Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

OĞUZ KAĞAN DESTANI

  • Oğuz Kağan destanı MÖ 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Huri Hükümdarı Mete'nin hayatı etrafında şekillenmiştir.
  • Bu destan, eski Türk kaynaklarında “Oğuzname” adını alır.
  • Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır:
  • XIII ile XVI. yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve İslâmiyet’ten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir.
  • XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn'in Câmi üt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı İslâmî varyantların ilkini temsil etmektedir.
  • Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü'l-Gazi Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.

 

Oğuz Kağan Destanının İslâmiyet Öncesi Rivayeti

Ay Kağan'ın yüzü gök, ağzı ateş, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et, çorba ve şarap istedi. Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü.

Ayakları öküz ayağı, beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz'un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı.

Günlerden bir gün bu gergedanı avlamaya karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın bağırsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti.

Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrı ’ya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce Gök Tanrı da gülüyor, kız ağlayınca Gök Tanrı da ağlıyordu. Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi.

Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler.

Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz, ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz'un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.

Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Çeşit çeşit yemekler, şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler. Toydan sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:

Ben sizlere kağan oldum

Alalım yay ile kalkan

Nişan olsun bize buyan

Bozkurt olsun bize uran

Av yerinde yürüsün kulan

Daha deniz, daha müren

Güneş bayrak gök kur ikan

Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi: “Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm. ”

Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan'a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağan’ın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan, Oğuz Kağan ’ı dinlemezdi. Oğuz Kağan’ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağan ’a doğru yürüdü. Kırk gün sonra Buz Dağ'ın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: “Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim! “dedi. Bunun üzerine Oğuz, çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü, gök yeleli büyük erkek kurt İtil Müren denizi yakınındaki Kara Dağ’ın eteğinde durdu.

Urum Han’ın ordusu ile Oğuz Kağan’ın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Han’ın hanlığını ve halkını aldı. Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek İtil Irmağı ’na geldiler. Oğuz Kağan'ın beylerinden Uluğ Ordu Bey İtil Irmağı’nı geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz'un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey'e “Kıpçak” adını verdi.

Gök tüylü, gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan'ın çok sevdiği alaca atı Buz Dağ’a kaçtı. Oğuz Kağan’ın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağ ’a çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: “Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen ‘Karluk’ olsun, “dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet Yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağan ’a boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet kağanını yendi ve halkını kendisine bağladı.

Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü, gök yeleli erkek kurtla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla evine döndü.

Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında paylaştırdı.

 

HUN - OĞUZ DESTANLARI

Orta Asya’da Kore’den İdil’e kadar Türk kavimlerini bir araya toplayarak eski Türk tarihinde büyük devlet kuran Türkler, Hunlar’dır.
Hunlar, aynı zamanda tarihlerini daha iyi bildiğimiz Türklerdir. Çinlilerin, Hiung-nu dedikleri Hunlarla uzun çarpışmaları vardır. O kadar ki meşhur Çin Duvarı, Çin topraklarını Hun akınlarına karşı korumak ümidiyle yapılmıştır.
Çin tarihlerinde bu yüzden Hunlar hakkında geniş bilgiler vardır.

Hunlar’ın M. Ö. III. asır sonlarından, M. S. III. asır başlarına kadar uzayan tarihi, daha çok, Türk -Çin savaşlarıyla kaplıdır. Bundan evvel M. ö. 569 ve 307 yıllarındaki Hun akınları, Çinlileri bu kuvvete karşı tedbir almak zorunda bırakmıştır.
Hun devleti Orta Asya’daki altın devrini M. ö. II. asırda Tümen Yabgu’nun oğlu Mete zamanında yaşadı. Mete yahut Motun adlı bu Hakan, M. Ö. 209 - 174 yılları arasında Hun birliğine büyük devir yaşatmış; bir yandan Çin’e hüküm geçirmiş; öte yandan Batı’ya yürüyerek M. Ö. 177’de Hazar Denizi’ne varmıştı.
Bu devleti kuran Türkler, başlangıçta eski çadır medeniyetinin hür ve seyyal hayatı içinde yaşıyorlardı. Daha sonraki asırlarda, daha batıya, Avrupa’ya aktılar; cenup illerine indiler. Büyük ırmaklar, büyük denizler çevresine vardılar. Buralarda, başka kavimlerle savaştılar. Fethettikleri ülkelerde vatan tutup yeni ve yerli medeniyetler kurdular. Büyük şehirler kurup büyük abideler yücelttiler.
M- S. V. asırda Kara Deniz’den Ren çevresine kadar Avrupa illeriyle Balkanlarda devlet kuran Attila’ya eski Avrupalılar Tanrı’nın kırbacı demişlerdi. Attila sarayının medenî ihtişamı Cermen destanlarına geçti. Attila Hunları’ndan başka, İslâmlıktan sonraki Türk tarihinde Selçuklular ve Osmanlılar gibi; Horasan, İran, Azerbaycan, Irak, Şam, Anadolu ve Balkanlar’la Kırım, Ukrayna, Arabistan ve şimalî Afrika topraklarında büyük devlet kuran Türkler de hep aynı Hun - Oğuz birliğinin torunlarıydı.
Böylelikle Hunların, kesin olarak M. Ö. III. asırda başlayan cihangirlik macerası, bazı fasılalarla, M S XIII- aşıra ve bu asırdan zamanımıza kadar sürdü.
Başka başka vatanlarda büyük vakalar ve yeni kahramanlıklarla birleşip zenginleşen Hun - Oğuz destanları da bu devletlerin ve bu devletleri kurup yükselten kahramanların destanı olarak asırlar boyunca söylendi
Gerçi durmaksızın tazelenen destan vakaları ve destan kahramanlıkları yüzünden günü gününe yazıya geçmeyen bu destanlar, söylendikleri ilk zamanlardaki manzum terennümler hâlinde elde edilemedi.
Yine böyle devirleri özletecek, uzun bir sükûn çağı olmadığı için de Oğuz Destanlarını bütün hâline koyacak bir destan şairi yetişmedi.
Bugün Oğuz Türkleri denilen büyük ve ileri Türk kavminin, XIII. ve daha sonraki asırlarda söylenen destanları, kendi çağlarındaki edebiyat tarihi bölümlerinde görülecektir.
Şu muhakkak ki Oğuzların yeni fetihler, istilâlar, gazâlar ve yeni coğrafyalarla zengin, çeşitli ve devamlı destanları, önce Orta Asya’daki Hunlar devrinde başlamıştır. Oğuz Destanı’nın, cihangir şahsiyeti ve yararlıkları çevresinde toplandığı düşünülen en ünlü, tarihî kahramanı da, bir ihtimâle göre, eski Hun hükümdarı, Mete - Motun'dur. Bugün elimizde yer yer eski manzum söylenişinden hâtıralarla süslü ve nesir diliyle yazılmış bir Oğuz Kağan Destan” vardır. M. XIII. asırda Uygur yazısı ve Uygur Türkçesiyle yazıya geçirilmiş bu mühim destanın bugünkü Türkçe ile ifadesi şöyledir:


OĞUZ KAĞAN DESTANI

Günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözü parladı. Erkek oğul doğurdu. Bu oğulun yüzü gök rengi, ağzı ateş kızılı, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Güzel perilerden daha alımlıydı.
Bu oğul, anasının göğsünden ilk sütü içip bundan sonra içmedi. Çiğ et, çorba ve şarap istedi. Dile gelmeğe başladı. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü, oynadı.
Ayakları sığır ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı göğsü gibi idi. Vücudunun her yeri tüylü idi. At sürüleri güder, ata binerdi. Av avlardı. Günlerden sonra, gecelerden sonra yiğit oldu.
Bu çağda, bu yerde bir ulu orman vardı. Çok dereler, çok ırmaklar var idi. Buraya gelen avlar çok çok, burada uçan kuşlar çok çoktu.
Bu ormanın içinde büyük bir canavar var idi. At sürülerini ve halkı yerdi. Büyük, yaman bir canavardı. Ağır bir baskı ile halkı ezmişti. Oğuz Kağan bir yiğit, cesur kişi idi. Bu canavarı avlamak diledi. Günlerden bir gün ava çıktı. Çıda ile ok- yay ile kılıç ve kalkanla atlandı. Bir geyik yakaladı. Bu geyiği, dalın çubuğu ile bir ağaca bağladı. Gitti.

Ondan sonra sabah oldu. Tan ağaran çağda geldi, gördü ki canavar geyiği almıştır. Gene bir ayı tuttu. Altınlı bel bağı ile ağaca bağladı. Gitti. Bundan sonra sabah oldu. Tan ağaran çağda geldi, gördü ki canavar ayıyı da almıştır.
Bu sefer ağacın dibinde (kendisi ) durdu. Canavar gelip başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz, çıda ile canavarın başına vurdu. Onu öldürdü. Kılıç ile başını kesti, aldı gitti. Gene gelip gördü ki, bir sunkar (ala doğan) canavarın içerisini (bağırsaklarını) yemektedir. Yay ile ok ile o sunkarı öldürdü. Başını kesti. Ondan sonra dedi ki: Canavar geyik yedi, ayı yedi, çıdam (onu) öldürdü. Demir olduğundandır.
Canavarı sunkar yedi. Yayım, okum öldürdü. Bakır olduğundandır, dedi ve gitti.

Gene günlerden bir gün, Oğuz Kağan bir yerde Tanrı’ya yalvarmakta idi. Karanlık bastı. Gökten bir gök ışık düştü. Güneşten, aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan yürüdü. Gördü ki bu ışığın arasında bir kız var. Yalnız oturuyor. Çok güzel bir kızdı. Onun başında ateşli, parlak bir beni vardı. Altın kazık (demir kazık, Kutup yıldızı) gibi idi. O kız öyle güzeldi ki, gülse gök tanrı (mavi gök) da gülüyor; ağlasa gök tanrı (da) ağlıyordu.
Oğuz Kağan onu gördükte aklı kalmadı, gitti. Onu sevdi, aldı.

Günlerden gecelerden sonra (kızın gözleri) parladı. Uç erkek oğul doğurdu. Birincisine Gün adım koydular. İkincisine Ay adını koydular. Üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
Gene bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Bir göl ortasında, önünde bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda bir kız vardı. Yalnız oturuyordu. Güzel, alımlı bir kızdı. Onun gözü gökten daha gök rengi, onun saçı ırmak dalgası gibi; onun dişi inci gibi idi. Öylesine güzeldi ki yeryüzü insanları onu görse “Ay ay, ah ah ölüyoruz!” diyerek sütten kımız olurlardı.
Oğuz Kağan onu gördükte aklı gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Günlerden sonra, gecelerden sonra (kızın gözü) ışıldadı. Uç erkek oğul doğurdu. Birincisine Gök adını koydular. İkincisine Dağ adını koydular. Üçüncüsüne Deniz adı koydular.
Ondan sonra Oğuz Kağan büyük toy verdi. Çağırılan halk biri birine danışıp geldi. Oğuz Kağan 40 sıra ve 40 masa yaptırdı. Türlü aşlar, türlü şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler.
Toydan sonra Oğuz Kağan beğlere ve halka yarlık verdi. Dedi ki:

Men sin-ler-ge boldum Kağan
Alalınğ ya takı kalkan
Tamga biz-ge bolsun buyan
Kök böri bolsun-gıl uran
Temür çıdalar bol orman
Av yırde yürüsün kulan
Takı taluy takı müren
Kün tuğ bol-gıl kök kurikan
dedi.

Destanda sekiz heceli vezinle söylenen bu manzum parçanın bugünkü Türkçeyle söylenişi şöyle olabilir:

“Ben “izlere oldum Kağan
Alalım yay, dahi kalkan
Talih bize olsun nişan
Bozkurd (sesi) olsun uran
Demir mızraklar (bir) orman
Avlakta yürüsün kulan
Daha deniz, daha muran
Gün tuğ olsun, gök kurikan."

Bu mısraların bugün yaşamayan kelimeleri arasında buyan: talih; uran: savaş bağırışı; kulan: yaban at ve eşeği; taluy: deniz: muran, müren: ırmak; kurikan: çadır demektir.
Gene ondan sonra Oğuz Kağan dört yöne yarlık yolladı. Bildiriler bildirdi. Elçilerine verip gönderdi.

İşbu bildirilerde bildirmiş idi ki: “Ben Uygurların Kağanıyım ki, yerin dört bucağının kağanı olsam gerektir. Sizlerden baş eğmenizi istemekteyim. Kim benim ağzıma bakar (emrimi dinler) se hediyelerini alıp onu dost tutarım. Kim ağızıma bakmaz (bana baş eğmez) se gazaba gelir, çeri çıkarıp (onu) düşman tutar, baskın yapıp onu astırır, yok ettiririm.”
Gene o çağda, sağ yanda Alton Kağan denen bir kağan vardı. Bu Altun Kağan, Oğuz Kağan’a elçi yolladı. Çok delim altın, gümüş tartıp çok delim kıymetli yakut taş alıp çok delim mücevherler gönderip Oğuz Kağan’a saygı ile sundu. (Onun) ağızına baktı. (Emrini dinledi) İyi vergilerle dostluk sağladı. Onunla dost oldu.
Sol yanda Urum denen bir Kağan vardı. Bu kağanın çerisi çok çok, şehirleri çok çoktu. Bu Urum Kağan, Oğuz Kağan’ın buyruğunu dinlemezdi; onun arkasından varmazdı. “Onun sözünü tutmaz ben!” deyip yarlığına bakmadı.
Oğuz Kağan gazaba gelip onun üzerine atlanmak diledi. Çeri ile atlanıp tuğlarını tutup (bayraklarını açıp) gitti.
Kırk günden sonra, Muz Dağı denen dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu. Sessiz kalıp uyudu.

Ertesi gün, gün doğarken Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. O kurt Oğuz Kağan’a söz söyledi. Dedi ki: “Ey ey Oğuz! Sen Urum üzerine atlanmak (yürümek) dileğindesin. Ey ey Oğuz! Ben senin hizmetinde yürümek istiyorum.” dedi.
Gene ondan sonra Oğuz Kağan çadırını dürdürdü, gitti, gördü ki çerinin önünde gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt yürümektedir. O kurdun ardı sıra ordu yürümektedir.
Bir nice günlerden sonra gök tüylü, gök yeleli büyük erkek kurt durdu. Oğuz dahi çerisi ile durdu. Burada İtil Müren denen bir deniz vardı. İtil Müren’in yanında bir kara dağ önünde vuruş tutuldu. Okla, çıda ile kılıçla vuruştular.

Çerigler-ninğ aralarında
Köp telim boldı uruşgu
İlkünler-ninğ köngülleride
Köp telim boldı kaygu

(Çerilerin aralarında vuruşma çok çok oldu. Halkın gönüllerinde kaygı çok çok oldu.” manasındaki bu manzum parça da sekizli hece vezniyle söylenmiş olmalıdır.)
Tutuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki İtil Müren’in suyu kıpkızıl zencefre gibi oldu. Oğuz Kağan yendi. Urum Kağan kaçtı.
Oğuz Kağan, Urum Kağan’ın kağanlığını aldı, halkını aldı; ordusuna çok büyük cansız ganimet, çok delim canlı ganimet düştü.


Urum Kağan’ın bir kardeşi vardı. Urum Beg denilirdi. Bu Urum Beg, oğlunu dağ başında derin ırmak arasında, iyi tahkim edilmiş bir şehre yolladı. Dahi dedi ki: “Şehri korumak gerektir; sen şehri bize sakla ve vuruşmalardan sonra gel!” dedi.
Oğuz Kağan bu şehre yürüdü. Uruz Beg’in oğlu, ona çok altın, gümüş yolladı. Dahi dedi ki: “Ey (Oğuz Kağan) sen benim Kağanımsın. Bana babam bu şehri verdi. Dahi dedi ki: Şehri korumak gerektir. Sen de şehri bana sakla ve vuruşmalardan sonra gel, dedi. Babamın sana kızması benim suçum olur mu? Ben senin buyruğunu yerine getirmeğe hazırım. Bizim saadetimiz senin saadetin olmuş. Bizim soyumuz, senin ağacının yemişindendir. Tanrı sana ver verip buyurmuştur. Ben sana başımı ve kut’umu veriyorum. (Sana) Vergi verir, dostluktan çıkmam.” dedi.
Oğuz Kağan, yiğidin sözünü güzel gördü, sevindi, güldü dahi dedi ki:
Men -ge köp “İttin yumşsp “en
Baluk-nı yahşi saklap “en
(Bana çok altın yolladın -Şehri İyi sakladın.)
dedi. Onun için ona Saklap adını koydu. (Ona) dostluk gösterdi.

Gene çeri ile Oğuz Kağan, İril denen ırmağa geldi. İtil denen, büyük bir ırmaktır. Oğuz Kağan onu gördü. Dahi dedi ki: İtil’in suyundan nasıl geçeriz? dedi.
Çeride iyi bir beğ vardı. Onun adı Uluğ Orda Beg idi. Akıllı bir erdi. Gördü ki bu yerde çok delim dallar, çok delim ağaçlar (var). O ağaçları kesti. Ağaçlara yattı, geçti.
Oğuz Kağan sevindi, güldü. Dahi dedi ki:
Ay ay sen munde beg bolung
Kıpçak değen sen beg bolung
(Ey ey burda sen beğ ol - Kıpçak denilen beğ ol.)
dedi.

Dahi ileri gittiler. Ondan sonra Oğuz Kağan gene gök tüylü, gök yeleli erkek kurdu gördü. Bu gök kurt Oğuz Kağan’a dedi ki: “Şimdi (sen) çeri ile buradan atlan Oğuz! Atlanıp halkı ve beğlerini götür. Ben sana, önden yürüyüp yol göstereceğim.” dedi.
Tan ağardığında Oğuz Kağan gördü ki erkek kurt çerinin önlerinde yürümektedir. Sevindi. İlen gitti.
Oğuz Kağan bir alaca aygır ata binerdi. O, bu aygır atı pek çok severdi. Yolda bu aygır at gözden yitip kaçtı, gitti. Burada ulu bir dağ vardı. En üstünde don ve buz vardı. Onun başı soğuktan apaktı. Onun için onun adı Buz Dağ’dır. Oğuz Kağan’ın atı Buz Dağın içine kaçıp gitti. Oğuz Kağan bundan çok acı çekti.
Çeri’de bir büyük kahraman er beğ vardı. Ne Tanrı’dan ne şeytandan korkardı. Yürüyüşe, soğuğa dayanıklıydı. O beğ, dağlara girdi. Yürüdü. Dokuz günden sonra Oğuz Kağan’a aygır atı getirdi. Buzdağ'larda çok soğuk olduğundan o beğ, karlara sarınmıştı, apaktı. Oğuz Kağan sevinçle güldü. Dedi ki: “Ey sen burada beğlere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun “ dedi. (Ona) çok mücevher bağışladı; ileri gitti.
Gene yolda büyük bir ev gördü. O evin duvarları altındandı. Pencereleri gümüştendi. Çatıları demirdendi. Kapalı idi. Açacağı yoktu. Çeri’de bir iyi, becerikli er vardı. Onun adı(na) Tömürdü Kağul denirdi. (Oğuz Kağan) ona yarlık verdi ki: “Sen burada kal, aç! Çatıyı açtıktan sonra orduya gel!” Bundan (dolayı) ona Kalaç ad(ını) koydu; ileri gitti.
Gene bir gün gök tüylü, gök yeleli erkek kurt yürümedi, durdu. Oğuz Kağan dahi durdu. Çadırını kurdurdu. (Bu) tarlasız, bir çorak yer idi. Buraya Çürçet derlerdi. Büyük bir yurd (ve) millet’ti. Atlan çok; öküzleri, buzağıları çok, altın gümüşleri çok, mücevherleri çoktu.
Burada Çürçet Kağan la halkı, Oğuz Kağan’a karşı geldiler. Vuruş - tokuş başladı. Oklarla, kılıçlarla vuruştular. Oğuz Kağan üstün geldi. Çürçet kağanını bastı, öldürdü Başını kesti. Çürçet halkını öz ağızına bakındırdı.
Vuruşmadan sonra Oğuz Kağan’ın çerisine, nökerlerine ve halkına öyle büyük cansız mal düştü ki yüklemeğe, götürmeğe at, katır, öküz az geldi.
Burada Oğuz Kağan’ın çerisinde akıllı, iyi bir becerikli kişi vardı. Onun adı Barmaklı Çosun Billlg idi. Bu becerikli (usta) bir kağnı yaptı. Kağnı üstüne cansız malları koydu. Kağnı(nın) başına canlı malları (atları, katırları) koydu. Çektiler, gittiler. Nökerlerin, halkın hepsi bunu gördüler. Şaştılar. Daha kağnılar yaptılar. Bunlar, kağnı yürümekte (iken) kanga, kanga diye sesleniyorlardı. Onun için onlara kanga ad (ını) koydular.
Oğuz Kağan, kağnıları gördü. Güldü. Dahi söyledi ki: “Kanga kanga ile cansızı canlı yürütsün. Kaagaluğ sana ad olsun; bunu kağnı belirtsin.” dedi, gitti.
Ondan sonra gene bu gök tüylü, gök yeleli erkek kurt ile Sındu (Sind), Tangut dahi Şam yönlerine atlanıp gitti. Çok vuruşmadan, çok tokuşmadan sonra oraları da aldı, öz yurduna ekledi. Yendi, bastı.
Gene dışarıda kalmasın, belli olsun ki aşağı yönde Barkan denen bir yer vardır. Ulu, varlıklı bir yurttur. Çok sıcak bir yerdir. Burada çok avlar, çok kuşlar vardır. Altını çok, gümüşü çok, mücevherleri çoktur. Halkının yüzleri kapkaradır.
İşte bu yerin kağanı Masar denen bir kağandı. Oğuz Kağan onun üstüne atlandı. Çok yaman (bir) vuruşma oldu. Oğuz Kağan üstün geldi. Masar Kağan kaçtı. Oğuz onu bastı. Yurdunu aldı. Gitti. Onun dostları çok sevindi. Onun düşmanları çok kaygılandı. Oğuz Kağan yendi.
Sayılamayacak nesneler, at sürüleri aldı. Yurduna, evine döndü, gitti.


Gene söylenmeden kalmasın, belli olsun ki Oğuz Kağan’ın yanında aksakallı, kır saçlı, uzun akıllı (tecrübeli) bir yaşlı kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir erdi. Tüşimel (nâzır, vekil, vezir) di. Onun adı Uluğ Türük’dü.
Günlerden bir gün uykuda bir altın yay gördü. Dahi üç gümüş ok gördü. Bu altın yay, gün doğusundan tâ gün batısına dek uzanmıştı. Uç gümüş ok da şimale doğru gidiyordu.
Uykudan sonra düşte gördüğünü Oğuz Kağan’a bildirdi. Dahi dedi ki: “Ey Kağanım! Sana hayat hoş olsun. Ey Kağanım! Sana dirilik hoş olsun. Gök Tanrı düşümde ne verdiyse gerçek olsun. (Tanrı) bütün dünyayı senin nesline verdirsin.” dedi.
Oğuz Kağan Uluğ Türük’ün sözünü beğendi, öğüdünü dinledi, öğüdüne göre kıldı. Ondan sonra, ertesi (gün) olanda büyük kardeşleri, küçük kardeşleri buyruk verip getirtti. Söyledi ki: “Ey, benim gönlüm av dileyor. Kocanuş olduğumdan benim cesaretim yoktur;

