Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

BEHÇET AYSAN KİMDİR?

(1949-1993)

1949'da Ankara'da doğdu.  Tam adı Behçet Safa Aysan'dır. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi'nden mezun oldu. 1968'de Ankara Tıp Fakültesi'ne askeri öğrenci olarak girdi. 12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Ara verdiği öğrenimini tamamlayarak doktor oldu. Mezun olduktan sonra İzmit'e tayin oldu. Ankara'da psikayatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı. 2 Temmuz 1993'te Pir Sultan Abdal Kültür Festivali için gittiği Sivas'ta Madımak Oteli'nde   yakılarak öldürülen 35 aydın arasında o da vardı.

İlk şiiri 1979 yılında, ilk kitabı 'Karşı Gece' 1984 te yayımladı. Bütün Şiirleri ölümünden sonra Düello adıyla kitaplaştırıldı. Ölümünden sonra Türk Tabibler Birliği bir Behçet Aysan Kitabı yayımladı ve "Behçet Aysan Şiir Ödülü" düzenlenmeye başladı.

Yapıtları :

Karşı Gece (1983)
Sesler ve Küller (1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü)
Eylül (1986, 1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)
Deniz Feneri (1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü)
Şiirler (1990)
Behçet Aysan Kitabı (1993)
Üç Kardeştiler (Radyo Oyunu, 1995)
Ödülleri : 1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü / Sesler ve Küller ile
1986-1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü / Eylül ile
1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü / Deniz Feneri ile

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ


BEHÇET!
 
İşte “yağmur dindi”; iki yaz arasına
yokluğu bıraktılar, senin o ağustos
sesini gölgeye değil, külünü aramıza…
“Yağmur dindi”, unutulmaya hazırlanan ne
varsa temmuz gibi tutuşuyor aklımda;
yarısı o güneşli sesinin tozuyla hâlâ
ürpertili bir yaz hışırtısına takılmış
altmışsekizlik plakta, yarısı kül aklımda!
Ah, kül razı değil de kul razı, sesinin
dolaylarından alınma bu yanık havaya,
bir bulut kaynıyor temmuz göğünden
gözümüzde “yağmur dindi” yangınsa daha…
“Yağmur dindi” şairim, tabip değil misin
sen akıl ver bana: Bu acı hangi
arkadaşlığın gölgesine çekilir şimdi,
ve hangi şiire sığar külün kimsesizliği?
“Yağmur dindi” ve sen üstlendin yine
kardeşiyle kül olan bir ülkenin sessizliğini,
bir elem doktoru üstlenirdi bu acıyı elbet:
iyisiniz değil mi ruh verdiği şiirler?

Bir adın Safa’ymış meğer, güldün mü Behçet?

Haydar Ergülen
( 1956 -      )

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ




KÜL-KARDEŞLERİM
 
- ....  37 Sivas Şehidine -

Bu mektubu senin kalbine yolluyorum
el yazısıyla değil külyazısıyla
yazıyorum ilk defa güzel adını
kardeşim benim külkardeşim
ancak bir rüzgâr postası taşır bu zarfı
bu uzun gecenin, yanık havalarında


Puldan hafiftin, kâğıttan ince, mektuptan tez
bu senin yazınmış meğer külünden ağır
temmuz yandı, şiir yandı, dil yandı
külün daha uzun sürecekmiş anılarından
mektup yanar, zarf yanar, pul yanar bundan
annem gibi kızıl gül yanar bundan.

Haydar Ergülen
( 1956 -      )

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ


TABİP İLE "DÜELLO"

Bir tabip vardı, sekiz kötü yıl önce yolu bir yangına vardı, yağmur dindi ve ondan bize dinmeyen bir acı kaldı, bir de elem, bir de eflatun sözlere sarılmış şiirler:

"Kırgınım, saçılmış / bir nar gibiyim /.../ sessiz akan bir ırmağım geceden / git dersen giderim / kal dersen kalırım /.../ git / dersen/ kuşlar da dönmez, güz kuşları / yanıma kiraz hevenkleri alırım /.../ aynı gökyüzü aynı keder / değişen bir şey yok ki / gidip / yağmurlara durayım."

