Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
BEKTAŞİLİK
13. yüzyıl Anadolu'sunda, dinî ve tasavvufi kaynaşmalar sırasında, Horasan'dan gelme Hacı Bektaş-ı Veli adındaki bir Türk sûfisine bağlanarak kurulmuş olan yani Hacı Bektaş'ı Pir tanıyan tarikattır. Büyük Mutasavvıf Ahmed Yesevî'nin müridi, halifesi ve onun tarafından Anadolu'nun manevi fethi için gönderilmiş olduğu bilinen bir velidir. Hacı Bektaş ayrıca Baba İshak'a bağlılıkları dolayısıyla Babaî (Babalı) adı verilen, dervişlerin de büyük saydıklarındandır, Şeyh Baba İshak'ın Ölümünden sonra bir kısım Babalılar Hacı Bektaş'ın adına bağlanarak Bektaşî adını aldılar. Bektaşî Velâyetnâmesi'nde efsanevî hayatı anlatılan Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalât adlı ünlü eseri İslam’a sımsıkı bağlı olmakla Yesevî tasavvufunun esaslarını da içine almaktadır. Gerçek hayatı meçhul olan bu veli, bir vesikaya göre 1210-1270 yıllarında yaşamıştır.
Hacı Bektaş'a bağlı grupların pek az bir kısmında Babalılar gibi, 12 İmam'a aşırı bağlılık hâlinde Şiî eğilimleri görülmekte idi. Fakat çok büyük bir kısmı, o sırada Anadolu'ya yayılmış olan Abdallar, Kalenderîler ve Haydarîlerden ayrılacak şekilde Sünnî ve Alevî inançlarım kaynaştırmalardı. Hacı Bektaş, Baba İshak'ın öldürülmesinden sonra, Kırşehir ilinde Suluca-Karahöyük'e çekilip dergâhını orada kurmuştu. Aynı yerde bulunan türbe ve zaviyesi bugün de dinî, tasavvufi folklor ve tekkeyle ilgili, törenlere sahne olan önemli bir ziyaretgâhtır.
Osmanlı devleti kurulduktan sonra büyük önem kazanan Bektaşîlik, ilerde sözünü edeceğimiz Ahilik teşkilâtına dayanmıştır. Erkân ve törenlerinin bir kısmı ahilerden alınmadır. İlk Ahî-Bektaşîler Türk akıncılarına manevî yardımda bulunurlar ve gazaya bizzat katılırlardı.
Bu yüzden yeniçeri ocağı kurulurken, müftü ile birlikte Bektaşi reisi de törene çağrılmış, dua etmişti. Yeni asker ocağına bu yolla da halkın rağbeti sağlanmak istenmişti. Bir rivayete göre Orhan Bey'in ricası ile Hacı Bektaş törende bizzat bulunmuş ve erlere dua etmiştir. Ancak bu söylentinin doğruluğu, takvim itibariyle mümkün değildir. Hacı Bektaş'ın ömrü Osmanlı devletinin kuruluş günlerine yetişmiş olamaz.
Böylece kurulan yeniçeri ocağı, Hacı Bektaş-ı Veliyi kendisine bir pir ve koruyucu saydı. Kendilerine Taife-i Bektaşiyân, Ağalarına da, Ağâ-yı Bektaşiyân dediler. Devletin himayesini gören bu tarikat 15. ve 16. yüzyıllarda Anadolu ve Rumeli'de yayıldı gelişti. Alevîlik inançlarını Sünnî itikatlarla kaynaştırarak bilhassa Balkan'larda İslâm-Türk dil ve kültürünün yayılmasına büyük hizmetler etti. Bektaşî dervişleri askerler arasına ve uzak "kolonf'lere (Fas, Tunus, Cezayir, Mısır) katılarak onları coşturdular, İslâmlığın yayılmasına, hoşgörünün, şevkin ve imanın sevilmesine hizmet etiler. Askerin hislerini güçlendirerek imparatorluk siyasetine destek oldular. Orta Asya'dan getirilmiş eski töre ve inançları yaydılar ve yaşattılar.
15. yüzyılda Balım Sultan adlı büyük bir Bektaşî şeyhi yeni birtakım erkânlar getirip esaslı teşkilât yaparak tarikatı güçlendirmiş ve mensupları arasında dayanışma sağlamıştır.
II. Mahmud devrine kadar, imparatorluğun uzak ve yakın ülkelerinde Bektaşi tekkeleri açılmış ve yeniçeriler gibi Fas, Tunus, Cezayir'deki Garb Ocakları da Hacı Bektaş'ı koruyucu pir saymışlardır. Yeniçerilerin Gülbanği gerçekte Bektaşî törelerine ve onların terimlerine dayanmaktadır. Nitekim yeniçerilerin bir ağızdan belirli yer ve zamanlarda terennüm ettikleri bu dua (Gülbang) şu sözleri ihtiva etmektedir.
Allah Allah! İllallah!
Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan
Bu meydanda nice başlar kesilir
Olmaz hiç duyan!
Eyvallah! Eyvallah!
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan
Kulluğumuz pâdişâha âyân!
Üçler, yediler, kırklar!
Gülbang-i Muhammedi, Nur-ı Nebî
Kerem-i Ali.
Pirimiz sultanımız Hacı Bektaş-ı Velî
Demine devrânına hû diyelim hû...
Balım Sultan'dan sonra bazı Bektaşî kolları Hacı Bektaş ile bağlarını kopararak aşırı görüşlere saplanan fazlaca "bâtını" gizli tarikatlar olmaya yüz tuttular, yok serbest meşrepli ve "geniş mezhepli" göründüler. Bu yüzden, göze batmamak için gizlenmek gereğini duyan bu taifenin dergâhlarını bile ıssız yerlere kurdukları görülüyor. Bu yüzden yalnız hükümet ve "zahit kişiler " değil, öbür tarîkatlerde, Bektaşîliğe iyi gözle bakmaz oldular. Tekkeleri için "vakıf yapılmadı. Çoğu mensupları işçi ve köylü olan Bektaşî dergâhları, gösterişsiz ücra yerlerde biraz yabanlaştı.
Alevi-Bektaşîlerin ölçüsüz ve bilgisiz bazı kolları Hazreti Ali ve çocuklarına Âl-i âbâ (12 İmama) "Tanrılaştırmaya" varan aşırı tapma ve bağlılık gösterdiler. Bunlar ne yazık ki, bilmeyerek Osmanlı devletinin düşmanı olan Safevî-îran emperyalizmi siyasetine de alet olmuşlardır. Fakat Bektaşî'lerin büyük kısmı, daima hür, serbest ve fakat makul ölçüler içinde kalmışlardır. Hz. Ali'ye, oğullarına torunlarına derin sevgi göstermek zaten Sünnî-Câferî-Alevî bütün Müslümanların şiarıdır. 12 İmam'a sonsuz sevgisi olan Alevî Bektaşîler bu konuda zengin bir edebiyat geliştirmişlerdir. Özellikle İslâm tarihinin en acıklı bir sayfası olan Kerbelâ olayı, Bektaşî edebiyatının lirizm kaynağı olagelmiştir.
Bazı Bektaşî tekkelerinin gittikçe bozulması ve zamanla çığırından çıkan yeniçerilere de arka çıkar olması devletin onlara karşı tavır olmasını gerektirdi. Nitekim II. Mahmud, "Vak'a-i Hayriye" (Yeniçerilerin çökertilmesi) sırasında, ocaklarla birlikte, Bektaşî tekkelerini de kapattırdı. Fakat Abdülâziz devrinde onların yeniden ortaya çıktıklarını ve imparatorluk ülkelerinde teşkilâtlandıklarını görüyoruz. Nihayet Cumhuriyet devrinde, öbür dergâhlarla birlikte resmen kapatıldılar.
Tarikat terimleri, ayin dilleri, sohbet, mukabele ve nefesleri hep Türkçe olduğu için, Bektaşîliğin halkımız üzerinde büyük etkileri görülmektedir. Tekke şairleri gibi birçok saz şairlerimizin ve ordu şairlerinin de zengin ilham kaynağı Bektaşîliktir. Çoğu Bektaşî olmayan başlıca ozanlarımız, Bektaşî terimlerini kullanmaktan zevk almışlardır.
Güler yüzlü, alaycı, hoş görürlü ve nükteci bir "Bektaşî tipi" ise toplumumuzda olmasa bile fıkra ve sohbetlerimizde hâlâ yaşamaktadır.
AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