Şiir (ar. si'r, fr. poésie, ing. poem), en eski edebiyat türüdür. Değişik sanat anlayışlarına bağlı olarak çeşitli tanımları yapılmış, şiirin tanımlanamayacağı da öne sürülmüştür. Yine de genelde, şiirin ritime ve imgeye dayanan, kendine özgü dili ve söyleyiş özelliğiyle estetik etkilenmeler yaratıcı bir söz sanatı olduğunda birleşilmektedir.
Türkçede şiir karşılığı koşuk, yır, özün gibi sözcükler önerilmişse de hiç biri yaygınlaşamamıştır. Bugün koşuk, nazım karşılığı kullanılmaktadır. Ayrıca nazımla şiiri birbirine karıştırmamak gerekir. Birincisi yalnızca bir anlatım yoludur. Geçmişte şiirin uyak, ölçü, nazım biçimleri gibi biçimsel özelliklerden ayrı düşünülemeyişi şiirle nazmın eşanlamlı sayılmasına yol açmış, giderek şiir «mevzuu ve mukaffa (ölçülü ve uyaklı) bir söz sanatı» olarak tanımlanmıştır. Günümüzde bu anlayış aşılmıştır. Nitekim şiirin doğuşunu, sanat olarak gelişimini açıklamaya çalışan aşağıdaki özet, bir bakıma şiirin ne olduğu konusunu da aydınlatmaktadır:
«İnsan, doğayı denetim altına almak için kullanmaya başladı araçlarını. Bunu başarmaya uğraşırken, doğanın, insan iradesinin dışında, kendi yasalarına göre yönetildiğini anladı... zamanla doğadaki yasaların nesnel gerekliliğini tanıyarak onları kendi amaçları uğrunda kullanma gücünü elde etti. Bu yasaların kölesi olmaktan kurtulup onlara hükmetmeyi başardı, öte yandan doğal yasaların nesnel gerekliliğini anlıyamadığı sürece, çevresindeki dünyayı kendi isteğine kalmış bir hareketle değiştirebileceğini sandı. Büyünün temeli budur. Büyüyü, gerçek tekniğin eksiklerini tamamlıyan, aldatıcı bir teknik olarak tanımlayabiliriz... Üretim çalışmaları topluca iken bir ezginin eşliği olmadan iş yapılamıyordu. Böylece konuşma, asıl üretim tekniğinin bir parçası olarak ortaya çıktı... Vahşilerin bugün bile yaptıkları yansılama (mimetic) dansları, buna örnektir... Böylece bütün dillerde iki konuşma biçimi olduğunu görürüz: Biri, insanların birbirleriyle bildirişmelerine yarayan bildiğimiz günlük konuşma; öbürü de toplu olarak törenlerde kullanılan, daha yoğun, olağan dışı, ritimli ve büyüsel olan şiirsel konuşma.
Bu açıklamaya göre şiir dili, genel olarak ritim, müzik ve düş niteliğini daha çok koruduğu için konuşma dilinden daha ilkeldir... İlkel insanların konuşmaları ancak şiir için düşündüğümüz ölçüde ritimli, ezgisel ve olağan dışıdır. Günlük konuşma şiirsel olunca, şiir de büyüseldir. Bildikleri şiir türküdür, türkü söyleyişleri ise her zaman gövdesel bir hareket eşliğindedir ve bir başka büyü görevini yerine getirir. Dış dünyayı taklit yoluyla etkileme, düşü gerçeğe uygulama amacını güder... Hemen bütün ilkel duaların; sesçil ve ritimli, eğretileme ve ses yineleme etmenleriyle zengin, garip titreşimler ve tekrarlardan yararlanan bir yapıda olduğu görülmektedir. Hepsinde gerçekleşmesini istediğin şeyin gerçekliğini öne sürerek onu gerçekleştirmiş olmak amacı vardır...
Böylece şiir, büyüden çıkmış olur...
Neden şairler olmayacak şeyleri özlerler? Çünkü şiirin büyüden aldığı, başlıca görevi budur da ondan. Vahşiler yansılama danslarında insanüstü bir çabayla düşlerini gerçekçiliğe dönüştürmeye çalışırlar.. Şair de dünyaya karşı öznel tutumuyla aynı davranıştadır. Ritim, perde ve temposu belli aralıklarla düzenlenmiş sesler dizisi diye tanımlanabilir. Fizyolojik bir başlangıcı vardır; belki de yüreğin vuruşuna bağlanabilecek bir başlangıç...
İnsan, ritmi, araçların kullanılmasıyla geliştirir. Bugün de yaşayan iş türkülerinin görevi, üretim işine ritimli, coşturucu bir nitelik katarak onu hızlandırmaktır.. Kültür tarihinin her döneminde, yeryüzünün her yanında iş türkülerine raslanır. Sadece makinelerin uğultusu bazı yerlerde bu türlü türküleri bastırmıştır ...
Zamanla türküler çalışma sürecinden ayrılarak boş zamanlarda, dinlenme saatlerinde uydurulmaya başlanmıştır. Çalışma sürecinden kopunca heyamolaların değişmez öğesi genişlemeye başlayarak «ballad» dörtlüğü doğar. Ballad biçiminde dörtlük bir müzik cümlesi, beyit bir müzik cümleciği, dize de bir müzik birimi olur. Çünkü başlangıçta bir dans biçimiymiş ballad.. özetlersek; dans, müzik ve şiir dediğimiz üç sanat, bir tek sanat olarak başlamıştır...
