üzerinde büyük etkisi olduğu» yolundaki görüşünü ve başka türlü ilkelerini kabul etmekle birlikte, deneyime büyük bir önem vermiş, realizmin belgeciliğiyle yetinmemiştir.
- Determinizm, insanın yarattığı olayların, daha önceki nedenlerin sonucu olduklarını ve bunların da daha sonraki olaylara neden olacaklarını ileri süren bir düşünce dizgesi (sistemi)dir.
- Determinizme göre doğada meydana gelen olaylar bazı kaçınılması olanaksız (imkânsız) nedenlerin etkisiyle ortaya çıkarlar. İlimde rastlantının ve olağanın yeri yoktur. Aynı koşullar altında aynı nedenler, aynı sonuçları doğururlar. Fizik biliminde büyük ve önemli yeri olan bu determinizm ilkesi, sosyal olaylar üzerinde de kendini göstermektedir.
- Natüralizm, realizmden ince ayrımlarla ayrılır. Fakat birbiriyle de çok sıkı ilişkileri vardır. Bu yakınlıklarından ötürü bazı sanatçıların natüralist, ya da realist oldukları tartışma konusu olmuştur, örneğin Zola, realist bir yazar olarak o akımın içine sokulduğu halde, natüralizmi tek başına temsil eden bir sanatçıdır. Alphonse Daudet de öyle. Eğer Alphonse Daudet, Sapho adındaki romanını yazmasaydı, realist sayılacaktı. Fakat bu eserle Daudet, natüralistlerin arasına girmiştir.
Bu karışmalara rağmen natüralizm realizmden ayıran temel ayrımlar vardır. Şimdi bu ayrımların neler olduklarını sırasıyla görelim :
a) Çevrenin insan ruhu üzerindeki etkisinin yanında soyaçekimin (irsiyetin) iş payı (rolü):
Natüralistler, insanların davranışlarında çevrenin etkisini temel kabul etmekle birlikte, soyaçekimin, yani ana ve babadan getirilenlerin de iş payı olduğunu ileri sürüyorlar. İnsan eylemleri, hem çevreden, hem de soyaçekimden gelen etkilere bağlıdır. Bu nedenle insanların eylemlerini kavrayabilmek için, insanın geliş kaynağını, fizyolojik yapısını, etkisinde kaldığı eğitimi ve içinde yaşadığı çevreyi iyice bilmek gerektir. Bunlar bilinmedikçe, insanların eylemlerinin doğuş nedenlerini bulmak mümkün olamaz. Bulunsa da eksik ve kusurlu olur.
Fakat bu etmenler (faktörler) iyice bilindiği takdirde, olay, roman yazarının kendi istek ve iradesinin dışında, koşullu sonucuna doğru yol alır . Eğer yazar, olayın zorunlu sonucuna etki yapacak bir karışmada bulunursa, koşul bozulur ve nedenle sonuç arasındaki gerçek bağ kopar. Bu nedenle de romantiklerin yaptıklarından öteye gidilmemiş olur.
Bu görüş altında natüralistler, insan eylemlerinin meydana gelişinde, soyaçekimin en az çevre kadar iş payı olduğunu ileri sürüyorlar. Çünkü insanların huyları (mizaçları), kendi fizyolojik devinmelerine bağlı olmakla beraber, anne ve babalarının huylarıyla de ilişkilidir. Yani doğuştan onların huylarının motiflerini getirirler. Bir insanı, anne ve babasından hiç bir şey getirmemiş bir varlık olarak düşünmek yanlıştır. Eğer insan anne ve babasından hiç bir şey getirmemiş olsaydı surat benzeyişi de olmazdı. Surat benzerliği, yürüyüş ve oturuş benzerlikleri gibi huy ve davranış benzerlikleri de soyaçekimle geçebilir. Bunun yok sayılması (inkârı) olanaksızdır. Durum böyle olunca, eylemin sahibi olan insanın aile bireylerini hatta bu ailenin öteki kollarım tanıyıp incelemek gerekir. Bu yoldan olayın temel nedenlerine ulaşılabilir.
