Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

BATTALNÂME (BATTAL GAZİ DESTANI)

Battal Gazi'ye ait kahramanlık hikâyelerini ihtiva eden menkıbeler mecmuasına Türkler arasında verilen genel ad.

VIII. yüzyılda Emevîler'in Bizans'a kar­şı açtıkları savaşlarda "el-Batta!" (kahra­man) lakabıyla şöhret kazanmış bir Müslüman Arap emîrinin Türkler arasında yayılan kahramanlık menkıbelerinin destanlaştırıldığı bir halk hikâyesi olan Bat­talnâme tim yazma nüshaları Menâkıb-ı Gazavât-ı Seyyid Battal Gâzî, Hikâyet-i Seyyid Battal Gâzî gibi isimler taşımaktadır. Hikâyenin yazıya geçiriliş tarihi henüz kesin olarak tayin edileme­mekle beraber bütün araştırmacıların birleşmiş göründükleri zaman dilimi, XI. yüzyılın sonlarından XIII. yüzyılın başla­rına kadar olan 100 yıldan biraz fazla bir dönemdir. Ancak Battalnâme den bazı kısımlar almış olup 643'te (1245-46) ya­zıldığı kesin olarak bilinen Dânişmendnâme'de Melik Dânişmend'in Battal Ga­zi soyuna bağlandığı dikkate alınırsa, eserin meçhul müellifinin kitabını bu ta­rihten önce yazdığı anlaşılmaktadır.

Ni­tekim Battalnâme, Türk destanî edebi­yatında XI. yüzyılda Hamzanâme ile baş­layıp Ebûmüslimnâme ve Dânişmendnâme ile devam eden, XV. yüzyılda da Saltuknâme ile son bulan bir zincirin ikinci halkasını teşkil etmektedir.

Battalnâme, tarihî bir şahsiyet oldu­ğunda şüphe bulunmayan Battal Gazi'nin menkıbevî hayatını, Anadolu'ya yer­leşen müslüman Türkler'in gözüyle ak­settirir. Bu menkıbelere göre Battal Ga­zi, Hz. Ali soyundan Hüseyin Gazi'nin oğ­ludur. Fevkalâde güçlü ve zekidir. Daha çocukken dinî ilimleri çok kısa bir za­manda öğrenmiştir. Cenk usullerini ay­nı derecede iyi bilir. Abdülvehhâb Gazi tarafından kendisine ulaştırılan Hz. Pey­gamber'in tükürüğü sayesinde bütün dil­leri konuşur. Keşiş kılığında manastırla­ra girip İncil'den vaazlar verir. Rahipler­le tartışarak onları mağlûp ve ihtidaya mecbur eder. Hızır'la yoldaştır; sıkışık zamanlarında ondan yardım görür. Aynı şekilde perilerle de dosttur. Devler ve cadılarla savaşır; okuduğu dualarla bü­yülerini bozarak onları yener. Ateşte yan­maz. Vahşi hayvanlar emrine amadedir. Tabiat kuvvetlerine hâkimdir. Göz açıp kapayıncaya kadar uzun mesafeler aşar. Kullandığı silâhlar Dahhâk, Rüstem ve Hamza gibi eski ünlü cengâverlerin si­lâhları, bindiği atlar onların atlarının so­yundan gelen atlardır. Bunlarla kâfirle­re (Hıristiyanlara) karşı savaşır. Onları İs­lâm'a davet eder, davetini kabul etme­yenleri öldürür.

Battalnâme esas olarak Battal Gazi'nin Anadolu'da Hıristiyanlarla (Rumlar, Ermeniler ve diğerleri) yaptığı savaşları konu edinmekle beraber, bunlarla ilgili menkıbeler büyük çapta eski Türk inanç­larından ve İran peri masallarından alı­nan motifler ve sahnelerle süslenmiştir. Bunlar ayıklandığı zaman geri kalan sa­vaş menkıbeleri ise VIII. yüzyıldaki Emevî-Bizans mücadeleleri devrinden XI. yüz­yılda Anadolu'da Türk fetihlerinin sür­düğü dönemlere kadar uzun bir zaman diliminin hâtıralarını taşır. Bu savaşlar­da merkez saha genellikle Malatya ve yöresidir. Savaşlar eserde siyasî bir mü­cadele değil bir din savaşı (İslâmiyet-Hı­ristiyanlık mücadelesi) hüviyeti taşır. Cihad ve gazâ ruhu kendini çok kuvvet­li bir şekilde hissettirir. Şehirlerde otu­ran Müslüman Türkler arasında meyda­na geldiği muhakkak olan bu destanda Battal Gazi "yarı evliya" bir karakter ser­giler; bu onun öteki Türk destan kah­ramanlarıyla olan en önemli ortak yanı­dır. Melik Dânişmend Gazi ve Sarı Saltuk, Battal Gazi'nin isim değiştirmiş şe­killerinden başka bir şey değildir. Bu da Battalnâme'nin tamamıyla Müslüman -Türk geleneklerine göre teşekkül etmiş destanî bir halk hikâyesi olduğunu gös­terir.

Battalnâme Osmanlı devrinde genel mahiyetteki vekâyi'nâmelerde malzeme olarak kullanılmıştır. Meselâ Müneccimbaşı. Gelibolulu Mustafa Âlî ve Fındıklılı Süleyman Efendi gibi tarihçilerle Evliya Çelebi, eserlerine Battal Gazi menkıbe­lerini tarihî olaylar şeklinde almışlardır. Bundan başka Taberinin meşhur tarihi­ni Türkçeye tercüme eden Osmanlı mü­ellifleri, eserin Arapça aslında ve Farsça tercümelerinde bulunmadığı halde Türk­çe nüshalarına bol miktarda Battal Gazi menkıbeleri koymuşlardır. Bunun sebe­bi, herhalde Türkler arasında büyük bir sevgi ve ilgiye mazhar olan Battal Gazi'­nin tamamıyla bir Türk kahramanı sa­yılmış bulunması olsa gerektir. Nitekim meşhur Saltuknâme müellifi Ebül-Hayr Rûmî de 1473-1480 yılları arasında ka­leme aldığı eserinde Battalnâme'deki pek çok menkıbeyi kahramanın adını değiştirerek aynen Sarı Saltuk'a mal et­miştir.

Türk gazi tipini mükemmel bir biçim­de aksettiren Battalnâme sadece halk arasında değil, XIV. yüzyılın ikinci yarı­sından itibaren Osmanlıların Rumeli top­raklarında başlattıkları fetihler ve mü­cadeleler çağında da gaziler arasında sevilerek okunmuştur. Kısaca o Anado­lu ve Rumeli coğrafyasıyla bütünleşmiş­tir. Battalnâme Anadolu dışında yaşa­yan Türk toplulukları arasında da sevil­miş, yazılıp okunmuştur. Bilhassa XIX. yüzyılda Rus işgali altında kalan Asya Türkleri Battalnâme menkıbeleriyle âde­ta teselli bulmuşlardır.

Battalnâme daha XIX. yüzyılda Herman Ethâ ve Heinrich L. Fleischer'den başlayarak ilmî ve popüler mahiyette bazı çalışmalara konu olmuş, hakkında edebiyat tarihi ve tarih bakımından dik­kate değer incelemeler yayımlanmıştır. Battal Gazi ve Battalnâme ile ilgili ilk ilmî araştırma H. Ethe'nin iki ciltlik Die Fahrten des Sajjid Batthâl (Leipzig 1871) adlı eseridir. Onu Georg Husing'in

Zur Rostahmsage-Sajjid Battal (Leip­zig 19131 adlı kitabı takip eder. Marius Canard'ın makaleleriyle beraber bilhassa H. L. Fleischer'in "Über den Türkischen Volksroman Siret-i Seijid Battal" [SB Sâchisichen Akademische, Leipzig 1848, II, 35-41, 150-169) adlı makalesini bura­da anmak gerekir. Bunlara ek olarak bil­hassa Henri Gregoire'ın, Bizans halk ro­manı Digenis Akritas ile Battalnâme üzerine Byzantion dergisinin muhtelif sayılarında yayımladığı tarihî inceleme­ler ve mukayeseler ihtiva eden makale­ler kayda değer çalışmalardır.

Battal Gazi'nin Türkçe Battalnâme'den başka bir de Arapça Zâtü'l-himme yahut Zü'l-himme (halk Arapçasında Delhemma) adında bir başka destanî ro­mana daha konu olduğu bilinmektedir. Bunun üzerine yapılan çalışmalar, bil­hassa M. Canard'ınkiler, eserin XI. yüz­yıldan sonra peyderpey tamamlanarak yazıya geçirildiğini, daha önce halk ara­sında yaşamakta olan Emevî-Bizans mü­cadelelerine ait menkıbelerin Haçlı se­ferleri sırasında teşekkül edenlerle ta­mamlandığını, dolayısıyla Türkçe Battalname'nin Zü'l-himme ile ilgisi bulun­madığını ortaya koymuştur. Bu suretle Battalnâme'nin bu Arapça destanî ro­manın Türkçeye tercümesi veya adap­tasyonu olmadığı anlaşılmıştır. Yalnız burada Arapça "Battal" romanının Türk­ler arasında yeni menkıbelerin doğmasındaki, dolayısıyla Türkçe Baffa7ndme'nin oluşmasındaki ilk tesirini gözden uzak tutmamak gerekir.

Battalnâme'nin bugün bilinen nüsha­ları arasında yazıldığı döneme ait olanı yoktur. Ancak bütün nüshaların Türki­ye'de ve Türkiye dışındaki nüshalardan ibaret bulunmadığı, bilhassa Anadolu'­da bazı hususi ellerde de bir hayli tam veya eksik nüshanın var olduğu muhak­kaktır. Bilinen en eski nüshalar arasın­da 840 (1436-37; Arkeoloji Ktp., nr. 1455) ve 857 (1453; Akhisar Zeynelzâde Ktp., nr. 234) tarihli iki nüsha zikredilebilir (diğer nüshalar için bk. Koksal, s. 17-20). En mu­fassal nüshalardan biri olan ilk nüsha mensurdur. Manzum olarak bugüne ka­dar, şair Bekâyî'nin 1183'te (1769-70) nazma çektiği Battalnâme'den başka nüsha tesbit edilememiştir. Battalnâ­me'nin söz konusu nüshalardan bazı kı­sımlar çıkarılmak suretiyle çeşitli tarih­lerde yapılmış taş basması neşirleri de mevcuttur. Bunların bazıları halk res­samları tarafından yapılan ilgi çekici re­simlerle süslenmiştir. Battalnâme, başta Doğu Anadolu ol­mak üzere Anadolu'nun bazı bölgelerin­de bugün de eski geleneğin bir devamı olarak halk ağzında hâlâ anlatılmaktadır. Ayrıca bazı köylerde zaman zaman Bat­talnâme nüshalarına rastlanması, ese­rin Müslüman Türk kültür hayatıyla ne ölçüde bütünleştiğini göstermesi bakı­mından dikkat çekicidir. Cumhuriyet dev­rinde de bazı yazarlar Battalnâme'den faydalanarak halk için romanlar yazmış­lardır (A. Ziya Kozanoğlu, Battal Gâzl, İs­tanbul 1937; Ziya Şakir, Battal Gazi, İstan­bul 1943; Murat Sertoğlu, Battal Gazi, İs­tanbul 1967).

 

BİBLİYOGRAFYA:

H. Ethe, Die Fahrten des Sajjid Batthâl, Leip­zig 1871, l-ll; G. Husing, Zur Rostahmsage Saj­jid Battal, Leipzig 1913; Köprülü, İlk Mutasavıflar: Ankara 1976, s. 232-235; a.mlf. Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1980, s. 257; F. W. Hasluck, Bektaşilik Tedkikleri (trc. Râgıb Hu­lusi). İstanbul 1928, tür.yer.; a.mlf, Christianity and İslam under the Sultans, Oxford 1929, II, 704-711; U. Steinbach, Zat al-Himma, Wiesbaden 1972; Fahrettin Kırzıoğlu. "Doğu Serhaddimizde Battal Gazi Kitabının Okunması Geleneği ve Tesirleri", /. Seyyid Battal Gazi Semineri (Bildiriler), Eskişehir 1977, s. 61-85; Hasan Koksal. Battalnâmelerde Tip ve Motif Yapısı, Ankara 1984 (bu kitapta geniş bir bibli­yografya vardır); M. Canard. "Delhemma Sayyid Battal et 'Omar al-No'mân", Byzantion, XII, Bruxelles 1937, s. 186; Tahir Alangu, "Bi­zans ve Türk Kahramanlık Eposlarınm Çı­kışı Üzerine", TDL, sy. 20 (1953), s. 541-557; Ahmet Yaşar Ocak, "Sarı Saltık ve Saltıknâme", TK sy. 197 (1979), s. 266-275; H. L. Fleischer, "Türk Halk Romanı Seyyid Battal Hak­kında" (trc. Battal İnandı), MK, sy. 35 (1982), s. 28-32; sy. 37 (1982), s. 50-54.

Ahmet Yaşar Ocak, DİA


BATTAL GAZİ DESTANI - AHMET KABAKLI'DAN

Battal Gazi Destanı
Battal Gazi, 8. asırda başlayıp, İstanbul'un Sultan Mehmed tarafından fethine kadar beş yüz yıl devam etmiş önce Arap-Bizans, sonra Türk-Bizans mücadelesinin atmosferi içinde doğmuş, yüzyıllar içinde gelişmiş, nihayet 15. 16. yüzyıllarda ancak yazıya geçmiş bir destandır. Aşağıda inceleyeceğimiz Dânişmendname ve Saltükname gibi destanlar da aynı çerçeve içinde doğup gelişmişlerdir.


Bunun İçindir ki, gerek Battal Gazi gerek onun maceraları konusunda menkıbe ve efsanelerle tarih, birbirine karışmıştır. Çok vak'ada tarih, roman olmuştur; roman da tarih Taberî, İbn Kesîr ve îbnü'l Esir gibi Arap tarihçileri, Emevî'lerden Abdülmelik bin Mervân devrinde meydana gelen bir İstanbul kuşatmasında üstün kumandanlık ve yiğitlik vasıfları göstermiş Abdullahi’l Battal adlı bir kahramandan söz ederler. Ona ait, tarih efsane karışığı birçok menkıbe de naklederler. Emevî’lerin âzadlı kölesi olup aslı Arap olmayan bu kahraman, Mervan'ın oğlu Mesleme'nin (715Xe başlayan) İstanbul kuşatmasında, büyük ün yaptığından kendisine Battal (kahraman) lâkabı verilmiştir. Yine rivayetlere göre, Abdullahi'l Battal bu kuşatmadan yıllarca sonra, 740 yıllarında Hristiyanlarla yapılan bir gazada, Eskişehir yakınında. Akroinon (bugünkü Seyit Gazi) denilen yerde vefat etmiştir. İstanbul surları dibinde (Eyüp Sultan gibi) gömülü olduğuna dair söylentiler de vardır. Abdullah Battal'a, "Antakyalı" ve "Şamlı" diyenler olduğu gibi Emeviler hizmetinde bir Türk olduğunu ileri sürenler de vardır.


Taberî, Abdullah'ın, başkomutan Mesleme ile İstanbul'a girdiği rivayetini de nakleder ki, bu, daha sonra teşekkül eden Türkçe Battal Gazi destanında sık sık rastlanılan bir motiftir. Şöyle ki Mesleme, Bizans'ı fetih gazasına çıkarken, İstanbul'a girmeden geri dönmeyeceğine yemin etmiştir. Bu sebeple 7 yıl süren kuşatmayı, ancak Bizanslıların, kendisini İstanbul'a sokmaları şartı ile kaldıracağını haber verir. Bizanslılar buna razı olunca, yanma Abdullahi'l Battal'ı da alarak İstanbul'a girer, Ayasofya'yı gezer oradan armağan bir haç alır. Sonra da sözünde durarak, kuşatmayı kaldırır.


Ünlü Arap tarihçileri, Abdullahi'l Battal'ın, kahraman olarak parlayışını, Emevî Mesleme'nin İstanbul kuşatmasına bağlarken bazıları da onu Abbasiler zamanında yaşamış ve Hârünü'rreşid'e çağdaş olarak gösterirler. Battal, bu ünlü hükümdar tarafından İstanbul fethine gönderilmiştir; hem de "seyyid" yani Peygamber soyuna bağlamak için Abbasiler dönemine çıkarmışlardır. Bu kahramanı daha kutsal hâle getirenlerden biri de Evliya Çelebi'dir. Taberi'nin Türkçe tercümesinde, Arapça Zilhimme menkıbelerinde de mevcut olan bu rivayet, Türkçe Battalnâme'lerden geçmiş olmalıdır.


Evliya Çelebi, Türk söyleyişiyle Seyyid Battal Gaziye ait bazı menkıbeler anlatır. Özellikle burada Türk ve Arap rivayetlerini birleştirir. Tarihle destanı, Müslüman Arap’la Türkü kaynaştırır.

Evliya Çelebi'ye göre: Malatyalı (ve aynı zamanda İslâm-Arap kumandanı) Battal Gazi, Abbasi ordularının çekilişinden sonra, Üsküdar'da emîr olarak kalmıştır. Harünü'rreşid'in Silivrikapısı'nda yaptırdığı kalenin İslâm muhafızı öldürülünce Battal da Bizanslılarla savaşa girişmiştir. Onun haberi üzerine yardıma gelen Harunürreşid Kral Tekfuru öldürtüp yerine oğlu "Kanatur" (veya Kanatus)u geçirmiştir.


Seyahatname, Battal Gazi'nin, bu Kanatur'la olan maceralarına da yer veriyor. Kız Kulesi'nin bile Battal'ın Üsküdar’daki Tekfur kızma aşkı yüzünden yapıldığını ileri sürüyor. Şöyle ki Tekfur, Battal'ın kaçırması korkusu ile kahramanımız, Şam'da bir seferde bulunurken, bu kuleyi yaptırıp, güzel kızını oraya kapatmıştır. Seferden dönen Battal, buna rağmen kızı kaçırmıştır, Menkıbeyi Evliya Çelebi'den dinleyelim:

Seyyid Battal Gazi -ki mübarek isimleri Hüseyin Gazi oğlu Cafer'dir-Üsküdar'da deniz kıyısında Kızkulesi'ne karşı bir tepe üzerine çadırlarını kurup orada muhafız kalır. Yedi sene müddetle savaşmadan oturup, oralarda bağ ve bahçeler yetiştirir. Şimdi o bağlara Battal bağları, Ali Bahadır bağlan, Gazi köyü bağlan derler. Yanlış olarak Kadıköyü bağı diyorlar. İşte bu yedi sene zarfında ilk olarak Üsküdar'ı ve Kadıköyü'nü Battal Gazi imar etmiştir. Sonraları Battal Gazi Şam seferine memur olunca, (Kanatur) denilen kral Kadıköyü'ne sağlam bir kale yaptırmıştır ki, hâlâ bu hakirin (Evliya Çelebi) bağı içinde burçlarının temelleri görünür. Sonra Üsküdar'ın kara tarafına tâ Çamlıca'ya kadar bir hendek açtırır. Toprağını iç tarafına sed yaparak kapı yerleri bırakır. Çamlıca dağı üzerine de bir karakol kulesi, Toygartepesi'nde, Yassıtepe'de, Piyâle Paşa tepesi'nde ve daha başka on iki yerde büyük karakollar yapar. Üsküdar'ın dört tarafına kırk bin kadar muhafız tayin eder. Üsküdar'ı bu şekilde muhafaza altına aldıktan sonra, Battal Gazi'nin korkusundan deniz üzerinde büyük bir kule yaptırarak Üsküdar Tekfûru'nun kızını ve diğer kıymetli ve lüzumlu eşyasını içine koydurur. O kuleye de "Pirgos Tiskuris" derler ki, Türkçesi "Kızkulesi" demektir. Bu sırada Battal Gazi Şam fethini bitirerek Üsküdar'ın böyle tahkim edildiğim işitince yanma aldığı yedi yüz serdengeçti gazi ile gelip Üsküdar'ı basar. Oradan kayık ile Kızkulesi'ne geçerek kralın kızını, hazinesini ve diğer eşyalarım alıp Üsküdar'a gelir. Ve orada Üsküdar bahçesi yerinde iki rek'at namaz kılıp; "İlâhî bu yeri, Muhammed ümmetine nasib et ki; mâmur olsun" diye dua ve niyaz eder. Sonra Üsküdar'a dokunma¬yarak, ganimetlerini alıp Medayin şehrine doğru yola çıkar. Sonra Battal Gazi'nin ayağının bereketi olarak Kral Kanatur Üsküdar'ı Öyle imar etmiştir ki; sanki bir cennet bahçesine benzemiştir,"

Asıl destan
Anadolu'da ve Anadolulu cengâverler etrafında zamanla oluşan Battal Gazi Destanı'nın, Türkler arasında teşekkül ettiğine şüphe yoktur. Onda, gerçi Anadolu ve İstanbul çevresine zaman zaman fetih kasdı ile uğrayan Arap emîr ve kahramanlarının izleri elbette bulunmaktadır. Hatta Rumların Akritas destanları ile ortak bazı konular ve motifler de vardır. Fakat destan, şüphesiz ki, gelip geçici istilâ güçlerinin değil, Anadolu'da asırlar boyu oturan, o yeni vatanı karış karış bilen ve onu Bizanslılara, Ermenilere, Haçlılara karşı can pahasına savunan Müslüman Türklerin ortaya koyduğu bir destandır. Esasen, destanın merkezleştiği coğrafya dahi Malatya ve Harput'tan İstanbul surlarına kadarki bölgelerdir. Kaldı ki, Anadolu'da bazı mağara, dağ, kale, türbe isimleri, hâlâ Battal Gazi'nin hatırasını saklamaktadır.


Onun bir Arap destanı ve hatta aslı kaybolmuş bir Arap macera romanının "tercümesi" olduğunu ileri sürenlere karşı, Prof. Fuad Köprülü'nün, şu sözleri, bu bakımdan kesin hakikati ifade etmektedir:


Herhalde Seyyid Battal'ı, Peygamber sülâlesinden gelen tarihî bir Arap cengâveri değil, ilkin Anadolu serhatlerinde, İslâmiyet mefkûresi için çarpışan Türk gazileri arasında doğmuş bir destanın menkıbevî kahramanı saymak lâzımdır. Seyyid Battal menkıbesi öyle görünüyor ki, Selçuklu istilâsı zamanında tesbit olunmuştur. Eser, Anadolu Türklerinin destanı olmakla beraber o devirdeki dinî tesirin şiddeti, bu kahramanın "Peygamber sülâlesinden olmasını ve eski Emevi Ab-basî halifeleri ile Bizans mücadelesinin böylece "mefkurevî bir şekle" konarak, yani destanın eski "dekor" içindeki tasvirini intaç etmiştir."


Esasen Seyyid Battal ismi etrafında meydana gelmiş hiçbir Arap menkıbesi de mevcut değildir."


Battalnâme'deki bazı menkıbeler, 14. asırda Mısır'da yazılmış Siretü Zeviü'l Hüme (halk arasında söylenişi Zeîhimme) de bulunanlarla her ne kadar benzerlik gösteriyorsa da, Prof. Köprülü bu durumu şöyle izah etmektedir:


"Zeviü'l-Hüme (Zeîhimme) gibi sonradan Mısır'da vücuda gelmiş bazı Arap kahramanlık hikâyelerinde, Battal Gazi (ikinci plânda olmakla beraber) yine oldukça mühim bir yer işgal eder. Bunda Türk destanının, yani Suriye-Mısır Türk¬menleri ile Türk Kölemenleri arasında yaşayan Seyyid Battal menkıbelerinin tesiri pek açıktır zannındayız."


Yani, bazılarının tahminleri aksine, Battal Gazi menkıbeleri Arapçadan Türkçeye aktarılmak şöyle dursun, Battal'ın bazı rivayetleri Mısır destanına geçmiştir. Ayrıca bu destandaki (Abdulvahhab Gazi gibi) bazı tarihî Arap kahramanları dahi Türkleştirilmiştir. Meselâ Sivas'ta Akkaya denilen tepede, Abdulvahhab Gazi türbesi vardır. Destanımızda Battal Gazi'nin en yakın yiğit arkadaşı olan (Abdülmelik b. Mervan'ın, İstanbul kuşatmasında gerçekten de bulunan) Abdulvehhab, Sivas halkınca bugün dahi (İstanbul'da Eyüp Sultan gibi) ziyaret edilmektedir. Sivaslılar ona Peygamber efendimizin alemdarı olarak bakıyorlar.


Kaldı ki, Arap dünyasında Battal Gazi etrafında Kurulmuş bir destan olmadığı gibi, yazılı sözlü bir edebiyatı da yoktur. Türk edebiyatının her kolunda Battal'la ilgili bölümler, motifler hatta eserler ise pek çoktur. Aslında nesir hâlinde kaleme alınmakla beraber, içinde bazı manzum bölümler de bulunan Battalnâme, (daha sonraki Dânişmendnâme ve Saltuknâme gibi) üslûbu, hatta kelimeleri, cümle kuruluşu ile her bakımdan Oğuz boyunun destanı Dede Korkuta benzemektedir.


Bu halk destanı, yalnız halk şairlerinden değil, divan şairlerinden de iltifat görmüş olup meselâ Âlî Çelebi'nin büyük bir Battalnâmesi mevcuttur. Sarı Hatibzâde Ahmet Hamdi Efendi ise Battal'ın arkadaşı Abdülvahhab Gazi'nin menkı¬belerini, nazım diliyle bir destan hâline koymuştur.


Türk destanı "Battal Gazi'de, Battal'ın ilk adı "Abdullah" değil, Cafer'dir. Malatya'da doğmuştur. Babası, Malatya beyi Ömer'dir, Bu Türk beyi, Arap veya Bü¬yük Selçuklu imparatorluğunun bir uç beyi olabilir. (Menkıbevî hayatını aşağıda anlatacağız,)


Battal Gazi'nin atı da öbür Türk kahramanlarının atları gibi olağanüstü ve kutsî özellikler taşımaktadır. Köroğlu'nunki "Kırat", Battal'ınki "Asitar"dır. "Gökten inmiş, (hatta) Kâbe toprağından yaratılmış olan Aşkar, Hz, Âdem'den beri pey¬gamberlerin, Hz. Muhammed'in, Hz. Ali ve Hz. Hamza gibi yiğitlerin atı olmuştur. Ölümsüz at, Battal'ı nice belâ ve felâketlerden kurtarmaktadır.


Battal Gazi, sadece Anadolu Türklerinin değil, menkıbeleri ile dünya Türklerinin de sevdiği, anlattığı bir kahramandır. Diğer Türk lehçelerinde de Battal menkıbeleri mevcuttur. Doğu Türkistan'ın Aksu şehrinde bulunan Seyyid Gazi türbesi, onun Türk dünyasını kuşatan millî kimliğine ayrı bir delil olsa gerektir.


Battal Gazi, Anadolu'nun her köşesinde okunan, daima anlatılan, okumuş ve okumamış her Türk'ün hayalinde, tasavvurunda yeri olan, "destan kahramanı" olmanın üstünde bir "millî kahramandır". Seyyit Gazideki türbe mescit ve külliyesi, kahramanın şanına yakışır ve kaleyi andırır muazzam bir ziyaretgâhtır. Denilebilir ki, destan kahramanlarımız arasında, Anadolu'nun en çok yaşattığı iki yiğit, Köroğlu ve Battal Gazi'dir (Bk. Köroğlu Destanı, Türk Edebiyatı, Cilt I, s. 73)

 

Battal Gazi'nin Karakteri


Battal Gazi'nin bazı karakter, hüner, kültür çizgilerini anlatırken, ayrıca Dânişmendnâmenin kahramanı Melik Dânişmend Ahmed Gazi ve Saltuknâme'nin kahramanı Saltuk Gazi'yi de anlatmış olacağız. Çünkü aynı daire içinde, aynı coğ¬rafyada, aynı dinî-millî gaye etrafında meydana gelen destanların kahramanları, değişik maceralar ve yöreler içinde ama ortak ve bazen tıpatıp birbirine benzeyen vasıflar taşımaktadırlar, Öyle ki, son iki destana, Battal Gazi'nin oğul ve torunlarını anlatan ikinci üçüncü ciltleri gözüyle bakılabilir


Battal, kendisini daha önce müjdeleyen Hz. Muhammed'in, Hızır aleyhisselâmın ve daha başka İslâm Türk erenlerinin sürekli koruması altındadır. Bu yüzden savaşlarda, seyahatlerde, olağanüstü, inanılmaz başarılar sağlar. Kelle koltukta girip bazen orduları bile dağıttığı bu savaşlardaki hedefi: Kâfir diyarlarına İslâm nurunu yaymaktır. Gaye, daha sonra Osmanlı tarihinde de gördüğümüz "Allah'ın adını yüceltmek (İlâ-yı Kelimetullâh'tır. Başlangıçtan beri, tarihimizi ve destanlarımızı yapan gazilerde zaten Yahya Kemal'in "Ezân-ı Muhammedi'sindeki şu düstur hükümfermadır:

Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedi
Kâfi değil sadana cihân-ı Muhammedi

Battal Gazi ve Dânişmend ve Saltuk Gaziler, bu işe yüceden görevlidirler. "Rum diyarını Müslüman memleketi yapmayı, kiliseler yerine mescidler kurma¬yı" Battal'a tâ öncelerden Peygamber buyurmuştur. Daha çok sonraları, 16. yüz¬yılda Bakî de Kanunî Sultan Süleyman'ı aynı işleri başardığı için övecektir:

Aldın hezâr (binlerce) bütkedeyi mescîd eyledin
Nâkûs (çan) yerlerinde okutdun ezanları

Battal, yalnız Bizanslılar ve yalnız Hristiyanlarla değil, İslâm'ı kabul etmeyen bütün din mensupları, Mecusîler, ateşperest ve putperestlerle de vuruşur. Hatta devleri, kötü cinleri, gulyabanileri kılıçtan geçirir. Peygamber, evliya, şeyhler, ulular gibi "iyi cinler" de ona yardım ederler. Battal Gazi ve ondan çıkan destanlar, bu aşın cin, peri, dev, insanüstü ve harika kalabalığı ile eski Türk destanlarından ayrılırlar. Masal, büyü, sihir, cadılık vs. gibi unsurlar, Bizans, Anadolu ve belki daha çok İran zemininden gelmektedir.


Battal Gazi ve Saltuk Baba, Kafdağı'na giderler... Başlarından akıl almaz maceralar geçer. Aynı şekilde, kıt'alar Ötesi ülkelerde, esrarengiz fetihler yaparken, Hızır Aleyhisselâm, onlara Kafdağı'ndan, yardım eli uzatır. İslâm adına bir dünya savaşının başkahramanı olan Battal Gazi için, İslâmiyet'in ve ulûhiyetin maddî manevî bütün güçleri amade ve yardımcıdır.


Battal, tabiî insan olarak da, her türlü maddî manevî cihaz ve meziyetlerle donatılmıştır. Daha 14 yaşından itibaren bileği bükülmez kahramandır. Cesaretine, silâh kullanışına ve Özellikle her dem yeni bir icatla en büyük tehlikelerden kurtulabilen aklına, kurnazlığına, oyun ve entrikalarına güç yetişmez. Bu sayede, birçok defalar esir olduğu hâlde, akıl almaz ustalıklarla kurtulur.


İslâm'ın bütün emirlerini, ahlâkını, adalet, şefkat, insaniyet hükümlerini yerine getiren, düşküne, zayıfa, kadına, çocuğa el kaldırmayan "aman" dileyeni öldürmeyen, asla şarap içmeyen, harama ve haram kadına yanaşmayan, kumar oynamayan. Battal Gazi aynı zamanda, İslâm ilimlerinin hepsinde bilgindir. Hatta "papazlar bir yana", papa ve patrik kadar Hristiyanlık, hahamlar kadar Musevilik ve Buda rahipleri kadar Budizm bilmektedir. Çok defa İmtihanlar, tartışmalar içinde Hristiyan bilginlerini yenmektedir. O kadar bilgili ve tecrübelidir ki, icabında bir ay boyunca, rahip rolü oynayabilmektedir.


Ayrıca hazık bir hekim olan Battal (Saltuk da) yaralan sarar; Bizans ve Tekfur saray ve kiliselerine, çok defa doktorluğu, mühendisliği, kimyagerliği, silahşorluğu sayesinde girer.


Dürüst, adaletli, şakacı ve can ciğer ahbap olduğu için maiyetindeki kumandanlar, asker ve halk onu sever; bir sözünü iki etmeyecek kadar ona inanırlar. Cömert ve adaletli Battal, zaferlerde kazandırdığı büyük ganimetlerden bir çöpü bile kendisine almaz, yakınlarına, erlerine, Müslümanlara dağıtır. Kendisi alçakgönüllü, yardımcı, sade, tam bir Müslüman hayatı sürdürür.


Başlangıçta belirttiğimiz gibi Battal Gazi ve ötekilerin, uzun süren, uğrunda ölünen veya sefere çıkılan derin maddî aşkları, kadın sevgilileri yoktur. Güzellere ansızın tutulur, kapılır ve İslâm emri üzre, kendisine nikâhlanmadıkça bir dilbere dokunmazlar. Yanında vuruşan kimselere, kadınlara, kızlara, çocuklara, yaşlılara, masum (Hristiyan, Musevî) halka dokunmak izni ve fırsatı vermez. Bu sebeple Battal, Hristiyan halk ve kadınlar arasında da "çok korkulan", fakat aynı zamanda güvenilen ve hatta sevilen bir kahramandır.


Kısacası Battal Gazi (Dânişmend Gazi ve Saltuk Baba) Müslüman Türkün ülkülerini, zevk ve ruhlarını her bakımdan temsil ve tatmin eden, cihangir meylimizi okşayan, İslâmiyet sevgimizi, adalet hissimizi doyuran tam bir millî destan kahramanıdır. Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Köroğlu, Dede Korkut kadar o da Türk-tür.
Battal Gazi, millî unsurlarımızdan yaratılmış bir âbidedir.

 

Battal Gazi Destanı'nın Özeti


Battal Gazi Destanı, Hazret-i Muhammed'in ashabı ile bir sohbeti esnasında, Bizanslıların elinde bulunan İstanbul'un Müslümanlar tarafından bir gün fethedileceğini müjdelediği bölümle başlıyor. Bu ünlü hadisin yorumuna göre İstanbul'u almaya çalışacak olan veya Müslümanlara İstanbul'un kapılarını açacak olan kişi Malatya'da doğacak; adı da Cafer olacaktır. Destana göre bu Cafer ilerde İstanbul'u zorlayacak olan ünlü Seyyid Battal Gazi'nin kendisidir. Seyyid Bat¬tal Gazi Peygamber sülâlesinden gelmektedir. Bizans'a parmak ısırtan imanlı bir İslâm kahramanı olacağı daha doğmadan Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir.


Destanın bundan sonraki bölümünde Battal Gazi'nin babası Hüseyin Gazi tanıtılır ve kahramanımızın doğuşu anlatılır. Hüseyin Gazi Malatya serdarıdır ve yiğitliği ile şan kazanmıştır. Bizans'tan birçok şehir ve kale almıştır. Hüseyin Gazi, Cafer'in (Battal Gazi'nin) doğumundan üç sene sonra, Bizanslılarla yaptığı bir çarpışma sırasında şehit düşer.


Cafer, çocukluğundan itibaren iyi öğretmenlerden ders alarak bilgili ve imanlı bir genç olur. Aynı zamanda ata binmekte, kılıç oynatmakta, güreşte hep birincidir. Cafer 14 yaşına geldiğinde Malatya serdarı olarak babasının yerine geçer. Daha 14 yaşında iken pek çok kahramanlıklar gösterir. Esir aldığı bir Bizans ko¬mutanı ona "yiğit, kahraman" mânâsına gelen "Battal" ismini takar.


Destanın daha sonraki bölümlerinde, Battal Gazi'nin Bizanslılarla ve diğer kâfir beylerle olan mücadelesi anlatılır. Battal Gazi bu mücadelelerin çoğundan aklı, cesareti, yiğitliği bazen savaş hileleri ve özellikle yüce imanı sayesinde galip çıkar. Battal Gazi'nin temel gayesi, İslam’ı yaymak ve Müslümanları üstün kılmaktır. Bu gaye destanın birçok yerinde vurgulanmaktadır.


