Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ERGENEKON DESTANI

Ergenekon destanı, Göktürkler’in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası’nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.

Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beyleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: “Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur. ” Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, “Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar” deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkleri görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.

O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kavı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan’ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: “Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım. ” Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.

Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı ’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye Ergenekon dediler.

Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz’un birçok çocuğu oldu. Kayı’nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara “Kayat” dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne “Tokuzlar” dediler, bir bölümüne de “Türülken”. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüzyıl geçti.

Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o denli çoğaldı ki Ergenekon ’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: “Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım. ”

Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini erilsek, belki dağ bize geçit verir. ” Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun- kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı’nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.

Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt ’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar.

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beyleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.

Ergenekon’dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon ’dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girdi.

Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine ’yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk devletini dört bir yana egemen kıldılar.

 


ERGENEKON DESTANI-2

Bozkurt Destanı’nın daha zengin bir şekli, (Bozkurt’u ikinci plana bırakılmış olmakla beraber) Ergenekon Destanıdır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, mâden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrâfı, aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır.
Bu destan da şöyledir:

(Türk illerinde Gök-Türk oku ötmeyen, Gök-Türk kolu yetmeyen bir yer yoktu- “Bütün kavimler birleşerek” Gök-Türklerden öç almaya yürüdüler. Türkler, çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar; çevresine hendek kazdılar, beklediler, Düşman geldi. Vuruş başladı on gün vuruştular. Gök-Türkler üstün geldi.)
... Bir gün bütün iller Hanları ve beyleri av yerinde konuştular. Gök-Türk’lere hile yapmazsak işimiz yaman olur, dediler. Tan ağarınca baskına uğramış çeri gibi, ağır yüklerini, kötü mallarını bırakıp kaçtılar.
Türkler: “Bunların vuruşma güçleri gitti, kaçıyorlar.” Deyip arkalarından varıp yetiştiler.
“(Düşmanlar) Gök-Türkler’i görünce birden geri döndüler. İkisi vuruştular. Düşmanlar galip geldi. Gök-Türkler’i öldüre öldüre çadırlarına geldiler. Çadırlarını mallarını öyle aldılar ki bir ev kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kul edinip herkes birini alıp gittiler.
(Gök-Türk hanı) II Han’ın oğulları çoktu. Savaşta hepsi öldü. Kayan adlı bir küçük oğlu vardı. O yıl evlendirmişti. İl Han’ın Tukuz adlı bir de yeğeni vardı. Bu ikisi bir yerdeki kişilerin eline düşmüşlerdi. On gün olduktan sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan (deve, at, öküz, koyun) çok buldular.

Eğer ile varalım desek; dört taraftaki illerin hepsi bize düşman, iyisi odur ki dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip (oturalım) deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler.
(Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar.) O da' öyle bir yoldu ki bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü; eğer ayağını yanlış bassa parça parça olurdu.
(Vardıkları) yerde akarsular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar (vardı.) O yeri görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar. Hayvanlarının, kışın etini yediler.
Yazın sütünü içtiler, derisini giydiler. O yere Ergenekon adını koydular.

Burada bu ikisinin çocukları çoğaldı. Kayan’ın evlâdı çok oldu. Tukuz’unki ondan daha az oldu. Kayan çocuklarına Kayat dediler.
Tukuz çocuklarına iki ad koydular. Bir nicesine Tukuzlar dediler; bir nicesine Türülken dediler. Çok yıllar bu iki kişinin çocukları Ergenekon’da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar.
Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki sığmadılar.
Bu sebepten bir yere toplanıp oturup konuştular.

Dediler ki: Atalarımızdan işittik. Ergenekon’un dışında geniş yerler, güzel yurtlar olurmuş. Bizim yurdumuz eskiden o yerlerde imiş... Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp çıkalım. Her kim bize dostum derse onunla görüşelim. Düşmanlarla güreşelim, dediler-
Hepsi bu sözü beğenip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar.

(O zaman) bir demirci dedi (ki): “Burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. Şunun demirini erilsek bir yol olurdu.” Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını (böylece) doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde kurdular. (Ateşleyip) Körüklediler.
Tanrı’nın gücü ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar. O günden beri Gök-Türklerde âdet olmuştur. O günü bayram sayarlar; Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar, (önce) Han, bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver.
Ondan sonra Beyler (de öyle yapar. Bu günü mukaddes bilirler.)

(Ergenekon’dan çıktıkları zaman) Gök-Türkler’in pâdişâhı Kayan soyundan Börte Çene idi. Börte Çene, bütün illere elçi gönderip Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. (Bunu) Bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler.
(Gök - Türk’ler eski düşmanlarıyla savaştılar. Yendiler. Böylece dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar)
*
Ergenekon destanı, önce, XIII. asır Moğol tarihçisi Reşîdüddîn tarafından yazıya geçirilmiştir. Yazarın Caimi'-üt Tevirih kitabına kaydettiği bu rivayet, Reşîdüddîn Tarihi de denilen bu eserde Fars diliyle yazılıdır. (39) Müellifin, bu rivayetleri, halk arasından derlemiş, belki de Türk -Moğol halk şâirlerinden dinlemiş olması muhtemeldir.
Yukarıya alınan metin ise, Türkiye Türkçesine XVII. asır Hıyve Hânı Ebü’l-gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk adlı eserinden çevrilmiştir. Bahadır Han, Şecere-i Türk’ü yazarken Reşîdüddîn Târihi’nden faydalanmıştır.
Ergenekon Destanı, bu kitaplara, kuvvetli bir ihtimâle göre, çok daha büyük ve manzum olan aslından hulâsa edilerek alınmıştır.
Destanda Türk destan üslûbunun başka dile çevriliş veya hulâsa edilişiyle kaybolmayan çizgileri şunlardır:

Bir kere büyük, bâzan çok büyük kabilelerin varlığı gene tek bir şahsıda toplanmıştır. Destanda adı geçen Kayan, aslında bir şahıs değil, meşhur Kayibanlı kabilesidir. Tukuz adı ise Gök-Türkler’in kaderinde mühim bir yeri olan Dokuz Oğuz’ların adıdır; bu adın halk dilinde kısaltılmış şeklidir.
Ayrıca Türk destanında totem - tanrı ve bu günkü “Mehmedcik” gibi Ordu’nun bir timsâli olan boz-kurt da Gök-Türkler’in ilk bozkurt rivâyetlerinden sonra, Ergenekon destanında Börte Çene adiyle, yaşar. Şu sebeple ki Börte Çene, Moğolca’da bozkurt demektir-
Böylelikle kurt sembolü ve anne kurt, aradan geçen zamanın uzunluğuna rağmen unutulmamıştır.

Destanın diğer millî özelliği, gerçek tarih’e olan yakınlığıdır: Hakikatte Hun birliği dağıldıktan sonra Gök -Türkler Altay Dağları çevresine çekilmişler, orada uzun zaman demircilik yaparak, mâden işleyerek yaşamışlardı. Bu tarihlerde Gök-Türkler, Juan - Juanların yani Cücen yahut Avar’ların hâkimiyeti altında yaşıyorlardı. Altay da onlar için demircilik yapıyorlardı. M. 536 da Gök -Türk’lerin reisi İli Han Tumın, evlenmek için, Avar Han'nın kızını istedi. Fakat gönderilen elçi Avar Hanı'ndan hakaret görür. Han: “Onlar, benim demircimdir, ne cesaretle kızımı istiyorlar.” diye reddetti. Bunun üzerine ve M. 545 yıllarında Avarlar’a isyan eden Gök - Türk’ler, iyi hazırlanmış bir hareketle Avar’ları yenip bütün Türk illerinde büyük hâkimiyet kurdular.
Böylelikle Ergenekon Destanı’yla Gök - Türk’lerin tarihi arasında açık benzerlik vardır. Bir kere, Hun birliğinin dağılışından Gök - Türk devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla, destandaki 400 yıl birbirine benziyor.
Büyük Hun birliğinin Çinliler’le birleşen bozguncu boyların hücumuyla dağılıp yok oluşu sırasında Altay dağları çevresine göçen Gök - Türklerin hikâyesi, destanda, Kayıhanlı ve Dokuz Oğuz’ların muhâcereti hâlinde anlatılmıştır.
Ergenekon Destanı’nın mühim bir çizgisi, Türklerin demircilik an’anesidir. Mâden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silâhlar yapmak, eski Türklerin tabiî bir sanatı ve iftihârıydı. Oğuz Kağan Destanı’nda “Canavar geyik yedi, ayı yedi. Çıdam (onu) öldürdü. Demir olduğundandır.” diyen Türkler, insanı başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim kılan silâhın kıymetini elbette çok iyi biliyorlardı.
Gök - Türkler’in demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını da demirci sözüyle ebedîleştirmeleri bu yüzden önemlidir. O kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon’dan çıktıkları günün yıl dönümlerini tiyatroyu andırır, temsilî törenlerle kutlamışlardır. Bu törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri çekiçlerle döverek asırlarca Avar’lara silâh yapan ve bu silahlarıyla Türk illerinde büyük hâkimiyet kuran atalarını, ibadete benzer bir saygıyla anmalardır.
Nihayet: “Arapların hakîkî Türk (al-Türk-al-haqiqî) dedikleri Hâkanlı Türkler, kendilerini menşe itibariyle bir demirci millet olarak tanımışlar; hükümdarları, demirciliği tes’id etmişler ve demircilik sâyesinde esâretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler dahi Cücen’lerin (Avar’ların) demircileri demişlerdir “