b) İnsan ruhunun fizyolojiye bağlılığı:
Natüralistlere göre, fikir ve heyecan, beynin ve organizmanın görünüşüdür. Düşünceyi, ruhun değil de uzviyetin, yani bütün halinde bedenin verisi sayan natüralistler, gerçek insanı, fizyolojik bir varlık olarak düşünmüşler ve ruha hiç önem vermemişlerdir. Çünkü beden olmadıkça ruhtan söz edilemez. Ruh, organların fizyolojik ilişkilerinin toplamıdır. O holde, ruh diye bedenden ayrı bir varlık düşünülmez.
c) Karakter yerine huyun temel tutulması:
Natüralistler karaktere önem vermiyorlar. Huy'u esas kabul ediyorlar. Bir insanın karakteri, zihninin şekli ne bağlıdır. Halbuki huy, fizyolojik yapıya bağlı olmakla beraber, soyaçekimle de ilişkilidir. Yani huyun içinde ana ve babadan gelenler de vardır. Karakter, tutkular n ve iştahların birleşimi olmakla birlikte, akılla da bağıntılıdır. Halbuki huy, akılla bağdaşamaz. Bu nedenle bazı insanlar, belli bir huyun kucağında sırf hayvandırlar. Örneğin bu hayvanlık şehvet düşkünlüğü şeklinde görünebilir. Şehvet düşünlüğü bir huy (mizaç) dur. Bu huyun ruhla hiç bir ilişkisi yoktur. Organların fizyolojik çalışmalarına bağlıdır. Tamamıyla sinir dizgesindeki gerilmenin eseridir. Bu düşüncenin doğruluğunu göstermesi bakımından, E. Zola'nın, Terez Raken adlı romanının ön sözündeki fikirlerine bir göz atalım:
«...Terez ile Lavren, her ikisi de insan şeklinde iki hayvan dan başka bir şey değildir. Bu hayvanlarda İhtirasların gizli faaliyetini, içgüdünün itişlerini, bir sinir buhranından sonra dimağa ârız olan teşevvüşleri adım adım aradım. İki kahramanımın aşkları bir ihtiyacın tatminidir. İrtikâp ettikleri cinayet zinalarının bir sonucudur. Nihayet vicdan azabı ismini vermeye mecbur olduğum şey, uzvî bir karışıklıktan, kopacak derecede gerilen cümle-i asabiyenin bir isyanından ibarettir.»
Görülüyor ki Zola, karakter üzerinde değil, huy (mizaç) üzerinde durmuştur.
d) Gözlemin yanına deneyimin getirilmesi:
Fiziksel ilimlerde kullanılan deneyim metodu,-olayları, tarafımızdan hazırlaman koşullara göre meydana getirmek ve nedenlerini incelemektir.
Bilimde gözlem ise nedenlerle kanunları bulmak için olayları doğada meydana geldiği gibi incelemektir. Yani bilimde gözlem, bir laboratuar çalışması olmayıp, doğrudan doğruya doğaya eğilmektir.
Realistler, gözleme gereken önemi vermişlerdi. Fakat natüralistler —ki başta E. Zola—gözleme gereken önemi vermekle birlikte, romana deneyimi de getirdiler. Bu metot yardımıyla ayrı ayrı yerlere gönderilmiş olan aile dallarına bağlı fertlerin, ayrı meslek ve ayrı çevre içinde karşılaştıkları yaşamsal sonuçlar, bir âlim tarafsızlığıyla incelenmiş; soyaçekimin ve çevrenin insan huyu üzerinde etki ayrımları gösterilmeye çalışılmıştır.
Natüralist romancı, olayları kendi doğal yapısı içinde ele aldıktan sonra, çevresinde ve koşullarında değişiklikler meydana getirerek onlara etki yapmak, bu etkinin baskısı altında ortaya çıkacak olan kuruluş çatkısını herkese göstermek isteyen kimsedir.
