Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Büyük yazarların benzer evrensel temaları işlemesinden daha doğal ne olabilir? Şurası muhakkak ki insan hangi gözlüğü takmışsa, dünyayı öyle görüyor; görmek istediği gibi... Shakespeare'in sonelerini bir kez daha gözden geçirdim, bazı dizeler gönlümü titretti ve taktığım gözlük bizim Yunus ile Shakespeare'i bana kardeş gösterdi.

Kevin Spacey, Shakespeare'in "Üçüncü Richard" adlı oyununun beş özel temsili için İstanbul'a geldiğinde ben Elliot Engel'in "Oscar Nasıl Wilde Oldu?" adlı kitabını okuyordum. İngilizce yazan edebiyatçıların özel hayatlarına dair ilginç anekdotların verildiği kitapta İngilizcede kullanılan birçok sözcük, deyim ve anlatım tarzının Shakespeare'den geldiğini anlatıyordu.

Engel'in verdiği listede "fair play" gibi Türkçede de yaygın olarak kullanılan deyimi görünce çok şaşırdım. Çevirmen Zeynep Avcı, Oxford İngilizce Sözlüğü'ne göre Shakespeare'in İngilizceye yaklaşık 3 bin yeni sözcük armağan ettiğini, kimi eleştirmenlere göre bu sayının 10 ila 20 bini aştığını ileri sürdüğünü kaydetmişti. Bu rakam beni büyüledi. Shakespeare'in eserlerini dilimize kazandıran çevirmen Bülent Bozkurt'a sordum.

Bozkurt, Leslie Dunton-Downer and Alan Riding Essential Shakespeare Handbook kitabını kaynak göstererek Shakespeare'in İngilizceye yaptığı katkıyı "1500 kelime civarında" olarak belirtti. Ünlü yazarın, oyun ve şiirlerinde kullandığı birbirinden farklı kelime sayısı ise yaklaşık 20 bin idi ve bu rakama Shakespeare'e özgü deyim, deyiş ve ibareler dahil değildi.

Hangi yazarımız olmasaydı Türkçe olmazdı?

"Demek ki" dedim kendi kendime "Shakespeare olmasaydı İngilizce de olmayacaktı!" Bu hayretle sormaya devam ettim: Acaba hangi yazarımız olmasaydı Türkçe olmazdı? Kullandığı kelimelerin zenginliği açısından Türk diline en büyük katkıyı kim yaptı? Shakespeare ile bu açıdan yarışacak bir dil ustamız oldu mu bizim? Kuşkusuz bir yazarı sadece icat ettiği ve kullandığı kelime sayısıyla değerlendirmek yanlış olurdu. Yine de merak ediyordum, biz dilimizi en çok kime borçluyduk?

Millî Eğitim Dergisi'nin 2000 yılında yayımlanan nüshasında Mesiha Tosunoğ-lu'nun bir makalesi var. Burada Peyami Safa'nın 6 bin 400, Ahmet Midhat Efendi'nin 13 bin kelimeyle yazdığı belirtiliyor. Edebiyat eleştirmeni Mehmet Fuat, Ahmet Haşim'in şiirlerinde bin 446, Firdevsi'nin 8 bin 300, Fuzuli'nin 4 bin, Orhan Veli'nin 3 bin 945 sözcük kullandığını kaydediyor. Günümüzde çok satan yazarların kelime dağarcığına dair bir rakama ulaşamadım.

TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın, Türk edebiyatının Anadolu'da kurulması, gelişmesi ve yaygınlaşmasını sağlayan kişi olarak Yunus Emre'yi işaret etti. Edebiyat öğrenimi görmüş bir İngiliz'in bile Şekspir'in eserlerinin özgün baskılarını Shakespeare Glossary adlı özel sözlüğe bakmadan kavrayamadığını söyleyen Akalın, Yunus'un şiirlerini büyük ölçüde bugün de anlayabildiğimizi ve özlü söyleyişler açısından günümüze kalan Yunusça söyleyişlerin hiç de az olmadığını belirtti.

TDK Başkanı'na göre Shakespeare'in kullandığı yirmi bin sözcük, Yunus Emre'nin söz varlığı ile kıyaslanmamalı çünkü Yunus yalnızca şiir vadisinde eserler ortaya koydu. Şiirler âdeta damıtılmış sözler olduğundan sınırlı sayıda söz varlığına sahip. Shakespeare'in söz varlığının önemli bir bölümünü ise tiyatroları oluşturuyor. Ne yazık ki Türkçede bu ölçüde söz varlığına sahip olan bir yazar yok!

Akalın'ın Ahmet Haşim'in söz varlığı için verdiği rakam bin 793, Yahya Kemal için ise 3 bin 307. Romancı Peyami Safa, on bir romanında 6 bin 143 farklı sözcük kullanmış. Bu yönüyle edebiyatımızda en fazla söz varlığına sahip kişi olarak biliniyor. Atatürk'ün Nutuk'unun özgün metninde 6 bin 791 söz varlığı bulunduğuna da işaret eden Akalın, "Ali Püsküllüoğlu Yaşar Kemal Sözlüğü'nü hazırladı ama amaç söz varlığını ortaya koymak değil yazarın eserlerindeki Çukurova ağızlarına ait yerel söz varlığını bir araya getirmekti. Yirmi iki eserin taranmasıyla elde edilen söz varlığında 635 sözcük bulunuyor." dedi.

Türkçemizi var eden Yunus

Mimar Sinan Üniversitesi Edebiyat Bölümü Başkanı Prof. Abdullah Uçman, hiçbir yazarımızın Shakespeare gibi bir dâhiyle karşılaştırılamayacağı görüşünde:

"Yeryüzündeki başka diller gibi Türk dili de zaman içerisinde çeşitli ihtiyaçlar ve ilişkiler etrafında gelişmiştir. Bilindiği gibi Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımından meydana gelen Osmanlı Türkçesi, Türk dilinin en zengin olduğu dönemdir. Türk dilinde sadeleşme sürecinin başladığı Millî Edebiyat ve Cumhuriyet devirlerinden sonra yetişen Ömer Seyfeddin, Yakup Kadri, Refik Hâlid, Reşat Nuri, Halide Edib, Mehmed Âkif, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Tarık Buğra gibi yazarların eserleriyle hiç şüphesiz Türk dili zenginleşmiştir ama bu yönleriyle bizim yazarlarımızın hiçbirini Shakespeare gibi bir dâhi ile mukayese etmek mümkün değildir."

Selim İleri, kullandıkları kelimelerin çokluğu ve zenginliği açısından geçmişte Yunus Emre'ye, Karacaoğlan'a, daha yakın dönemde Refik Halit Karay'a, Nazım Hikmet'e, Safiye Erol'a, Behçet Necatigil'e, Oktay Rıfat'a, Yaşar Kemal'e çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyor. Üslup açısından ise Abdülhak Şinasi Hisar'ı, Falih Rıfkı Atay'ı, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, Sâmiha Ayverdi'yi, Attila İlhan'ı anıyor.

"Türkçemizi var eden Yunus'tur." diyenlerden biri de Hilmi Yavuz:

"Cemal Süreya, bir şiirinde Yunus'un dilini 'Türkçe'nin süt dişleri' benzetmesiyle dile getirmişti. Bu harikulade metafor, Türk dili'nin Yunus Emre'yle en halis, en arınmış ve en mükemmel bir başlangıçla, yani, Yunus'un Türkçesi ile vücuda geldiğini ima ediyor. Yunus'un şiir dili, bir başlangıç olduğu kadar, varılması amaçlanan bir gaye'dir de... Türk dili kadar Türk şiirinin dili, Yunus Emre'nin hazırladığı, bezediği ve yücelttiği bir yapıdır. Şunu söylemek istiyorum: Yunus'u bilmeden, onu okumadan şair olunamaz!"

Türkçenin Cibril'i

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Mustafa Tatçı da Türkçemizi neden Yunus Emre'ye borçlu olduğumuzun sebeplerini şöyle açıklıyor:

*Yûnus halkı 'hakk'a Türkçe davet etti: Yûnus, hakikati Arapça yahut Farsça söyleyen önceki gelenlerin sonuncusu, sonraki gelenlerin de ilkidir.

*Yûnus bizim aşk ve manâ dilimizin kurucusudur: Biz Yûnus'la dilimizi öğrendik. O bize, sevmeyi, sevgi yoluyla Hakk'a ulaşacağımızı kendi dilimizle öğretti. Anadili Türkçeyi Hakk'ın ve hakikatin dili hâline getirdi. Sonra döndü, gönlüyle birlikte vahiy onun kalemiyle gökten yere Türkçe indi; Türkçenin Cibrîl'i oldu.

*Yûnus bize sevmeyi öğretti: O sadece dil öğretmekle kalmadı, sevgiyi de öğretti. Biz, Cenâb-ı Hakk'ın sevilince bilineceğini "Ol dost ile benim işim ölüp dahı bitmeyiser/ Bu niçe ola kim bite çün gönülde dost sevile" diyen aşk müderrisi Yûnus'tan öğrendik.

*Yûnus tasavvuf dilini kurdu: Türkçenin inceliklerini yakalayan Yûnus, anadilinde tasavvuf ve ıstılah dilinin kurucusudur. Eğer bugün edebî bir Türkçeden söz ediyorsak, bunu Yûnus'a borçluyuz. Onun asıl farkı, Türkçeye getirdiği değişik ses ve kelimelere yüklediği orijinal manâlardadır. Dili, üslûbu ve mücerred unsurları anlatırken kullandığı müşahhas kavramlarla kendinden sonra gelişen halk ve dîvân şiirini gerek şekliyle ve gerekse muhtevasıyla hazırlayan kişi olmuştur.

Beşir Ayvazoğlu, edebiyatçıların kullandıkları kelime sayısı ile değerlendirilemeyeceğine inanıyor:

"Üç beş kitabı bulunan bir şairin eserlerindeki kelime sayısıyla onlarca roman yazmış bir yazarın kullandığı kelime sayısı birbirinden elbette farklı olacaktır. Şairin kullandığı kelimelerin az olması, onun kelime hazinesinin de fakir olduğu anlamına gelmez. Mesela Ahmet Haşim dar bir kelime kadrosuyla harika bir şiir dünyası yaratmıştı. Mehmed Âkif, Tanzimat sonrası şairler arasındaki en çok kelime kullanan şairlerdendir. Türkçenin gerçek kudretini anlayabilmek için Evliya Çelebi, Naima, Ahmed Cevdet Paşa gibi yazarların eserlerini bu gözle incelemek gerektiği kanaatindeyim. Yunus Emre'nin de, Türkçenin ihmal edildiği çağda yaşamış olmasına rağmen çok zengin bir kelime hazinesine sahip olduğu bilinmektedir."

***

Aşkın olandan ilham alan şair

İngiliz edebiyat araştırmacısı ve şair Martin Lings, Shakespeare'in oyunlarındaki Sufi düşüncenin sembol ve yansımalarını Türkçeye "Shakes-peare'in Kutsal Sanatı" adıyla çevrilen kitabında anlatır ve onu adeta gerçeğin ardındaki hakikati arayan bir insan olarak resmeder. Müslüman olarak Ebubekir Siraceddin adını alan Lings, Shakespeare'in "aşkın olandan ilham alabilen" bir şair olduğunu söyler. Vardığı sonuçları tartışmayı uzmanlarına bırakalım, Yunus Emre ile Shakespeare arasında rastladığım benzer temalardan bir örnek vermek isterim. Yunus'un

"Sana ibret gerek ise, gel göresin bu sinleri

Ger taş isen eriyesin, bakıp görücek bunları"
dizeleriyle başlayan uzun şiirinde mezarlıkları enfes bir şekilde resmeder. Şöyle der bir yerinde:

Bunlar bir vakt beyler idi, kapıcılar korlar idi

Gel imdi gör, bilmeyesin, bey hangidir ya kulları
Ne kapı vardır giresi, ne yemek varır yiyesi

Ne ışık vardır göresi, dün olmuştur gündüzleri

Şimdi Hamlet'in mezarlık sahnesine bakalım. Yeni kazılmış bir mezar başında Hamlet ile Horatio şöyle konuşurlar:

HAMLET: Bir zamanlar onun da dili vardı, şarkı söylerdi. Şimdi şu herife bak; ilk katil Kabil'in kafatasıymış gibi, nasıl da fırlatıyor onu. Şimdi bir eşeğin elinde. Ama, zamanında Tanrı'yı bile aldatmaya kalkan, hilebazın biriydi belki de. Olamaz mı?

HORATİO: Olabilir lordum.

HAMLET: Bir saraylıydı belki de. "Günaydın aziz lordum, nasılsınız aziz lordum?" diyordu. Falanca beyin atını isterken, ona övgüler yağdıran filanca bey. Değil mi?

HORATİO: Evet lordum.

HAMLET: Evet ya, şimdi de nimet oldu toprak kutlarına. Çenesi düşmüş, başı da mezarcının küreğiyle, oradan oraya fırlatılıyor. Talihin çarkı muazzam bir örnek sunuyor. Ama onu fark edecek göz yok ki bizde! Bu kemikler kuka oynamak için mi beslenip büyütüldü? Düşündükçe kemiklerim sızlıyor.

I. SOYTARI: (Şarkı söyler.)

Bir kazma ve bir kürek, bir de kefen olmalı sarınacak. Özel olarak kazılmış bir de çukurun varsa, bundan uygun yer olur mu, senin gibi konuğa?

(Başka bir kafatası fırlatır.)

HAMLET: İşte bir tane daha. Belki bir avukatın kafatasıdır bu da. O kelime oyunları nerede şimdi? İnce ayrıntılar, davalar, tapu senetleri, hileler... Bu kaba herifin, pis küreğiyle kafasına, vurmasına nasıl razı oluyor da, şiddet kullanmaktan kovuşturma açmıyor? Hımm. Bu adam arsa alım satımcısıydı zamanında. Hani nerede ipotekler, sözleşmeler, cezalar, kefiller? Nerede hani hacizler? Toz toprakla dolmuş o kurnaz kafası. Bunu mu kazandı para cezalarından? Hacizlerden gelen kazancı bu mu? O çifter çifter kefilleri, neye kefillik edecekler şimdi? Eni boyu bir çift senet kadar olmayan şu yere mi? Bıraktığı mallarının tapuları bile, ancak sığar buraya. Kısmete bak, sahibine de o kadar yer düşüyor.

Büyük yazarların benzer evrensel temaları işlemesinden daha doğal ne olabilir? Şurası muhakkak ki insan hangi gözlüğü takmışsa, dünyayı öyle görüyor; görmek istediği gibi... Shakespeare'in sonelerini bir kez daha gözden geçirdiğimde, "Kendini feda et ki sürsün varlığın", "Senin yapacağın doğurmak seni, başka bir senden", "aslanın pençesini körelt/ ve oburca yedir toprağa kendi tatlı yavrusunu" gibi bazı dizeler gönlümü titretti ve taktığım gözlük bizim Yunus ile Shakespeare'i bana kardeş gösterdi.

NURİYE AKMAN   -   23.10.2011

SON EKLENENLER

Üye Girişi