Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş

 

BEKTAŞİLİK

13. yüzyıl Anadolu'sunda, dinî ve tasavvufi kaynaşmalar sırasında, Hora­san'dan gelme Hacı Bektaş-ı Veli adındaki bir Türk sûfisine bağlanarak kurulmuş olan yani Hacı Bektaş'ı Pir tanıyan tarikattır. Büyük Mutasavvıf Ahmed Yesevî'nin müridi, halifesi ve onun tarafından Anadolu'nun manevi fethi için gönde­rilmiş olduğu bilinen bir velidir. Hacı Bektaş ayrıca Baba İshak'a bağlılıkları dolayısıyla Babaî (Babalı) adı verilen, dervişlerin de büyük saydıklarındandır, Şeyh Baba İshak'ın Ölümünden sonra bir kısım Babalılar Hacı Bektaş'ın adına bağla­narak Bektaşî adını aldılar. Bektaşî Velâyetnâmesi'nde efsanevî hayatı anlatılan Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalât adlı ünlü eseri İslam’a sımsıkı bağlı olmakla Yesevî tasavvufunun esaslarını da içine almaktadır. Gerçek hayatı meçhul olan bu ve­li, bir vesikaya göre 1210-1270 yıllarında yaşamıştır.

Hacı Bektaş'a bağlı grupların pek az bir kısmında Babalılar gibi, 12 İmam'a aşırı bağlılık hâlinde Şiî eğilimleri görülmekte idi. Fakat çok büyük bir kısmı, o sırada Anadolu'ya yayılmış olan Abdallar, Kalenderîler ve Haydarîlerden ayrıla­cak şekilde Sünnî ve Alevî inançlarım kaynaştırmalardı. Hacı Bektaş, Baba İs­hak'ın öldürülmesinden sonra, Kırşehir ilinde Suluca-Karahöyük'e çekilip dergâ­hını orada kurmuştu. Aynı yerde bulunan türbe ve zaviyesi bugün de dinî, tasav­vufi folklor ve tekkeyle ilgili, törenlere sahne olan önemli bir ziyaretgâhtır.

Osmanlı devleti kurulduktan sonra büyük önem kazanan Bektaşîlik, ilerde sö­zünü edeceğimiz Ahilik teşkilâtına dayanmıştır. Erkân ve törenlerinin bir kısmı ahilerden alınmadır. İlk Ahî-Bektaşîler Türk akıncılarına manevî yardımda bulu­nurlar ve gazaya bizzat katılırlardı.

Bu yüzden yeniçeri ocağı kurulurken, müftü ile birlikte Bektaşi reisi de töre­ne çağrılmış, dua etmişti. Yeni asker ocağına bu yolla da halkın rağbeti sağlan­mak istenmişti. Bir rivayete göre Orhan Bey'in ricası ile Hacı Bektaş törende biz­zat bulunmuş ve erlere dua etmiştir. Ancak bu söylentinin doğruluğu, takvim itibariyle mümkün değildir. Hacı Bektaş'ın ömrü Osmanlı devletinin kuruluş gün­lerine yetişmiş olamaz.

Böylece kurulan yeniçeri ocağı, Hacı Bektaş-ı Veliyi kendisine bir pir ve koru­yucu saydı. Kendilerine Taife-i Bektaşiyân, Ağalarına da, Ağâ-yı Bektaşiyân dedi­ler. Devletin himayesini gören bu tarikat 15. ve 16. yüzyıllarda Anadolu ve Rume­li'de yayıldı gelişti. Alevîlik inançlarını Sünnî itikatlarla kaynaştırarak bilhassa Balkan'larda İslâm-Türk dil ve kültürünün yayılmasına büyük hizmetler etti. Bek­taşî dervişleri askerler arasına ve uzak "kolonf'lere (Fas, Tunus, Cezayir, Mısır) katılarak onları coşturdular, İslâmlığın yayılmasına, hoşgörünün, şevkin ve ima­nın sevilmesine hizmet etiler. Askerin hislerini güçlendirerek imparatorluk siya­setine destek oldular. Orta Asya'dan getirilmiş eski töre ve inançları yaydılar ve yaşattılar.

15. yüzyılda Balım Sultan adlı büyük bir Bektaşî şeyhi yeni birtakım erkânlar getirip esaslı teşkilât yaparak tarikatı güçlendirmiş ve mensupları arasında daya­nışma sağlamıştır.