Gidip yağmurlara değil, yangınlara durdu. Tabip, yanmayı bilen adam oldu. Ben, tabibi kendi yarasını saramayan adam diye bilirim. Bildiklerim azalsa da, onu hep adam diye bildim, bilirim. Tabip gitti, yaralarım açıldı. Tabip olsa, bunca yara üstümüze kalır mıydı? Daha tabip zor bulunur. Tabibin gözlerine baksam yaralarım kapanır, içim açılırdı. Tabibin gözleri insan doluydu, ilacı şiirdi. Yarayı merhem değil sevgi iyileştirirdi. Tabip gitti bize de, "El çek tabip el çek yaram üstünden / bendeki yaralar türlü türlüdür" demek kaldı.

Şair Kemal Sayar, psikiyatr için 'elem doktoru' demişti, ben tuttum o sözü Behçet Aysan'a yakıştırdım: Behçet Aysan, şairim, tabibim, elem doktoru. Gözlerin de, sözlerin de ağustos gibi sıcaktı, fakat ortada bir temmuz duruyor artık, hiçbir tabibin saramayacağı bir yara gibi duruyor temmuz. Yanıyor ve kanıyor.

Elem doktoru: Şimdi burada olsaydın böyle mi olurdu, araya giren 'Ankara-İstanbul Karatreni'ne birbirimizi ısmarlamasak da, ben senin sesinin şiirleri ve ruhları iyileştireceğini bilir, seni çok özlediğim zamanlarda, içimden ama senin sesinle bir şiir okurdum kendime, dağılan bir gül olurdu şiir bu sessizlikte:

"Ne söylersen söyle rüzgârdır duyan / düşleri çağıran iri siyah gözleriyle / ve yanı başımızda mutlu kalan ne var ki / belki bir kuş akşamın ölü ağzındaki / sadece güldür dağılmış ayaklanmaya /.../ Ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz / çam seli halinde kalabalık bir orman / alıp götürecek bizi kuytu ölümlere / yaşamanın anlamını sorsam da söyleme / konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan."

2 Temmuz 1993'te Sivas'ta yağmur dindi ve yerini yangına bıraktı. Yangınsa hiç dinmeyecekmiş meğer! Bir karatren olup dolaşacakmış istasyonları, yolcuları, şehirleri. O karatren şimdi de Adviye'yi aldı ve sevgili kadınını getirdi sana:

"Elemim var da sen yoksun Behçet / doktor beni anlasana / elem veremem sana" desem de artık çaresi yok, artık "Elem doktoru bana kalbimden haber veremez / kalbimin kül dağında kaldığını bilemez / kalbimin nasıl geçtiğini ona diyemem / üzemem elem doktorunu, iki ruhtan / bir kül kaldık, iki kederden ayrıldık / dağıt bizi kendimizden topla bizi yeniden / doktor bu elemden kurtar bizi diyemem".

Şimdi kalbimi, acımı kime söylerim? Toplu şiirler kitabının adı da olan 'Düello' şiirini "her gece yeni bir düello / her sabah yeni bir ölüm / hepsi bu şiire sığacak" düzeleriyle bitirmişsin ya, ne bu şiire ne başka şiirlere sığacak genç ölümlerle yanmayı sürdürdü yüreğimiz ve biz biraz daha azaldık aramızda. Çok muyduk, azımız çoğa sayılsın der, birbirimizi sever, özler ve bundan bir avuntu bulurduk.

Uzun kötü yıllar geçti, dünyayla, hayatla çarpışmaktan yorulduk, girişmediğimiz düelloları unuttuk. Anıların bile artık acıyla anıldığı bir hayatta anlatılacak pek bir şey de kalmadı aslına bakılırsa. Buralardan iyi bir haber de yok, olanları da sevgili Adviye anlatır sana. Sizin hayata bıraktığınız iyiliklerden, güzelliklerden Eren, hayata şiir taşıma, hayatı şiirle taşıma görevini olgunlukla sürdürüyor ya, o bizim de tesellimiz, sevincimiz oldu çok zamandır.

O büyük sonsuzlukta buluşan güzel ruhlarınızdan bize kalan anılar ve arkadaşlık için teşekkürle, saygıyla...

HAYDAR ERGÜLEN
Radikal, 31/05/2001

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ



BEHÇET AYSAN'I ÖZLEMEK

S E L İ M İ Y E

Ses ver, suların yelesini bırak aksın, söz ver
damlasın çocuk yaralarına koşarkenki şeyler
sana yeniden sus diyecekler, başla anlatmaya
olsun, kim kocaman bir ölü görmek ister
ay parçalanırken düşer tam kalbin üstüne.

