Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

 

EDİP AHMET YÜKNEKÎ, "ATEBETÜ’L-HAKAYIK” (XII. YÜZYIL)

Nurettin Demir

DİVANÜ LUGÂTİ’T-TÜRK ve Kutadgu Bilig'den sonra Karahanlı Türkçesinin üçüncü büyük eseri sayılan Atebetul-Hakayık, Yüknekli Edip Ahmet’in 13 bölümden oluşan, kırkı be­yit, yüz biri dörtlük olmak üzere 484 mısralık eseridir. 12. -13. yüzyılda yazılmış olduğu tahmin edilmekle birlikte, ne zaman ve ne­rede yazıldığı kesin olarak belirlenemeyen eser, Muhammed Dâd Ispehsâlâr Beg’e sunulmuştur. Çeşitli yayınlarda adı Atebetü’l-Hakayık, Aybetü’l-Hakayık, Abdetü’l-Hakayık, Atebtü’l-Hakayık gibi farklı biçimlerde geçse de eser Atebetü'l-Hakayık olarak tanınmaktadır. Asıl metnin sonunda ikisi birer dört­lükten, üçüncüsü on beyitten oluşan, takdim niteliğinde üç ek vardır. Bu ek­lerle Atebetü'l-Hakayık, 512 mısraya ulaşır.

Türk dünyasında şöhreti 15. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiş olan Atebetü’l-Hakayık şairi, kendini eserin 469. beyitinde "Edip Ahmet adım” diye tanıtmaktadır. Arapça ve Farsça bildiğini ve İslâmî ilimleri öğrenmiş olduğu­nu tahmin edebileceğimiz şairin adının beklendiği diğer durumlarda da isim­den çok bir unvan olma ihtimali bulunan "Edip” geçmektedir (bk. Arat 1992= 4). Ancak gerek metinden gerekse kaynaklardan Edip Ahmet hakkında çok az bilgi edinilmektedir. Metne eklenmiş olan yazarı belirsiz ilk dörtlükte, Edip Ahmet’in gözünün anadan doğma kör olduğu, eseri 14 bap hâlinde yazdığı (bap sayısındaki bu farklı bilgi hakkında bk. Arat 1992: 14) ve bu eserin en az altın yüklü bir file benzetilebileceği söylenir. Emir Seyfettin’e ait ikinci dört­lükten de yazarın "edipler edibi ve fazıllar başı” olduğunu öğreniyoruz. Emir Arslan Hoca Tarhan târafından yapılan ekte ise Edip Ahmet’in Yüknekli, ba­basının adının Mahmut Yüknekî olduğu bilgisi vardır. Edip Ahmet’le ilgili ve­rilerin yetersiz oluşunu, Arat, eserin yeniden düzenlendiği tarihte artık yaza­rın adı ve hayatı hakkında sağlam bilgi kalmadığı, hatta eserinin adının bile tereddütlü olduğu şeklinde yorumlar (1992: 7). Ayrıca Ali Şir Nevayi, Nesayimü’l-Mahabbe'de "Türk ilinden” olması ve gözünün anadan doğma kör olması gibi yukarıdakilerle örtüşen bilgiler yanında, Edip Ahmet hakkında garip şey­ler anlatıldığı, son derece zeki bir zahit olduğu, Bağdat civarında yaşadığı, İmam Azam’ın talebesi olduğu, Türkçe vaaz ve öğüt niteliğinde manzumeler söylediği, hikmet ve nüktelerinin Türk ülkelerinin çoğunda yayılmış bulun­duğu gibi bilgiler kaydederek, ona ait olduğu sanılan iki beyit verir (Eraslan 1979: 390-391). Ancak Edip Ahmet’in İmam-ı Azam’ın öğrencisi olması mümkün değildir; bu olsa olsa onun Hanefî mezhebinden olduğu şeklinde değerlendirilebilir (bk. Ercilasun 2004: 336). Nevayi’nin verdiği bilgiler, Edip Ahmet’in hayat hikâyesinin o dönemde artık gerçeklere dayanmaktan çıkarak kısmen efsaneleştiğini gösterir.