II. Mahmud devrine kadar, imparatorluğun uzak ve yakın ülkelerinde Bektaşi tekkeleri açılmış ve yeniçeriler gibi Fas, Tunus, Cezayir'deki Garb Ocakları da Hacı Bektaş'ı koruyucu pir saymışlardır. Yeniçerilerin Gülbanği gerçekte Bekta­şî törelerine ve onların terimlerine dayanmaktadır. Nitekim yeniçerilerin bir ağız­dan belirli yer ve zamanlarda terennüm ettikleri bu dua (Gülbang) şu sözleri ihti­va etmektedir.

Allah Allah! İllallah!

Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan

Bu meydanda nice başlar kesilir

Olmaz hiç duyan!

Eyvallah! Eyvallah!

Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan

Kulluğumuz pâdişâha âyân!

Üçler, yediler, kırklar!

Gülbang-i Muhammedi, Nur-ı Nebî

Kerem-i Ali.

Pirimiz sultanımız Hacı Bektaş-ı Velî

Demine devrânına hû diyelim hû...

Balım Sultan'dan sonra bazı Bektaşî kolları Hacı Bektaş ile bağlarını kopara­rak aşırı görüşlere saplanan fazlaca "bâtını" gizli tarikatlar olmaya yüz tuttular, yok serbest meşrepli ve "geniş mezhepli" göründüler. Bu yüzden, göze batmamak için gizlenmek gereğini duyan bu taifenin dergâhlarını bile ıssız yerlere kurduk­ları görülüyor. Bu yüzden yalnız hükümet ve "zahit kişiler " değil, öbür tarîkatlerde, Bektaşîliğe iyi gözle bakmaz oldular. Tekkeleri için "vakıf yapılmadı. Çoğu mensupları işçi ve köylü olan Bektaşî dergâhları, gösterişsiz ücra yerlerde biraz yabanlaştı.

Alevi-Bektaşîlerin ölçüsüz ve bilgisiz bazı kolları Hazreti Ali ve çocuklarına Âl-i âbâ (12 İmama) "Tanrılaştırmaya" varan aşırı tapma ve bağlılık gösterdiler. Bun­lar ne yazık ki, bilmeyerek Osmanlı devletinin düşmanı olan Safevî-îran emperya­lizmi siyasetine de alet olmuşlardır. Fakat Bektaşî'lerin büyük kısmı, daima hür, serbest ve fakat makul ölçüler içinde kalmışlardır. Hz. Ali'ye, oğullarına torunla­rına derin sevgi göstermek zaten Sünnî-Câferî-Alevî bütün Müslümanların şiarı­dır. 12 İmam'a sonsuz sevgisi olan Alevî Bektaşîler bu konuda zengin bir edebi­yat geliştirmişlerdir. Özellikle İslâm tarihinin en acıklı bir sayfası olan Kerbelâ olayı, Bektaşî edebiyatının lirizm kaynağı olagelmiştir.

Bazı Bektaşî tekkelerinin gittikçe bozulması ve zamanla çığırından çıkan ye­niçerilere de arka çıkar olması devletin onlara karşı tavır olmasını gerektirdi. Ni­tekim II. Mahmud, "Vak'a-i Hayriye" (Yeniçerilerin çökertilmesi) sırasında, ocak­larla birlikte, Bektaşî tekkelerini de kapattırdı. Fakat Abdülâziz devrinde onların yeniden ortaya çıktıklarını ve imparatorluk ülkelerinde teşkilâtlandıklarını görü­yoruz. Nihayet Cumhuriyet devrinde, öbür dergâhlarla birlikte resmen kapatıldı­lar.

Tarikat terimleri, ayin dilleri, sohbet, mukabele ve nefesleri hep Türkçe oldu­ğu için, Bektaşîliğin halkımız üzerinde büyük etkileri görülmektedir. Tekke şair­leri gibi birçok saz şairlerimizin ve ordu şairlerinin de zengin ilham kaynağı Bek­taşîliktir. Çoğu Bektaşî olmayan başlıca ozanlarımız, Bektaşî terimlerini kullan­maktan zevk almışlardır.

Güler yüzlü, alaycı, hoş görürlü ve nükteci bir "Bektaşî tipi" ise toplumumuz­da olmasa bile fıkra ve sohbetlerimizde hâlâ yaşamaktadır.

AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi