Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

ANİ ÇEŞİTLERİ

Mânileri yapısı ve konuları yönlerinden çeşitlere ayırabiliriz.

 

I. Yapı Bakımından Mâni Çeşitleri

 

A. Düz ya da Tam Mâni: Yedişer heceli dört dizeden oluşan manilere düz ya da tam mâni denir.

Gel bakma kimseye hor

Halkı yorma kendin yor

Yıkmak için çok düşün

Yıkmak kolay yapmak zor

 

B. Kesik ya da Cinaslı Mâni: Birinci dizesindeki hece sayısı yediden az olan manilerdir. Dizeler cinaslı uyaklarla kurulur. Bunun için bunlara cinaslı mani de denir. Cinas, söylenişleri aynı, anlamları ayrı olan sözcüklerle yapılan bir sanattır:

Bağ bana

Bahçe sana bağ bana

Değme zincir kâr etmez

Zülfün teli bağ bana

 

Kesik manilerde birinci dize, cinaslı uyağı oluşturan sözcük ya da sözcük öbeğidir. Anlamlı da ol­sa anlamsız da olsa düşünceye bir giriş ve uyağa başlangıç niteliğinde olduğundan mâninin yapısında ve anlamında bir aksaklığa yol açmaz. Kimi mânilerde aradaki iki dizeyi çıkarmakla da mâninin kurulu­şu bozulmaz. Çünkü kesik manilerde anlam birliği beyittir.

 

Mâninin altılı biçimi:                     Mâninin ikinci ve üçüncü dizeleri atılmış biçimi:

Sarayım                                    Sarayım

Bülbül bekler Sarayım                   Yıktı kalbim Sarayım

Bir haine dil verdim                      Bergüzarı istemem

Yıktı gönlüm Sarayım                   Seni bir yol Sarayım

Bergüzarı istemem

Seni bir yol Sarayım

Kesik manilerde birinci dize yedi heceli olursa, "doldurmalı kesik mâni" ya da "ayaklı mâni" adını alır:

Ah demedi demedi

Elinde gül demedi

Ben nasıl güleceğim

Yâ bana gül demedi

 

Cinaslı ya da cinassız kesik mânide, kimi zaman tam mânilerde, mâni metninden önce bir ünlem, bir seslenme sözü söylenir, buna da mâninin uyak kelimesi koşulur. Bu ünlem sözü bölgeye ve mâni­nin konusuna göre değişiktir: Azizim, azizem, azziyem, men aziz, bala, balacan, ele mi, geç gönül, var geç gönül, gör bir âfet, âşık, âşık der, baba, baba der, lala der... İstanbul "Meydan Kahveleri" gelene­ğinde bu ünlem sözleri "adam aman"idi.

Adam aman yâr asar                             Adam aman kuzusu

Hekimsen bak nabzıma                          Çay kuru çeşme kuru

Cerrah isen yara sar                             Nerden içsin kuzu su

Beni kimse asamaz                               Beni yakıp bitiren

Asar ise yâr asar                                  Bir ananın kuzusu

 

C. Yedekli ya da Artık Mâni: Düz manilerin sonuna uyakları aynı olan iki dize daha getirilerek yapılan manilere denir. Bunların kesik mâniden ayrılan yönü uyakların cinaslı olmayışı ve ilk dizelerin bir anlam taşımalarıdır:

Ağlarım çağlar gibi

Derdim var dağlar gibi

Ciğerden yâreliyim

Gülerim sağlar gibi

Her gelen bir gül ister

Sahipsiz bağlar gibi .

 

D. Karşılıklı Mâni (Deyiş): İki kişinin karşılıklı olarak söyledikleri manilere deyiş adı verilir. Bun­lar sorulu cevaplı biçimde düzenlenir. Böyle mânilerde kimi zaman mâninin kimin ağzından söylendiği belirtilir:

Ağa - Adilem sen nâçarsın                               Âdile - Ağam derim nâçarım

İnci mercan saçarsın                                       İnci mercan saçarım

Dünya deniz olunca                                        Dünya deniz olunca

Gülüm nere kaçarsın                                       Ben kuş olup uçarım

 

E. Katar Mani: Bir konu bütünlüğü içinde birbiri ardı sıra gelen mânilere katar mâni denir. Kilisli Rıfat Bilge’nin "Maniler" adlı eserinde 'İsmail Aleyhisselâm Hakkında Olan" başlığı altında 43 mâniden oluşan katar mâni örneği vardır. Aşağıya bu mânilerden ilk iki tanesi alınmıştır:

Baharı benzer yaza

Şahini mail baza

Bu bir katar ma'nîdir

Bir bir diyelim size

 

Evvel Allah adına

Şükürler bir yâdına

Mil çekilsin ol göze

Hor bakar üstadına

 

Selasettin kuşudur

Kiremitlere giren.

Ona atmaca derler

Aşar dumanlı dağı

 

F. Karşı-beri: Yukarıdaki mani çeşitleri dışında karşı-beri bazı kaynaklarda mani çeşidi olarak geçmektedir. Karşı-berilerde karşılıklı olarak ve sıra ile kişiler iki dize söylerler; ikinci dizeler kendi arasında uyaklıdır:

Beriki : Kuşlardan hangi kuştur

Karşıki: Yavrusuna süt veren?

Beriki: Kuşlardan hangi kuştur

Karşıki: Boynunda var yel bağı?

 

II. Konuları Bakımından Mâni Çeşitleri:

A. Niyet, fal (yorum) manileri: Bunlar Hıdrellez, bahar bayramı ve kış geceleri yapılan sohbet toplantılarında söylenir.

B. Sevda manileri: Anadolu'nun bazı yerlerinde bahar ve Hıdrellez törenlerinde oğlanlarla kızlar karşılıklı olarak mani söylerler.

C. İş manileri: Köy ve kasabalarda kışlık hazırlık işlerinde, imece usulü çalışan kişiler arasında söylenen manilerdir.

D. Bekçi davulcu manileri: Gece bekçileri ve ramazan davulcularının söyledikleri manilerdir.

E. İstanbul sokaklarında satıcıların söyledikleri maniler: Gezici satıcılar mısır-buğday, keten helvası, macun gibi şeyler satarken maninler söyleyerek mahalle halkının dikkatini çekmeye ve onları eğlendirmeye çalışırdı.

