ŞİİRDEN ÖYKÜYE ŞÜKRAN KURDAKUL - ÖNER YAĞCI
Güçünüz varsa sizin/ Sözcüğü tutuklayın. / Öğrenci, kitap, türkçe / En güzel kavramı dilimin / özgürlüğünü tutuklayın / Gücünüz varsa artık / Usumu tutuklayın... / Gücünüz varsa sizin / Ölümü tutuklayın...”
(Şükran Kurdakul, Ağıt Değil şirinden.)
PEN Yazarlar Derneğinin önerisi ve UNESCO’nun onayıyla beş yıldır tüm dünyada düzenlenen Dünya Şiir Günü “2002 Şiir Büyük Ödülü” Şükran Kurdakul’a verildi. Bu ödül, geçtiğimiz yıllarda 50. Sanat Yılı’nı ve 70. Yaşı’nı coşkuyla kutlayan Şükran Kurdakul’un 75. yaşına da armağan oldu.
İki yıl önce 19. TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın “onur konuğu” olan Şükran Kurdakul, edebiyatımızda kararlılığın, direncin, edebiyatın yaşamla bütünleşmesinin günümüzdeki değerli simgelerinden biri. Şükran Kurdakul deyince akla, yaşamın edebiyatla güzelleştirilmesi, edebiyatçının yaşamdan sorumluluk duyması gelir.
Şükran Kurdakul için ilk söylenecek şey, onun bir “kararlılık ve direnç anıtı” olduğudur, yaşamıyla ve yüreğiyle direnen bir anıt; düşünceleri doğrultusunda yaşayan, düşüncelerinden ödün vermeyen, düşüncelerinin eyleme ve yaşama geçirilmesi için örgütlü savaşımlarla dolu bir anıt. Bu anıt acıyla, dirençle, sevgiyle, coşkuyla ve bilinçle yükselen bir anıttır. Bu anıtı tanımak için, genç yazarların, şairlerin örnek alması gereken yaşamından yola çıkmak en doğru yoldur. Bu direnç ve kararlılık anıtının, bu şairliği, öykücülüğü, edebiyat tarihçiliği ağır basan bir yaşam ustasının kimliğine baktığımızda gördüğümüz şunlardır:
1927 doğumlu Şükran Kurdakul, Attilâ İlhan'ın “Kırk Karanlığı” dediği günlerde, yine onun deyişiyle “Fedailer Mangası 'nın bir genç savaşçısı olarak henüz 19 yaşındayken (1946’da) TCK’nın ünlü 142. maddesinden tutuklanır. 142. madde, bilindiği gibi Türkiye solcularının on yıllarca başına bela olan bir maddeydi, “komünizm propagandası” olarak bilinirdi; düşünce ve düşünceyi aktarma özgürlüğünün savunucusu olan solcuların başında “demoklesin kılıcı” gibi dururdu hep. Kurdakul’un bu tutuklanması belki de yarım yüzyıllık bir onur ve direnmenin habercisidir. Bir yıl sonra tahliye edilir ve öğrencisi olduğu İzmir Karşıyaka Lisesinden Bakanlık kararıyla çıkarılır. Genç Kurdakul’un “Mahpushane saksılarındaki baharı benden sor” dediği bu günlerden sonra yaşamındaki zorluklar başlar. Zorlukla ve zorbalıkla savaştır bu aynı zamanda.
1948’den 1950 ye kadar Maraş “sürgün alayı”nda askerdir. 1953’te 141. maddeden yargılanır ve 1955’e kadar Harbiye cezaevinde tutuklu kalır:
“Acıların sütüyle büyüttüğü umutlar / Mahpushane avlularında boy verir...” der (1956’da aklanır.)