Edip Ahmet’in hayatı gibi, eserini sunduğu Muhammed Dâd İspehsâlâr Beg’in kim olduğu, nerede hüküm sürdüğü ve yazarla ilişkisi hakkında da gü­venilir bilgiler yoktur (ayrıntılar için bk. Arat 1992: 7-8). Semerkant nüsha­sında kendisinden "emîre-l a’zam meliki’t-türkî ve’l-'acem” (Türk ve Acem hükümdarı yüce emir) olarak söz edilir. Arat, metnin 80. mısrasında geçen havadarlık kelimesini Edip Ahmet ile Muhammed Dâd İspehsâlâr arasındaki ilişkiyi açıklamak için yorumlamaya çalışmış, kelimeye "taraftarlık, muhab­bet” anlamını vermiş, geçtiği mısrayı da bu şekilde anlamlandırmıştır. Ama sonuç olarak bu yönde kesin bir şey söylenemeyeceğine de işaret etmiştir. Er­cilasun, Muhammed Dâd İspehsâlâr Beg’i ve Edip Ahmet’i 12. ve 13. yüzyıllar­da aramamız gerektiğini belirterek, tarihî kaynakların yardımıyla, bu yüzyıl­larda metinde geçen Türk ve Acem ülkelerinin meliki unvanını hak edebile­cek, her ikisi de Horasan’ı hâkimiyetleri altında bulundurmuş iki Muhammed olduğuna işaret eder. Bunlardan biri Sultan Sançar’ın Batı Karahanlı tahtına oturttuğu, 1102-1130 yılları arasında Semerkant’ta hüküm sürmüş olan yeğe­ni Arslan Han İkinci Muhammed bin Süleyman’dır. Öteki ise 1200-1220 yıl­larında Gürgenç’te hüküm süren Harzemşah hükümdarı Sultan Alâettin Muhammet’dir. Ercilasun, kaynaklarda Semerkant civarında olduğu belirtilen Agnak /Yagnak imlalı şehrin, Edip Ahmet’in babası Mahmut’un yaşadığı Yüknek/Yügnek şehri ile aynı olması durumunda, Edip Ahmet’in Semerkant’ta yahut da oraya yakın bir yerde yaşadığının tahmin edilebileceğine işaret eder. Ayrıca Selçuklu hükümdarı Sancar’ın yeğeni olması dolayısıyla melik unvanı­nın 1102-1130yılları arasında Semerkant’ta hüküm süren Muhammed bin Süleyman’a daha uygun düşeceğinin aşikâr olduğunu belirtir ve eserin sunul­duğu Muhammed Dâd İspehsâlâr Beg’in, Muhammed bin Süleyman olduğunu düşündüğünü yazar (2004: 333). Bu bilgi doğru ise Atebetü’l-Hakayık,12. yüz­yılın ilk yarısında yazılmış olmalıdır.

Atebetü’l-Hakayık'ı bilim dünyasına ilk olarak Necip Asım tanıtmıştır (1906). Aynı araştırmacı daha sonra biri tıpkıbasım, diğeri metin, tercüme ve açıklamalar olmak üzere iki bölüm hâlinde, eserin tamamını yayımlamıştır (1918). Bu yayınlar, zamanında epeyce tartışmaya konu olmuş iseler de içer­dikleri yanlışlar nedeniyle günümüzde sadece tarihî değer taşırlar. Necip Asım’ın yayınlarından sonra Atebetü'l-Hakayık hakkında, büyük bir bölümü bugün sadece tarihî değer taşıyan çok sayıda çalışma yapılmış, Deny (1958), Kowalski (1938) gibi dönemin tanınmış bilim adamları bu metinle ilgilenmiş, özellikle Köprülü çalışmalarıyla eser hakkında çok sayıda bilginin gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Köprülü daha önce değişik yerlerde yayımlamış olduğu konuyla ilgili makalelerinin beşini 1934 yayımlamış olduğu kitapta bir araya getirmiştir (Köprülüzade 1934: 45-112; 1981: 173-178, araştırmaların tarihi için bk. Köprülüzade 1934: 91-112, Arat 1992: 2 vd.). Karahanlı Türkçesi dö­nemi metinleri üzerine önemli çalışmalara imza atmış olan Arat 1951 (2. bs.: 1992) yılında Atebetü’l-Hakayık'ın yazarı, sunulduğu beyle ilgili bilgiler, ese­rin bölümleri ve başlıkları, tarihi seyri, nüshaları hakkında ayrıntılı bilgilerin yer aldığı bir giriş, metin ve ilave parçalar, çeviri, notlar ve açıklamalar, dizin ve mevcut nüshaların tıpkıbasımlarından oluşan meşhur kitabını yayımla­mıştır. Arat çalışmasında ulaşılır durumdaki nüsha ve kaynakların hepsini kullanmıştır. Atebetü ’l-Hakayık hakkında bugüne kadar yapılmış en önemli çalışma, değerinden bir şey kaybetmemiş olan bu yayındır.

