Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KEREM İLE ASLI

Râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr şöyle hikâyet ederler ki: O iller bizim iller, orada söylenen diller bizim dillerken İran başka İran, devran başka devranmış...

Şehirlerden Isfahan şehrinde Koca Han derler bir han varmış; dağa, taşa hükmü yürür; kurda ku­şa sözü geçermiş; devletli mi dedin devletli, mürüvvetli mi dedin mürüvvetli... Vasfi halî yazıp defter etmeğe gelmez ya, ille adaleti, ille adaleti dillere destanmış: Cem kim, Cemşid kim! Harun Reşid bile gelir, adaleti ondan öğrenirmiş! ... Allah ona devlet üstüne devlet vermiş, dünyalık üstüne dünyalık vermiş ama gelgelelim yerini, yurdunu tutacak bir evlat vermemiş; bu yüzden yaşı, başı ilerledikçe gamı, kasaveti de artıyor, düşündükçe düşünüyor, kurdukça kuruyormuş!

(Koca Han'ın, Hristiyan bir hazinedarı vardır. Hikâyede "Keşiş" adıyla geçen bu hazinedar ile ka­rısı İriskin'in de çocukları olmuyordu. Koca Han, Keşiş'in tavsiyesiyle sıkıntısını dağıtmak için dillere destan bir bahçe yaptırır. Dualar eder. Bir gün bahçeye bir bahçıvan gelir. "Kırklar"dan olan bu bahçı­van, sultanın hanımına bir elma, bir de armut fidanı verir ve kaybolur. Yedi yıl geçer ama fidanlar mey­ve vermez. Sultan Hanım bir gün dua eder. Rüyasında o ermiş kişi müjde verir. Uyandığında elma ağacının meyve verdiğini görür.)

Anladılar ki o bahçıvan, bahçıvan değil; şu fidan, fidan değil; bu elma, elma değil; Allah'ın bir hikmeti! Sultan eğildi, secdeye vardı; Iriskin doğruldu, haç çıkardı. Sultan, Keşiş karısına dönüp:

"Iriskin" dedi, "Ben rüyasını gördüm. Bu elma boş değil, Allah muradımızı verecek; imdi, gel se­ninle ahd ü peymân edelim; benim bir oğlum, senin de bir kızın olursa, oğluma verir misin?"

Iriskin de:

"A sultanım" dedi, "Zaten babası kapınıza kul, anası yolunuza köle; varsın o da oğlunuza kurban olsun; hele Allah o günleri göstersin de..."

Bu niyetle Sultan kudret elmasını ortasından kesip yarısını ona verdi; yarısını da kendisi yedi.

Gayrı sözü uzatıp da ne biz günaha girelim ne şu cemaatin başını ağrıtalım... Aradan dokuz ay, dokuz gün, dokuz saat geçti. Sultanın nur topu gibi bir oğlu dünyaya geldi; İriskin'in de nar tanesi gibi bir kızı... Oğlanın kulağına "Ahmet Mirza" diye okudular; kızın adını da Isa Gülü koydular.

(Keşiş, kızının yıldız falına bakar; ölüm ve ayrılık görünce "Zaten dinimiz ayrı, kitabımız ayrı" diye sözünden cayar ve sultana kızın öldüğünü söyler. Yıllar geçer, Mirza büyür, okula gider. Çok zeki olan Mirza'ya ders arkadaşı olarak Sofu isimli bir arkadaş verirler. İkisi kısa zamanda kardeş gibi olurlar. Ceylan avına çıktıkları bir gün Mirza Han, bir pınar başında uyuyakalır.)

Yorgun argın, dünyasından geçti, öyle bir âleme göçtü ki rüya âlemi mi desem, mana âlemi mi desem, ne desem! Ak saçlı bir pir yamacına dikilip eyitti:

"Be hey gafil! Şu ceylan kuzusundan ne aldın da veremiyorsun? Bu dünyada daha ne ahular var! Uyan gaflet uykusundan, uyan da bir bak!" deyince, Mirza Han rüyadan rüyaya geçip sözde uyandı, baktı ki ahu gözlü bir peri! Hele o saçlar, topuklara kadar; o gözler üzüm gibi; boyu mu dedin, serviye benziyor, dallar içinde; huyu mu dedin, kokuya benziyor, güller içinde...

 

İLGİLİ İÇERİK

 

"Nasıl söyleyeyim bilmem ki oğul, yaratan sizi bir dalda yarattı amma, kör şeytan getirip aranıza bir kara çalı dikti; imdi siz kavuşmak istedikçe, bu çalı sizi ayıracak, o ayırdıkça siz kavuşmak isteye­ceksiniz; artık sonu nereye varacak bir Allah bilir. Hele iç şunu, pir dolusu, aşk badesi derler buna!" deyip bir dolu sundu. Mirza gafil, pirin sunduğu doluyu bir içti, aklı başından gitti.

(Mirza, şahiniyle ava çıktığı bir gün, bıldırcın kovalayan şahin bir bahçeye girer. Mirza bu bah­çede, rüyasında âşık olduğu sözlüsünü görür.)

Gül kız titredi ve dedi:

"Ey başımın bahtı, gönlümün tahtı, dünya gözüyle bu kadar olsun birbirimizi gördük ya, gayrı ke­rem eyle... Kaderimizde varsa bir gün olur, allı pullu günlere erişiriz."