1951-1952 yıllarındaki Yeryüzü (15 günlük, 11 sayı) ve 1952-53 yıllarındaki Beraber (15 günlük 9 sayı) dergileriyle başlayan dergicilik de vazgeçilmez bir tutkusudur onun. 1957-80 arasında çıkardığı Yelken (58-62 arası yöneticilik); 1962-64 arasında sahibi ve yazı işleri müdürü olduğu Ataç (aylık, 30 sayı); 1964’te çıkardığı ekonomik toplumsal siyasal araştırmalar dergisi “Eylem” ile süren dergiciliğinin yanı sıra 1962’de kurduğu, kültürümüze onlarca kitap armağan eden Ataç Yayınevi ile de yayıncılık yaşamı vardır Kurdakul’un. Bunlara, Tan gazetesindeki gece düzeltmenliğini, Sosyalist Kültür Ansiklopedisi (1978-80) Genel Yayın Yönetmenliğini ve Selma Kurdakul’la evliliğini eklersek Kurdakul’un yaşamının bir bölümünü özetlemiş oluruz.
Örgütçü edebiyat adamı
Kurdakul’un yaşamını anlamada bu özetleme yetmez elbette. Bir başka açıdan baktığımızda onun örgütçülüğünü görürüz. Önün örgütçü bir edebiyat adamı olarak tanınmasının başlangıcı 1964'te Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyeliğiyledir. İki yıl sonra partinin Balıkesir il başkanlığına ve Genel Yönetim Kurulu yedek üyeliğine, ardından da 1967’de Merkez Yürütme üyeliğine seçilir. Örgütçülüğünü edebiyat örgütlerinde sürdürür ve 1964’te Türk Edebiyatçılar Birliği Genel Sekreterliğine seçilir. 1976’dan sonra, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ikinci başkanıdır ve 12 Eylül döneminde yine 141. maddeden TYS davasından yargılanır.
PEN Yazarlar Derneği’nin kuruculuğu (1988), ikinci başkanlığı ve genel başkanlığı (1991-1997 arasında), Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı yöneticiliği, 1995’ten itibaren Özerk Sanat Konseyi ile Ulusal Sanat Kurulu’nun da kuruculuğu ve ilk başkanlığı da Kurdakul’un yaşamının dönemeçlerindendir.
Şükran Kurdakul’un yaşamında süren yalnızca bunlar değil elbette. Öncelikle bir şair yaşamı vardır onun. Üstelik, şiire çok erken yaşta başlar. 15 yaşındayken Yedigün dergisinde Faruk Nafiz Çamlıbel’in yönettiği genç şairler köşesinde ve Yarım Ay, Fikirler dergilerinde şiirleri yayımlanır. Şiirlerinin bu iki dergide yayımlanması genç Kurdakul’u heveslendirir, cesaretlendirir ve 1943’te 16 yaşında bir lise öğrencisiyken Tomurcuk adlı ilk şiir kitabını çıkarır. Ölçülü, uyaklı, duygusal şiir denemeleridir bunlar. “Hasret acısıyla içim ürperir” der örneğin.
O yıl tanıdığı “İstanbul” ve Serveti Fünun-Uyanış dergilerinin yanı sıra dönemin solcu yazarlarının, şairlerinin çıkardığı “Yürüyüş” dergisini de izlemeye başlaması, Nâzım Hikmet’in şiirleriyle karşılaşması ve kitaplarını okuması “Garip” akımı dışında bir başka yeniliğin daha olduğunu öğretir Kurdakul’a. Bu yeni buluşmalar Kurdakul’un genç kafasındaki değişimi hızlandırır. İçinde,
“memnunum bu hayattan
Hoşuma gidiyor bu deniz...”
...
“Kaçıncı defa geçtiğim sokak
Küçük çocuklarla dolu cami avlusu
Yine oraya buraya çarparak
Dökülüyor su... ”
gibi duygusal ve kaygılarla dolu çocukça dizelerin yer aldığı “Zevklerin ve Hülyaların Şiirleri” (1944) adlı ikinci şiir kitabını ertesi yıl çıkarır. Kendisi, yıllar ve yıllar sonra, “Bu ikinci kitabımda, bugün de ‘ne iyi etmişim de yazmışım’ dediğim kimi parçalar var.” der (Alpay Kaba calı ile söyleşi, Cumhuriyet Kitap, 2 Kasım 2000).
Bu adım aynı zamanda onun çağdaş edebiyatımızın kapılarından bakmaya başlamasıdır. Sonra hapishane deneyiminin de verdği şiirdeki arayışıyla Nâzım Hikmet’in söylemine yakın dizeler kurar. Ama özgün bir şair etkilerden kurtulmak zorundadır ve bundan kurtulmak için çok zorlandığını söyler kendisi. Sürgün alayında askerken Milli Eğitim Bakanlığı Klasikleri ve divan şiirinin yanında askerlikten sonra tiyatro yapmak istiyorum diyerek konsevatuvarın tiyatro dizisini, okur. Askerlik dönüşü “şairliğe en yakın olan bir iş bulma olanaklarını zorlar.
Şiire yeniden yoğunlaşması 1950’li yılların başındadır. Bu dönem yazdığı şiirlerin çoğu içine sinen bir yapıda değildir. Daha sonra, bu şiirleri içim, “toplumsal duyarlılıkları olan dizelerin yer aldığı şiirlerde kendi sesini bulduğu...” söylenince çok sevinir. Cezaevi yıllanndaki çalışmalarının bir kısmı “Giderayak”ta (1956) yer alır.
“Karanlıkta Aydınlık Düşünceler" dir bu kitabındaki şiirler:
“Bu uzun kaybolmalar gecesinde
Sen varsın, ben varım, özlemin var...
Karanlıkta aydınlık düşünceler içinde...”
Şiir sanki özgürlük, doğa, dostluk, sevgi özlemiyle kuşatılmıştır ve bu kuşatmaya karşı bir direniş boyvermektedir sürekli:
“Kapadı penceremi karanlıkların sisi
Gözlerine kapanan bütün kapılar
Korkmuş, sinmiş bir insanı göremedi sende
işte tükenmedik, işte yitirmedik kendimizi... ”
Umut ve sabırla çoğalma vardır ve yeni bir şiirin habercisidir bu zenginlik: “Söyleyin değişen bir şey yok hayatımızda
Kaybolup gözükmeler var..."
İçerikle biçimin bütünleşmesinin Kurdakul şiirindeki ilk örnekleridir bunlar ve 40 Kuşağının, o fedailer mangasının bir er daha kazandığını göstermekte ve kendi şiirine doğru önemli adımlar atmaktadır. Ciddi hücre çalışmalarıdır bunlar ve bu 1942-52 dönemini kendisi şiirinin çıraklık dönemi olarak tanımlar.
İyimserlikle, aydınlıkla dolu “Nice Kaygılardan Sonra” (1963) adlı kitabıyla ise şair kimliğini doğurmaya başlar.
“İzmir’in İçinde Amerikan Neferi” (1965) ve
“... Sesleriniz geliyor özgürlük alanlarından
Bir bayrak yarışı bu mutlaka geçeceksiniz
Güzel başladınız çocuklar gü zel bitireceksiniz...” dizelerinin de yer aldığı “Halk Orduları” (1969) adlı şiir kitaplarında şiirini toplumsal ve siyasal kavga ile buluşturur Kurdakul. Yükselen toplumsal muhalefetin saflarında ve önlerindedir şair olarak da.
Usta şair
Onun şiirinin doruğuna çıkmaya başlaması, bir şair duyarlılığının ve inadının olanca görkemiyle ortaya çıkması, 1970’lerden sonraki şiirlerindedir. Usta şair ürünlerini, örneğin
“Sözcüklerle büyüdük, ezgiler yarattık
Düşlerle saltanat kurduk, benzetiler yarattık
Kurtuldum sandığın gün Pir Sultan’dan
Sevdamızla Yunus, hüznümüzle Fuzuliler yarattık. ”
dizeleriyle karşımıza getirmeye başlar: “Acılar Dönemi” (1977).
İşte Kurdakul’un bu döneminden, onu tanımlayan bir dörtlük, “Armağan” şiirinden:
“Biz ki acılar döneminden
Ellerimizi kirletmeden geçtik
Direncim senin olsun
Sevgim senin olsun...”
“Sözüm var sözcükler dergâhından gelir...” diyen Şükran Kurdakul, daha sonra çıkardığı ve 1983 Nevzat Üstün Şiir Ödülü’nü alan “Bir Yürekten Bir Yaşamdan” da (1982) “ Al Beni Sevecenliğine ” der ve yine kendini koyar ortaya:
“Ben sevdayım, al beni sevecenliğine
Ben gülüm, dallarına aşıla beni
Çocuğum ben, göğsünde büyüt
Umudum ben, düşüncende geliştir.
Acıyım, gerçeği ararsan bende
inancım, coşkuyu ararsan bende.”
Yine kendisidir “Benden Sor” şiirinde:
“Bunca acının çiçeği içimde büyüdü / Mahpushane saksılarındaki baharı benden sor / Kulak ver gecenin sessizliğinde ağan sese / Ölümcünün böldüğü uykuları benden sor / Silahlar doğanın yüreğini arıyor durmadan / Bu kan kokusunun ürettiği soruları benden sor / Gördük ki, türkülerin sonu yok dilimizde/ Kopup geldikleri dağları benden sor.”
“Her dize bir köprüdür içimde
Unutulmaz anılara geçilen...”
ve
”Sen ki meydan okuyan karanlıklara
Ben ki karanlık ülkelerin sürgünü”
dizelerinin de yer aldığı ve yaşadığımız toplumsal koşullarla örtüşen “Ökselerin Yöresinde” (1984) ile Moby Dick’in Ahab Kaptan’ından Paris Düşerken’in Michaud’suna, Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un Robert Jordan’ına ölümsüzleri anlattığı “Ölümsüzlerle” (1985) adlı şiir kitaplarında toplumsal damarı yakalamış, kendini, özgün sesiyle bu şiir geleneğimizin damarına bağlamış bir usta şairdir artık.
“50. Şiir Yılı”nda bütün şiirlerini “Bir Yürekten Bir Yaşamdan: Toplu Şiirler 1952-1992” adıyla bir araya getirir. 1990’lı yılların ürünlerini de,
“Uykulardan sıçradığım her gece, / Kuşku, doğasına yürüdü gerçeğin / Ya senin gözlerindeki ışık sönmüşse / Ya damarlarımdaki kan donmuşsa benim. / Ya da yangın sonrası, bir orman / Gibi ıssız ve hüznüne alışık / Ölümün rengine sözcükler ağıyorsa şimdi / Ülkesi ağıdistana dönmüş bir ozan...”
dizelerinin de yer aldığı “ihtiyar Yüzyıla” (1997) adlı kitabında toplar.
“Tanığın Biri”, “Beyaz Yakalılar”, “Kurtuluştan Sonra”, “Onların Çocukları” ve öykülerinden geniş bir seçmeyi (49 öyküsünden 24’ünü) içeren “Öyküler” ise Kurdakulun öyküye şairce yaklaşan duyarlıkların ürünü olan öykü kitaplarının adıdır.
Şiirle anlatamadığı temaları öykülerde işler. Toplumdaki adaletsizlik ve yargının sorunları, hapislikler, Kurtuluş Savaşının insanları, beyaz yakalılar dediği kafa emekçileri onun öykülerinde işlediği konulardır.