Atebetü’l-Hakayık' ın yazılışından oldukça geç bir tarihte, 15. yüzyılda düzen­lenmiş, biri tam olmayan dört nüshası bilinmektedir. Bunların en eski tarih­lisi 1444’te Semerkant’ta, Arslan Hoca Tarhan’ın yakın ilgisi ile düzenlenmiş olan Semerkant nüshasıdır. Devrin tanınmış hattatlarından Zeynelabidin’in elinden çıkmış olan Uygur harfli bu nüsha, Ayasofya kütüphanesi No. 4oi2’de kayıtlıdır. Nüshanın ne zaman ve hangi yolla İstanbul’a geldiği ise bilinme­mektedir. Mevcut nüshaların en iyisidir. Eserin doğru adını ve kime sunuldu­ğunu göstermesi açısından da ayrı bir değer taşır. Semerkant nüshasını bir müddet elinde bulundurduğu tahmin edilen Şeyhzade Abdürrezak Bahşı tara­fından 1480 yılında İstanbul’da istinsah edilmiş olan Ayasofya nüshası da önemlidir Bu nüshada Uygur harfli mısraların altında Arap harfli biçimleri de yer almaktadır. Arap harfli Topkapı Müzesi nüshası, Fatih veya 2- Bayezıt dö­neminde, İstanbul’da istinsah edilmiş olmalıdır. Ankara Seyit Ali nüshası ise Arap harflidir; metin baştan, ortadan ve sondan eksiktir. Ayrıca Arat, Maarif Kütüphanesinde bulunan bir mecmua ile Berlin’de Prusya İlimler Akademi­sinde Uygur metinleri arasında Atebetü’l-Hakayık'a. ait olduğu düşünülen iki parça bulunduğundan söz etmektedir (ayrıntılar için bk. Arat 1992: 20-39).

Atebetü’l-Hakayık, toplam ı3 bölümden oluşur. Arat’a göre bu bölümleme sonradan ortaya çıkmıştır. 2- ve 3. bölüm dışındakilerin başlığı Arapçadır. Metin Türkçe yazılmış olduğu hâlde bölüm başlıklarının Arapça olması, bun­ların metne sonradan, büyük bir ihtimalle metnin düzenlenmesi sırasında eklenmiş olduğunu düşündürmektedir. Giriş niteliğindeki Tanrının methi, peygamberin methi, dört halifenin methi, büyük emir Muhammed Dâd İspehsâlâr Beg’in methi ve kitabın yazılması ile ilgili beş bölümden sonra, eser bilginin faydası ve bilgisizliğin zararları, diline hâkim olma, dünyanın dönek ligi, cömertliğin methi ve cimriliğin yerilmesi, tevazu ve kibir, harislik, ke­rem, yumuşak huyluluk ve diğer iyilikler bölümleriyle devam eder. Son bölü­mün konusu ise zamanenin bozukluğudur.

Atebetul-Hakayık, aruzun Kutadgu Biligde de gördüğümüz, Şehname vezni olarak bilinen feûlün, feûlün, feûlün, feûl kalıbıyla yazılmıştır. Metnin ilk üç bö­lümü kendi aralarında gazel, IV. ve V. bölümler ise ayrı ayrı gazel tarzında kafiyelenmiştir. Asıl metni oluşturan dokuz bölümlük kısım, aynı vezinde, ilâve kısımlar için de geçerli olan a aba, ccdc, eefe şeklinde kafiyelenmiş dörtlükler­den oluşmaktadır-, ancak dörtlüklerde eski Türk şiirinde daha yaygın olan di­ze başı kafiyenin de çok sayıda örneğine rastlanmaktadır. Metnin dörtlükler­le yazılması, Atebetü'l-Hakayık'ın Kutadgu Bilig’den önceki bir tarihe ait olduğu yorumlarına da neden olmuş, ancak dilinde Arapça ve Farsça kelimelerin çokluğu ile aynı şekilde aruz vezni ve dörtlüklerle yazılmış eserlere XII. yüzyıl­dan sonra da rastlanması nedeniyle bu varsayım kabul görmemiştir (bk. Köprülüzade 1984= 104). Ayrıca bu veznin on birli hece veznine benzerliği de tar­tışmalarda söz konusu edilmiş, Köprülü bu durumu da aruzla yazılan ilk eser­lerde hece veznine yakın kalıpların tercih edilmiş olması ile açıklamıştır (Köprülüzade 1934: 104).

Karahanlı dönemi şiiri hakkında ayrıntılı çalışmalar yapmış olan Tekin, dö­nemin manzum eserlerini halk şiiri ve aydın zümre şiiri olarak ikiye ayırır ve Atebetul-Hakayık' ı aydın zümre şiiri örnekleri arasında sayar. Millî ölçü olan hece vezni ve yine millî nazım birimi olan dörtlüklerle yazılıp konu olarak da İslamın etkisi dışında kalan halk şiirine karşılık, aydın zümre şiirinin İslami (Arap-Fars) ölçü birimi olan aruz ve genellikle yine İslami nazım birimi olan beyitlerle yazıldığını belirtir (Tekin 1986: 81-82). Başlarında aruzla yazılmış beyitler yer alırken, ana bölümün dörtlüklerle ama hece yerine aruz vezniyle yazılması geleneksel Türk şiiri ile Arap-Fars geleneğinin dikkat çekici bir sentezini oluşturur.

Metin, vezin ve kafiye bakımından kusurludur. İmale ve zihaflar çoktur. Aruzla yeni yeni Türkçe metinler yazılmaya başlandığı için, Köprülü’nün de­yimiyle vezindeki "bu kusur ve iptidaîlik [...] Edip Ahmet’e değil, dilin ve na­zım tekniğinin umumî tekâmülüne aittir” (Köprülü 1934-. 104). Tam ve yarım kafiyeler yanında bazen yakın seslerin de kafiye olarak kullanıldığı, yer yer redifle yetinildiği de görülmektedir. Arat’a göre duraklardaki kusurlar ve ka­fiyelerdeki tekrarların bir kısmının müstensihlere ait olduğu düşünülürse, Edip Ahmet’in nazım tekniğinde başarılı olduğu söylenebilir (1992: 10).

Atebetü’l-Hakayık bir ahlâk kitabıdır. Bu amaçla eserde Müslüman Türklerin kültür anlayışı çerçevesinde bireylerin ahlaki eğitimini amaçlayan kurallar döne­mi için anlaşılır bir Türkçe ile manzum olarak verilmiştir. Caferoğlu, "Konu, ya­pı, gaye ve en önemlisi şive bakımından tamamıyla Kutadgu Bilig, sofiyâne karak­teri ile de Ahmet Yesevî etkisi altında kâlân Atebetü’l-Hakayık devri için geniş bir yayılım sahası bulmuş, yerine göre, başka başka adlar almıştır” der (1984.- 75).

