Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NATÜRALİZM-3

  • Natüralizm, realizmin gözlemciliğinin yanma dene­yim ilkesini getiren, determinizm anlayışını romana so­kan bir edebî akımdır.
  • Natüralizm, realizmin, «çevrenin insan üzerinde bü­yük etkisi olduğu» yolundaki görüşünü ve başka türlü il­kelerini kabul etmekle birlikte, deneyime büyük bir önem vermiş, realizmin belgeciliğiyle yetinmemiştir.
  • Determinizm, insanın yarattığı olayların, daha ön­ceki nedenlerin sonucu olduklarını ve bunların da daha sonraki olaylara neden olacaklarını ileri süren bir dü­şünce dizgesi (sistemi)dir.
  • Determinizme göre doğada meydana gelen olaylar bazı kaçınılması olanaksız (imkânsız) nedenlerin et­kisiyle ortaya çıkarlar. İlimde rastlantının ve olağanın ye­ri yoktur. Aynı koşullar altında aynı nedenler, aynı so­nuçları doğururlar. Fizik biliminde büyük ve önemli yeri olan bu determinizm ilkesi, sosyal olaylar üzerinde de kendini göstermektedir.
  • Natüralizm, realizmden ince ayrımlarla ayrılır. Fa­kat birbiriyle de çok sıkı ilişkileri vardır. Bu yakın­lıklarından ötürü bazı sanatçıların natüralist, ya da re­alist oldukları tartışma konusu olmuştur, örneğin Zola, realist bir yazar olarak o akımın içine sokulduğu halde, natüralizmi tek başına temsil eden bir sanatçıdır. Alphonse Daudet de öyle. Eğer Alphonse Daudet, Sapho adındaki romanını yazmasaydı, realist sayılacaktı. Fa­kat bu eserle Daudet, natüralistlerin arasına girmiştir.

Bu karışmalara rağmen natüralizm realizmden ayıran temel ayrımlar vardır. Şimdi bu ayrımların neler olduk­larını sırasıyla görelim :

a) Çevrenin insan ruhu üzerindeki etkisinin yanında soyaçekimin (irsiyetin) iş payı (rolü):

Natüralistler, insanların davranışlarında çevrenin et­kisini temel kabul etmekle birlikte, soyaçekimin, ya­ni ana ve babadan getirilenlerin de iş payı olduğunu ile­ri sürüyorlar. İnsan eylemleri, hem çevreden, hem de soyaçekimden gelen etkilere bağlıdır. Bu nedenle insanla­rın eylemlerini kavrayabilmek için, insanın geliş kayna­ğını, fizyolojik yapısını, etkisinde kaldığı eğitimi ve için­de yaşadığı çevreyi iyice bilmek gerektir. Bunlar bilin­medikçe, insanların eylemlerinin doğuş nedenlerini bul­mak mümkün olamaz. Bulunsa da eksik ve kusurlu olur.

Fakat bu etmenler (faktörler) iyice bilindiği tak­dirde, olay, roman yazarının kendi istek ve iradesinin dı­şında, koşullu sonucuna doğru yol alır . Eğer yazar, ola­yın zorunlu sonucuna etki yapacak bir karışmada bulu­nursa, koşul bozulur ve nedenle sonuç arasındaki ger­çek bağ kopar. Bu nedenle de romantiklerin yaptıkların­dan öteye gidilmemiş olur.

Bu görüş altında natüralistler, insan eylemlerinin meydana gelişinde, soyaçekimin en az çevre kadar iş payı olduğunu ileri sürüyorlar. Çünkü insanların huyları (mizaçları), kendi fizyolojik devinmelerine bağlı ol­makla beraber, anne ve babalarının huylarıyla de ilişki­lidir. Yani doğuştan onların huylarının motiflerini geti­rirler. Bir insanı, anne ve babasından hiç bir şey getir­memiş bir varlık olarak düşünmek yanlıştır. Eğer insan anne ve babasından hiç bir şey getirmemiş olsaydı surat benzeyişi de olmazdı. Surat benzerliği, yürüyüş ve oturuş benzerlikleri gibi huy ve davranış benzerlikleri de soyaçekimle geçebilir. Bunun yok sayılması (inkârı) olanaksızdır. Durum böyle olunca, eylemin sahibi olan insanın aile bireylerini hatta bu ailenin öteki kollarım tanıyıp incelemek gerekir. Bu yoldan olayın temel neden­lerine ulaşılabilir.

b) İnsan ruhunun fizyolojiye bağlılığı:

Natüralistlere göre, fikir ve heyecan, beynin ve or­ganizmanın görünüşüdür. Düşünceyi, ruhun değil de uz­viyetin, yani bütün halinde bedenin verisi sayan natüralistler, gerçek insanı, fizyolojik bir varlık olarak düşün­müşler ve ruha hiç önem vermemişlerdir. Çünkü beden olmadıkça ruhtan söz edilemez. Ruh, organların fizyolo­jik ilişkilerinin toplamıdır. O holde, ruh diye bedenden ayrı bir varlık düşünülmez.

c) Karakter yerine huyun temel tutulması:

Natüralistler karaktere önem vermiyorlar. Huy'u esas kabul ediyorlar. Bir insanın karakteri, zihninin şekli ne bağlıdır. Halbuki huy, fizyolojik yapıya bağlı olmak­la beraber, soyaçekimle de ilişkilidir. Yani huyun içinde ana ve babadan gelenler de vardır. Karakter, tutkular n ve iştahların birleşimi olmakla birlikte, akılla da bağın­tılıdır. Halbuki huy, akılla bağdaşamaz. Bu nedenle bazı insanlar, belli bir huyun kucağında sırf hayvandırlar. Örneğin bu hayvanlık şehvet düşkünlüğü şeklinde görü­nebilir. Şehvet düşünlüğü bir huy (mizaç) dur. Bu huyun ruhla hiç bir ilişkisi yoktur. Organların fizyolojik çalışmalarına bağlıdır. Tamamıyla sinir dizgesindeki ge­rilmenin eseridir. Bu düşüncenin doğruluğunu gösterme­si bakımından, E. Zola'nın, Terez Raken adlı romanının ön sözündeki fikirlerine bir göz atalım:

«...Terez ile Lavren, her ikisi de insan şeklinde iki hayvan dan başka bir şey değildir. Bu hayvanlarda İhtirasların gizli faa­liyetini, içgüdünün itişlerini, bir sinir buhranından sonra dimağa ârız olan teşevvüşleri adım adım aradım. İki kahramanımın aşk­ları bir ihtiyacın tatminidir. İrtikâp ettikleri cinayet zinalarının bir sonucudur. Nihayet vicdan azabı ismini vermeye mecbur oldu­ğum şey, uzvî bir karışıklıktan, kopacak derecede gerilen cümle-i asabiyenin bir isyanından ibarettir.»

Görülüyor ki Zola, karakter üzerinde değil, huy (mizaç) üzerinde durmuştur.

d) Gözlemin yanına deneyimin getirilmesi:

Fiziksel ilimlerde kullanılan deneyim metodu,-olay­ları, tarafımızdan hazırlaman koşullara göre meydana ge­tirmek ve nedenlerini incelemektir.

Bilimde gözlem ise nedenlerle kanunları bulmak için olayları doğada meydana geldiği gibi incelemektir. Yani bilimde gözlem, bir laboratuar çalışması olmayıp, doğru­dan doğruya doğaya eğilmektir.

Realistler, gözleme gereken önemi vermişlerdi. Fa­kat natüralistler —ki başta E. Zola—gözleme gereken önemi vermekle birlikte, romana deneyimi de getirdiler. Bu metot yardımıyla ayrı ayrı yerlere gönderilmiş olan aile dallarına bağlı fertlerin, ayrı meslek ve ayrı çevre içinde karşılaştıkları yaşamsal sonuçlar, bir âlim tarafsızlığıyla incelenmiş; soyaçekimin ve çevrenin insan huyu üzerinde etki ayrımları gösterilmeye çalışılmıştır.

Natüralist romancı, olayları kendi doğal yapısı için­de ele aldıktan sonra, çevresinde ve koşullarında değişik­likler meydana getirerek onlara etki yapmak, bu etkinin baskısı altında ortaya çıkacak olan kuruluş çatkısını herkese göstermek isteyen kimsedir.