Kün Ay Yultuz tang sarığa “enler barung
Kök Tağ Tengiz tün sarığa şenler barung
("Gün, Ay, Yıldız! Tan yönüne izler varın!
Gök, Dağ, Deniz! Tün (gece, batı) yönüne sizler varın.)

dedi. Ondan sonra üç (tânesi) tan yönüne vardılar. Uç (tanesi) de batı yönüne vardılar. Gün, Ay, Yıldız, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra, yolda bir altın yay buldular. Aldılar, (babalarına verdiler.) Oğuz Kağan sevindi, güldü, dahi yayı üçe böldü.
“Ey büyük oğullarım. Yay sizlerin olsun. Yay gibi, okları göğe kadar atın!” dedi.
Gene ondan sonra Göle, Dağ, Deniz, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Aldılar, babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, dahi okları üçe böldü. Dahi söyledi ki: “Ey küçük oğullarım. Oklar sizlerin olsun. Yay oku attı. Sizler oklar gibi olun!” dedi.
Gene ondan sonra Oğuz Kağan ulu kurultay çağırdı. Nökerlerini, halkını buyruk verip çağırttı. (Onlar) gelip (birbirlerine) danışıp oturdular.
Oğuz Kağan büyük ordu(gâhın) sağ yanına kırk kulaç ağaç (direk) diktirdi. Onun başına bir altın tavuk koydu. Ayağına bir Alt Koyun bağladı.
Sol yanma kırk kulaç ağaç diktirdi. Onun başına bir gümüş tavuk koydu. Ayağına bir Kara Koyun bağladı.

Sağ yanda Bozok'lar oturdu
Sol yanda Üçok’lar oturdu

kırk gün kırk gece yediler, içtiler, sevindiler. Ondan sonra, Oğuz Kağan, oğullarına yurdunu üleştirip verdi. Dahi dedi ki:

Ay oğullar köp men aşdum
Uruşgular köp men kördüm
Çıda birle köp ok atdum
Aygır birle köp yürüdüm
Düşmanları ığlagurdum .
Dostlarum-nı men kültürdüm
Kök Tengri-ge men ötedim
Sen-ler-ge bire men yurt um.
dedi.

“Ey oğullarım! Ben çok yaşadım. Ben çok savaşlar gördüm. Çıda ile çok ok attım. Aygır ile çok yürüdüm. Düşmanları ağlattım. Dostlarımı ben güldürdüm. Gök Tanrı’ya (borcumu) ödedim. Sizlere (de) yurdumu veriyorum.” manasındaki bu manzum söyleyiş, elimizde tek nüshası bulunan, Uygur harfleriyle yazılı, bu Oğuz Destanı’nın son sözleridir. Yazma’nın bundan sonraki kısmı eksiktir.

Saka devri kahramanı Alp Er Tunga’nın şahsiyeti etrafında söylenen Türk Destanından sonra, ikinci ve daha büyük bir destanın Oğuz Kağan denilen bir hükümdar etrafında meydana geldiği, bu destan parçasında açıkça görülmektedir-
Oğuz destanının, umumiyetle sekizli - onikili vezinlerle söylenmiş, manzum terennümlerinden daha bazı hâtıralar saklayan bu yazma’nın, aslında çok daha büyük, manzum ve zengin bir destanın hikâyeleşmiş bir hulâsası olmak ihtimâli kuvvetlidir.
Bugünkü bilgimize göre M- ö. II. asırda doğduğu anlaşılan Oğuz Destanı’nın, M. S. XIII. aşıra kadar yaşayarak bu asırda yazıya geçirilecek kadar canlı kalması, destanın Türk ananesindeki kıymetini gösterir- Aynı destan, araya giren hâdiselerle havlı değişmiş ve biraz daha masallaşmış olarak daha başka yazmalara da geçmiştir.
Bunlar arasında en mühimi, destanın İslâmlıktan sonra ve İslâm inanışıyla birleşen şeklidir. İslamiyet’ten sonra, Müslüman Oğuz Türklerinin yayılıp yaşadıkları yeni vatanların hatıralarıyla de birleşen bu destan, bazı bakımlardan destanın eski şeklinden daha zengin ve tafsilâtlıdır.

Oğuz Destanı’nın İslâmî şekli diye isimlendirilen bu yeni versiyonda şu noktalar mühimdir.
1 - İslâmî şekilde Türk milletinin en eski atasının adı, doğrudan doğruya Türk’tür. Nuh Peygamberim birinci torunu olan Türk, babası Yâfes’in ölümünden sonra Işık Göl çevresinde yerleşmiş; ilk çadırı o yapmış; Türkler’in tarihi onunla başlamıştır.
2 — önce Hakk’a tapan Türkler, zamanla, putlara tapmışlar, başlarına Kara Han adlı bir hükümdar geçtiği çağda, hep birden, kâfir olmuşlardır.
3 - Oğuz Han, işte bu Kara Han’ın oğludur. Fakat Oğuz, dünyaya doğuştan Müslüman gelmiş, çevresindekileri Hak dinine çağırmıştır. Büyüdüğü zaman din ayrılığı ve kadın hileleri yüzünden babasıyla anlaşamayan Oğuz, sonunda babasıyla savaş zorunda kalmış ve onu yenerek Türk boylarına Hâkan olmuştur.
4 - Destanın İslamiyet’ten önceki şeklinde ehemmiyetle belirtildiği gibi, Türk boylarına isim veren, Oğuz Han’dır. Ancak isim verişlere sebep olan vak’alar, İslâmî şekilde bir parça değişiktir. Meselâ Kıpçak adı, birinci rivayette İtil suyunu bir ağaca yatıp geçen Türk’e verilir. Yeni rivayette ise yavrusunu ağaç kovuğunda doğuran bir kadının oğluna Kıpçak denir. (Kıpçak eski Türkçede içi oyulmuş ağaç veya ağaçtan yapılmış kab demektir.)
5 -Yeni destanda Oğuz’un Bozok’lar ve Oçok’lar diye ikiye bölünen çocuklarına yurdunu taksim edişi daha etraflı anlatılmıştır.
Destanın yeni şeklinde, eski Uluğ Türk’ün yerinde irkil Ata denilen, yaşlı bir vezir vardır. Gerek Oğuz Han, gerek onun yerine geçen büyük oğlu Gün Han, bu vezirin öğütlerini saygıyla dinlemişlerdir. Gün Han’ın gene bu vezirin öğüdüyle, babasından kalan yurdu, Oğuz’un nikâhlı kadınlarından doğan 24 torunu arasında taksim edişi İslâmî şekilde açık anlatılmıştır.

İkisi de M. XIII. asırda yazıya geçirilen bu destanların, gerek İslamiyet’ten önceki gerek sonraki versionları (26) incelendiği zaman, destanla Hun tarihi arasında büyük yakınlık görülür:
Hakikatte Hun tarihinin altın devri Milattan önceki fetihler devridir. Destanda Oğuz Han’ın ve İslâmî şeklinde oğlu, Gün Han'ın savaşlarıyla Hun tarihindeki Mete’nin savaşları ve hayatı arasında büyük benzerlik vardır. Hun tarihinin en ünlü hükümdarı olan Mete, üvey anasının teşvikiyle, kendisine kötülük yapan babası Tuman Han’la savaşmış, onun yerine geçmiş, sonra bütün Türkler’i bir bayrak altında toplayarak büyük fetihler yapmış, büyük devlet kurmuştu.
Destanın İslâmî şeklinde olduğu gibi, Mete de ülkesini 24 bölüme ayırmış ve böyle bir idare şeklini kendinden sonraki Türk devletlerine örnek ve an’anevî bir idare şekli hâlinde, miras bırakmıştı.
O kadar ki Anadolu Selçukluları zamanındaki törenlerde görülen 24 boy bölümü, bu an anenin bir devamıdır.

XV. asırda Anadolu’da Enveri tarafından yazılan Düsturnâme adlı, manzum Anadolu Beğlikleri Tarihi’nde Osmanlıların ilk atası olarak gösterilen hükümdârın adı Oğuz Tümen Han'dır. (27)
Bunun içindir ki Türk destanları üzerinde işleyen çağdaş ilim adamları, destandaki Oğuz Han’ın, tarihteki Mete (Motun) olması ihtimâlini düşünmüşlerdir: Gerek Mete adlı hükümdarın, babası Tümen’i bir av töreninde öldürerek onun yerine geçmesi, gerek Mete’nin ve onun ilk halefi Gün Han’ın, devleti 24’lü teşkilâtla idare etmeleri; nihayet, Mete (Motun) için destâni mâhiyette yazılmış bir tarihten Çinlilerin evvelce faydalanmış olduklarını meydana koyan bilgiler, bu ihtimâli kuvvetlendirmektedir.
Bütün bunlar, Mete ve Tümen adlarının, uzun zaman bir arada yaşayıp hem tarihî hem efsanevi bir hayat kazandığını düşündürmüştür. Aradan zaman geçince de Mete yerine, bu hükümdarın mensup olduğu Türk boyunun (29) adı söylenerek, Mete yerine Oğuz isminin, ebedileştiği zannedilmiştir.
Ancak: Oğuz Kağan Destanı, elimizde bulunan şekliyle bize destan devri Türk edebiyatını, dil ve söyleyiş bakımdan tanıtacak yeterlikte değildir. Bu destanda asıl Oğuz destanından gerek vak’alar, gerek dil ve üslûp bakımından bazı hâtıralar yaşamaktadır.


Bunlar arasında kavim ve kabileleri tek bir şahısmış gibi gösteren ifadeler mühimdir. 24 Oğuz kabilesini 24 kişi gibi gösteren Şu Destanı'nda da aynı ortak ifade vardır. Oğuz Destanı’ndaki Kıpçak, Karluk, Karıklı gibi Türk adları; Urum Kağan, Uruz Beg gibi yabancı adlar hakikatte birer şahıs değil birer kabile veya millettir.
Bunların yanında adı geçen aksakallı, ak saçlı, uzun akıllı ihtiyarın da böyle temsili bir şahıs olması pek mümkündür. Bu takdirde Uluğ Türk, tek bir şahıs değil, bir kabile veya bir kavimdir. Destanda Uluğ Türk adiyle Hun birliğine dâhil Türk (Türük) adlı kavim mi kastediliyor? Bu hususta, Umumî Türk Tarihi’ne Giriş kitabında ileri sürülen fikir dikkati çekmelidir. (29/2) Hun birliğine dâhil bir kavim ve kabile olan bu Türk boyu; Türk adlı hükümdar ailesinin adiyle anılan bu kısım Türkler, daha sonraki asırlarda Gök - Türkler adiyle yeni bir Oğuz devleti kuracaklardır. Bunlar böyle olunca bizzat bütün destana ad vermiş olan Oğuz Han için de aynı gerçeği düşünmek doğru olur: Oğuz Destanı'ndaki Uluğ Türk, Kıpçak, Kanklı v.b. isimler, nasıl, belirli bir şahsın adı değil de birer kavim ve kabile adı ise yâni bu isimlerdeki Türk kavim ve kabileleri, bu destan kahramanlarının adlarında ve şahsiyetlerinde âdeta tek bir adam gibi gösterilip öyle şahıslandırılmışsa... tıpkı bunun gibi, Oğuz Kağan’ın da böyle timsali bir kahraman olması çok mümkün ve muhtemeldir.

Şu demek ki destanda Oğuz Kağan diye tanıtılan kahramanın, hakikatte, tek bir hükümdar değil, tarih boyunca, bütün Oğuz Türkleri’nin ve Oğuz Hanlarının mâcerâsını kendi adında ve kendi hikâyesinde toplayan bir sembol olması, onun, herhangi belirli bir Hakan olmasından daha kuvvetli ihtimâldir.
Bu şekil, Oğuz Destanı’nın umumi üslûbuna, hatta bütün Türk destan üslûbuna daha uygun şekildir. Kısaca, destandaki Oğuz Kağan, tarihteki Oğuz Türkleri demektir.
Oğuz Destan’ının diğer mühim bir çizgisi, Oğuz'un halkına ve ordusuna gösterdiği hedeftir. Dünya tarihinde umumiyetle karalara hâkim, büyük devletlerin denizlere akmak; büyük deniz devletlerinin ise geniş karalara, kıtalara sâhip olmak emeli vardır. Oğuz Kağan’ın devleti, aslında bir Orta Asya, kara imparatorluğudur. Buna göre Oğuz Türklerinin, destanda “Daha deniz, daha müren” mısraıyla söylenen hedefe akma emelleri, bu mısrada millî bir ifade bulmuş demektir. Hun - Oğuz Türkeri’nin önce Attila devrinde, büyük nehirler havzasına, fakat bilhassa İslamiyet’ten sonra, Kara Deniz ve Ak Deniz çevrelerine hâkim olmak; buralarda yeni ve ebedî vatan kurmak yolunda sarf ettikleri büyük gayretin başlangıcı, öyle görülüyor ki Oğuz Kağan’ın manzum hitabesinde ifadesini bulan bu emeldedir.
Gene bu destanda ve bu mısradan sonra söylenen Kün tuğ bol-gıl kök kurikan mısraı, yâni “yurdumuzu öylesine büyültelim ki gök kubbesi yurda çadır, güneş de bayrak olsun!” dileği, aynı millî amac’ın ifadesidir.
Yazılı Türk edebiyatının ilk eseri Gök-Türk Kitabelerinde ve İslamiyet’ten sonra yazılan eserlerden Divan-ü Lügat-it- Türk ve Şecere-i Ensâb gibi kitaplarda ehemmiyetle belirtilen “Türkün başka milletleri idare etmek için yaratıldığı” düşüncesi ile Oğuz Destanı’ndaki bu sözler arasında bir alâka var gibidir.

NİHAT SAMİ BANARLI, RESİMLİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ, C.1

SON EKLENENLER

Üye Girişi