Romancı bunu yapabilmek ve çevresiyle soyaçekimin etkilerinin gücünü belirtebilmek için tasvire çok büyük önem vermiş, sonu gelmeyen tasvirlerle anlatmama bir derinlik kazandırmıştır. Natüralizm, realizmin aşırılığından başka bir şey değildir. Onun belge ilkesini ve tasvirciliğini aşırılığa götürmüştür. E- Zola, tasvir hakkındaki düşüncesini şöyle belirtiyor:
«Artık zevk olsun diye, tasvir etmiyoruz. İnsanın içinde yaşadığı çevreden ayrılamayacağını; elbisesi, evi, şehri, vilâyetiyle tamamladığını kabul ediyoruz. Binaenaleyh dimağın veya kalbinin tek bir olayını, muhitte onun sebeplerini veya tepkisini aramadan, tespit etmeyeceğiz. Sonu gelmez tasvirlerimizin sebebi işte budur.»
e)Natüralizmde dil:
Natüralizm de, baş düşünce olarak realizmi ana ilke kabul ettiği için, gerçeğin anlatımında edebî üslûptan ayrılmıştır. Dili daha çok her sınıf halkın anlayabileceği bir düzeyle tutmuştur. Romanın kahramanı, hangi halk sınıfına bağlı ise, o sınıfın diliyle konuşturulmuş, o sınıfın aksanı yaşatılmıştır. Çünkü dil, sınıfları karakterize etme bakımından büyük bir önem taşır. Natüralizmin dil konusundaki bu tutumunu, kendi edebiyatımızda Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi Gürpınar'da görüyoruz.
f)Natüralizmde kötümserlik:
Natüralizm, olayları bir kötümserlik havası içinde görmüştür. Çünkü Natüralizmin meydana geldiği çağda, toplumun din, hükümet ve sosyal kuruluşlara karşı güveni kalmamıştır. Yapılan anketler bunu gösteriyordu. Bütün Fransa'da kötülük, ahlâksızlık, dalkavukluk, yalancılık, perişanlık ve geçim zorluklan almış yürümüştü. Düşünce ve irade bağımsızlığından yoksun olan insan, maddeciliğin baskısı altında ezilmekteydi. Sanatçı, insanı, böyle bir çevrenin içinde incelemek zorundaydı. Olaylar bu çevrenin isteğine göre meydana geliyordu. Roman da her şeyi doğal yüzü ile görmek zorunda olan bir, sanat eseri olduğu için, ister istemez taşıdığı hava ağır ve kötümser oluyordu.
Natüralist sanatçılar da realistler gibi. ahlâkçı bir amaç gütmemişlerdir. Sanatı bağımsızlık içinde görmüşlerdir. «Âlimin gayesi herhangi dinî veya ahlâkî endişenin dışında nasıl ilmî hakikati aramaksa, romanı ilme istinat ettirmek isteyen romancının gayesi de, belli çevrelerde yaşayan şahısların mukadderatını adım adım takip etmektir.» Bu bakımdan sanatçının bir din, ya da ahlâk dersi vermek gibi bir amaç gütmesine imkân yoktur. «Bir romandan çıkacak ahlâk dersi, ancak o romanın tabiî neticesi olabilir.»
Natüralizm, tiyatro alanında da eser vermek için çaba harcamıştır. Fakat bu alandaki başarısı romanlarındaki kadar güçlü olmamıştır. Çünkü romanın çağa dayanan kocaman ve karışık dekorunu olduğu gibi sahneye getirmek mümkün olmadığı gibi, tasvirin anlatımda gösterdiği güç yardımıyla çevre ve insan arasında kurulan sağlam köprüyü, sahnedeki eşya ve aktör arasında kurma olanağı yoktur. Aynı zamanda anlatımın en güçlü tutamağı olan tasvir, tiyatro eserlerinde ihmale uğramış olur. Bu ise natüralizmin anlatımına uygun düşmez.
- << Önceki
- Sonraki