Battal Gazi 100 yaşına kadar yaşar. Hayatı boyunca doğuda, batıda, denizde, karada Allah yolunda cihad eder. Artık iyice yaşlanmış olan Battal Gazi, Eskişehir'de Mesihiye Kalesi çenginde şehit olur. Ölümünden sonra, Selçuk hükümdarı Alâeddin Keykubat'ın annesi Ümmühan Hatun, Battal Gazi'nin mezarının bulunduğu yer olan Üç Tepeler'de onun için bir türbe yaptırır. Bu türbe bugün Eskişehir dolaylarında Seyyid Gazi kasabasında "Üçler Bayırı" denilen yerdedir.

 

Battal Gazi'nin Kişiliği ve Destanın Yorumlanması
Destanda Battal Gazi'yi cesur, bilgili ve mazlumların yardımına koşan akıncı bir kahraman olarak görüyoruz. Battal Gazi daha 13 yaşında iken bulunduğu yö¬rede ün salar. Hakkında türküler söylenir:

Cafer artık bastı on üç yaşına.
Bir güzellik geldi o gür kaşına.
O boy poşu değdi göğün arşına;
Yaman bir silahçı oldu Cafer, heyy!

Bizans ordularına "aman" dedirten, kayserlerin rüyalarına giren cengâver Battal Gazi birçok konuda olduğu gibi din ilimlerinde de derinleşmiştir. Nitekim Hindistan Şahı Mahrâseb'e bu bilgisi sayesinde Müslümanlığı akıl yoluyla kabul ettirmiştir.


Battal Gazi yaptığı her işte Allah'a güvenen, Allah'ın yardımına sığman imanı bütün bir askerdir. Malatya ordusunun kumandanı olan bu asker, her işinin başında veya her zorluk karşısında Allah'a yalvarıp dua eder. Destanda adı geçen diğer Müslümanlar da imanlı kimselerdir. Aşağıdaki parça Battal Gazi'nin ve onun şahsında diğer Müslümanların Allah'a nasıl inandıklarını gösteriyor.

Cafer, şimdi Akdağ'a varmıştı. Oradan aşağıya baktı. Bir de ne görsün! Deniz gibi bir ordu ovaya konmuştu. Sonu, kuyruğu yoktu. Atının başını çekerek durdu. Elini alnına koyarak yine baktı, baktı.


Sonra ulu Tanrı'ya yakararak:


Ey ulu Allah'ım! dedi. Bütün zorlukları kolaylaştıran sensin. Bütün kördüğümleri sen çözersin. Ne olur, bu zayıf kuluna, bîçareye lütfunu ihsan et. Bu mel'unları, bu alçakları, din düşmanlarım, memleketi gasp edenleri benim önümde boyun eğdir!

Destanda Battal Gazi'nin ve diğer Müslümanların gayesi İslâmiyet'i yaymak ve ona zafer sağlamaktır. Bu gaye destanın birçok yerinde vurgulanır. Battal Gazı Allah'a şöyle yalvarır:

- Ey ulu Tanrım, benim yardımcım ol! Bana kudret ve kuvvet ver, bu kâfir memleketi Müslümanlıkla serem kıl Bana onun kiliselerini yıkmayı nasip et. Onların yerine mescitler yapayım, medreseler yükselteyim.

Battal Gazi, bu idealini gerçekleştirebilmek için her fırsatta kâfirlere Müslümanlığı telkin eder.
Battal Gazi'nin ömrünün son günlerinde oğullarına ettiği şu nasihatler ise Müslüman bir Oğuz Han'ın öğütlerini andırıyor. Ayrıca Müslümanca bir hayatın gayesini söylemiş oluyor:

- Ey iki gözümün iki bebeği oğullarım! Ben ki sizin babanızım.. Söyleyeceğim öğütlenme kulak verin. Artık ne gücüm kaldı, ne takatim! Din yolunda on dört yaşımdan beri vuruştum, doğuştum. Kimi karadan, kimi denizden hangi savaşları yaptımsa bunlar ne nefsim için ne de hevesim için! Hepsini Allah'ın rızası için yaptım. Bundan sonra siz de ne işler yaparsanız kendi nefsiniz için yapmayın. Allah rızası için yapın. Bu devlet ve millet için yapın. Gazayı küçümsemek, altın ve gümüşe aldanmak gibi bir şeydir. Cihada bütün varlığınızla katılın ve üstün gel¬meye çalışın...

Destanda dikkatimizi çeken bir taraf da, Müslüman olmayanların ve özellikle Hristiyanların bugün olduğu gibi eski asırlarda da İslamiyet’in yayılmasından duydukları endişedir. Bu endişe destanda, bizzat Bizans beyinin ağzından dile getiriliyor. Bizans beyi, İsa dininin zayıfladığını ve Muhammed dininin, güçlendiğini yana yakıla anlatarak döğünmektedir.


Battal Gazi destanında, Müslümanlar kâfirlere karşı birçok zaferler kazanırlar. Fakat kazanılan zaferlerden dolayı kibirlenmezler. Müslümanların Bağdat'taki halifesi, İslâm gazilerine devamlı uyanık ve alçak gönüllü olmaları konusunda buyruklar göndermektedir:

- Ey beyler! sakın gaflet içinde olmayın. Melik Kayser, Konstantaniyye'den kalkar, gelir. Böyle bir haberi alınca hemen bana bildirin. Korkmayın, Allah'a güvenin, O'na sığının!

Yiğitlik, imanlı olmak, cömertlik, yalan söylememek, kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmek gibi faziletler, Battal Gazi destanında sürekli övülmekte olan Islâm-Türk ahlâkına dayalı değerlerdir.

 

Battal Gazi destanından seçmeler


(Simbat adlı bir kâfir beyinin tutulup yok edilmesini ve hisarının (şatosunun) fethini anlatan aşağıdaki parça, 15. yüzyıldan kalma bir Battal Gazi destanından alınmıştır.
Simbat kâfiri, harap bir kaleyi tamir ettirip yerleşmiş ve etraftaki Müslümanlara dehşet saçmaya başlamıştır. Battal Gazi, "Onun şerrini bu iklimden defetmeğe" karar verir.)

Seyyid heman yola çıktı. Geldiler, gördüler: bir on bin kadar var Frenk, kon¬muşlar, otururlar.


Seyit, yüz kişiyi dört yol eyledi, yirmi beş kişi, dört yandan dün buçuğunda davlumbaz urdular, baskın yaptılar. Frenk askeri, birbirini kırdılar. Seyit, vakit vakit bir taraftan nağra ururdu. Erteye değin, kâfirler birbirleriyle cenk eylediler. Cenk arasında Battal, Simbat'a erişti. Bir vuruş ile yıktı. Üstüne saldırdılar, ortadan Simbat'ı aldılar, hâin artık durmadı, kaleye çıktı, kapıyı kapadı. Çerisi sindi, tarumar oldu. On bin erin malın aldılar, bir yere topladılar.


