Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

TEMBEL AHMET- ZİYA GÖKALP

Bir padişahın aşk yüzünden delirmiş bir oğluyla üç kızı vardı. Kızların düğün zamanı geçmeğe başlamıştı. Bir gün, bu üç sultan, Bostancıbaşıyı çağırdılar. Her biri bir karpuz ısmarladı. Büyüğü, çok geçmiş bir karpuz, ortancası, az geçmiş bir karpuz, küçüğü, tam kemalinde bir karpuz istedi. Bostancıbaşı, istenilen karpuzları getirdi. Sultanlardan her biri, kendininkine adını yazarak, karpuzları padişaha gönderdiler. Padişah, karpuzları birer birer kesti, kızlarının bu bilmecelerindeki manaları anladı.

Padişah, başta büyük kızını çağırdı, "Seni bir gence mi vereyim, ergin ve olgun bir adama mı vereyim?" diye sordu. Büyük Sultan, "Siz bilirsiniz Padişahım!" diye cevap verdi. Padişah, bunu Sağ Vezir'in oğluna verdi, düğünlerini yaptı. Sonra ortanca kızını çağırarak aynı soruyu sordu ve aynı cevabı aldı. Bunu da Sol Vezir'in oğluna verdi. Sıra küçük kıza gelince onu da çağırdı, ona da aynı soruyu sordu. Fakat küçük Sultan, saraylara mahsus nazikâne ikiyüzlülüğe lüzum görmedi:

"Şevketli babacığım! Beni gence veriniz" dedi. Padişah bu cevaptan öfkelendi, hemen tellâllar çağırtarak, nerede tembel, aciz, hımbıl bir genç varsa, haber verilmesini ilân ettirdi. Meğer fakir bir kadıncağızın "Tembel Ahmet" adlı bir oğlu varmış. Yerinden kalkmağa bile üşenirmiş. Bunun külü-besini padişaha haber verdiler, Padişah, küçük kızını, ceza olmak üzere, bu gence verdi. Bunların da düğünü yapıldı.

Tembel Ahmet, bir gün, evin bahçesinde hava almak istedi. Annesi, onu arkasına alarak bahçeye götürdü. Sultan Hanım, kaynanasına dedi ki:

"Sen onu bahçeye götürdün, oradan getirmek de bana düşer." Kaynanası, "Ah sen onu nasıl getirebilirsin?" demesiyle, "Kocam değil mi?" Elbette getiririm" dedi ve hemen mutfağa koştu, ateşli bir odun alarak Tembel Ahmet'in yanına gitti:

"Sen hiç utanmaz mısın? Annen, seni bahçeye sırtında getirip götürüyor. Daha ne zamana kadar evde kalacaksın? Hadi git, çalış, para kazan! Sen de bir adam ol. Yoksa bu odunla sana âlâ ziyafet çekerim!" dedi. Tembel Ahmet bu hali görünce, korkusundan sokağa fırladı, çarşıya gitti; orada, onun bunun eşyasını taşımağa başladı. Akşama kadar beş on kuruş kazandı. Akşam olunca eve geldi, yavaşça kapıyı çaldı.
Tembel Ahmet- Tak, tak!
Annesi- Kim o?
Tembel Ahmet- Benim, Tembel Ahmet!
-    Gir içeri!
-    Hanım ede mi?
-    Evde.
-    Odun elinde mi?
-    Elinde!
-    Öyleyse gelemem. Al bu parayı; ben yine kazanmağa gidiyorum.
Annesi her ne yaptıysa, Tembel Ahmet içeri girmedi. Ertesi gün yine beş on kuruş kazanarak, akşam kapıya geldi.
-    Tak, tak!
-    Kim o?
-    Benim, Tembel Ahmet!
-    İçeri gelsene oğlum...
-    Hanım evde mi?
-    Evde!
-    Odun elinde mi?
-    Elinde!
-    Öyleyse içeri gelemem. Al bu parayı, ben yine kazanmağa gidiyorum.
Ertesi gün, bir tüccar, Tembel Ahmet'e beş yüz kuruş verdi:
" Bu parayı harçlık olarak ailene bırak. Seni Kervanbaşı tayin ediyorum; benimle beraber Bağdat'a gideceksin. Hayvan başına sana yüz kuruş vereceğim." dedi. Tembel Ahmet bu teklifi kabul etti, beş yüz kuruşu alarak eve geldi:
-    Tak, tak!
-    Kim o?
-    Benim, Tembel Ahmet!
-    İçeri gelsene oğlum!
-    Hanım evde mi?
-    Evde değil!
-Odun elinde mi?
-Elinde değil!
-    Al bu beş yüz kuruşu; ben ticaret için Bağdat'a gidiyorum.
-    Oğlum, içeri gel!
-    Hanım evdedir gelemem, Allahaısmarladık!

