Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
YAZILI EDEBİYAT DÖNEMİ
Sözlü Türk edebiyatı, tarihten önce, tarihin bilinmeyen devirlerinde başlamış ve tarih boyunca devam etmiştir.
Yazılı Türk edebiyatının, bugün elimizde sağlam vesikaları bulunan başlangıcı ise, M. S. VIII, asra aittir.
Gerçi Türkler arasında yazının başlangıcı daha eskidir. Bir görüşe göre, Türkler arasında yazı, daha Saka Türklerinin Ön-Asya seferleri zamanında ve Ön-Asya yazılarından birini kullanmak yoluyla başlamıştır. Hatta M. S. VI. ve VIII. asırlarda tamamıyla milli bir yazı haline konulan Gök - Türk yazısının Sakalar devrinde Ön - Asya'dan alınan bu yazıdan geliştiği sanılmaktadır. ( Tiyanşanlar'da, muhtemelen, M. Ö. IV, asra ait ve kayalara yazılmış Türkçe kitabeler bulunmuştur. Türk yazısını, bilindiğinden 800 - 1000 yıl daha öncesine götüren bu kitabeler hakkında araştırmalar sürmektedir.).
Ayrıca Hun hükümdarı Mete'nin, M. Ö. II. asırda Çin devletine güzel üsluplu mektuplar gönderdiği bilinmektedir. Örnekleri, eski Çin tarihlerinde görülen bu mektupların, Mete tarafından hangi yazıyla yazıldığı yahut yazdırıldığı belli değildir.
Bunlar, söylendiği gibi, evvelce Ön - Asya'dan alınmış ve zamanla millileşmiş, eski bir Türk yazısıyla yazılmış olabilir. Aynı mektupları Mete'nin Çin yazısıyla yazdırıp göndermesi de mümkündür. Hatta Çinlilerin ancak kendi yazılarına yazı dedikleri düşünülürse, bu ikinci ihtimal daha kuvvetli olur.
Mete'nin M. Ö. 192 yılında; babasının yerine geçen Çin İmparatoru henüz çocuk olduğu için; devleti onun yerine idare eden yaşlı bir Çin İmparatoriçesine; bu imparatoriçeden nefret ettiği için; sert bir lisanla yazdığı mektup şöyledir:
"Bataklıkta doğmuş, atlar ve öküzler arasında kırda büyümüş kimsesiz ve yıpranmış Kağan! Çin'de gezmek için birkaç defa sınırınıza gelmiştim. Kimsesiz ve yıpranmış imparatoriçe taht üzerinde yalnızdır; yalnız yaşıyor. Her iki Kağan can sıkıntısı içinde. Avunacak bir şeyleri yok. Bende olmayanı bende olanla değiştirmek istiyorum."
Çin sarayında büyük endişe uyandıran bu mektup üzerine sarayın savaşa cesaret edemediği ve Mete'ye iki imparatorluk arabasıyla, sekiz kıymetli at göndermek suretiyle barış istendiği bilinir. Çünkü Mete'nin mektubundaki son cümle, Türk hükümdarının hem İmparatoriçeyi hem de ülkesini almak istediği manasında idi. Bu mektupla Oğuz Kağan Destanı arasında hatırlanmaya değer bir benzerlik görünür:
Oğuz Han'ın, kağanlığını ilan ettikten sonra dört yana yarlık yolladığı; bildiriler bildirdiği; bunları elçilerine verip gönderdiği hatta bu bildirilerde: "Ben Uygurların Kağanıyım; yerin dört bucağının kağanı olsam gerektir; sizlerden baş eğmenizi istemekteyim; kim benim emrimi dinlerse hediyelerini alıp onu dost tutarım..." şeklinde, büyük kudret ve güven ifade eden sözler bulunduğu, asırlarca sonra yazıya geçen Oğuz Kağan Destanı'nda kayıtlıdır.
Gerçi bu sözlerle Mete'nin Çin tarihine akseden mektubu arasında tam bir uygunluk yoktur. Bu da tabiidir. Esasen bir tesadüften ileri olmayan bu hadise, Oğuz Destanı'na, yazılı ferman gönderen başka hakanların, bu yazılı ferman gönderme adetlerinden de aksetmiş olabilir. Bununla beraber destanlarda, yazılı ferman göndermenin Oğuz'la başlatılması, yine de manalı bir hatıradır.
