Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

İLK TÜRK YAZARLARI

Bugünkü bilgimize göre, bize yazılı eser bıraktıkları bilinen ilk Türk yazarları Gök-Türk kitâbelerini yazanlardır. Türkçenin Gök-Türk kitabelerindeki seviyeye ulaşması için daha önce yazı yazmış ve bu yazarları yetiştirmiş, daha eski yazarların adını bilmiyoruz.
Hangi eserlerin, meselâ hangi dikili ve yazılı taşların onlar, yâni kimler tarafından yazıldığı da mâlûm değildir.

Adı bilinen ilk yazarların, büyük devlet adamı yahut hükümdar ailesinden insanlar olarak, yüksek sınıfa mensup oldukları biliniyor. Çünkü bunlardan Bilge Tonyukuk, büyük bir Türk veziri, Yollug Tigin ise, isminden de anlaşıldığı gibi, bir tigin yâni bir ”prens”dir.


Bilge Tonyukuk’dur.
Adı bilinen ilk Türk yazarı ve ilk Türk tarihçisi Bilge Tonyukuk’tur
Tonyukuk, İlteriş Kutlug Han, Kapağan Han, Bögü Han ve Bilge Kağan gibi dürt Türk hükümdarına baş vezirlik yapmış; bâzı savaşlara baş kumandan sıfatıyla katılarak bu savaşların kazanılmasında büyük vazife görmüştür.

Kendi adına diktirdiği âbideye bizzat yazdıklarına göre, Tonyukuk, Çin’de doğmuş ve Çin esâretinden Îlteriş Kutluğ Han’la birlikte kurtularak Türkler’in birinci istiklâl savaşını, bu hâkanla birlikte, idâre etmiştir. İlk zamanlarda ataklığı ve cesâretiyle son zamanlarda ise tecrübesi ve bilgisi ile devletine ve milletine faydalı olmuştur, iyi politika bilen, halk ruhunu kavramış; Çinliler gibi dış düşmanların ve her an isyan ihtimalleri mevcüd, çok sayıda Türk kavimlerinin idâresinde büyük ustalık gösteren bu aydın Türk vezirinin bütün Gök-Türk tarihinde üstün bir yeri vardır.

Bilge Tonyukuk, kendi ismiyle ebedileşen kitabesini, ölümünden az önce, hâtırat tarzında yazarak, M. S. 720 - 725 yılları arasında dikmiştir. Bu âbide, Moğolistan’ın Bayın Çoktu mevkiindedir.

Belki de çeşitli halk kütlelerine hitâb ettiği için, sâde ve sanatsız bir dille yazdığı kitâbede Tonyukuk, mühim olarak şunları söylemekledir:

Ben, Bilge Tonyukuk, Çin’de doğdum. O zaman Türk milleti Çin’e tâbi idi. Tanrı şöyle demişti: “Han verdim. Hanını koyup teslim oldun.” Fakat dağda taşta kalmış olanlar toplanıp yediyüz oldu. Yediyüz kişiyi idare eden Şad, toplanın dedi. Toplayan bendim. Onu kağan mı yapayım? dedim. Düşündüm: Kişi arık boğayı, semiz boğayı ıraktan bilmek dilese hangisi semiz boğa, arık boğa bilemezmiş. Tanrı bilgi Verdiği için onu kağan yaptım. Bilgide eşi, şerefte eşi bendim.

Oğuz'dan haberci geldi. Sözü şöyleydi: “Azlık Türk milleti harekete gelmiş. Kağanı kahramanmış veziri bilge imiş. O iki kişi var olursa Çinliyi öldürecek, Kıtay’ı öldürecek; beni, Oğuz’a da öldürecek; siz Çinliler cenuptan, siz Kıtay’lar doğudan taarruz edin ben şimalden yürüyeyim.

O sözü işitince gece uyuyasım gelmedi. Gündüz oturasım gelmedi. Kağanıma arz ettim: Çin, Oğuz, Kıtay kavuşup gelirse tehlikede kalacağız. Bir şey yufka iken toplamak kolay imiş; ince iken kırmak kolay. Yufka, kalın olursa toplamak, ince yoğun olursa kırmak güç imiş. Kağanım gönlünce idâre et dedi, Ötüken Ormanı’na doğru çeri sürdüm. Oğuzlar geldi. Savaştık. Tanrı yarlıkadı. Dağıttık. Bilge Tonyukuk Türk milletini Ötüken yerine getirmiş, konmuş diye işitip cenubdaki, şimaldeki batıdaki halk geldi.


Çin Kağanı düşmanımızdı. On Ok Kağanı düşmanım izdi. Güçlü Kırgız Kağanı da düşmanımızdı. Bu üç kağan danışıp Altın Orman üzerinde kavuşalım demişler. Türgiş Kağanı da şöyle demiş: benim milletim de orada olacaktır, demiş. Düşündüm: İlk önce Kırgızlar’a karşı çıkarız dedim. Kağanıma arz ettim. Çeri yürüttüm. Atlandırdım. Hem gündüz hem gece hızla gittik. Kırgızları ansızın bastık. Savaştık. Kargıdan geçirdik. ağana Kırgız milleti teslim oldu. Baş eğdi. Döndük.


Türgiş Kağanı’ndan haberci geldi. Sözü şöyle: Doğu kağanına çeri yürütelim. Kağan’ı kahramanmış. Veziri bilge imiş. Kaçınırsak bizi öldürecek, demiş. Türgiş Kağan’ı sefere çıkmış. On Ok Kağan’ı sefere çıkmış. Çin çerisi de var imiş. Kağanım: “Ben eve doğru ineyim” dedi. Katun yok olmuştu. “Onu yağlatayım”; “sen orduyu ilet.” dedi.


Bir esir getirdiler. Sözü şöyle: Yarış Ovası’nda on tümen çeri toplandı. Beğler: Dönelim güçsüzün kendini saklaması yeğdir, dediler. Ben, Bilge Tonyukuk: Altın Ormanı aşarak geldik. İrtiş Irmağı’nı geçerek geldik. Gelenler kahraman dediler. Fakat bizi duymadılar. Tanrı, Umay, kutlu yer ve su melekleri onlara gaflet verdi. Neye kaçacağız? Çok diye neye korkacağız? Azız diye neye basılalım? Atılalım, dedim. Atıldık, dağıttık. Ertesi gün çok geldiler. Ateş gibi kızıp geldiler. Tanrı yarlıkadığı için çok diye biz korkmadık. Savaştık. Dağıttık. Kağanı’nı tuttuk. O gece halkının hepsine haber gönderdik. O haberi işitip On Ok beğleri, halkı hep geldi. Baş eğdi.


İlterîş Kağan, bilgeliği ve kahramanlığı dolayısıyla Çinlilerle onyedi defa savaşdı. Kıtaylar'la yedi defa savaşdı. Oğuzlar la beş defa savaşdı. O zaman vezir de bendim. Başkumandan da bendim, İlteriş Kağan'a (Kapağan Kağan’a) Türk Bögü Kağan'a, Türk Bilge Kağan'a (Vezirlik ettim.)

Tanrı yarlıkadığı için Türk milleti içinde silâhlı düşmanı gezdirmedim. Damgalı atı koşturmadım, İlteriş Kağan çalışmasaydı; ona uyarak ben kendim çalışmasaydım, il de millet de yok olacaktı. Çalıştığı, çalıştığım için il, il oldu. Millet de millet oldu. Kendim artık kocadım
.....Şimdi Türk Bilge Kağan, Türk müstakil milletini, Oğuz milletini iyi idare ederek tahtında oturuyor.

Bugünkü Türkçeye hemen yarı yarıya kısaltılarak çevrilmiş bu Tonyukuk kitabesi, vak’a olarak, aynı tarihi anlatır. Büyük vezir, yazısında, hükümdarlarını lüzumsuz vere öğerek bu yolda aşırı medhiyeler sıralamak gibi, ciddiyet dışı ve bir Türk vezirine yakışmayan sözler söylememiştir. Onların kadrini bilmiş; hizmetlerini söylemiş, bu arada bilhassa kendisinin, kağanlardan aslaa geri kalmayan hizmetlerini saymıştır. Yazısında bilgeliğe büyük değer veren Tonyukuk, bütün zaferlerinde bizzat kendi bilgeliğinden büyük yardım görmüştür. Tonyukuk Kilâbesi’nde göze çarpan en acı nokta, yine Türk kavimlerinin birbirini kırmak yolunda gayretleri ve daha mühim olarak bu mevzuda Çinlilerle iş birliği yapmalarıdır.
Tonyukuk, bütün bunları ağırbaşlı bir lisanla anlatmış, ancak büyük millî ıztıraplar karşısında “Gece uyuyasım gelmedi. Gündüz oturasım gelmedi.” gibi sözlerle duygusunu ifâde etmiştir. Sözlerinin halk içinde tesirini arttırmak için, sık sık atasözleri kullanması, belki de halk diliyle yazılan kitâbenin yine halk üslûbuna uygun, tabiî lisânındandır.

Bilge Tonyukuk, edebiyâtımızda yalnız adı bilinen ilk yazar değil, aynı zamanda ilk hâtırat yazarı ve ilk tarih müellifi’dir. Taş üzerine yazıldığı için kısa fakat kesin cümlelerle ve kısa tutularak yazılmış bu tarih, nice büyük tarihlerin aydınlatamayacağı ölçüde kuvvetli çizgilerle, çok şeyler söylemektedir.


Yollug Tigin
Yalnız bilgili, tecrübeli bir yazar değil, aynı zamanda sanatkâr bir edîb olarak, Ortaasya Türkçesinin bize kadar ulaşan ilk edebî eserini yazan şahsiyet, Yollug Tigin’dir. Yer yer kuvvetli bir hitâbet diliyle; yer yer realist bir tarihçi üslubuyla; yer yer lirik söyleyişlerle; Türkçe’nin o çağlardaki en güzel ses unsurlarıyla söylediği eseri, VIII. asır Türkçesi için hakikî bir başarıdır. O kadar ki, Yollug Tigin’in dili, eğer bu Türkçe daha geniş ölçüde edebî, fikrî eserler verme fırsatını bulsaydı, daha o çağlarda büyük bir fikir ve sanat dili olabilirdi, hissini verir. Gerek Kul Tigin, gerek Bilge Kağan Kitâbeleri’nde sayılan, sayısız iç ve dış savaşların, Türk dilinin zenginleşmesi; ilim ve fikir hayatının gelişip kökleşmesi bakımından nasıl bir talihsizlik olduğunu düşündürür.

Yollug Tigin hemen bütün eserini kağanının ağzından, onun Türk kavimlerine hitâbesi şeklinde yazmıştır. İfâdesinde eski Türkler arasında an’aneleşmiş ve zamanla güç kazanmış bir hitâbet dili, şifahî bir hitâbet edebiyatı bulunduğunu gösterir.

(Ortaasya Türk tarihi’nin, çağlar boyu, bir iç ve dış savaşlar tarihi olması dolayısıyla, orduları peşinden Sürükleyecek; onları zafere ve ölüm tehlikesine koşturacak tılsımlı sözler söyleyecek kudrette hatibler ve bu kudrette ordu kumandanları yetiştirmesi çok tabiîdir. Bu bakımdan eski ve şifahî Türk edebiyâtı, nevileri arasında Hitâbet edebiyâtı’nın mühim bir yer tuttuğu söylenebilir.