Romancı bunu yapabilmek ve çevresiyle soyaçekimin etkilerinin gücünü belirtebilmek için tasvire çok büyük önem vermiş, sonu gelmeyen tasvirlerle anlatmama bir derinlik kazandırmıştır. Natüralizm, realizmin aşırılığın­dan başka bir şey değildir. Onun belge ilkesini ve tasvirciliğini aşırılığa götürmüştür. E- Zola, tasvir hakkındaki düşüncesini şöyle belirtiyor:

«Artık zevk olsun diye, tasvir etmiyoruz. İnsanın içinde ya­şadığı çevreden ayrılamayacağını; elbisesi, evi, şehri, vilâyetiyle ta­mamladığını kabul ediyoruz. Binaenaleyh dimağın veya kalbinin tek bir olayını, muhitte onun sebeplerini veya tepkisini aramadan, tespit etmeyeceğiz. Sonu gelmez tasvirlerimizin sebebi işte budur.»

e)Natüralizmde dil:

Natüralizm de, baş düşünce olarak realizmi ana ilke kabul ettiği için, gerçeğin anlatımında edebî üslûptan ay­rılmıştır. Dili daha çok her sınıf halkın anlayabileceği bir düzeyle tutmuştur. Romanın kahramanı, hangi halk sı­nıfına bağlı ise, o sınıfın diliyle konuşturulmuş, o sınıfın aksanı yaşatılmıştır. Çünkü dil, sınıfları karakterize et­me bakımından büyük bir önem taşır. Natüralizmin dil konusundaki bu tutumunu, kendi edebiyatımızda Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi Gürpınar'da görüyoruz.

f)Natüralizmde kötümserlik:

Natüralizm, olayları bir kötümserlik havası içinde görmüştür. Çünkü Natüralizmin meydana geldiği çağda, toplumun din, hükümet ve sosyal kuruluşlara karşı gü­veni kalmamıştır. Yapılan anketler bunu gösteriyordu. Bütün Fransa'da kötülük, ahlâksızlık, dalkavukluk, ya­lancılık, perişanlık ve geçim zorluklan almış yürümüştü. Düşünce ve irade bağımsızlığından yoksun olan insan, maddeciliğin baskısı altında ezilmekteydi. Sanatçı, insanı, böyle bir çevrenin içinde incelemek zorundaydı. Olaylar bu çevrenin isteğine göre meydana geliyordu. Roman da her şeyi doğal yüzü ile görmek zorunda olan bir, sanat eseri olduğu için, ister istemez taşıdığı hava ağır ve kö­tümser oluyordu.

Natüralist sanatçılar da realistler gibi. ahlâkçı bir amaç gütmemişlerdir. Sanatı bağımsızlık içinde görmüş­lerdir. «Âlimin gayesi herhangi dinî veya ahlâkî endişe­nin dışında nasıl ilmî hakikati aramaksa, romanı il­me istinat ettirmek isteyen romancının gayesi de, belli çevrelerde yaşayan şahısların mukadderatını adım adım takip etmektir.» Bu bakımdan sanatçının bir din, ya da ahlâk dersi vermek gibi bir amaç gütmesine imkân yok­tur. «Bir romandan çıkacak ahlâk dersi, ancak o roma­nın tabiî neticesi olabilir.»

Natüralizm, tiyatro alanında da eser vermek için ça­ba harcamıştır. Fakat bu alandaki başarısı romanlarındaki kadar güçlü olmamıştır. Çünkü romanın çağa daya­nan kocaman ve karışık dekorunu olduğu gibi sahneye getirmek mümkün olmadığı gibi, tasvirin anlatımda gös­terdiği güç yardımıyla çevre ve insan arasında kurulan sağlam köprüyü, sahnedeki eşya ve aktör arasında kur­ma olanağı yoktur. Aynı zamanda anlatımın en güçlü tu­tamağı olan tasvir, tiyatro eserlerinde ihmale uğramış olur. Bu ise natüralizmin anlatımına uygun düşmez.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi