Kullanıcı Oyu: 3 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

BOZKURT DESTANI

Bilinen en önemli iki Göktürk destanından birisidir. Bir Bakıma, MS 6. yüzyıldan 8. yüzyıl ortalarına kadar egemen olmuş bu Türk devletinin, Göktürkler’in soy kütüğü ve var olma hikâyesidir. Ayrıca, Türk ırkının yeni bir dal hâlinde dirilişi de diyebileceğimiz Bozkurt Destanı, Bilge Kağan’ın Orhun Abideleri’ndeki ünlü vasiyetinin ilk cümlesi olan: “Ben Tanrı’ya benzer, Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağan, Tanrı irade ettiği için, kağanlık tahtına oturdum.” cümlesi ile birlikte düşünülecek olursa soyun ve ırkın nasıl bir şekilde ilahileştirilmek istenildiğini de anlatmaktadırlar.

 

Bazıları şöyle derler: Bir rivayete göre (Göktürklerin) ilk ataları, Hsi-Hai, yani Batı-Denizi’nin kıyılarında oturuyorlardı. Lin adlı bir memleket tarafından, onların kadınları, erkekleri, (çocukları ile birlikte), büyüklü küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi. (Türklerin hepsini öldürdükleri halde), yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi. Bununla beraber onun da kol ve bacaklarını keserek, kendisini “Büyük Bataklık”ın içindeki otlar arasına atmışlardı. Bu sırada dişi bir kurt peyda olmuş ve ona her gün, et ve yiyecek getirmişti. Çocuk da bunları yemek suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti. (Az zaman sonra) çocukla kurt, karı-koca hayatı yaşamaya başlamışlar ve kurt da çocuktan gebe kalmıştı.

(Türklerin eski düşmanı Lin Devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca) hemen adamlarını göndererek hem çocuğu ve hem de kurdu öldürmelerini emretmişti. Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman, kurt onların gelişlerinden daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı. Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı ve (daha önce onlar vasıtası ile haber almıştı).

Buradan kaçan kurt, (Batı) Denizi’nin doğusundaki bir dağa gitmişti. Bu dağ, Kao-ch’ang (Turfan)ın kuzeybatısında bulunuyordu. Bu dağın altında da çok derin bir mağara vardı. (Kurt, buraya gelince) hemen bu mağaranın içine girmişti. Bu mağaranın ortasında büyük bir ova vardı. Bu ova, baştanbaşa ot ve çayırlıklarla kaplıydı. Ovanın çevresi de aşağı yukarı 200 milden fazlaydı.

Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu. (Göktürk Devleti’ni kuran) Aşina ailesi, bu çocukların birinin soyundan geliyordu.

… Taşa oyulmuş yazıtta şöyle deniyordu: Kara – Korum çaylarından sayılan iki nehir vardı. Bunlardan birine Toğla diğerlerine de Selenge adı verilirdi. Bu nehirler akarak Kamlancu adlı bir yerde birleşirlerdi. Bu iki ırmağın arasında iki tane ağaç vardı. Bu ağaçlardan biri fusuk ve diğeri de Farsların naj dedikleri ağaca benziyordu. Kışın bile bunların yaprakları servi gibi dökülmezdi. Meyvesinin tadı ve şekli ise tıpkı çam fıstığınınkine benzerdi. Öbür ağaca da Tur ağacı derlerdi. Bu iki ağaç da iki dağın arasında yetişerek büyümüştü.

Bir gün bu iki ağacın arasına gökten bir ışık inmişti. Bunun üzerine iki yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeye başladılar. Bu durumu gören halk ise hayretler içinde kalmıştı. İçlerinde büyük bir saygı duyarak Uygurlar oraya doğru yaklaştılar. Tam yaklaştıkları sırada kulaklarına çok tatlı ve güzel müzik nağmeleri gelmeye başladı. Her gece buraya bir ışık inmeye ve ışığın etrafında da otuz defa şimşek çakmaya başladı. Diğer bir gün de aynı yerde ayrı ayrı kurulmuş beş tane çadır gördüler. Bunların her birinde birer çocuk oturuyordu. Her çocuğun karşısında da onları doyurmaya yetecek kadar süt dolu emzikler asılıydı. Çadırın tabanı da baştan aşağıya kadar gümüşle döşenmişti.

Bütün boyların reisleri ve halkları bu garip şeyi görmek için yerlerini bırakıp koşmuştu. Bu manzarayı görünce saygıyla diz çöküp selam verdiler. Biraz sonra da çocukları alarak dışarı çıktılar. Besleyip büyütülmeleri için de onları süt annelerine ve dadılarına verdiler. Her fırsatta onlara saygı gösteriyor ve ikramda bulunuyorlardı. Çocuklar artık süt çocuğu olmaktan çıkıp da konuşmaya başlayınca Uygurlardan anne ve babalarını sordular. Onlar da çocuklara o iki ağacı gösterdiler. Bunun üzerine halk, çocukları alıp ağaçların yanına gitti. Çocuklar ağaçları görünce onlara tıpkı evladın babasına gösterdiği saygıyı gösterdiler. Ağaçların karşısında diz çöktüler ve yeri öptüler. Bunun üzerine ağaçlar da dile gelip şöyle dediler: “Güzel huy ve iyi özelliklerle bezenmiş çocuklar böyle olurlar ve anne ile babalarına böyle saygı gösterirler. Ömrünüz uzun, adınız ünlü ve şöhretiniz de devamlı olsun!”

O bölgelerde yaşayan bütün kavimler bu çocuklara hükümdar oğullarıymış gibi saygı gösterdiler. Çocukların doğdukları yerden şehre dönülünce onların her birine birer ad koydular. En büyüğünün adı Sonkur-Tegin, ikincisinin adı Kotur-Tegin, üçüncüsünün adı Tükel-Tegin, dördüncüsünün adı Or-Tegin, beşincinin adı da Bökü-Tegin oldu. Çocukların doğuşundaki kutsal durumu görenler, bunlardan birinin hükümdar olarak seçilmesi kanaatine vardılar. Çünkü bunlar, Tanrı tarafından bu iş için gönderilmiş olmalıydılar.

 

Destanın üç farklı söylenişi vardır. Birinci ve ikinci söyleniş daha yaygın olduğu için aşağıya bunlar alınmıştır:

 

Birinci söyleyiş:

Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan Göktürkler otururdu. Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin annesi bir kurttu.

Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı.

Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradılar. Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok ettikleri gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.

Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı vardı. Baskından sonra her ikisinden ikişer oğlu oldu. Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü kendilerine Hakan seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir seçilmez Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.

Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, bir çok çocukları oldu. içlerinden Asena adını taşıyan biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşine oldu.

 

İkinci Söyleniş:

Hunların bir boyu olan ve adına Asine denilen Türk boyu Hazar Denizi’nin batı taraflarında yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların baskınına uğradılar. Başlanın sonunda kimse sağ kalmadı.

Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu da gördüler. Fakat cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona aldırmadı. Hatta içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; düşündükleri gibi yaptılar.

Kolunu bacağını kesip, yani ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; bırakıp gittiler.

O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi. Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı.

Zamanla Bozkurt ’un beslediği çocuk gürbüzleşti.

Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Asine soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi.

Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle genci yakaladığı gibi denizin öte yanma geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağları’na doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu!

Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı. Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Asine boyu idi. Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk hakanı o oldu. Soyunu unutmadı. Çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.

Aradan çok yıllar geçti. Asine boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun zamanında ise Asine boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.

 


GÖK-TÜRK DESTANLARI

Gök-Türk’ler, tarihte Türk adını devlet ismi yapan ilk Türkler’dir.

Türk adını “mâvi” ve “geniş” manalarıyla sıfatlandıran “Gok” sözü, burada, kurulan devletin büyüklüğünü, genişliğini ve bilhassa büyük millet olma inancını ifâde için kullanılmıştır. Gök Türk’ler bu adlarına uygun bir davranışla, doğu'da Mançurya hudutlarından batı'da Karadeniz kıyılarına ve cenupta Hindistan sınırlarına kadar uzanan ve yayılan büyük vatanda, yine bu büyüklükte bir devlet kurmuşlardır. Aynı devlet M. VI. asır ortalarından VIII. asır ortalarına kadar Türk iktidârını elinde tutmuştur.
VII. asır ortalarında Çin’lilerin bu devleti yıkma teşebbüsleri içinde kaybedilen zaman ve oldukça uzun bir fâsıla, bu iktidârın haricindedir.
Eski Türk devletleri içinde tarihleri kadar, millî duyuş, düşünüş, inanış ve kuruluşları en iyi bilinen devlet, Gök - Türk Devleti’dir. Bunun sebebi, Gök - Türkler’in, kendi tarihlerini, kendi yazılarıyla “ebedî taş”lar üzerine yazarak geleceğe haber salmalarıdır. Bu sebeple onların kendi dilleriyle hikâye edilmiş tarihleri hakkında bu kitabın yazılı edebiyat bölümünde bilgi verilecektir. Bu sayfalarda Gök-Türkler’in kendi soylarına ait inanışlarıyla, devlet kurmadan önceki tarihlerini aydınlatıcı hususiyetler taşıyan Gök-Türk Destanı’ndan iki “rivâyet” tanıtacağız. Bunlardan birisi Bozkurt, İkincisi Ergenekon Destanı diye bilinir:

BOZKURT DESTANI

Bu destan, eski Çin kaynaklarında iki ayrı rivâyet hâlinde yazılıdır. Aynı kaynaklarda bu rivayetleri destekleyen veya bütünleyen daha başka bilgiler de vardır. Destanın esâsı, yok olma felâketine uğrayan Gök-Türk soyunun, yeniden dirilip çoğalmasında bir Bozkurt’un Anne Kurt olarak vazife görmesidir.
Birinci rivâyet şudur:

“Hunlarla aynı soydan olan Gök - Türkler, Hun yurdunun şimâlindeki So ülkesinden çıktılar. Başbuğlarının adı Ka-Pan-Pu idi. Ka-Pan-Pu’nun
on altı kardeşi vardı. Bunlardan birinin annesi br kurt’du.

Bir kurt (yâni totem, tanrı) çocuğu olan bu genç, rüzgârlara ve yağmurlara hükmederdi. (Gök-Türkler-in) Düşmanları, (bir baskınla) kardeşlerini yok ettikleri zaman, felâketten yalnız bu genç kurtuldu.
Bunun iki karısı vardı. Birisi Yaz Tanrisı’nın, öteki Kış Tanrısı’nın kızıydı. Bunlardan ikişer oğlu doğmuştu. Halk, bu çocukların en büyüğü No-tu-lu-şe’yi hâkan seçtiler. Hâkan olan No-tu-lu-şe, Türk adını aldı. Türk’ün on karısı vardı. Bu kadınlardan doğan bütün çocuklar annelerinin adını almışlardı. Bunlardan, annesinin adı Asena (dişi kurt) olan çocuk Türkler’e hâkan oldu. Adı Aşine idi.

Aşine - Türk sülâlesinin efsânevî tarihi hâlinde söylenen bu rivâyet, yine bir Çin kaynağında bir başka şekilde yazılıdır. Bu, ikinci rivâyet de şöyledir:
“Türklerin ilk atası, batı denizi’nin batı kıyılarında oturuyordu. Bunun halkı, Hun’lann bir bölümü idi ve Aşine adını taşıyordu. Aşine boyu, komşu milletlerden biri tarafından (bir baskınla) yok edildi. Bunlardan ancak bir oğlan sağ kaldı. Düşmanlar bu oğlana acıdılar. Onu öldürmediler; ayaklarını, kollarını kesip bir kamışlığa bıraktılar.
Düşman gidince bir dişi kurt bu çocuğa baktı. Onu iyi etti. Yiyecek getirip bu oğlanı besledi. Onunla evlendi ve ondan gebe kaldı. Düşman Hanı, çocuğun sağ kaldığını duydu. Adamlarını gönderip onu öldürmek diledi. Asker geldiği zaman kurdu gencin yanında gördü. (Tehlikeyi sezen) Kurt, bir Tanrı yardımına uğramış gibi, genci oradan alıp denizin doğusuna götürdü. Altay dağlarının ortasına getirdi. Her tarafı dağlarla çevrili bir mağarada on çocuk doğurdu. Yine burada yeşilliklerle dolu geniş bir meydan vardı.
On oğlan büyüyüp evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan biri Aşine boyu idi.
Aşine, bütün kardeşlerinin en akıllısı olduğu için, Türkler’e hükümdar oldu. Soyunu unutmadığını göstermek için de çadırının kapısı önüne, üzerinde kurt başı bulunan bir bayrak dikti. Birçok yıllardan sonra, Aşine kavmine Asençe denilen biri hükümdar oldu. Yeni hâkan, kavmini dağlık yerden çıkardı.”

“... Bir boy’un bir düşman boy tarafından yok edilip ancak bir çocuk bırakılması; çocuğun kurt tarafından beslenmesi, Türk destanının en eski motiflerinden biridir. Milâddan 119 yıl önce batı ülkelerini gezerek Çin imparatoruna rapor veren devlet adamı Çjmn - Ken’ in notlarında bu efsâneyi bütünleyen mühim çizgiler vardır ki şöyle diyor:


“Hun ülkesinde bulunduğum zaman duydum ki Usun Hânı, Gunmo unvânnıı taşıyor. Gunmo’nun babası Hunların batısındaki bir ülkeye sâhipti. Gunmo’nun babası bir savaşta Hunlar tarafından öldürüldü. Yeni doğmuş olan Gunmo’yu kırlara attılar. Kuşlar çocuğu sineklerden koruyor; bir dişi kurt sütüyle besliyordu. Hun Hâkanı buna şaştı. Bu çocuğu Tanrı saydı. Onu kendi terbiyesine aldı, büyüttü. Babasının ülkesini ona geri verdi.