Bizim anladığımız anlamdaki şiirin gerçekleşmesi için atılan ilk adım dansın bir yana bırakılmasıydı. Böylece türkü ortaya çıktı. Türküde şiir müziğin özü, müzik de şiirin biçimidir.
Daha sonra bu ikisi de birbirinden ayrıldı. Şiir türküden aldığı biçimi kendi mantığının özüne göre yalınlaştırarak korudu, ritim yapısı şiirin biçimi oldu. Şiir, ritim düzenine bağlı olmaksızın, kendi iç bütünlüğü olan bir hikâye anlatır. Böylece, daha sonraları şiirden düzyazı ile yazılmış hikâyeler ve romanlar doğmuş oldu.»
ŞİİR TÜRLERİ (ÇEŞİTLERİ)
1 ) PASTORAL ŞİİR:
Köy, çoban, kır hayatının güzelliklerini, zorluklarını anlatan şiirlerdir. Edebiyatımızda Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanlarına” şiiri bu türe en güzel örnektir. Ayrıca Karacaoğlan, Faruk Nafiz de çok güzel örnekler sunmuşlardır. Tabiat hayatı, çoban hayatı sade süsten ve özentiden uzak bir dille anlatılır.
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burada
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda
Sunam’ın başka köye gelin gittiği akşam
Akşam olur, kuşlar konar dallara
Susamış yıldızlar iner göllere
İnce güzeller dizilir yollara
İçlerinde seni göremiyorum
Not: Pastoral şiir türünde şiir yazan şairlerimiz Kemalettin Kamu,Faruk Nafiz bu türde şiirler yazmıştır.Abdülhak Hamid’in Sahra ‘sı bu türde yazılmış şiirlerdendir
2 ) EPİK ŞİİR:
Savaşları, kahramanlıkları işleyen şiirlerdir. Epik şiirde olağanüstü olaylar ve kahramanlıklar dikkat çekici özelliklerdir.
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Ak Tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle
Eğerleyin kır atımın ikisin
Fethedeyim düşmanların hepisin
Sabah namazında Bağdat kapısın
Allah Allah deyip açtı Genç Osman.
Not: Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı bu türe örnek verilebilir. Edebiyatımızda Köroğlu, Dadaloğlu bu türün başarılı örneklerini sunmuşlardır.
3) LİRİK ŞİİR:
Duyguların coşkulu bir edayla işlendiği şiirlere denir. Çoğunlukla bireysel duygular işlenir. Duyguların coşkun bir dille anlatıldığı şiirlerdir. Akıldan çok hayal gücüne, duygusallığa hitap eder.(Gurbet, ayrılık, Hasret)
Gurbet o kadar acı ki
Ne varsa içimde
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde
Ala göz üstüne hilal kaşlar
Sırma gibi yanar yârin saçlar
Kirazdır dudağı, inci dişleri
Selvi Suna’m gibi gülfidan olmaz.
Not: Edebiyatımızda lirik şair olarak; Fuzuli, Nedim, Yunus Emre, Karacaoğlan, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’i sayabiliriz.
4) SATİRİK ŞİİR:
Toplum hayatındaki bozuklukların, insan hayatındaki zaafların güldürü unsuru katılarak dile getirildiği şiir türüdür. Divan şiirindeki hicivler ve halk edebiyatındaki taşlamalar bu türün örneklerindendir. Günümüzde de yergiler bu türdendir
Adalet kalmadı hep zulüm doldu
Geçti şu baharın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acayip oldu
Koyun belli değil, kurt belli değil
Elin kapısında karabaş
Burnu sümüklü gözü yaş olan
Bayramdan bayrama traş olan
Berbere gelir de dükkân beğenmez.
Not: Edebiyatımızda Şeyhi, Bağdatlı Ruhi, Nef’i, Ziya Paşa, Neyzen Tevfik ve Şair Eşref bu türde şiir yazan şairler arasındadır.
5 ) DİDAKTİK ŞİİR ( öğretici şiir):
Bir şeyler öğretmek, bilgi vermek, amacıyla yazılan duyguyu değil fikri konu edinen şiirlerdir. Fabllar, didaktik şiir türlerine örnektir.
Her canlıya hak layık olan cevheri verdi
Tırtıl iki diş bulsaydı bütün ormanı yerdi
Şayet kediler haftada bir gün uçsaydı
Dünyadaki bütün serçelerin nesli tükenirdi
Az söz erin yüküdür,
Çok söz hayvan yüküdür,
Bilene bu söz yeter,
Sen de güher var ise
Not: Edebiyatımızda didaktik şair olarak Nabi, Tevfik Fikret, M. Akif ve Mehmet Emin Yurdakul vardır.
6 ) DRAMATİK ŞİİR:
Hüzünsel bir duyguyu çeşitli yönleriyle konu edinen şiirlere denir. Çoğunlukla ağıt özelliği taşırlar.
Civan da canına böyle kıyar mı?
Hasta başın taş yastığa koyar mı?
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı?
Al giy allı balam alların hani
İLGİLİ İÇERİK