Tam kalbin üstüne belki bir rüzgâr getirmiştir
o şimdi tankerlerin yanaştığı yıkık iskeleye
Salacak, uzak bir anı olarak orda kalsın
kadife ceketim, ağız mızıkam ve on üç yaşım
hepsi orda kalsın çok uzak bir çağ olarak.

İstemem vermeyin geri dönen mektuplarımı
ağır bir tramvay, akşamüstü, çın, Paşakapısı
bu saatler okul dönüşüdür, gökyüzü bile yatılı
deniz , martılar ve acı hepsi aynı yöne gider
düşlerin gündüz ve gece olarak ikiye ayrıldığı.

Bir ranzaya çıkarak kırık camlı pencereden
mor sarı ışıklarla dolardı trenler koğuşa
haki battaniyelerdi sarıldığım annemin eli
ve tahta dolap kapaklarında istasyon adları
sanki bin kilometre uzakta bir şehirdi Haydarpaşa.

Hep onu aradım tutuşan samanların yanışını
suyun sıcak bir kan gibi külrengi akışını
siyah arabaların çektiği düşlerimin yıldızları
sessizce adıdır bir direnişin ve aşkın yalvarışı
yaşayıp yıllar sonra aynı koğuşta tutuklu olarak.

Ne zaman Behçet Aysan’ın kitaplarına girmemiş şiirlerinden Selimiye’yi okusam; "sesler ve küller." Madımak Kıyımı yaşanmasaydı, bugün belki de elli altı yaşında olacak, daha nice şiirlere kabaracaktı naif yüreği.

Selimiye şiiri, on üç yaşında, "gökyüzü bile yatılı"yken, ağız mızıkasını yitirmemiş bir askeri öğrencinin, yıllar sonra da "çocuk yaraları"na damlayan suların mor-karanlık ağıdıdır.

Behçet Aysan’ın askeri ortaokul-lise yılları Üsküdar ve çevresinde geçmiş. Selimiye, Harem, Haydarpaşa, Çengelköy, Kuleli ve "uzak bir anı olarak orda kalsın" dediği Salacak’ta. Ben, o yıllarda ilkokul öğrencisiydim. Nerde mi? Zeynep-Kâmil İlkokulu’nda. Ahşap bir bina, Karaca Ahmet Mezarlığı’na komşu. Sonradan Halk Eğitim Merkezi oldu. 60’lı yıllarda Üsküdar’da apartmanlar yok gibiydi. Geniş bahçeler, bostanlar, yazlık sinemalar, yıldızlı geceler ve fesleğen kokulu pencereler vardı.

Hani Aysan’ın şiirindeki gibi: "Ağır bir tramvay, akşamüstü, çın, paşakapısı." Çocukluk... O zamanlar okul çıkışı, Kadıköy-Kısıklı arasında çalışan tramvayların arkasına takılırdım iki durak arası. Kapıağası’ndan Zeynep-Kâmil’e kadar. Tramvayın arkasında hep demir çıkıntı olurdu, ayak basma yeri. Bir seferinde yoktu; ellerim kesilmiş, düşüp dizlerimi kanatmıştım. Olsundu. "Sanki bin kilometre uzakta bir şehirdi Haydarpaşa" annesinden uzak, esmer bir çocuğun "deniz, martılar ve acı hepsi aynı yöne gider" dediği tramvaylı, yeşil zamanlardı. Tıpkı "düşlerin gündüz ve gece olarak ikiye ayrıldığı."

Ne zaman Haydarpaşa’dan Selimiye Kışlası’na baksam; "hâki battaniyelerdi sarıldığım annemin eli" , "istemem vermeyin geri dönen mektuplarımı" diyen bir çocuğun yalnızlık ve hüzünle gölgelenmiş gözleri düşer imgelemime.

Radyoda "bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm" ü imleyen bin yıllık uzunhava. İçimi acıtan bun ve Behçet Aysan’ın "bir eflatun ölüm" şiirinden gücenik dizeler:

".....................................
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç."

Sevgili Aysan, asla sahipsiz bir şarkı değilsin. Sararmış eski resimlerde kalmayacak o mahzun yüzün de . Ne zaman acıyla gelse temmuz, bir ranzaya çıkarak kırık camlı pencereden: "kim kocaman bir ölü görmek ister" diye sorduğun, Selimiye şiirini ansırım. Kırık bir veda.

Bıraktığın gibi her şey: "aynı gökyüzü aynı keder ."

İLHAN BÜYÜKCEBECİ

Damar Dergisi, Temmuz 2005

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

BEHÇET AYSAN ŞİİRLERİ