Seyit yürüdü kaleyi dolaştı ki fırsat bula, kaleyi ala. Bir yere vardı, gördü ki su gider. 01 suyu gözetti. Su geldi, bir deliğe girdi. Seyid eyitti:


"İşbu su hisara gider, eğer çare olursa uş bundan olur." dedi. Hemen atın bir yerde kodu, elbisesini çıkardı. Allah'a sığındı, o su deliğinden içeri girdi. Gide gide su geldi, bir sarnıca döküldü. Seyid dahi sarnıca düştü. Gayet soğuk idi. Hayli zahmet çekti. Hele nazar kıldı bir merdiven gördü ki, ol merdivenden taşra çıktı.


Yatsı vaktiydi. Biraz durdu, gördü bir karı suya geldi. Seyid'i gördü ol dem düştü, aklı başından gitti. Bir zamandan sonra aklı başına geldi, gözün açtı yine Seyid'i gördü. Meğer biçarenin bir oğlu gitmiş Tanrı Taalâ, Seyid'i onun suretinde gösterdi. Kadın eydür:


-Canım oğul, şimdiye dek kanda idin? dedi. Seyid'in üstüne düştü.


Seyid dahi:


- Canım ana, dedi. Söz söyleyecek vakit değil. Üşüdüm, beni eve ilet ve hem dahî beni kimseye söyleme!


Kancık, sevindiğinden ağlayı ağlayı evine geldi. Seyid eydür:


-Canım ana, hastır beni, biraz yatayım! dedi.


Andan (sonra) yattı. Kan, bulduğu nesnelerden üstünü örttü. Kapıyı muhkem berkitti. Yanında oturdu. Seyid biraz uyudu, hele kendiye geldi, uyandı eydür:
-Canım ana, karnım açtır, nesilecik getir yiyem, dedi.


Karı durdu, geldi. Yumurta pişirip üzüm pekmez getirdi, Seyid yedi, karnın doyurdu, andan taşra çıktı. Frenk oğlunun elbisesini giymiş (olarak) sürdü, Simbat lâininin sarayına geldi. Gördü ki içmiş mest olmuş lâflar urur eydür:


- Erte aşağı ineyim. Ne Battal koyam ne halifesin koyam! Her kim elime gelirse öldüreyim. Göreyim Battal'ın Tanrısı bana n'eyler! dedi. Andan mest olup yattı, uyudu.
Kullar dağıldı. Seyid bir karanlıkça yerde kaldı. Sabreyledi, âlem düşmanlardan boşalınca hemen Allah'a sığınıp Simbat'ın üstüne geldi. Meğer başucunda bir Hindi kılıç vardı, aldı. Dahi, Simbat uyurdu. Hemen lâin gözün açıp banlayu eydür:
-Sen kimsin?


Seyid eyitti:


- Seyid Battal Gazi'yim... Tez iman getir! Yoksa sen bilirsin! Deyince, mel'un diledi ki çağıra... Hemen berkçe boğazın sıktı. Komadı ki çağıra. Ol dem berkçe bağladı, getirdi kale kapısına. Kapıda kırk kişi vardı. Kamusu sarhoş yatmışlardı. Ol dem hançer çıkarıp başlarını kesti. Kapının kilidini sıdı, önüne çıktı. Bir nağra urdu, haykırdı. Sünniler işittiler, bindiler, seğirttiler. Kale halkı birbirine dokundu.


Simbat mel'unu dine davet eyledi çare olmadı. Kapı önüne astı. Erteye değin kılıç yürüttü. Çünküm erte oldu, Malatya'dan üç yüz gazi çıkageldi. Seyid'in elin Öpüp görüştüler. Kalenin fethine gayret-sâz oldular. Çokluk mal buldular. Seyid, gazilere bahşeyledi. Simbat'ın kızım Hüseyin İbn-i Ali'ye verdi. Kaleyi harap kıldı. Andan yine Malatya'ya geldiler.
(Battal Gazi Destanı)

 

Açıklama
Frenk (Burada): Hristiyan. - dün buçuğu: gece yarısı. - davlumbaz, büyük davul, kös.- lâin: melun.- çeri: asker. - don: elbise. - berkitmek, sıkıştırmak. - banlamak bağırmak. - şâz. şad. - Hüseyin ibn-i Ali: Ali oğlu Hüseyin: Battal'ın yiğitlerin¬den biri. - Rûm; Roma, Bizans. - sınmak, kırılmak. - sıdı: kırdı. - Sünniler: Müslümanlar anlamına. - gayret-sâz: çok gayret göstermek.

 

Battal Gazi cenklerinden bir sahne


(İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY.6353. Takriben XVI. yüzyılda istinsah edilmiştir)
… Seyyid çağırdı, er diledi meydâna. Kimsemin zehresi olmadı kim meydâna gire. Ayruk kimse meydâna girmedügin Seyyid Hazreti bildi. Atından aşağa indi. Kolanın muhkem berkitdi, girü bindi. Tîğ-i Dahhâki çeküp sağ kola hamle eyledi. Birisi Seyyid'ün önine durımadı. Yine meydân yirine geldi, çağırdı kim: "İy âsîler din düşmanları meydâna gelsenüze!" didi.


Bu yana Kayser kakıdı. Çağırdı kim: "N'oldunuz? Ortamızda bir er yok durur kim işbu nâbekâra cevâb viremiyecek yüzi suyun yirine getüre" diye yorur-irken ez-in-cânîb karşudan toz oynadı; gün yüzi tutıldı.


Toz içinden yüz bin alay, yüz bin âlem çıka geldi. İsmâil-i Semerkandî irdi. Sünnîler karşu vardılar. Muânaka kıldılar. Halîfeyi sordılar. İsmail eyitdi: "Uş irişdi" didi. Anun ardınca elli bin kişiyle Hüsrev Şâh-ı Şirvan geldi. Saf bağladı, durdılar. Anun ardınca Minuçehr Kelânî çıkageldi. Otuz bin erile saf bağladılar. Durdı, anun ardınca altı bin kişiyle Beturânî Hindi çıkageldi, Ne kıssayı dırâz idelüm. Tolp tolp Müslümanlar geldiler. Alaylar bağladılar. Nâgâh bir acâib toz belürdi. Toz içinden halîfemin âlemi peyda oldı. Bir ak fil-i Mengelûs üzerine taht bağlamışlardı. Üstinde çetr-i hümâyûn yeşil atlasdan dutılmış kubbe içinde halîfe-i rûy-ı zemîn oturmışdı, Bin beş yüz müfti ve müderris sağında ve solunda. Yidi yüz cârîhâfız-ı Kelâmullâh hoş-âvâzile okurdı. "Lâ-ilâhe illallah Muhammed er-resûlullâh" dirleridi.


Dört bin filân bin filân göm gök demür geyüp halifenün önince yalın kılıçlar dutup yörürleridi. Dört hâss er sağ yanca yaylar kabzasın dutup oklar geçleyüp yörürleridi. Dört bin er solunda gürzler getürürleridi. Dört bin kişi akabince ağır bozdoğanlar getürürlerdi. Bu azametle halîfe nikaab yüzinde oturmışıdi. Üç yüz altmış fil çünki Arabî atlar önince yedilürdi.


Emir Ömer ve gaziler karşı vardılar. Piyade olup gorişdiler. Yüz yire urdular.


Çünkim Kayser bum gördi. Kanı kudurdı. Gevdesine ditreme düşdi. Dahi sıtma dutdı. Ezin-cânib bu yana Seyyid dahi meydan içinde at başın çeküp teferrüc iderdi. Halîfe dahi tahtından ol kenâr-ı leşkerin teferrüc iderken gözi Seyyid'e dokındı.


Eydür: "Şol meydan ortasında duran kimdür?" didi. Eyitdiler: "Yâ emîr-el-müminîn! Bir cins yiğitdür, ne erlikler idüpdür. Hîç kimse mukaabil olmaz. Bizüm leşkerümüzi ol dayadı. Yohsa Kayser bizüm kökümüzi keserdi ve külümüz göğe savururdı/'Çünkim halîfe bu sözleri işitdi. El gotürdi. Seyyid'e duâ kıldı. Sünnîlerden bir sünnî seğirdüp Seyyid'e geldi. Eydür: "İy gaazîler serveri, Halîfe senün içün duâ kıldı" didi. Seyyid bum işidicek atından sıçradı, aşağa indi. Halîfeye karşı yüz yire urdı. Yine atma bindi. Bir müddet silâhşorluk gösterdi. Halîfeye eyitdiler: "Şâh-ı âlem işbu hünerleri kim gösterür kamusı Battal'dur."


Seyyid meydân içinde dururken yüzi Kayser'e döndi, er diledi. Kayser leşkerinde bir er vardı, Kerkenlavî dirlerdi. Seyyide beraber geldi. Sünü havale kıldı. Seyyid anun süngüsin men'eyledi. Geldi kim kuşağından dutdı ve atından kapdı. Başınun üstine çevürdi, yire urdı. Cân cehenneme ısmarladı. Anun ardınca Keşer-nek Keşmirî dirlerdi. Anı elma gibi atından tapdı. İki elin bağladı. Sünnîlerden yana viribidi.


Çünkim ahşam irdi. Yine ceriden çıkdı. Dağa yörüyivirdi. Halîfe Seyyid'ün ardınca dualar kıldı. Bu yana Kayser çerisine katı korkı düşdi.
Emir Ömer eyitdi: "Yârenler! Şol yiğidün ardınca varun. Ol kim benüm katuma getüresiz. Benüm gönlüm şöyle tanuklık virür kim Battal'dur. Kendüyi nikaab ile gizlemişdür." didi. Serverler bindiler. Dağı ve taşı aradılar, bulımadılar ve leşkere geldiler. Ez-in-cânib Seyyid dağun doruğına geldi. Âbdest aldı, namaz kıldı. Ahşam ve yatsı namazın kıldı. Bir tenhâ yirde atın ve donın ve yarağın(silah) ve sünüsin kodı. Dağdan aşağa indi. Kayser'ün leşkerine geldi. Çünkim Kayser'ün bâr-gâhına geldi. Gördü kim taht üstinde otururlar.


Siyâset kurümış, Ahmed-i Taran ve Mimlân'ı getürmişler, elleri bağlu siyâsete dururlar. Kayser dilemiş kim bunları öldüre. Komamışlar kim: "Eğer sen bunları Öldürürsen yidi ulu beğlerümüz Muhammedîler elinde esirlerdür anlar dahi anları öldürür" dimişler. Kayser söze gelmiş, eydür: "Aceb bu gün şol dağdan inen ne yiğitdür ola? Bize şunun gibi işler işledi. Mesîh'ün yüzi suyın yire dökdi. Ben sevinürdüm ki Battal öldi diyü, bu hod Battal'dan beş beter oldı" didi.


Oturanlar eyitdiler: "Bilmezüz, şol dağdan iner yine şol dağa gider" didiler. Kayser eydür; "Aceb nice bilür kim ol ne kişidür?" didi.


Seyyid ilerü vardı. Eydür: "Şâhâ! Bu iki kişiler anı bilürler. Ger buyurursanuz ben bunlara işkence ideyin, varayın" didi. Kayser eyitdi: "Eyü, söyledim al bir yire ilet, söyledeydün ola mı?" didi.


Seyyid aldı, bunları taşra çıkardı. İkisinün dahi ellerin çözdi. Ahmed-i Târân eyitdi; "Beri yüzüme bak." Çünkim Ahmed-i Târân nazar eyledi, bildi kim Seyyid'dür. Âh eyledi. Eyitdi: "İy pehlivan kandaşız?" diyü aklı başından gitdi.


Seyyid, Ahmed'ün yüzine su sepdi. Girü aklı başına geldi, Gözin açdı, eydür: "İy pehlivan bu gördüğüm düş midür veya uyanuklık mıdur?" didi.
Seyyid eyitdi: "Aklum divşür kim benüm Seyyid Battal Gâzî, ol dağdan inüp hünerler gösteren" didi. Hemândem Ahmed, Seyyid'in ayağına düşdi. Seyyid Ahmed'i bağrına basdı. Görişdiler,


Mimlân eydür: "Bu ne yiğitdür kim bunun gibi eyülikler eyledün". Ahmet eyitdi: "Bizüm ol serverümüz, sultânumuz Seyyid Battal Gâzî budur" didi. Dahi gelüp Seyyid'ün ayağına düşdi. Seyyid dahi öpdi, kuçdı. Tîz iki at getürdi, bunlara virdi,


Eyitdi: "Din varun imdi siz yârenlere benüm selâmumı değürün. İnşâallâh kim irte ben dahî meydâna girem, kendümi ayan kılam. Hele şimdi siz varun" diyüp gönderdi.
Bunlar şâd u hurrem Sünnîlere geldiler. Rast halîfe katma geldiler. Gördiler kim ne kadar ulu pâdişâhlar varsa mecmû'ı, halîfe katında otururlardı. Seyyid'ün hikâyetin söylerdi.
Ahmed-i Târân ve Mimlân, halîfe katma vardılar. Yüz urdılar. Eyitdi: "Yâ emîr-el-mü'minîn! Müjdegân ve beşaret olsun kim ol dağdan inüp pehlivanlık idüp kâfirler kıran yiğit serverümüz Seyyid Battal Gâzî'yimiş ve hem bizi dahi halâs kıldı." İnşâallâh irte meydâna varam, kendimi ayan kılam" didi.

Açıklama
Zehre: yiğitlik, cesaret. - ayruk; başka. - nâbekâr: uygunsuz, serseri. - ez-in-oa-nip: öte yandan. - muanâka: boynuna sarılma, sarmaşma. - "uş irişti!": işte yetişti. - Kıssayı dırâz idelüm: Hikâyeyi (lâfı) kısa keselim. - toip tolp: takım takım bölük bölük - âlem: hilalli İslâm bayrağı. - çetr-i Hümâyûn: pâdişâh çadırı. - halife-i rûy-ı zemin: yeryüzünün (İslâm) Halifesi. - Hafız-ı kelâmullah: Kur'an-ı Kerim hafızları. - nikab: örtü -mukabil olmaz: ona karşı, onunla denk olmaz. - sünü: süngü. - yarağ: silahlar ve cenk donatımı. - Ahmed-i Târân ve Mimlân: Battal’ın cenk arkadaşları. - siyâset: idam, asılma, darağacı - Mesih: Hz. İsa. - irte: sabah, gündüz, - rast: dosdoğru, -şâd u hürrem: neşeli ve mutlu. - meemu'ı: hepsi

Özetler
(Şair M. Faruk Gürtunca, Yazma nüshalardaki Seyyit Battal Gazi Menkıbelerine sadık kalarak Seyyid Battal Gazi Destanını 1966 yılında deş kitap (2 cild) hâlinde yayımladı.

Biz, yukarıda verdiğimiz bilgileri metinlerle vurgulamak için, o destandan bağa özetler sunuyoruz, özetimiz, ayrıca kısa metinlerle desteklenmiştir.)