Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

MANZUM HİKÂYE

Nazım şeklinde yazılan hikâyelere manzum hikâye denir. Manzum hikâyelerin öykülerden tek farkı şiir biçiminde yazılmış olmalarıdır. Bu tür hikâyelerde didaktik şiir özelliği görülür.

Hikayede bulunan bütün özellikler (olay,yer,zaman,kişiler) manzum hikâyede de bulunur.

Eski edebiyatımızda uzun hikâyeler mesnevi türü ile yazılırdı. Tanzimattan sonra ortaya çıkan manzume türü kafiyeli ve redifli, şiir biçiminde hikâye yazmak amacını güder. Bu tür için ilk adımları Recaizade Ekrem yazmıştır. Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta gibi önemli manzum hikâyeleri bulunur.Bu tür Servet-i Fünun döneminde yaygınlaşmaya başlamıştır.

Manzum hikâye'nin önemli temsilcileri Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret' tir. Bunun yanı sıra Beş Hececiler de bu türe önemli katkılarda bulunmuşlardır. Düşündürücü ve eğitici manzum hikâyelere örnek olarak ise Yahya Kemal Beyatlı'nın "Nazar" isimli eserini örnek verebiliriz.

Manzum hikâye'nin Özellikleri

  • Manzum hikâyeler edebi metinlerdir.
  • Konu ve özellik bakımından hikâye ile aynı özellikleri gösterirler.
  • Manzum hikâyelerde şair ya bir olayı anlatır ya da bir öğüt verme çabası güder.
  • Manzum hikâyeler genellikle bir çevre tasviriyle başlar, ardından o çevrede bulunan kişiler anlatılır. Daha sonra ise olay anlatılır. Amaç okuyucuya bu bölümde ders veya öğüt vermektir.
  • Giriş, gelişme ve sonuç bölümleri hikâye ile benzer özellikler gösterir.
  • Manzum hikâyeler düşündürücü ve eğiticidir.
  • Manzum hikâyeler birçok bölümden oluşur. İlk bölümde anlatılmak istenen olaydan ve kişilerden bahsedilir. İkinci bölümde ise olaylar anlatılır ve örneklerle tasdik edilir. Üçüncü bölümde ise olay son bulur ve okuyucuya ders vermeyi güden cümleler yer alır.
  • Manzum hikayede her olay işlenebilir. Sıradan olaylar, sosyal olaylar vs.
  • Manzum hikayeler dörtlük , beyit, bent şeklinde de yazılabilir.
  • Mensur hikayeden (düzyazı) hiçbir farkı yoktur. Kişiler, zaman, mekan, olay bu hikayelerde de vardır. Tek farkı şiirselliktir. Dizelerdir. Kafiye ve rediftir.

 

Örnek Manzun Hikaye

Küfe -Mehmet Âkif Ersoy 

Beş on gün oldu ki, mu'tâda inkıyâd ile ben

Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.

Bizim mahalle de İstanbul'un kenârı demek:

Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmiyerek!

Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,

Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.

Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,

Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!

Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,

Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,

Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,

Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-

O sâlhurde, harâb evlerin saçaklarına,

Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına

Delîlimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:

Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.

Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin? Derken;

On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,

Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:

Tekermeker küfe bîtâb düştü tâ öteye.

-Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ

Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!

O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın

Göründü:

-Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!

Ne istedin küfeden yavrum?Ağzı yok, dili yok,

Baban sekiz sene kullandı... Hem de derdi ki: "Çok

Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz... "

Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!

Onunla besliyeceksin ananla kardeşini.

Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?"

Dedim ki ben de:

Ayol dinle annenin sözünü...

Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:

-Sakallı, yok mu işin? Git, cehennem ol Şuradan!

Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?

Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti...

-Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?

Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...

-Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben...

Adın nedir senin, oğlum?

-Hasan.

-Hasan, dinle.

Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.

Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...

Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.

O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni

Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendi kardeşini,

Yetim bırakmıyarak besleyip büyütmelisin.

-Küfeyle öyle mi?

-Hay hay! Neden bu söz lâkin?

Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?

Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.

-Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...

-Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:

"Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;

Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...

Koyardı mektebe... Dur söyleyim" demişti hani?

Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!

 

Söz anladım uzun, hem de pek uzun sürecek;

Benimse vardı o gün birçok işlerim görecek;

Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,

Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?

 

Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;

Geçende Fâtih'e çıktık ikindi üstü biraz.

Kömürcüler kapısından girince biz, develer

Kızın merâkını celbetti, dâima da eder:

O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,

O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!

Hakîkaten görecek şey değil mi ya? Derken,

Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden,

Belinde enlice bir şal, başında âbâni,

Bir orta boylu, güler yüzlü pîr-i nûrânî;

Yanında koskocaman bir küfeyle bir çocucak,

Yavaş yavaş geliyorlar. Fakat tesâdüfe bak:

Çocuk, benim o sabah gördüğüm zavallı yetim...