F. İstanbul meydan kahvelerinin cinaslı manileri: Eski İstanbul’daki meydan kahvelerinde, külhanbeyi şairlerinin karşılaşmalarının bu çeşit bir ustalık yarışı olduğunu Tahir Alangu söyler.

G. Doğu Anadolu'da hikâye manileri: Doğu Anadolu bölgesindeki hikâyelerin içindeki türküler arasına yerleştirilen bu tür mânilere Kars'ta "Peşrevî" denir. Bu geleneğin Türkmenistan'daki Türkmen­ler arasında da yaşadığı söylenir.

H. Mektup manileri: Gurbet, özlem, kavuşma, mahpusluk, ayrılık durumlarında birbirlerinden uzak kalanların birbirlerine yazdıkları mektuplara giren manilerdir.

Suat BATUR

Açıklamalı-Örnekli Türk Halk Edebiyatı

 

 


MANÎ (TÜRK DİLİ DERGİSİ)

Türk halk şiirinin en küçük nazım biçimi olup çok geniş bir coğrafî alana yayılmıştır. Türkiye sınırlan içinde Denizli’de mâna, Urfa’da kadınlar arasında söylenenlerine, me’âni, erkekler arasındakilere ise hoyrat, Doğu Karadeniz bölgesinde ise karşı-beri adıyla tanınmaktadır. Karşı-berîlerde karşılıklı olarak ve sıra ile kişiler iki dize söylerler; ikinci dizeler kendi arasında kafiyelidir. Türkiye dışında ise Azerbaycan’da bayatı; Irak’taki Türkler arasında hoyrat; Kazan Türkleri ve Kırgızlar arasında aytipa, kayım öleng veya ülenek; Tatarlarda çinik, çinig, cink, şın; Kırım Tatarlarında mane, Özbekler arasında koşuk, aşula  adlarıyla bilinmekte olan mani, değişik araştırmacılar tarafından uzun yıllardan beri üzerinde durulmasına rağmen, etimolojisi bakımından tam bir kesinliğe kavuşturulamamıştır. Bazı araştırmacılara göre bu kelime Arapça mânâ kelimesinin bozulmuş bir biçimidir. Başka araştırmacılar ise man kelimesinden türemiş olduğunu kabul etmekte ve Türkçe asıllı bir kelime olduğunu ileri sürmektedir.

Mani, genellikle yedi heceden oluşan dört dizelik bir türdür. Bu bir tek dörtlük içinde bir anlam bütünlüğü göstermek zorundadır. Anlamın ağırlığını taşıyan dizeler çoğunlukla üçüncü ve dördüncü dizelerdir. Genellikle ilk iki dize, asıl anlamı veren son dizelere bir hazırlık yapılmasını sağlayan doldurma dizelerdir. Bu ilk iki dize maninin bütünlüğü içerisinde herhangi bir anlam tamamlama endişesi taşımaksızın yer aldıkları gibi, bazan bu anlam bütünlüğüne katkıda da bulunmaktadırlar. İlk iki dizenin çeşitli manilerde değiştirilebildiği, ancak üçüncü ve özellikle de anlamın bütün yükünü çeken dördüncü dizenin ise hemen hemen hiç değiştirilmediğini görüyoruz.

Sözlerimizi daha iyi belirtebilmek için birkaç maniye bakalım:

İlk iki dizesi doldurma olanlar:

Elmayı bütün dildim,

Çamura düştü sildim.

Ben yârimin kıymetin 

Gittikten sonra bildim.

veya

Damda otlar bitmez mi? 

Süpürseler gitmez mi? 

Gel gurbetten güzelim. 

Bu hasretlik yetmez mi?

veya

Kaleden iniş olmaz,

Ham demir gümüş olmaz. 

Güzele gönül verdim 

Ölürüm dönüş olmaz.

veya

Bu dağlar ulu dağlar, 

Eteği sulu dağlar. 

Herkes yar ile gezer, 

Yüreğim kara bağlar.

 

Birinci dizesi doldurma, diğer dizeleri maninin anlamını oluşturanlar:

Kum birikmiş derede,

Vefâsız yâr nerede?

Geçersin belki dedim 

Bekledim pencerede.

veya

Samanlık dolu saman.

Uyan nişanlım uyan.

Eller düğün yapıyor,

Bizim düğün ne zaman?

veya

Suyu verdim soğana.

Gönlüm düştü oğlana.

Oğlan beni almazsa,

Bıçaklana doğrana.

İlk dizeleri doldurma olmasına rağmen son dizelerinin değiştiği manilere de rastlanmaktadır. Bunlar mani söyleyenin maniyi söylediği zamana, duruma ve olaylara göre aynı doldurma dizeleri kullandığım, ancak son dizelerde ise asıl amacım ortaya koyduğunu gösteren örneklerdir:

1.    Kadifeden kesesi

2.    Kahveden gelir sesi    Doldurma dizeler

3.    Benim sevdiğim yiğit

4.    Bekârların efesi.

yerine aynı doldurma dizelere sahip olan şu maniler bu düşüncemizi destelemektedir:

1.    Kadifeden kesesi

2.    Kahveden gelir sesi

3.    Nere mekân bağlamış

4.    Ciğerimin köşesi.

veya

(1. ve 2. dizeler aynı)

3.    Gündüz gelme gece gel

4.    Ciğerimin köşesi.

        3.    Ne dedim de darıldın

         4.    Ciğerimin köşesi.

3.    Nerelerden geliyor

4.    Ciğerimin köşesi.

        3.    Oturmuş gergef işler

        4.    Ciğerimin köşesi.

3.    Oturmuş koyun sağar

4.    Ciğerimin köşesi.

        3.    Oturmuş kumar oynar

        4.    Ciğerimin köşesi.

3.    Oturmuş mani söyler

4.    Ciğerimin köşesi.

3.    Oturmuş yazı yazar

4.    Ciğerimin köşesi.

3.    Oturmuş rakı içer

4.    Ciğerimin köşesi.

3.    Sarhoş olmuş geliyor

4.    Ciğerimin köşesi.

Başka örnekler:

1.    Ayna attım çayıra

2.    Şavkı düştü bayıra    Doldurma dizeler

3.    Erenler el kaldırsın

4.    İşim döndü hayıra.

 

3.    Eşiten amin desin

4.    İşim döndü hayıra.

veya

3.    Dua edin komşular

4.    işim döndü hayıra.

veya

3.    Gökte Rabbim çattığın

4.    Yerde kimler ayıra?

 

Bazan bu ilk iki dizenin genişleyerek üçüncü dizeyi de içine aldığı görülmektedir:

1.    Ben bir gümüş bıçağım

2.    Yalan değil gerçeğim

3.    Beni kim olsa sever

4.    Bahçenin çiçeğiyim.

 

manisinde ilk üç dize aynı kalmış ve sadece son dize değişmiştir:

4. Hem gülüm hem çiçeğim.

 

Aslında mani dörtlüğü içinde bir anlam birliğinin dört dize içine yayılması maninin güzelliğini de rahatlıkla ortaya koymaktadır. Yapılan benzetmeler, çizilen tablo ve ifade bu dört dize içinde bir birlik oluşturduğunda mani daha güzel ve estetik bir yapıya kavuşmaktadır.

Manilerin uyak düzeni genellikle a, a, b, a şeklindedir. Birinci, ikinci ve dördüncü dizeler biribirleri ile uyaklı, üçüncü dize ise tamamen bağımsızdır. Giriş veya doldurma niteliğinde olan ilk iki dizenin uyak bakımından son dizeye bağlı olması sebebiyle en güzel maniler, anlam bakımından da bu bağlantıyı ortaya koyup her bakımdan bir bütünlük gösteren manilerdir. İlk iki dizenin zamanla veya bir kişi ve bölgelere göre değişmesi, bu bütünlüğe olumsuz yönde etki yapmaktadır. İlk iki dize, maninin anlam bakımından dış dünya ile ilişkisini, son iki dize ise vurgulamak istenen duygu ve düşünceyi sergilemeye çalışır. Bu iki bölüm biri birlerine ne kadar uyum gösterirlerse mani o kadar başarılı bir örnek sayılır. Sözünü ettiğimiz manilerden bir kaç örnek verelim:

Kaşların ok dedikçe 

Kirpiğin çok dedikçe 

Pek mi gönlün büyüdü 

Sen gibi yok dedikçe.

veya

Çıktım eşik üstüne 

Yâri görmek kastına

Yârim akça bezetmiş 

Altın perçem üstüne.

veya

Canımı yakma sakın 

Ellere bakma sakın 

Seni pek sevdi gönlüm 

Beni bırakma sakın.

veya

Kaşlar yaydır kemandır 

Yeşil gözler yamandır 

O yâr seyrana çıkmış 

Herkes ona hayrandır.

veya

Gittim arpa biçmeğe 

Eğildim su içmeğe 

Dediler "yârin gelmiş"

Kanat açtım uçmağa.

veya

Keşke derviş olaydım 

Aba giymiş olaydım 

Haftada değil ayda 

Yüzün görmüş olaydım.

veya

Elmayı ince soydum 

Yârin dizine koydum 

Afiyet olsun yârim 

Sen yedikçe ben doydum.

veya

Şu giden kimin kızı 

Giyinmiş al, kırmızı 

Hem gider, hem sallanır 

Alıyor aklımızı.

veya

Ana başta taç imiş 

Her derde ilâç imiş 

Bir evlat pir olsa da 

Anaya muhtaç imiş.

Tam mani veya düz mani adı verilen dört dizeli ve yedi heceli manilerden başka kesik mani, artık maniye deyiş denilen çeşitleri de bulunmaktadır.

Karşılıklı olarak söylenen manilere ise deyiş adı verilmektedir. Burada karşı cinsten olan kişiler birer dörtlük (tam mani) söyleyerek dilek, duygu ve düşüncelerini açıklarlar. Genellikle ilk iki dizede soru-cevap biçiminde düzenlendiği görülür.

— Bahçalarda gül var mı? 

Gül dibinde yol var mı? 

Gece yanına gelsem 

Bana bir yerin var mı?

 

— Bahçamızda gül de var 

Gül dibinde yol da var 

Hoş geldin safa geldin 

Gönülde yerin de var.

 

veya

— Altınım alma beni 

Dillere salma beni 

Götür sarrafa göster 

Kalp isem alma beni.

 

— Altınsın aldım seni 

Dillere saldım seni 

Sarraf seni neylesin 

Beğendim aldım seni.

 

yahut

— Oğlan heyben var mıdır? 

İçi dolu nar mıdır?

Üç yüz altın isterler 

Hiç haberin var mıdır?

 

— Havar kekliğim havar 

Yaylaya doldu davar 

Sen sağol ben sağolam 

Üç yüz altında ne var?

 

— Şu derede buz musun? 

Gelin misin kız mısın? 

Akşama geleceğim 

Evde yalınız mısın?

 

- Şu derede buzum ben 

Gelin değil kızım ben 

Geleceksen akşam gel 

Evde yalınızım ben.

 

veya

— Bayırda harmanım var 

Sultandan fermanım var 

Yiğit isen gel bana 

Derdine dermanım var.

 

— Bayırda harman olmaz 

Sultandan ferman olmaz 

Ben her kıza gelemem 

Her kızda derman olmaz.

Yedi dizeli manilerin dışında bazı manilerin dize sayılarının 4, 5, 8, 10, 11 ve 14 olduğu da bilinmektedir. Bunların sayılarının kabarık olmaması, çok dizeli manilerin özelikle uyak bulma endişesi dolayısıyla kolay kolay düzülememesine, rahatlıkla hatırda tutulamamasına ve güçlü sanatkârların bunları yaratmaya önem vermemesine bağlanmaktadır.

İlk dizesinin yedi heceden daha az ve uyağın cinaslı olması halinde ortaya çıkan kesik mani özellikle eski İstanbul kahvelerinde çok tutulmuş ve yayılmıştır. Bunlardaki uyaklar cinaslı olduğundan, cinaslı manidiye de bilinmektedirler. Eski İstanbul’da bunların doğmaca olarak söylenmesi, sanatkârın değerini daha da artıran bir özellikti. Söz gelimi, İstanbul’un ünlü manicilerinden Perişan Halil mezbahaya götürdüğü dana ile Haliç üzerindeki Köprü’den geçerken dana bir çocuğa boynuz vurur. Olay üzerine kalabalığın feryatlarla, bağırmalarla başına toplandığım gören Halil, elini kulağına atar ve işi bastırmak için en gür sesiyle ve makamla o anda şu maniyi doğaçtan söyleyiverir:

Adam aman...

Bu dana

Vurdu dana sübyana

Boynuzları budana

Çıktı artık gözümden

Sizin olsun bu dana.

 

Manilerin özel bir ezgi ile söylendiğini gösteren bu satırları, Ahmet Rasim de desteklemektedir.. “Mani” başlığını koyduğu bir yazısında aynen şunları söylemektedir:

“Mâni denir denmez, gelen seslendirme şekli:

“Adam aman aman!

dan ibârettir. Biz, İstanbul çocukları, bu kelimeyi başka bir şekilde karşılayamayız!.. Gerçekten, Halk Edebiyatı’nda da bu şekil, mânilerin en usûle düşkün bir ağırlayıcıdır. Mâniyi karşılar, makamına götürür, uğurlar. Şarkılarımızdaki, türkülerimizdeki giriş ile nakarat, hatta miyân basış gibi güfte ve beste yerine, âdetâ bir tekrar olarak bu şekilde yapılır.

Ahmed Vefik Paşa rahmetli, Lehçe-i Osmânî’sinde, mâni karşılığında: “Maâni; usûlsüz, vuruşsuz ezgilerle okunan vezinsiz, mânâsız güfte.” yazmışsa da, onun bu açıklaması, mâniyi bilmediğinden, daha doğrusu şunun bunun iftirası sonucu olarak külhanbeyi şarkıları arasına giren bir güfte ve beste sayılarak vezir edîblerden birine bu şekilde sunulmuş olmasından doğan bir söz yanlışlığıdır. Yoksa mâni, aslında, hem “bedî”, ve “beyân” dallarının değişmez kaidelerince söylenişi, iki anlamlı sözler bölüğünden, hem de Doğu mu, Türk mü, Osmanlı mı, İslâm mı, herhangisinin ise işte onlardan birinin sâhib olduğu mûsiki tarzı çeşitlerindendir.

Şimdi, burada, bir ara-söze kat’î bir ihtiyâç vardır:

Mâni öyle bir nazım şeklidir ki, mûsikimizin ancak ona ayırdığı söyleyiş tarzı ile tamam olur, demek yerindedir.

Yoksa genel olarak, Çinili Hamam natırı veya ustası Benli Zehrâ’nın bir Hıdırellez sabahı kısmet çömleğinden çekip çıkardığı her örneğe karşı el yanakta, yayık ağız, şaşı göz, inerçıkar gırtlak veyâhut avurdu yırtık Memiş’in aklına yelken ettiği zamanlarda avaz avaz okudukları:

 

Arpalar evlek evlek 

Dadandı kara leylek 

Kışı burda kışladık 

Yazın ayırdı felek

 

Kalenin burcu muyum 

Dil bilmez Gürcü müyüm 

Beni gurbete yollar 

Ben gurbet harcı mıyım

 

gibi, Vefik Paşa rahmetlinin mâni açıklamasına uygun düşen, allak bullak kıtalara asla mâni denilemez. Meğerki mâni gibi ince, ince olduğu kadar rûh okşayan ve dâimâ bir maksadı anlatan, müstakil beyitler, müfredler olsun!..

Biraz evvel arz etmiştim, mâniler mûsikisimizin ona ayırdığı makamla tamam olur. Bunlar âdeta kafiye ve redif bakımından bir kulak verişte, bir bakışta, “Kafiye içindir”, “Göz için de olabilir” nazariyesinin dayandığı müstakil beyitlerden yâni “müfretlerden” ibarettir. Dört mısrâlı yâni kıta’yı andırır şekilde olanına ne tesadüf ettim, ne de hususi şekilde okunanım dinledim.

Mâniciler, bunların kafiye ve redif kısmına   ayak derler: “Ayak bulmak”, “ayağı ayağına getirmek”, aynı kafiyede bir başka beyit bulup veyahut hemen düşürüp söylemek demektir ki onlar arasında en makbul bir sanat, bir zekâ eseridir.”

Halk arasında mani söyleme işinin çok ciddiye alındığını başka bir araştırmacı da vurgulamaktadır: “Mani söyleme halk arasında o derece yaygınlaşmıştır ki, mani söylemeyen veya gerektiği anda uygun düşen maniyi bulup diyemeyeni, karşı taraf yine bir maniyle kınamaktan çekinmez:

Duvar üstünde para 

Baktım tuğrası kara 

Sen de mani bilmezsin 

Maymun yüzlü maskara."

 

Mani söylemeye çağrı yine mani ile yapılır:

 

Mani mani mendilden 

Çıra yaktım kandilden 

Gel otur manı diyek 

Sen ağızdan, ben dilden

 

Mani mani rehindir 

Manime gelen kimdir?

Kızlar mani diyelim 

Bakalım dertli kimdir?

 

Ancak mani söylemesini bilmeyenler durumlarını ortaya koymaktan geri kalmazlar, fakat bunu da yine mani ile açıklamak zorundadırlar:

Mani bilmem ne deyim?

Beş mani borç edeyim.

Yârim gelip geçende 

Yoluna harç edeyim.

 

Mani bilmem ne diyem?

Hangi yollara gidem?

Yangınlık başımızda 

Boynumu büküp nidem?

 

Cinaslı olarak söylenen manilerden de bazı örnekler görerek eski İstanbul’da yaşayan manicilerin sanat gücünü sergileyelim:

Almadan

Kokun aldım almadan 

Bir de yüzün göreyim 

Tanrı canım almadan.

 

veya

Ayna güzel 

Yüz güzel, ayna güzel 

Güzel yâri görenler 

Dediler: Ay ne güzel 

Oturmuş zülfün tarar 

Dizinde ayna güzel.

 

veya

Kararsın

Bulut gökte kararsın 

Ne büyüksün ne küçük 

Tamam bana kararsın 

Gündüz gelme gece gel 

Bekle sular kararsın 

Sarılalım yatalım 

Düşman bağrı kararsın 

Atma kulun yabana 

Bir gün olur ararsın.

 

veya

Dağıdır

Çıktım dağlar başına 

Sordum bu ne dağıdır 

Felek bana ses verdi 

Dedi sevda dağıdır 

Çirkin otağın kurmuş 

Gelir güzel dağıtır 

Ellerle gönül oynar 

Bana çene dağıtır

 

veya

Gelse yârim yanıma 

Cümle gamım dağıtır 

Dilin bülbül yüzüm gül 

Sinen cennet dağıdır 

Bir kez yüzüme gülmez 

Ettiği göz-dağıdır 

Sensiz şeker yiyemem 

Kuzum bana ağıdır.

 

veya

Yaradan

Tabip bilir yaradan 

Derdimi kimse bilmez

Ancak bilir yaradan 

Çaresiz derde düştüm 

Kurtar beni yaradan 

Sevdiğime insaf ver 

Yeri göğü yaradan 

Yetiş tabibim yetiş 

Ölüyorum yaradan.

 

Artık maniler ise asıl uyak değişmeksizin daha çok dize eklenmesi sonunda ortaya çıkarlar. Bunların kesik maniden ayrılan yönü uyakların cinaslı olmayışı ile ilk dizelerinin bir anlam taşımasıdır:

Ağlarım çağlar gibi 

Derdim var dağlar gibi 

Ciğerden yaralıyım 

Gülerim sağlar gibi

 

Her gelen bir gül ister 

Sahipsiz bağlar gibi.

 

veya

Şu dağlar garip dağlar 

İçinde garip ağlar 

Kimse garip ölmesin 

Garip için kim ağlar?

 

Ağlarsa anam ağlar 

Küsuru yalan ağlar.

 

veya

Ekin ektim bitmiyor 

Boya vurdum tutmuyor 

Aramızda dağlar var 

Elim yâre yetmiyor

 

Şekerli yemek yaptım 

Boğazımdan gitmiyor.

 

veya

Kuzular meler gelir 

Yiğit aşka düşende 

Başına neler gelir 

Yâri ellerle gördüm 

Aklıma neler gelir

 

Hicran oku sevdiğim 

Sinemi deler gelir.

 

Ayrıca çok bilinen bir deyiş içinde masallarımızda yer alan Ali Cengiz Oyunu’nun —ki Bektaşi Velâyetnamelerinde de Hacı Bektaş Velînin başından geçen bir menkıbe gibi anlatılır — motiflerine büyük bir benzerlik göze çarpmaktadır:

Ağa    :    Âdilem sen nâçarsın

İnci mercan saçarsın 

Dünya deniz olunca 

Gülüm nere kaçarsın?

 

Âdile: Ağam derim nâçarım

İnci mercan saçarım 

Dünya deniz olunca 

Ben kuş olup uçarım.

 

Ağa: Âdilem sen nâçarsın

La'l ü gevher saçarsın 

Ben bir şahin olsam 

Yavrum nere kaçarsın?

 

Âdile: Ağam derim nâçarım

La'l ü gevher saçarım 

Sen bir şahin olunca 

Ben yerlere kaçarım.

 

Ağa: Âdilem sen nâçarsın

La'l ü gevher saçarsın 

Ben Azrail olunca 

Kuzum nere kaçarsın?

 

Âdile: Ağam derim nâçarım

La'l ü gevher saçarım 

Sen Azrail olunca 

Ben cennete kaçarım.

 

Gaziantep yöresinde derlenen İlbeyli hikâyesinde, hikâyenin kahramanları Abdurrahman beyin oğlu İlbeyli Keleş ile Fazlı beyin kızı Yosma’nın karşılıklı olarak şu şekilde “pınar başında birbirine mani attıklarım” görüyoruz:

Yosma: Nergis açmış dallarım var

Baldan tatlı dillerim var 

İlbeylim gel sarılalım 

Seni bekler kollarım var.

 

İlbeyli: Kar çiçeği gibi akım

Başı boz dumanlı dağım 

Sarılmanın zamanı var 

Gelmedi görüşmek çağım.

 

Yosma: Nergis gibi gözüm kara 

Benlerim var sıra sıra 

Ölüm var hem ayrılık var 

Kavuşsun bu can yâr yâra.

 

İlbeyli: Çiğdem gibi benzin sarı 

Bal yapar beni gök arı 

Ölüm Allah’ın emri 

Ahrette bulur yâr yâri.

 

Yosma: Sümbül gibi boyum uzun

Gerdanda ben düzüm düzüm 

Ele geçmez böyle fırsat 

Gel sarılak iki gözüm.

 

İlbeyli: Seher vakti güllerimde

Bülbül öter dallarımda 

Al da kokla sevdiğim yâr 

Kırmızı gül ellerimde.

 

Yosma: Lâle gibi eğri boynum 

Başım yeşil sarı donum 

Yosma der ki İlbeyli, oğlum 

Kurban olsun sana canım.

 

İlbeyli: Reyhandır İlbeylioğlu

Misk ü anber gül kokulu.

Perçeminin her telinde 

Elvan deste çiçek dolu.6

 

Karşı-beri adıyla Doğu Karadeniz bölgesinde söylenen manilerin yapısal durumları dolasıyla bazı araştırıcılar tarafından türkülerin sınıflandırmasında söz konusu edildiği görülmektedir.7 Ancak, Caferoğlu metinleri aktarırken yaptığı bir açıklamada (s. 275) “kaşka” kelimesinin “mani” anlamına geldiğini de belirterek bunların mani türü içinde olması gerektiğini kabul etmek durumunda kalmıştır. Bu konuda yayımlanmış bulunan örneklerin yanısıra kendi arşivimizdeki bazı metinlerden parçalar vermek istiyorum. Çeşitli yerlerde her ne kadar “atma türkü” adı veriliyorsa da, halk bunu mani söyleme geleneği içerisinde düşünmekte ve uygulamaktadır:

Erkek: Mani mani meseli yar

Ben ne dedim mesdi yar

İkimiz arasında 

Serin yeller esti yar.

 

Kız: Maniyi maniciyim

Beylere gemiciyim ister al 

İster alma 

Ben seni alıcıyım.

 

Erkek: Başına Acem şalı

Kırılsın her bir dalı 

Girsin yerin altına 

İkimizin ikbali.

 

Kız: Otur sevdiğim otur

Rize iskemlesine 

Yüreğimin derdini 

Diyemem hepisine.

 

Karşı-beri” adım da söyleyenlerin durumunu gösterir biçimi şu örnekte buluyoruz:

 

Beriki: Kuşlardan    hangi kuştur

Yavrusuna süt veren?

 

Karşıki: Selasettin    kuşudur8

Kiremitlere giren.

 

Beriki: Kuşlardan    hangi kuştur

Boynuna var yel bağı?

 

Karşıki: Ona atmaca derler

Aşar dumanlı dağı.

 

Halk şairi Celâl Yetimoğlu, Çimil yaylası yolunda karşılaştığı ve ot biçmekte olan bir genç kızla şu şekilde söyleşmiştir:

Celâl : Arkası Demir dağı 

Çimil üç para köydür.

 

Kız : Giyemedim çuham 

Herhalde kolu dardır.

 

Celâl : Sen biçersin inek yer 

Sana ne kârı vardır?

 

Kız : Her halde ki sana da 

Yürek efkârı vardır.

 

Celal: Gel götüreyim seni 

İki de evde vardır.

 

Kız: Sen misin kocaları.

Yoksa ortağın vardır?

Manilerin hece sayısından söz ederken bunların genellikle 7 heceli dizelerden oluştuğunu söylemiştik. Ancak en küçük hece ölçüsüne sahip olan maniyi 4 heceli olarak da görebiliyoruz. Bunun gerçekten dört dizeli mi olduğu, yoksa iki dizenin bölünmesinden mi ortaya çıktığı konusunun ayrıca araştırılmaya değer olduğunu da belirtelim:

Nar tanesi 

Nur tanesi 

Sen gönlümün 

Bir tanesi

 

veya

Ah ey felek 

Yandı yürek 

Çare nedir 

Çekmek gerek.

 

Bu dört heceli olanlardan sonra beş heceli manilerden de birkaç örnek verelim:

 

0 yanı keçe 

Bu yanı keçe 

Helâl süt emmiş 

Elime geçe.

 

veya

Bahçede iğde 

Dalları yerde 

Sevdiğim oğlan 

Kim bilir nerde?

 

veya

Çaldığı sazdır 

Ettiği nazdır 

Ne kadar sevsen 

Gene de azdır.

 

Sekiz heceli maniler, yedi heceli olanlar kadar sık rastlanmasa da halk arasında çok sevilen ve tutulan manilerdir. Özellikle bekçi ve davulcu manileri diye t anman Ramazan manilerinin büyük çoğunluğunu bu sekiz heceli maniler oluşturmaktadır:

Sarı çiğdem yaz getirir 

Mor menekşe güz getirir 

Gurbet elde ölüm yitim 

İhtiyarlık tez getirir.

 

Dağlar başı duman olmuş 

Sensiz halim yaman olmuş 

Yârim senden ayrılalı

İşim gücüm figan olmuş.

 

Ezme ile ezme ile 

Yâr bulunmaz gezme ile 

Kızlar kazsın mezarımı 

Altın saplı kazma ile.

 

Bir anadan olmayaydım 

Bu günleri görmeyeydim 

Zulüm ettin kahpe felek 

Şu dünyaya gelmeyeydim.

 

Bu örneklerde de görüldüğü gibi sekiz heceli dizelerde durak 4+4 biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bazan bunun Ramazan manilerinde 5+3 biçimine girdiği veya durak kavramına pek de uyulmadığı anlaşılmaktadır:

 

Avlu dibinde seslerin 

İbrişim gömlek isterim 

İbrişim gömlek olmazsa 

Telli bir çevre isterim

 

Varıyorum varıyorum 

Davulumu çalıyorum 

Ben ağamı övüyorum 

Kalk ağacım vakit oldu.

 

Güle geldim evinize 

Selâm verdim cümlenize 

Bahşişimi vermezseniz 

Darılım hepinize.

 

Besmeleyle çıktım yola 

Selâm verdim sağa sola 

A benim devletli beyim 

Bayramın mübarek ola.

 

Merdane beyim merdane 

Saatler tahkim gerdane 

İki gözüm Mehmet beyim 

Mahalle içinde bir tane.

 

Ramazan iptidası 

Kuruldu cennet binası 

Bu ayda oruç tutanın 

Kabule geçer duası.

 

Anadolu’nun bazı yörelerinde, söz gelimi Burdur, Isparta ve bunların çevrelerinde Ramazan davulunu çalanların çift olarak kapı kapı dolaştığı bilinmektedir. Biri davul çalarken diğeri zuma çalar. Ramazan biterken ev ev dolaşıp “Ramazan Okşaması” adı verilen sözlü ezgilerle, daha doğrusu manilerle veya manilerden oluşan mani katarlarıyla çeşitli hediyeler ve bahşiş isterler. Evlerden verilecek hediyelerin ve paranın daha fazla olabilmesi için de mani sözleri bir hayli süslü ve öğücüdür. Biri birini izleyen manilerden oluşan bir Ramazan okşamasını örnek olarak verebiliriz:

 

Koşa koşa indim geldim 

Davulumu vurdum deldim 

Hanenize yeni geldim 

Uyan da beyim güllere boyan.

 

Evlerinin önü üzüm 

Yaprakları düzüm düzüm 

Uyandım mı iki gözüm?

Uyan da beyim güllere boyan.

 

Daracık sokakta mı kaldın?

Dalgın uykulardan uyandın 

Davulcunu gelmez mi sandın?

Uyan da beyim güllere boyan.

 

Evlerinin önü duttur 

Dutun yaprağı sıktır 

Ağamın da gözü toktur 

Uyan da beyim güllere boyan.

 

İşte geldim koşa koşa 

Ayağımı vurdum taşa 

Beyefendi sen çok yaşa 

Uyan da beyim güllere boyan.

 

Merdiveni mermer taşı 

Üstü yağlı pilav aşı 

Yiğitlerin baştan başı 

Uyan da beyim güllere boyan.

 

Davulumun ucu tura 

Kolum şişti vura vura 

Ahmet bey hanesi bura 

Uyan da beyim güllere boyan.

 

İstanbul’da da Ramazan geceleri uyandırma görevini üstlenen bekçilerin kendilerine özgü çeşitli manileri alt alta getirerek kapı önlerinde söyledikleri ve bahşiş aldıklarını kaynaklardan öğreniyoruz. Bu manilere toplu olarak Bekçi destanı adı da verilmektedir. Bunlarda biraz daha fazla olarak öğüt verme motifi işlenmiştir:

Sakınıp deryaya dalma,

Başını kavgaya salma,

Bir akçaya da verseler,

Kimsenin ahım alma.

 

Züğürtlüğü alma sakın.

Gelmesin bu yere yakın,

Devlet kuşunu araştır.

Sağına soluna bakın.

 

Nedir dersen devlet kuşun,

Devlet kuşudur bahşişin,

Dilerim ki bekçi senin 

Devlet kuşu yarsın başın.

 

veya

Yufka bağrın ezdi bekçi,

Dünyasından bezdi bekçi,

Ramazan zahiresini,

İlkbahardan düzdü bekçi.

 

Bekçi hastayken sağaldı,

Bekçinin harcı çoğaldı.

Börek ile yumurtaya,

Üç dirhem bir denk aldı.

 

Mahalleden kaçmış bekçi,

Dünyasından geçmiş bekçi,

Bu gece bir hurma ile,

İftarını açmış bekçi.

 

Onbir heceli dizelerden oluşan manilerin sayısı, yedili ve sekizli olanlara göre daha azdır. Bunlarda durak, daha çok 6+5 biçiminde olup 4+4+3 şekline de rastlanır:

 

İğdenin dibinde ne salınırsın? 

Altın pas tutmaz ki ne silinirsin? 

Kömür gözlerine kurban olayım. 

Sen benim sözüme ne alınırsın?

 

Ne kadar kuş olsan uçsan havadan 

Şahin yavrusunu atmaz yuvadan 

Sen beni yakandan atar olmuşsun

Ben seni unutmam hayır duadan.

 

Eğin’de, gurbete gönderdiği kocasının ardından en içten duygularını dile getiren kadınların söylediği maniler de onbir heceli olanlardandır:

 

İstanbul içinde öter bir keklik 

Sana vatan oldu bize gurbetlik 

Ala gözlerini sevdiğim ağam 

Gel bir sıla eyle olam cennetlik.

 

Yüce dağ başında seni beklerim 

Yüküm yıkılınca gene yüklerim 

Kömür gözlerini sevdiğim yârım 

Senden ayrılalı arttı dertlerim.

Manilerimizin yukardaki şekilde yani dizelerdeki hece sayısına göre, sınıflandırılmalarından başka bir de kullanıldıktan yerlere ve konularına göre sınıflandırma denemeleri de yapılmıştır. Bunlardan arasında fal veya niyet, sevgi, bekçi veya davulcu (Ramazan ayında), satıcı manileri, eski İstanbul’un semaî kahvelerinde söylenen cinaslı maniler, halk hikâyelerini anlatan âşıkların bu hikayelerin arasında söyledikleri maniler, saya (koyunun 100’ünde yapılan uygulamalar) manileri, mektup manileri ile mani dörtlüklerinin biribiri ardına eklenmesi suretiyle oluşturulan ve Karadeniz bölgesinde Karşılama adını alan maniler, konularına göre sınıflandırmada madde başı olarak yer tutmaktadırlar.

Manilerin, nerede kullanılırsa kullanılsın manici, mani yakıcı, mani düzücü denilen kişiler tarafından doğmaca olarak ve özel bir ezgi ile söylendiği de yukarıda belirtilmişti. İyi mani söylemenin sadece maniyi ezbere tekrar etmek demek olmadığı, sözle müzik beraberliğinin (prozodi) mani yakmada veya söylemede bile çok önemli bir özellik olduğu birçok derlemeci tarafından gözlenmiştir. Bu bakımdan manilerin sınıflandırılmasında bölgelere göre ezgilerin de göz önünde tutulmasında büyük yarar vardır.

Anonim olarak kabul edilen binlerce maninin dışında, bazı saz şairlerimizin de ilk dizede kendi mahlâslarını kullanarak mani söylemiş oldukları görülmüştür:

Hatâyi’m hâl çağında 

Hak gönül alçağında

Bin Kâbe’den yeğrektir 

Bir gönül al çağında.

***

Seydi'm eder taşlı dağlar 

Çiçekli kuşlu dağlar 

Sen de mi yârdan ayrıldın?

Gözlerin yaşlı dağlar.

* * *

Halk şairlerimizden başka, edebiyat tarihimizde Beş Hececiler olarak ün kazanmış kişilerden Orhan Seyfi Orhon ile Yusuf Ziya Ortaç’ın da maniler yazdıkları bilinmektedir. Orhan Seyfi şu manilere imzasını atmıştır:

Kalbimin külü kaldı,

Yere döküldü kaldı,

Yolları beklemekten.

Boynum bükülü kaldı.

 

veya

Can işte, canan hani?

Dert işte, derman hani?

Gönül sarayı bomboş,

Beklenen sultan hani?

 

veya

Yattı uykuya daldı,

Göğsü açılı kaldı,

Bir busesini çaldım,

Uyandı geri aldı.

 

Yusuf Ziya Ortaç’ın kaleminden çıkanlar arasında ise şunları görmekteyiz:

Gözlerin mavi mine 

Vuruldum perçemine,

Aşkın beni çevirdi,

Aslı'nın Kerem'ine.

 

veya

Naz edip beni üzme 

Öyle gözünü süzme 

Gel öpeyim deyince 

Dudaklarını büzme.

Edebiyat tarihçimiz M. Fuad Köprülü de o zamanki akımın etkisinde kalarak şu manileri yazmıştır:

Elinde altın tepsi.

Kız yolunu kim kesti?

Çiçekler takınsana,

Sevda yelleri esti.

 

veya

Sürüye çoban nerde?

Yelden ses kapan nerde?

Şair dilden söylemiş 

Yürekten kopan nerde?

 

Manilerin anonim olma özelliği10 düşünülürse bu şekilde âşıklar ve diğer şairler eliyle halk şiirimize kazandırılan eserlerin mani dünyası içinde özel bir yeri olduğunu gözden uzak tutulmaması gerektiği de ortaya çıkar.

Anonim halk şiirinin iki türü olarak kabul edilen mani ile koşmanın en yaygın biçimi türküye geçmeden önce, genel olarak halk edebiyatımızı değerlendiren bir yazarımızın düşüncelerini de aktararak aradan geçen yılların bir şey değiştirmediğinin altını çizmek istiyoruz:

“Halk edebiyatının kıymeti. — Halk edebiyatım toplu bir bakışla gördükten sonra bunların kıymeti hakkında da bir fikir edinmek lâzımdır.