Tembel Ahmet, kervanla beraber yola çıktı. Kervan, bir gün, ıssız, ağaçsız, susuz bir çöle rasgeldi. Araya araya, tepeler arasında gizli bir kuyuya inmesini ve orada kovayı su ile doldurmasını emretti. Bu işin ücreti olarak, hayvan başına bir lira alacaktı. Tembel Ahmet kuyuya indi, kovayı su ile doldurdu. Kervan halkı kovayı yukarıya çektikçe hayvanlara su veriyorlardı. Hayvanlar suyu bitirince, tekrar kovayı sallıyorlar, Tembel Ahmet onu yeniden dolduruyordu. Fakat Tembel Ahmet yalnız bu işle meşgul değildi. Kuyunun içinde bir kapı gördü. Bu kapıdan içeriye girince, kendisini bir köşk içinde buldu. Bu köşkte kara gözlü bir kız oturmuş, mahzun mahzun düşünüyordu. Kara gözlü kız, tembel Ahmet'i görünce:
"Aman! Allah aşkına olsun, beni bu kuyudan kurtar!" diye yalvarmaya başladı. Tembel

Ahmet:

"Şimdi seni çıkarırsam, dışarıdaki arkadaşlarım belki sana bir fenalık ederler; daha birkaç gün sabret, ilk uğradığımız şehirde kervandan ayrılarak iki atla, bir ip merdivenle buraya geleceğim, seni kurtaracağım." dedi. Kız, kendisini unutmasın diye, yüzüğünü parmağından çıkararak Tembel Ahmet:

" Şimdi seni çıkarırsam, dışarıdaki arkadaşlarım, belki sana bir fenalık ederler; daha birkaç gün sabret, ilk uğradığımız şehirde kervandan ayrılarak iki atla, bir ip merdivenle buraya geleceğim, seni kurtaracağım." dedi. Kız, kendisini unutmasın diye, yüzüğünü parmağından çıkararak Tembel Ahmet'in parmağına taktı. Tembel Ahmet köşkün bahçesine çıkınca, orada, yemişleri tabiî narlardan farksız suni nar ağaçları gördü. Tembel, tabiî sandığı bu narlardan kopararak, omzundaki heybesinin iki gözünü doldurdu ve kıza veda ederek kuyudan çıktı. Yolda, kendi memleketine giden bir kervana rast geldi. Bu kervanın içinde eski bir arkadaşını gördü. Heybeyi bu arkadaşına teslim ederek evine gönderdi.
Bir gün, akşama doğru Tembel Ahmet'in evinde, karısıyla annesi konuşuyorlardı, kapı çalındı; "Tembel Ahmet, size gönderdi" diye içeriye, narlarla dolu bir heybe verildi. Küçük Sultan, "Ne güzel narlar!" diyerek heybeyi kilere götürdü. Bir gece, gelin hanını, kaynanasına "Bu güzel narlardan bir tanesini keselim de yiyelim" dedi. Bir nar getirerek kesti. Narın yapma olduğunu, içinin inci, elmas, yakut ve zümrütlerle dolu olduğunu gördüler. "Bu narları saklayalım" dediler.

Ertesi gün, kestikleri nardan çıkan mücevherleri sattılar. Bunun parasıyla, Padişahın sarayına karşı güzel bir saray yaptırdılar. İçinde, tekke gibi, bütün yolcuların ve seyyahların misafir edileceğini ala yemekler verileceğini ilân ettiler. Padişah, vezirine "Bu sarayın sahibini bilmek istiyorum. Kıyafetimizi tebdil ederek oraya gidelim, bir çorba içelim; belki sahiplerini de görürüz" dedi. Derviş kıyafetine girerek yeni saraya geldiler. Adamlardan hiçbirini tanıyamadılar.

Tembel Ahmet’in kervanı Bağdat'a ulaşınca tüccar, ona bir altın tepsi verdi "Bu tepsiyi Musul Padişahına götürürsen, sana çok bahşiş verecektir" dedi. Tembel Ahmet, Musul'a giderek, tepsiyi padişaha takdim etti. Padişah, Tembel Ahmet'in parmağındaki yüzüğü görünce, dört seneden beri kaybolan kızının yüzüğü olduğunu tanıdı. Padişah, yüzüğün ne suretle eline geçtiğini sordu; Tembel Ahmet, kuyu macerasını anlattı. Padişah, "O, benim kızımdır, sizin memleketin veliahdına nişanlıdır. Bir gün, kızım ortadan kayboldu; çok aradık, bulamadık. Nişanlısı da, uğradığı felâketten çıldırdı. Şimdi kızımı kuyudan kurtarırsan, hem benden, hem, kendi padişahından, çok ihsanlara nail olursun" dedi. Tembel Ahmet'e beş on araba ile bir tabur asker verdi. Tembel Ahmet, kuyunun yanına gelince, içine indi, kara gözlü Sultanın bütün eşyasını dışarı çıkardıktan sonra Sultana dedi ki:

"Şimdi sen de çıkmağa hazırlan! Fakat önce ben çıkacağım; çünkü sen daha evvel çıkarsan, beni burada bırakıp gitmeleri ihtimali var!" tembel Ahmet, kuyudan çıktıktan sonra, Sultanı da çıkardı, Musul'a, babasının yanına götürdü. Kız, babasıyla, annesiyle görüştükten sonra, nişanlısının yanma gitmek istedi. Tembel Ahmet, "Nişanlısının, eniştesi olduğunu, kendisi de memlekete gitmek üzere olduğundan, beraber götürebileceğini" söyledi. Sultan, memnuniyetle, beraber gitmeğe razı oldu. .

Kafile, şehre bir saat mesafedeki bir köye ulaşınca, Tembel Ahmet, "Siz burada kuracağımız çadırda bekleyiniz; ben, gidip, geldiğinizi haber vereyim" dedi. Tembel Ahmet, kulübesinin kapısına geldi. Sultan Hanım, Tembel Ahmet gelince tanıyabilsin diye, kulübeyi yıktırmamıştı. Tembel Ahmet kapıyı çaldı:
-    Tak, tak!
-Kim o?
-Benim, Tembel Ahmet!
-İçeri gelsene kocacığım!
-hanım evde mi?
-Evde!
-    Odun elinde mi?
-Elinde değil!
Tembel Ahmet içeri girdi. Bir de ne görsün, evlerinin içi muhteşem bir saray olmuş. Karısı, gönderdiği narların mücevheratla dolu olduğunu, yalnız bir tanesini satmakla bir saray yaptırdıklarını anlattı. Tembel Ahmet'e "Sen hamama git, elbiseni değiştir, ben onu getiririm" dedi; hemen altın arabaları hazırlatarak karşılamağa gitti. Kara gözlü Sultanı, büyük bir debdebe ile saraya getirdi.

Ertesi akşam, Padişahla oğluna bir ziyafet çekti. Padişah, ister istemez, deli Şehzadeyi de beraber götürmeğe razı oldu. Delinin hiç kimseye bir zararı yoktu. Yalnız derin bir kasvet içinde yaşıyor, etrafında söylenen sözlerden hiç haberdar olmuyordu. Padişah, Tembel Ahmet'i tanıyamadı. O sırada küçük kızı, yasemin çubuğunu, getirerek kendisine takdim edince, onu tanıdı. Tembel Ahmet, "Beni tembellikten kurtarıp, hiç yorulmaz bir adam haline koyan, kızmızdır. O, beni kendisine lâyık bir koca yaptı, ben de ona ve size gayet kıymetli bir hediye getirdim: Dört seneden beri Şehzadeyi bu halde bulunduran sevgilisini getirdim!" dedi. Bu anda, dört senelik aşk hasretiyle yanan Kara gözlü Sultan içeri girerek Şehzadeye doğru koştu. Şehzade bunu görünce, elini eline götürdü, gözleri canlanmağa başladı. Halinden, tavrından, yavaş yavaş hatıralarının uyandığı, hafızasının yerine geldiği anlaşılıyordu. Birkaç saniye geçtikten sonra, tamamıyla aklı başına geldi: "Ah sevgilim diyerek nişanlısına sarıldı. Padişah, kızına ve damadına teşekkür etti. Kırk gün, kırk gece düğün yapılarak, Şehzade ile Kara Gözlü Sultan, muratlarına erdiler.

SON EKLENENLER

Üye Girişi