Şu var ki, yavrucağın hâli eskisinden elim:

Cılız bacaklarının dizden altı çırçıplak...

Bir ince mintanın altında titriyor, donacak!

Ayakta kundura yok, başta var mı fes? Ne gezer!

Düğümlü alnının üstünde sâde bir çember.

Nefes değil o soluklar, kesik kesik feryad;

Nazar değil o bakışlar, dümû-i istimdad.

Bu bir ayaklı sefalet ki yalnayak, baş açık;

On üç yaşında buruşmuş cebin-i safi, yazık!

O anda mekteb-i rüşdiyyeden taburla çıkan

Bir elliden mütecaviz çocuk ki, muntazaman

Geçerken eylediler ihtiyarı vakfe-güzin...

Hasan'la karşılaşırken bu sahne oldu hazin;

Evet, bu yavruların hepsi, pür südud-i şebab,

Eder dururdu birer aşiyan-ı nura şitab.

Birazdan oynıyacak hepsi bunların, ne iyi!

Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi,

-Ki ezmek istedi görmekle reh-güzarında-

İlel'ebed çekecek dûş-i ıztırarında!

O, yük değil, kaderin bir cezası ma'sûma...

Yazık, günahı nedir, bilmeyen şu mahkuma!

 

Kelimeler:

mu'tâd: Alışkanlık

buhayre: Göl

lîsan-ı hâl: Hal dili

inkıyad: Uymak

İskandil: Denizin derinliğini ölçmeye yarayan alet

rükû: Eğilme

salhurde: Eski, asırlık

delil: Kılavuz, baston

zabit: Subay

  • Metinde duygu, ses akışıyla birlikte verilmiştir.
  • Her iki dizede bir değişen redif ve uyaklarla ve a a b b c c ... uyak düzeniyle ses akışı sağlanmıştır.
  • Ritim, aruz ölçüsüyle sağlanmıştır.
  • Sözcükler ağırlıklı olarak gerçek anlamıyla kullanılmıştır.
  • Metinde anlatılanlar yaşanması mümkün olan olaylardır. Gerçek hayattan yapılan gözlemler bire bir anlatılmıştır.

Metni düz yazıya çevirelim: "Ben on gün önce, alışmış olduğum gibi, sabahleyin evden erkenden çıkıvermiştim. Bizim mahalle, İstanbul'un kenarı demek, sokaklarında yüzme bilmeyerek gezilmez..." Görüldüğü gibi metin düz yazı şeklinde anlatılmaya daha uygundur.

 

Metnin olay örgüsü:

  1. Şairin mahallede yürümesi
  2. Değneğe küfenin takılması
  3. Hasan ve annesiyle konuşmaları
  4. Hasan'ın okumak istemesi
  5. Şairin oradan ayrılması

 

  • Metinde yaşanmış veya yaşanabilecek olaylar anlatıldığı için olay ör­güsünü çıkarabiliriz.
  • Bu metinde amaç, doğal gerçekliği bulunan bir konuyu anlatmaktır. Bu yüzden metnin anlatım yönü güçlü, çağrışım yönü zayıftır.
  • Metinde somut anlamlılık ön plandadır.
  • Bu metin yapı bakımından "manzum hikâye" özelliği gösterir.

 

Manzume:

  • Ölçülü ve uyaklı manzum parçalardır.
  • Öğretici konular ve akılda kolay kalması istenen düşünceler bu nazım şekliyle yazılır.
  • Estetik kaygı taşımazlar.
  • Çağrışım yönü ve imgeleme zayıftır.
  • Manzum hikâyeler birer manzumedir.

 

Manzum Hikâye:

  • Toplumu ilgilendiren olaylar işlenir.
  • Daha çok ders veren, eğitici, öğretici, etkileyici konular seçilir.
  • Ölçü ve uyağa dikkat edilir.
  • Anlam, alttaki dizelerde devam eder.
  • Karşılıklı konuşmalara yer verilir.
  • Dizelerin uzunlukları aynı olmayabilir.
  • Bu nazım şekli edebiyatımıza Tanzimat Dönemi'nden sonra girmiştir.

Manzume ve Şiir Arasındaki Ayırıcı Özellikler:

  • Şiirde anlatılanları düz yazıyla ifade edemeyiz, manzumede anlatılanları düz yazıyla ifade edebiliriz.
  • Şiirde olay örgüsü yoktur, manzumede olay örgüsü vardır.
  • Şiirde bireysellik duygu ve çağrışım ön plandadır; manzumede toplumsal konular yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar işlenir.
  • Şiirde çok anlamlılık ve imge ağır basarken manzumede sözcükler genellikle gerçek anlamında kullanılır.
  • Manzumeler genellikle didaktik metinlerdir.