Yine Çin kaynaklarında Uygur Türklerinin, M. S. V. asırda Çin yazısından başka bir yazıları olduğu hakkında mühim bir bilgi vardır. Uygurların daha sonraki asırlarda resim sanatına, tarih ve edebiyata, bilhassa yazıya düşkün oluşları, onların daha eski bir yazıya ve bir yazılı edebiyat geleneğine sahip olduklarını düşündürebilir. Fakat Uygurlar arasında V. asırda kullanıldığı bildirilen bu yazıyla yazılmış hiçbir vesika elde edilememiştir.
Bu yazının hemen aynı asırlarda Yenisey çevresinde yaşayan Türkler tarafından kullanılan yazının aynı veya bir benzeri olması da mümkündür.
Bize taşlar üzerine kazılmış bir Türk yazısıyla mezar kitabeleri bırakan bir kısım Türkler, M. S. IV. - VI. asırlarda Yenisey çevresinde yaşayanlardır. VIII. asırdaki Gök - Türk yazılarının gerek harf şekilleri gerek cümle mimarisi bakımından henüz kıvamını bulamamış, iptidai halleriyle kazılmış bu yazılar, kuvvetli bir ihtimale göre, Kırgız Türklerinin yadigârıdır.
Bu kitabelerdeki yazı şekil ve tertibinin Gök - Türk yazılarından hayli geri oluşu Yenisey taşlarının Orhun abidelerinden önce, belki üç asır önce yazılmış ve dikilmiş olduğunu düşündürmüştür.
Gerek Çin gerek Arap kaynaklan, daha M. Ö. III. asırdan beri, Yenisey çevresinde Kırgız Türklerinin bulunduğunu belirten bilgiler vermişlerdir. Bu bilgilere dayanan araştırıcılar, Yenisey Kitabeleri'nin Kırgızlar tarafından yazılıp dikildiğini düşünmüşlerdir. Bununla beraber, ilmi ihtiyatı elden bırakmayanlar, bu hususta kesin hüküm veremiyorlar. Bu taşların VIII. asırdan önceki Türk kavimleri arasında gelişen, ortak bir yazı ile yazılmış olması ihtimali de kuvvetlidir.
Herhalde Yenisey Kitabeleri, bize eski Türklerin, Gök-Türklerden önce milli veya millileşmiş bir yazı kullandıklarını; Türklerin balbal dikme adetlerinin yaygınlığını ve böyle taşlara neler yazdıklarını haber veren, kesin ve kıymetli vesikalardır.
Fakat Türk dili edebiyatının ilk güzel ve değerli verimleri, Gök-Türk'ler devrinde yazılan ve dikilen bengi taşlardır.
Gök - Türkler, tarihte ilk defa Türk adı alan Türklerdir. O zamana kadar bir kavim veya aile adı olan Türk sözü, Gök-Türkler devrinde büyük bir devlet ve millet adı olmuştur.
Gök - Türklerin kullandığı yazı da birçok bakımdan milli çizgiler taşır. Bu yazı, diğer birçok yakılar gibi, aslında bir Ön - Asya yazısı olsa ve bazı yorumlara göre, daha Saka Türklerinin Ön - Asya seferleri sırasında alınıp Türk iline getirilmiş bulunsa bile, zamanla ve başarıyla millileşmiştir:
Bu yazıda ok - uk sesleriyle okunan, birleşik bir harfin ok şeklinde olması; kalın ya sesini veren başka bir harfin yay biçiminde yazılması, Gök - Türk yazıları üzerinde Türkçenin, Türk sanat ve zekâsının işlendiğini gösterir. Aynı yazıda eb - b okunan bir harf, eski Türklerin eb = ev dedikleri çadır biçimindedir. İnce s harfi de sünğü - süngü biçiminde, düz ve keskin bir çizgidir.
Gök - Türk yazısında 38 harf vardır. Eski Yenisey yazısında e ile i arasında ses veren 39. bir işaret varsa da yazının olgun devresinde harf sayısı 38'dir.
Bu yazılar, taşa kazılmak için biçim verilmiş ve Latinlerin kitap yazısı gibi birbirine bitiştirilmeyen harflere yazılmıştır. (Gök - Türk yazıları, İskandinavya'nın Run yazılarına benzediği için Batılılar tarafından Rünik Türk Alfabesi diye vasıflandırılmıştır. Ancak bu alfabe ile yazılan en mühim yazılar, Gök-Türk'ler tarafından dikilen taşlara yazıldığından ve bu alfabe en olgun şeklini Gök - Türklerin elinde aldığından, daha çok, Gök - Türk Yazısı diye isimlenmiştir.)
(Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I' den kısaltılarak alınmıştır.)