Mirza gafil, bir rüyadan ayılır gibi olup:

"A gül yüzlüm, gül benizlim; kerem edecek ne var bunda? A cevahir sözlüm, bu ayrılık bana ölümden beter... Bari ben "Kerem" olayım, sen de "Aslı". Kerem senin ağzından çıktı. Bu ad bana bergüzarın olsun. Sen de bir hayalin aslısın, bu da benden sana yadigâr olsun... Ben de bakarken sana "Aslı" diye bakarım; bir gün gelir, yolunda kül olur gidersem şu bastığın toprak ben olayım." deyince Aslı'nın gözlerinden Ceyhun misali kan revan olup ağız açmaya mecali kalmadı. Bereket versin dut ağa­cı, tuttu dallarından bir dal verdi ona, o da dal gerdanında yayılan top zülüflerden üç tel çekti de başladı saz ü niyaza, imdi, Aslı ne söyledi? Kerem ne dinledi? Biz ne diyelim, cemaatimiz ne anlasın!

Aldı Aslı:      

Ne gezersin melul melul bu yerde

Aman Kerem beni rüsva eyleme.

Düşürürsün beni onulmaz derde

Aman Kerem beni rüsva eyleme.

Kısmet etsin beni sana

Yaradan Kaldırsın engeli, yâdı aradan

Ben yeni ayırdım akı karadan

Aman Kerem beni rüsva eyleme.

Doyamadım şeker ezen dilinden

Yolunda çekinmem asla ölümden

Çok sarılma gayri ince belimden

Aman Kerem beni rüsva eyleme.

Ağa Kerem, Paşa Kerem, Han Kerem

Ateş Kerem, tutuş Kerem, yan Kerem

Aslı sana kurban olsun can

Kerem Aman Kerem beni rüsva eyleme.

(Kerem onulmaz bir derde düşmüştür. Hiçbir şey ona fayda etmez. Olayların aslını öğrenen babası, Aslı'yı vermesi için Keşiş'e baskı yapar. Keşiş görünüşte razı olur ama düğün günü kızını ve karısını alıp ortadan kaybolur. Kerem de ana babasından helallik alıp can dostu Sofu ile birlikte yollara düşer.)

Anası yalvarıp yakardıkta, Kerem dedi ki:

"Gül yüzlü ana; beni senden ayırırsa ölüm ayırır ama ben, ben olsam! Dedikleri gibi, bir ben daha var bende, benden içeri! Ne yapayım bilmem ki biri serden geçiyor, anadan geçmiyor; biri anadan geçiyor, yârdan geçmiyor! Gel gör beni aşk neyledi..." deyince anası baktı ki oğlu bir iken iki olmuş. Biri Mirza, biri Kerem! Tutup Mirza oğlunu bağrına bastı, Kerem biçareye de "Mademki yazan böyle yazmış, gayrı kader ne ise öyle olur" deyip eksik artık hakkını helal etti.

(Artık Kerem ile Sofu, İsfahan'dan çıkıp yaz kış, dağ taş demeden, şehir şehir Aslı'yı ararlar. Bu­nu haber alan Keşiş de devamlı yer değiştirir.)

Az gittiler uz gittiler, dere tepe düz gittiler. Derken bir yol ağzında önlerine Kırk Haramiler çıkmasın mı? İçlerinden biri üstlerine yürüyüp:

"Hey babayiğitler, bu dağlar, bizim dağlar! Eğer dünyanıza doymadınızsa, sökülün bakalım dün­yalığınızı!" deyince, Kerem aldı sazı eline, bakalım o ne söyledi; Haramiler ne anladı:

Aldı Kerem:      

 Gece gündüz zari zari ağlarım

Yâre giden yollar duman Yarabbi.

Bu dünyaya geldim gitmek için ya

Gitmeden kavuştur aman Yarabbi.

Kırk Harami çıktı yolun düzüne

Kıymaktır muradı benim özüme

Kerem edip bir bak benim yüzüme

Bir canım var sana kurban Yarabbi.

Bilmem hayal gibi, bilmem düş gibi

Geldi geçti ömrüm karlı kış gibi

Sefil Kerem vurulsun mu kuş gibi

İman ver şunlara iman Yarabbi.

deyip kesince, Haramilerin başı:

"Tuu!" dedi, tükürdü yere; "Baltayı taşa vurduk yine. Bu adamlar Hak âşığına benziyor. Böylelerinin göklere açılan ellerinden korkulur doğrusu! İyisi mi bir yongalarına dokunup da beddualarına uğ­ramayalım." deyip, kırkı kırk yandan âşıkların gönlünü almaya başladılar. Onlar da ne desin; "Allah herkese kendi kalbine göre versin!" deyip yollarına revan oldular. Korku belası doludizgin gidip kendi­lerini Van'a attılar. Neye derler ki; "Dünyada Van, ahirette iman!"

Kerem ile Aslı Derleyen: Eflatun Cem GÜNEY

 

İLGİLİ İÇERİK

EFSANE NEDİR ve ÖRNEKLERİ

ANADOLU EFSANELERİ

ANKARA'DA HACETTEPE-EFSANE ÖRNEĞİ

PROMETEUS, ZEUS EFSANELERİ YUNANLARIN MI?-MİRZA HACIYEV

KÖROĞLU SIRRI : EFSANEDEN HAKİKATE-MİRZA HACIYEV

AĞRI DAĞI EFSANESİ ÖZETİ- YAŞAR KEMAL

SİMURG EFSANESİ

SARI KIZ EFSANESİ

KEREM İLE ASLI EFSANESİ