Oğuz Kağan Destanı’nda, Oğuz’un halkına manzûm hitâbesi de böyle bir geleneğin delilidir. Çok kısa, veciz fakat çok kuvvetli cümlelerle söylenmiş bu hitâbe, bizzat Oğuz Han tarafından söylenmiş olmasa bile, Oğuz’un ve onun şahsiyetinde daha nice hâkanların halka böyle hitâbelerde bulunduklarından bir örnektir. Halk an’anesının, sözün en kıymetli asırlarında, büyük hükümdarlarını, aynı zamanda kitleleri peşinden sürükleyecek talâkatle konuşan birer hatîb olarak takdis ettiği, böyle mısraların düşündürdüğü muhim hakikatlerdir.)
Yollug Tigin’in eseri bu hitâbet an’anesinin yazıya aksetmiş, pek canlı örneğidir. Bu hitâbenin bir kısım cümleleri, büyük ihtimalle, bizzat Bilge Kağan tarafından söylenmiş nutukların, Yollug Tigin eliyle yazıya alınmış parçaları sayılabilir. Hitâbede ağır başlı, vatanını seven, milletini bir bütün hâlinde yıkılmaz kuvvet görmek isteyen bir hakanın bu görüşü aşikârdır. Gerçi başka kavimlerin kaftanları da aynı birliği, kendi devletleri etrafında toplanmış görmek ülküsünde olabilirler. Ancak öteki kaftanların Çinlilerle, Moğollarla işbirliği yapmalarına mukaabil, Gök-Türkler’in dâhili savaşlarda düşman yardımı görmekten nefret etmeleri, onların lehinde bir fazilettir.

Böyle bir birleşmeden doğacak kuvveti övmeğe lüzum görmeyecek kadar ağırbaşlı hükümdarın, Türk kavimlerinin, mağlubiyetlere, parçalanmalara, hattâ esaretlere sebep olan geçimsiz, ihtilâlci ve yanılmış taraflarını söylerken, beğleri ve milleti ağır lisanla tenkid edişi çok mühimdir. Dünya tarihinde milli ve idâri geriliklerin bir hükümdar ağzından, bütün millete bu kadar örtüsüzce söylendiğini gösteren, başka örnekler bulmak kolay değildir.
Bir hükümdarın, bütün bir millete: “Ey Türk milleti! Pişman ol!” diye bu kadar cesaretle ve böylesine yurdseverlikle haykırışı, öyle sözlerdir ki, Türk tarihinden kalan tek söz bu cümle dahi olsa, söyleyen hükümdarın büyük bir milletin hükümdarı olduğunu göstermeğe kâfidir.
Kendi atalarının bilgisiz ve fenâ idâreleri yüzünden uğranılan felâketleri söylerken, Bilge Kaftan, kahramanlıkları ve zaferleri anlatırken kullandığı lisan ölçüsünde açık ve pervâsız konuşmuştur. Hâkan, kahramanlığı ve zaferleriyle hükümdar ailesi için haklı övünç vesilesi olan Kül Tigin’in medhiyesini bile uzatmaya lüzum görmemiş ve milletine “Sit onun nasıl döğüştüğünü bilirsiniz!” diyerek hükümdar âilesi için en haklı bir iftihar mevzûunu bile çok kısa söylemiştir.

Bütün bu kuvvetli ve ölçülü söyleyişleri, sanatlı üslubuyla yazıya geçiren Yollug Tigin’in hayatı hakkında yeter bilgimiz yoktur. Yatar, kendisini kahraman Kül Tigin’in atisi diye tanıtır. Bu atı sözü Gök - Türk yazılarını deşifre edenler arasında birtakım yorumlara sebep olmuş, Yollug Tigin’in tigin ünvânı da dikkate alınarak, kelimenin kız kardeş oğlu veya lâla mânasında olabileceği yorumlanmıştır. Ancak, eski Türklerin şehzadelere, bâzan hükümdarlara hocalık yapan, yaşlı ve tecrübeli bilginlere ata dedikleri bilinir.

Türkler, hocalık mesleğini mukaddes bildiklerinden, hocalarına ince vokallerle seslendirilmiş, cılız isimler vermemişlerdir. Onları, ata, koca, hoca gibi hem heybet, hem kudsiyet ifâde eden adlarla kutlamışlardır.

Nitekim Oğuz Destanı’nda hükümdara öğüt veren Uluğ Türk’ün bu destanın İslâmî şeklinde adı irkil Ata’dır. Dede Korkud Hikâyelerı’ne adını bırakan, tarihî ve destânî, mukaddes Oğuz bilgini, “Oğuz’un tamam bilicisi” Dede Korkut da çok yerde Atam Korkut ve Korkut Ata ünvanlıyla anılır.

Diğer taraftan Türkler İslamiyet’ten sonra kendilerine İslâm îmânını, İslâm tasavvufunu tanıtan, bilginlere de hoca ve ata demişlerdir. Meşhur Hoca Ahmed Yesevi ile onun tanınmış halifesi Hâkim Süleyman Ata böyle büyüklerdendir. Hattâ ilk defâ Selçuklular Devri’nde vezir Nizâmü’l- Mülk’e verilen Atabeg ünvânı ile bu devrin Atabeg’ler teşkilâtı, aynı ünvânın devâmından başka bir şey değildir.

İşte Gök-Türk kitâbrleri’nde Kül Tigin atisi diye tanıtılan Yollug Tekin’in ünvânı da, küçük bir söyleyiş farkıyla, bu tarihî - an’anevî Ata kelimesidir.

İlk defâ Rus Alimi N. N. Kozmia tarafından aydınlatılan bu görüş, Türk âlimi Profesör Fuad Köprülü tarafından da doğrulanmıştır.


Yolluğ Tigin ve İman
Yollug Tigin, bilgili ve sanatkâr olduğu ölçüde inanmış bir yazardır. Hitâb ettiği milletin vicdan dünyasını iyi bilen ve ona seslenirken bundan yalnız fayda düşünmeyen, aynı zamanda zevk duyan bir edâsı vardır. Gerçi, kitabelerini asla sofu bir dindar edasıyla yazmamış, fakat her fırsatta, her iyiliğin, Tanrı’nın şefkati ve yardımıyla olduğunu irmekten özel bir zevk duymuştur.

Devrinin ve milletinin iman anlayışına tercüman olarak Tanrı'dan, Türk Tanrısı diye bahsetmesi; Türk'ün kutlu yer ve su meleklerinin Türk milletine iyilik yaptıklarını söylemesi, ayrıca, manalıdır.

Yazar, Bilge Kağan dilinden: “Babam Kağan’ı, anam hatun’u yücelten Tanrı; il veren Tanrı” derken Türk milletine zahir oluşuna gönülden sevindiği, gerçek bir Tanrı sevgini içindedir. İnanılan Tanrıya, Adetâ tek Tanrı anlayışıy'la inanılması, ayrıca çok mühimdir. Nitekim M. 576 da, İstemi Kağan’ın vefatı sırasında Türk ilinde bulunan Bizans elçisi Valemin, yapılan yuğ törenine katılmış, Türk âdeti üzere yüzünü bıçakla çizip mateme iştirak etmiştir.” Böyle elçiler vasıtasıyla Türkler’in inanış hayatına dâir bilgiler elde eden bir Bizans tarihçisi: ”Türkler, havayı ve suyu tebcil ediyorlar fakat ancak yerin ve göğün tek yaratıcısı olan Allah’a tapıyorlar.” demiştir. (26) Bu söz, Gök-Türkler devrindeki Türk îman hayatına ve Gök-Türk kitâbeleri’nden tüten Allah anlayışına tamamıyla uygundur.

Yollug Tigin, (27) ilk kitâbesini M. 731 de Tokuz Oğuz’larla savaşırken ölen Kül Tigin adına 732 de yazmıştır. Yirmi günde yazdığını söylediği bu kitâbede sözler, bilindiği gibi, Kül Tigin’in değil, Bilge Kağan’ın dilinden söylenmiştir.

Aynı yazar, ilk kitabesinden üç yıl sonra, ikinci talebesi Bilge Kağan için de bir kitabe yazmak mevkiinde kalmıştır. Böylelikle 734 de ölen Bilge Kağan’ın kitâbesi 735 de yazılmıştır. Bu kitâbedeki yazıların mühim bir kısmı, birinci kitâbedeki yazıların aynıdır. Yollug Tigin, ikinci kitâbeye pek tabiî olarak, Bilge Kağan’a âid daha bir kısım vak’a, hizmet, hâtıra ve yararlıkları ilâve etmiştir. Ancak, Bilge Kağan âbidesi, zamanla çok yıpranmış ve bundan evvelki sahifelere alman Kül Tigin Kitâbesi’nin metni, her iki kitâbenin karşılaştırılması ve birbirini bütünlemesiyle elde edilmiştir.


Abidelerin bulunuşu ve Okunuşu
Gök-Türk Kitâbeleri’nden XIII. asırda, İlhanoğlu tarihçisi Alaeddin Atâ Melik Cüveyni, Tarih-i Cihan-güşâ adlı eserinde bahsetmiş, ancak onun verdiği bilgi, ne o devirde ne daha sonra bir alâka görmemiştir. Kitâbeleri, yeni Avrupa ilmine, önce Yohan von Strahlenberg isimli bir İsveç subayı tanıttı: 1709'da Ruslara esir düştüğü ve Sibirya’ya sürüldüğü için serbest zamanlarında bu çevreyi gezmiş ve Orhun daki taşlan görmüştü. Daha sonra bâzı Rus, Alman, Finlandiyalı, Fransız ve Danimarkalı seyyah ve araştırıcılar da bu kitâbeleri görmüş, ne oldukları, hangi millete âid oldukları hakkında düşünmüşlerdi. Bu arada bir Alman doktoru Daniel Messerschmidt bu âbidelerdeki yazıyı; esrarengiz yazılar diye vasıflandırmıştı. Kitâbelerin Fin tarihine âid eserler olduğu zannına varan âlimlerden hiçbiri, bunların Türk eseri olabileceğini düşünmek istememişti. Kitâbeler, Asya’da sırlı bir tarih bulmak isteyen araştırıcıları meraklandırıyordu.

Nihâyet, taşların bir cephesinde Çın yazısıyla ibâreler bulunduğu için, Danimarkalı Prof. Thomson, Gök-Türk yazısını Çince satırların verdiği anahtarla açmağa muvaffak oldu.
25 Kasım 1873 de ilk defa Tengri, Kül Tigin ve Türk kelimelerini okudu; Danimarka Krâliyet Akademisi bülteninde bu mevzûda bilgiler verdi.

Kitâbeleri tercümeye başlayan Thomsen'i tâkip eden, Alman âlimi W.Radloff (29) da bu yazılar, tercüme etmiş, fakat âbidelerin ilk tam tercümesi, yine Thomsen tarafından 1922 de neşrolunmuştur. (30) Thomsen bu çok mühim çalışmasıyla, Türk tarihinin hayli karanlık bir devrini aydınlatmağa muvaffak olan, değerli bir Batı bilginidir.

Türkiye’de Orhun Kitâbeleri mevzûunda Şemseddin Sâmi, Necib Asım, Hüseyin Namık Orkna ve Nihal Ata” tarafından yapılan tedkîkler ve neşirler vardır. Necib Âsım, kitâbelerdeki yazıları, Orhon Kitâbeleri (İstanbul 1924) adiyle neşretmiş, bunu Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihi’nde (İst. 1928) verdiği salâhiyetli bilgiler tâkip etmiştir.

Kitâbelerin Thomsen tarafından deşifre edilen son şekli, Moğolistan’daki Türkçe Kitâbeler adıyla, Prof. Ragıp Hulûai tarafından tercüme edilerek Türkiyat Mecmuası’nda (C. III. 1935) neşrolunmuştur.

Bu mevzûda Türkçede yazılan en geniş eser, Hüseyin Namık Orhun'un Eski Türk Yazıtları kitabıdır. (İst. 1936 - 1941) Tercümelerin en doğrusunu, Nihal Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi adlı, tamamlanmamış eserinde yapmıştır. (İst. 1940)

VIII. Asır Türk kitâbeleri içinde ilk bulunanlar Kül Tigin ve Bilge Kağan âbideleridir. Tonyukuk kitâbesi 1897 de bulunmuştur, önce yere devrilmiş vaziyetteki Kül Tigin Âbidesi, bugün eski yerine dikilmiş durumdadır.

NİHAT SAMİ BANARLI, RESİM TÜRK EDEBİYATI TARİHİ, C.1

SON EKLENENLER

Üye Girişi