Gerek millî destanlar, masallar, atasözleri gibi Türk İçtimaî vicdanının vasıtasız ve isimsiz ifadesi olan mahsuller; gerek saz şairlerinin şiirleri, bilhassa millî ruha tercüman olmak yönünden pek kıymetlidir. Bir çok devirlerde halk kitlesi, tarihî varlığını ve kısmen dilini bütün saflığı ile ancak bu eserlerde saklayabilmiştir. Bu itibarla halk edebiyatı sade, fakat özlü bir edebiyattır.

Münevverlerin bu edebiyatı bilmesi, tanıması; halkı bilmesi ve tanıması için behemehal lâzımdır. Asırlardan beri kendini halktan çekmiş, onunla her türlü alâkasını kesmiş olan münevverlerimiz, bu eserler vasıtasıyla halk ruhunu öğrenebileceklerdir. Türk köylüsünün çoğumuza kaba saba gelen konuşmaları ve görünüşlerine ısınmak suretiyledir ki bu yanık alınların arkasında işleyen canlı bir beyin; güneşten kararmış, kıllı göğüslerin içinde çarpan içli bir yürek olduğunu anlayabileceğiz. Bunu yapmadıkça onları takdir etmek, sevmek bizim için kabil olamayacaktır. Bu takdirde kendilerini sevmeyen, kendileri için yüreği çarpmayan münevverlere halk, asla itimat etmeyecektir. Bu edebiyat, münevverle halk arasındaki kale duvarını yıkacak en kuvvetli ve ateşli bir toptur.

Halk edebiyatının, münevverler ve halk terbiyesi üzerindeki bu ehemmiyetinden başka ilim ve san’at noktasından büyük kıymetleri vardır. İlim için mühim olan cihet, Türk ruhunun tahlilini yapmak isteyen bir âlimin, bu mahsullerde millî vicdanın en aslî unsurlarım bulmasıdır. Bu unsurlar vasıtasile tarihin ancak vukuatı sıralayan soğukkanlı usulü yanında canlı bir cemiyet tercemei hali vücuda getirilebilecektir. Alman âlimi Vunt: Wundt gibi halk ruhiyatı ile meşgul olacak bir Türk araştırıcısı ancak bu eserler, bilhassa efsanelerle Türk ruhiyatım ve İçtimaî hayatım meydana koyabilecektir. Türkün dış âlem telâkkisini, ruh ve mükemmel insan telâkkisini, hayatı görüşünü, bunlardan daha emniyetle gösterecek hangi eserler vardır?

Bundan başka, halk edebiyatı dil âlimleri için de en kıymetli kaynaklardan biridir. En eski destan metinlerinden bugün yaşayan saz şairlerimizin deyişlerine kadar halk edebiyatında geçen öz Türkçe kelimeleri, kullanılan sentaks şekillerini münevverlerin bozulmuş edebiyatında bulmak kabil değildir. Kelimelerin tarihi ve istihalelerinin şekli tespit edilirken bu eserler, en şaşmaz yardımcımız olacaktır.

San’at noktasına gelince, millî ruhu müşahhas bir şekilde, romanda ve bilhassa tiyatroda yaşatmak isteyenler için tükenmez bir haznedir. Fakat halk edebiyatı eserleri, bugünkü hallerde bizim iştiyaklarımıza, yükselen duygularımıza temamile cevap verecek bir halde değildir. Cemiyet hayatının çok mürekkep bir hal alması, bizim de hislerimizdeki basitliği gidermiştir, gidermektedir. Bunlarla iktifa etmek, tereyağı, ayran gibi temiz, fakat basit katıklardan bir kır yemeği ile bütün bir ömrün gıdasını temine kalkmak olur. Hâlbuki bugünün zevki, aynı temiz maddelerle, insan zekâsının yarattığı sun’î yemekleri yemek için bizi zorlamıyor mu?

Bu itibarla yarın doğacak, en yüksek güzellik ihtiyaçlarım karşılayacak millî edebiyat ve millî musikimiz için bu şiir maddeleri özlü birer maya teşkil edecektir. Netekim diğer büyük milletler de böyle yapmışlardır. Almanya’da Herder'in büyük bir alâka ile tetkip edip ehemmiyetini meydana koyduğu halk edebiyatı Göyte için, Vağner için tükenmek bilmez bir şiir ve musiki haznesi olmuştur. Fakat onlar, yaşadıkları devirlerin en yüksek fikir ve his kalıplan içinde, eski cermen ruhuna yepyeni bir kisve vermişler; onları yalnız kendi milletlerine değil, bütün dünyaya sözle ve sesle tanıtmışlardır. Türk şairleri ve musikicileri için de gerektir ki bizde henüz el vurulmamış bu mevzular, büyük sanatkârlarımızın ilhamlarına pınar olsun. Son zamanlarda “Türk tarihi” hareketi, Faruk Nafize ve diğer şairlerimize bu vadide eserler yazdırmaya başlamıştır. Bu başlangıcın daha esaslı olmasını, musikimizin ayni yolda yüksek eserler vermesini dilemekten kendimizi alamayız. Türk san’atında “humaine: İnsanî” vasfını alabilecek, bütün dünyaya yayılabilecek eserlerin, hiç değilse mühim bir kısmını, ham maddesi halkın hayat ve edebiyatı olan bu türlü millî eserler teşkil edecektir. Bu vadide yapılacak çok iş olduğunu; büyük âlim, büyük sanatkârların yaratıcı ellerini beklediğini daima hatırlamalıyız; “o eller niçin benimkiler olmasın!” diye ruhumuzu kırbaçlamak; millî duygularımızın hızını arttır-malıyız”

Halk edebiyatımızın önemli bir bölümünün anonim bir kimlik içinde bulunduğunu göz ardı etmezsek, yukarıda verilen hükümlerin gerek maniler, gerek türküler için de geçerli olduğunu kolayca onaylamamız gerekecektir.

TÜRK DİLİ, TÜRK ŞİİRİ ÖZEL SAYISI III (HALK EDEBİYATI), DOC. DR. NEVZAT GÖZAYDIN