Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
İskender'in aynası. "Ayîne-i âlem-nümâ (Cihanı gösteren ayna)" olarak da bilinen bu ayna hakkında çeşitli rivayetler mevcut olup bunların birçoğu efsane niteliği arz eder. İskender İskenderiye şehrini kurduğu zaman orada bulunan hekimlerden Belinas, Hermis ve Valines bir ayna yapmışlar ve yüksek bir yere koymuşlardı. Güya bu aynada oraya gelmekte olan gemiler daha bir aylık yolda iken görülebilirmiş. Eğer gelen düşman gemisi ise bu aynadan güneş ışığı yansıtılarak daha uzaktayken yakılabilirmiş. İskender tarafından hocası Aristo'ya yaptırıldığı da rivayet edilen bu aynanın bir gece, bekçileri uyurken çalınıp denize atıldığı yine efsâneler arasındadır. Bazı kaynaklarda bu aynanın Hind hükümdarı Kayd tarafından İskender'e hediye edilen dört kıymetli eşyadan biri olduğu söylenir. Yuvarlak (top ayna) ve düz olduğu hakkında ihtilâf bulunan bu aynanın iki tarafı da gösterirmiş. Arka yüzüne yalancılar baktığı zaman görüntü vermezmiş ve İskender de kimin yalan söylediğini bu ayna vasıtasıyla anlarmış. Çünkü aynanın arka yüzü yalancıların görüntüsünü kabul etmezmiş.
Dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye feneri ile bu ayna hakkında uydurulan efsaneler arasında sıkı bir münasebet vardır. Faros adlı bu fener, limanı ve şehri aydınlatır, çok uzaklardaki gemilere de yol gösterirmiş. Fenerin XIII. asırda henüz mevcudiyetini koruduğu iddia edilmektedir. Aynaların eskiden bilinmeyen şeyleri öğrenmek için sihir ve büyülücülükte kullanılması, bu fenerin de yapıldığı çağda (M. III. YY.) çok ileri bir teknik eseri olarak ortaya çıkışı, hakkında birçok efsaneler türemesine neden olmuş olabilir.
Doğu edebiyatlarında efsanevî yönleriyle, sık sık ele alınan Âyine-i İskender, tasavvufta da kâmil insanın Allah'tan başka şeylerden arınmış olan kalbini ifade eder. Bu kalbde ancak hakikatler akseder.
Câm la'lindir senin âyine rûy-ı enverin
Adı var câm-ı Cem ü âyine-i iskender'in
Bakî
Bir âyîneyle İskender nice benzer sana cânû
Senin her bakdığın mir'ât olur âlemnümû cânû
Şeyhülislam Yahya
Süleyman a.i. Davûd peygamberin oğlu olan peygamber. On iki yaşındayken babası yerine tahta geçmiştir. Hem padişah hem peygamberdir. Geçimini devlet hazinesinden değil, ördüğü zembiller sayesinde kazanırmış. Babasının vefatından sonra ve onun vasiyeti üzerine Kudüs'teki, yarım kalmış olan Mescid-i Aksâ'yı inşaa başladı. Yedi senede tamamladı. Daha sonra 13 sene süreyle Kudüs'te bir hükümet sarayı yaptırdı. Rivayete göre bu binaların yapımında cinleri çalıştırmıştır. Kendisi başlarında olmadığı zaman cinler çalışmazmış. Hatta bir bastona dayalı olarak uzun zaman onlara hükmetmiş. Sonunda bastonun içine bir ağaç kurdu girmiş ve kemirmeye başlamış. Tam inşaat sona erince baston kırılmış ve Süleyman peygamber düşmüş. Meğer Süleyman peygamber çok önceden vefat etmişmiş. Allah tarafından kendisine birçok mucizeler verilmiştir. Kuşlarla, hayvanlarla konuşur, onların dilini anlarmış. Cinlere ve rüzgâra emretme yetkisine sahipmiş. Üzerinde İsm-i A'zam yazılı bir mühürlü yüzüğü varmış. Bu yüzüğün taşı kibrît-i ahmerden olup bütün vahşi hayvanlar ve kuşlar bu yüzük sayesinde ona boyun eğmişlerdir.
Süleyman peygamber bu yüzüğü yalnızca abdesthaneye giderken çıkarır ve Âsaf adlı vezirine veya hanımına emanet edermiş. Yine bir gün bu yüzüğü hanımına emanet etmiş. Süleyman peygamber dışarıdayken bir cin onun kılığına girip hanımından yüzüğü almış. Biraz sonra gelip mührü isteyen Süleyman'ı sahtekârlıkla suçlamışlar ve saraydan çıkarmışlar. Yüzüğü alan dev ise onun yerine geçip icraata başlamış. Bu arada Süleyman gidip bir sahil kasabasında çalışmaya başlamış. Dev ise yüzük Süleyman'ın eline bir kere daha geçmesin diye denize atmış. Günlerden birinde Süleyman bir balıkçının tuttuğu balıkları taşımış. Balıkçı da hizmetine karşılık ona para yerine irice bir balık vermiş. Süleyman akşam, balığı yemek için karnını yarınca kendi yüzüğünü görmüş. Meğer denize düşen yüzüğü Allah'ın izni ile bir balık yutup sahibine geri getirmiş. Halk arasında "Mühür kimdeyse Süleyman odur." atasözü buradan gelir.
