Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

İSLAMİYET ÖNCESİNDE ŞİİRLERİN SÖYLENDİĞİ TÖRENLER

Yukarıda belirtildiği gibi ilk Türk şairleri şifahi edebiyat devrinde destanlardan başka şiirler de söylemişlerdir. Bu ilk çağlar edebiyatına destan devri edebiyatı denmesi, bu devirde her şeyden çok destan söylenmiş olmasındandır. O kadar ki bu devrin destan dışında söylenen şiirlerinde bile, az çok, destan çeşnisi vardır.

Destan şiiri yanında kayda değer şiirler dînî törenlerde söylenenlerdir. Bunlar içinde bilinen ilk törenler. Sığır, Şölen ve Yuğ’lardır:


SIĞIR TÖRENİ

Sığır yâni dini sürgün avı, Türkler arasında totem devrinden beri yaşayan bir törendir Totem yahut Ongun, ilk eski kavimlerin, kendisinden türediklerine inandıkları bir hayvan yâhut nebattır. Ongun'lar aynı zamanda Tanrı sayılır. Burada Tanrıdan maksad, Allah kudretini gözler önünde temsil eden varlıktır.

Birçok Türk boylarının ecdat bildikleri bozkurt bir totemdir. Mukaddes Uygur çocuklarının annesi olan kayın ağacı yani anne ağaç da totemdir.

Bilhassa Oğuz Türkleri arasında, türlü sebeplerle, sığır da bir totemdi. Oğuz Kağan Destanında Türkler'in, Oğuz'un vücut yapısında totem çizgileri gördükleri söylenir: “Oğuz'un beli kurt beli gibi (ince),ayakları ud (yâni sığır) ayağı gibi idi.” (6) Ziya Gökalp, Çinliler ve Türklerce mukaddes tanınan öküz’un başlangıçta Tibet öküzü yâni yak olduğunu düşünür. Bu öküzün kuyruğu atkuyruğuna benzer ve Türkler tu, sonraları, tuğ adlı bayraklarını, bir mızrak ucuna bu hayvanın çok güzel kuyruğunu takmak suretiyle yapar, bayrağı mukaddes bilirlerdi

İşte Türkler bu mukaddes sığır'ı avlamak için yılda bir defa umumi sürgün avı'na çıkar: destanlarına “Av avlamak, kuş kuşlamak, sözleriyle imledikleri bu avı, dinî - bedii bir tören hâlinde yaparlardı.

Av törenlerine savaşa gider gibi hazırlanır; bütün erler atlanır; beğler, kuş nakışlı, altın işlemeli elbiseler giyinir, ışıldayan silâhlar kuşanırlardı. Sürgün avına bulun hanlar çağırılır, hepsi Hanlar Mani'yle birlikte törende bulunurlardı. Avcı bölükleri, onbeş günlük yerlerden sürerek vahşî hayvanları av yerine getirirdi.

Hanlar, o zaman davranır, meydana giren avlara ilk oku Hanlar Hanı atardı.
Bununla beraber, totemleri yaralamak, dolayısıyla, öldürmek uğursuz olduğundan onlar türlü usullerle, daha tehlikeli şartlar içinde, diri diri avlanırdı.

İşte savaşları andıran bu dînî av törenlerinde şâirlere çok vazife düşerdi. Şâirler, bu törenlerde avlanışların kutlu ve avların bereketli olmasını dileyen şiirler okurlardı. Sazlarla birlikte söylenen bu şiirler, gerek sesleri gerek sözleriyle avcıları coşturmaya yarardı. Şairler, avlardan sonra da av esnasında yararlık gösteren kahramanlar ve kahramanlık vakaları için yeni şiirler, destanları andırır terennümler sıralar; bunlar, nice vakaların ebedîleşmesinde vazife görürlerdi.

Tötem devri geçtikten, Türkler arasına yeni dinler yayıldıktan sonra da avlanma törenleri aynı şekilde yapıldı. Artık dînî olmayan bu törenler, millî - an’anevî birer av eğlencesi’ydi. Selçuklular, böyle âdetleri Türklerden alan Mogollar, Anadolu Selçukluları, Timur Oğulları, hattâ Osmanlılar devrinde böyle törenler yapıldı. Törenlerde yine sazlar çalındı ve destanlar okundu.

Bununla berâber sürgün avları’nın İslamiyet’ten sonra da dînî törenlerle birleştirildiğini gösteren vak’alar vardır. Bunlar arasında Erbil Atabeklerinden Muzafferüddin Gök Börü’nün, Hz. Muhammed’in Mevlid’i dolayısıyla yaptırdığı törenler çok mühimdir. Muzafferüddin Gök Börü, bozkurt manasındaki Gök Börü adını M.S. XIII. asra kadar yaşatan, millî miraslara çok bağlı bir ailenin çocuğuydu. Bu aileye Beğtigin Sülâlesi yahut Böriler denmesi de bu bakımdan, manalıdır.

Bugün öğrendiğimize göre Gök Börü, Mevlid törenlerinden önce av eğlenceleri tertiplemiş ve avdan döndükten sonra çok sayıda kurbanlar keserek, büyük ziyafet verip mevlid okutarak, Mevlid gecelerine hemen hemen eski Sığır ve Şölen’lerin rûhunu işlemiştir.


ŞÖLENLER

Sığır töreni gibi dînî bayram bilinen ve âyîn süresince sazlarla birlikte dînî şiirler söylenen ikinci bir tören de Şölen adlı ziyafettir.

Türkler, bir bilgiye göre, dînî olmayan yeme iç toplantı ve eğlencelerine toy, bunların dînî olanlarına Şölen diyorlardı. Şölen kelimesinde “büyük ziyafet” “umûmî ziyâfet, manası vardır. Fakat toy sözünün de aynı manada kullanıldığı olurdu.

Totem devrinde her Türk klan’ının özel totemi olur, klan’lar totemlerinin etini yemezlerdi. Ona ok atmaz, onu incitmezlerdi. Yalnız yılda bir defâ büyük dînî tören yaparak totemi “kurban” ederlerdi. Tabii kurban edilen totem yerine yeni avlanmış bir başka totem konurdu. İşte totemlerin kurban edildikleri günlerde verilen dînî ziyâfetlere Şölen denirdi. Şölenlerde şâirler sazlarla şiir söyler, derin inanış terennümleriyle toplantıların mânevî heyecânını artırırlardı. Söyledikleri İlâhîlerin mısralarında nur’lu kelimeler sıralanır Allah sevgisi’nin mûsıkîleştiği duyulurdu.


YUG TÖRENLERİ

Ortaasya Türkçesinde yığlamak, ağlamak ve ağlayıcı demektir Bu kelime ile ilgili olduğu anlaşılan Yuğ ve Yog, aglama; Yuğ veya yog törem de mâtem töreni, demektir.

Türkler arasında biribirinin öcünü almak, yasım tutmak çok eski gelenekti. Bir kahraman öldü mü, sevilen bir Türk Beği hayata göz yumdu mu, halk arasında bir acı dalgalanır, yas tutulur, haykıra haykıra ağlanırdı.

Ölen vücûd bir çadıra konur, önce yakın akrabası, türlü kurbanlar keserek bu çadırın önüne dizerlerdi. Sonra ağlayanlar, mâtemcilerle birlikte atlara biner ve çadırın çevresinde yedi defâ dönerlerdi. Beğler, atlarını yorarlar, kaygı onları zayıflatır, yüzleri safran sürülmüş gibi sararırdı. Kurtlar gibi ağlaşır, yakalarını yırtar, ağlamaktan sesleri kısılır, gözleri yaşlarla örtülürdü.

Sonra ölüyü gömmek için uğurlu bir gün bekler, gömdükten sonra da birinciye benzer törenler yaparlardı. Gömülen kahramanın mezarı çevresine balbal denen taşlar dikerlerdi. Türkler arasında yazı yaygınlaşınca böyle taşlar üzerine kitâbeler yazdılar. Gök Türk kitabeleri bu manada dikilmiş, yazılı balballardır. Aynı kitabelerde kahraman Kül Tigin'in olumu dolayısıyla yapılan büyük bir yuğ töreni anlatılır. Törende ağıtçı (matemdi ve yuğcu (ağlayıcı)larır bulunduğu belirtilir.

İşte bu ve benzeri mâtem törenlerinde saz şâirleri bu sefer elem ve ölüm şiirleri söylerdi. Mâtem şiirlerine Sagu denirdi. Bugün elimizde hayli eski sagu örnekleri vardır. Gerçi bunlar yazıya, ya tercüme olarak yahut İslamiyet’ten sonra yazılmış eserlerde geçmiştir. Fakat her hâlleriyle eski Türk sagularından kesin çizgiler, kuvvetli hâtıralar taşırlar. Meselâ M. S. XI. asırda yazılan Dîvânü Lûgaati’t-Türk'de eski Saka kahramanı Alp Er Tunga için söylenmiş (hemen hemen bütün) bir sagu vardır. (Kendi bölümünde bütünüyle görülecek) bu sagu’da, hem eski yuğ törenlerinin kısa fakat kuvvetli tasvirleri; hem de bu törenlerde söylenen hicran sözleri vardır.

Ayrıca Attilâ’nın ölümü üzerine Hun saz şâirlerinin söyledikleri mersiyelerden biri Bizans tarihçisi Priscus ve Jordanes tarafından tesbît ve tercüme olunmuştur.

Bütün bu ağıt şiirlerinde göze çarpan özellik, kaybedilen büyük için duyulan samîmi ayrılık acısı yanında, yine bir kahramanlık ruhu, bir destan üslubu’dur. Türk saguları, kendini yeise, ümitsizliğe kaptırmış bir milletin çâresizlik sayhaları hâlinde söylenmiyor. Bunlarda gelecekten emin insanların, sâdece, giden için duydukları sevgi ve acı vardır. Geri kalan mısrâlar, kaybedilen büyüğün hayatta iken gösterdiği kahramanlığı, yaptığı unutulmaz yararlıkları birer birer sayıp öven destan mısraları’dır.

NİHAT SAMİ BANARLI, R.T.EDEBİYATI TARİHİ CİLT:1