Eserde, bilgi ve dil hakkında yer alan görüşlerle, Kutadgu Bilig'dekiler arasın­da büyük paralellikler vardır. Ancak sanat değeri bakımından Kutadgu Bilig’deki zenginlik Atebetul-Hakayık'ta görülmez. Zaman zaman amaçları örtü- şen Yusuf Has Hacip ile Edip Ahmet’i şair ve düşünce adamı olarak karşılaş­tırmaya imkân yoktur. "Edib Ahmed’in umûmiyetle kuru, en mütevâzı duygu parıltılarından uzak, kendi işini bilen ve vazife-şinâs bir ahlâk hocası gibi, mâlûm bir programı sonuna kadar takrir eden sert ve bir dereceye kadar kaba ve cansız bir ifâde tarzı kullanması, ne fazla şahsî mukayeselere yer ayırıyor ve ne de okuyucularda bunun canlanmasına imkân bırakıyor” (Arat 1992: 6). So­nuçta sanat değeri yüksek bir metin değil, bir ahlak kitabı ortaya koymuş olan Edip Ahmet’in amacının, eserdeki konuları her okuyanın kolayca anlayıp akılda tutabileceği bir biçimde açık bir dille ve manzum olarak ortaya koymak olduğu düşünülürse, bu işi mükemmel bir şekilde başardığı söylenebilir (bk. Arat 1992: 8). Edip Ahmet’ten ve eserinden sonraki dönemlerde takdirle bah­sedilmesi bir yana, Atebetü’l-Hakayık'ın 15. yüzyılın ilk yansında Semer- kant’ta, ikinci yansında ise İstanbul'da yeniden düzenlenmiş olması, onun bir dönem var olan genel itibarının göstergesi olarak kabul edilebilir.

Eserde Türkçe olarak dile getirilen düşünce ve görüşler, zaman zaman ayet, hadis veya başka Arapça beyitlerle belgelenmiştir. Arat, neşrinde bunlar dip­notlarda gösterilmiştir.

Edip Ahmet "Anın uş çıkardım bu türki kitap” (478. mısra) diyerek eserini Türkçe yazdığım belirtir. Metne ekleme yapan Arslan Hoca Tarhan, açıklama yaparak eserin "Kaşgar dili” ile yazıldığını belirtir. Bu terimle döneminin Karahanlı Türkçesi kastediliyor olmalıdır (Ercilasun 2004: 334). Gerçi Arslan Hoca Tarhan esere yaptığı eklemede aynı zamanda, Kaşgar dilini bilen herkesin edibin ne söylediğini anlayacağından; birçok kişinin edibin sözünü an­layamadıkları için üzüldüğünden veya Edip Ahmet’in sözüne yanlış anlam ver­erek halk arasında utanılacak duruma düştüklerinden söz eder. Bunlardan eserin düzenlendiği dönemde artık herkesçe anlaşılır durumda olmaktan çıktığı sonucuna varabiliriz. Arat, eseri daha sonra tanzim edenlerin eserin dili hak­kında birtakım tasarruflarda bulunmuş olabileceği görüşündedir (1992: 16). Caferoğlu da mevcut nüshalardaki şive özelliklerinin asıl nüshayı temsil et­mediği, araştırmalarda karakteristik dil unsurları olarak üzerinde durulan ek ve kelimelerin ise, daha çok istinsah edildikleri dönemin malı oldukları görüşün­dedir (Caferoğlu 1984: 78). Atebetü’l-Hakayık'ın dilinde dikkat çeken bir başka husus da Kutadgu Bilig'e göre çok daha fazla Arapça ve Farsça kelime içermesidir.

Bu yazıda sıkça atıfta bulunduğumuz Arat yayınından sonra, dil ve kültür tarihi açısından önem taşıyan Atabetü’l-Hakayık hakkında, bu yayım aşan bir çalış­manın yapılmadığı görülmektedir. Metnin, özellikle nerede yazıldığı, yazarının hayatı, sunulduğu kişi gibi konuları hâlâ aydınlatılmayı beklemektedir

SON EKLENENLER

Üye Girişi