Hz. Süleyman'ın Hüdhüd adlı bir kuşu varmış. Bu kuş çok uzaklardaki şeyleri görebilir, uçsuz bucaksız çöllerde suyun yerini havadan tesbit edebilirmiş. Hz. Süleyman ordusuyla sefere çıktığında Hüdhüd'ü de yanına alır ve bu sayede konaklama yerlerini su kenarında seçermiş. Birgün Hüdhüd'ü aramışsa da bulamamış. Ona çok öfkelenmişken Hüdhüd çıkagelmiş. Hüdhüd olanları anlatmış. Sebe ülkesine gittiğini, oradaki ikinci bir Hüdhüd ile konuştuğunu, bu Hüdhüd'ün Belkıs adlı bir sahibesi olduğunu, Belkıs'ın da güneşe tapan bir kavim üzerine melike olduğunu söylemiş, bunun üzerine Süleyman peygamber Hüdhüd'ü affedip Belkıs'a onunla davetiye göndermiş. Belkıs da devletinin ileri gelenleriyle birlikte Süleyman'ı ziyaret etmiş. Bu ziyaret esnasında Hz. Süleyman'ın emri üzerine veziri Âsıf Belkıs'ın tahtını getirtmiş. (Bunun, veziri Asaf Belkıs'ın tahtını getirtmiş. (Bunun, veziri Asaf tarafından gerçekleştirildiği de rivayet edilir). Sonra Süleyman peygamber Belkıs'ı imâna davet etmiş. O da devletin ileri gelenleriyle müşavere edip güneşe tapmaktan vazgeçerek Hz. Süleyman'ın dinine girmiş ve Süleyman'ın zevcesi olmuştur.
Bir gün Süleyman peygamber ordusuyla birlikte sefere giderken bir vadiye ulaştıklarında karınca beyinin diğer karıncalara "Kaçınız Süleyman'ın orduları sizi ezmesin." dediğini duydu. Bunun üzerine gülümsedi ve karıncaların beyini yanına davet etti. Karınca beyi, kendince çok değerli sayılan bir çekirge budu ile onu ziyarete geldi. Hz. Süleyman'ın duasıyla bu but bereketlendi ve bütün ordu, yarısından doydu. Geri kalan yarısını karıncaya iade etti ve ondan öğütler istedi. Karınca Süleyman'a nasihatlarda bulundu. Süleyman Karınca'ya "Ben peygamber olduğum halde seni ve arkadaşlarını çiğneyebileceğimi nasıl düşündün ve niçin onlara kaçmalarını söyledin?" deyince karınca ona "senin debdebene dalıp da tenbihlerini unuturlar diye söyledim" cevabını verir. Süleyman Peygamber'in M.Ö. X. yy.da yaşadığı sanılmaktadır. 40 yıl büyük bir ihtişam ile devlet sürmüştür. 52 veya 60 yaşında vefat eylemiştir. Vefatından sonra ülkesi Yehuda ve İsrail adıyla ikiye ayrıldı. Yehuda devleti Kudüs'te kaldı ve uzun müddet yaşadı. Kur'ân-ı Kerîm de Hz. Süleyman'la ilgili 53 âyet vardır. Bu âyetler ona verilen ilim ve hikmetler ile yukarıda anlattığımız kıssalardan bahseder (msl. Sebe/12-21; nem/15-44; Sa'd630-40). Tevrat ise onu, hâşâ, putperest olarak gösterir ve 700 karısı ile 300 cariyesi olduğunu söyler. Divân edebiyatında Süleyman Peygamber, yukarıda anlatılan kıssalar çevresinde yoğunlaşan düşünceler içinde ele alınır. Özellikle yüzük, karınca, Hüdhüd ve Belkıs ile birlikte çok anılır. Sevgilinin dudakları mühüre benzetildiği zaman Süleyman'dan bahsedilir. Şâir sevgilisine Süleymanlık yakıştırdığı zaman onun ihtişamından bahsetmektedir. Karınca aczin; Süleyman ise iktidar ve gücün timsâli olarak tezat içinde verilir. Şâir övdüğü kişiye Süleyman dediği zaman kendisini karınca kadar âciz gösterir.
Geh var dedi dehhanına ağyar gâh yok
Ol hâtem oldu dîv-i Süleyman oyuncağı
Necati
Ey dil var ise Mühr-i Süleyman dehânıdır
K'ana musahhar ins ü perî mürg u mûr u mâr
Yahya Bey
Mest olup uyurken öpmüş la'l-i cânânı rakîb
Ehremenler hâtemi almış Süleyman bî-haber
Bakî
Teşne-i câm-ı visalin âb-ı hayvan istemez
Mâil-i mûr-ı hatın mülk-i Süleyman istemez
Fuzûlî
Ne bîş ü ne kem âlemi yeksan biliriz biz
Her gördüğümüz mûru Süleyman biliriz biz
Nailî
Hüdhüd-i nutkumu bağ-ı sühanimde görse
Ola zindan dil-i Belkîs'a çemenzâr-ı Sebâ
Nazîm
Ey nâme sen ol mâhlikadan mı gelirsin
Ey Hüdhüd-i ümmîd Sebâ'dan mı gelirsin
Nâbî
(İskender PALA, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ötüken Yay., İstanbul 1999.)