Kurdakul’un edebiyat tarihçiliği de bir başka özelliğidir. Onun bu kimliği, araştırıcı bir edebiyat adamını çıkarır toplumun karşısına. 12 şiir kitabı ve beş öykü kitabının sahibi olan bir şair ve öykücü olmaktan başka özgün bir edebiyat tarihçisi ve düşün adamı olarak da kültürümüzü aydınlatmaya devam ediyor.
Onun yaşamını ve yapıtlarını incelediğim “Şükran Kurdakul” adlı kitabımın “Şükran Kurdakul’a Selam Olsun” başlıklı sunuş yazısını yazan Atilla Özkırımlı, “Elli yıl...” cümlesiyle başlamış ve şunlan söylemişti:
“Dile kolay, tam elli yıl belli bir çizgide sürdüreceksin sanat yaşamını, o çizgiden sapmadan ama sürekli kendini geliştirerek ve yenileyerek. Doğru bildiğin yolda yürüyecek, kimseye ödün vermeyeceksin, insanların daha özgür, daha insanca yaşayacakları bir Türkiye için savaşmakla geçecek ömrün. Bu uğurda bütün güçlüklere katlanacak, tutuklanacak, kovuşturmalara uğrayacak, yine de yılmayacaksın...” Düşün adamı edebiyat tarihçisi Şükran Kurdakul'u en iyi bu cümleler tanımlar sanıyorum.
Onun edebiyat tarihçiliği: “Tarihsel gerçeklerin gözardı edilmesine duyduğu tepkiyle” hazırladığı şairlerimizin ve yazarlarımızın bir çeşit soy kütüğü olan (ilk basımında 767 şair ve yazarın yer aldığı yapıtın son basımında bu sayı 1318’e ulaşmıştır. Kitapta ayrıca Cumhuriyet döneminde çıkan 136 düşün ve sanat dergisiyle ilgili tanıtıcı bilgiler de yer almaktadır.) “Şairler ve Yazarlar Sözlüğü” ile;
Gizli kalmış, yok sayılmış gerçekliğimizi de içeren “Resmi ideolojinin koyduğu ilkelere bakıp hizaya gelme alışkanlıklarına duyduğu tepkiyle” yazdığı Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini ve edebiyat tarihçiliğimizde önemli bir aşama olan, dört ciltlik “Çağdaş Türk Edebiyatı” ile;
Aydınlığımızın ve onurumuzun büyük ustası, “haklılık savaşına inanmanın, direncin, kendisi gibi tutsak edilemeyen Türkçe gücünün güzelliği” olan Nâzım Hikmet’in Bursa hapishanesinde geçirdiği beş yıla bir edebiyat tarihçisi gözüyle tanıklık eden ve Nâzım Hikmet’in 1945-50 arasmda Adalet Cimcoz’a yazdığı dokuz mektubu Kurdakul’un yorumları ve açıklamalarıyla okuduğumuz “Nâzım’ın Bilinmeyen Mektupları” ile;
“Her şey, her türlü tutsaklığa son vermekle başlar” düşüncesiyle özgürlük için çıktığı yolda 1960’lı yıllardan beri edebiyatın ve kültürümüzün sorunlarıyla ilgili olarak yazdığı yazıların bir kısmını (36 yazı) içeren “Şairce Düşünmek” ile;
Özgürlük savaşımı deneğimizin önemli halkası ve Kurdakul’un tutkunu olduğu Namık Kemal’le ilgili yaşamöykü incelemesi “Namık Kemal” ve “Zindandaki Şair” adlı tek kişilik oyun kitaplarıyla;
Cumhuriyet gazetesinde kültür ve sanatın sorunlarını düşün adamı kimliğiyle irdelediği “Bu Aşamada” köşesiyle sürer.
Yetmiş beş yıldır “ Sevmekten ve sormaktan korkmayan” bir edebiyatçı kimliğiyle “Acılar döneminden ellerini kirletmeden geçen”; 1998 Filistin Yazarlar Birliği Banş Ödülü ve şiire katkıları için 1999 Makedonya Yazarlar Birliği Edebiyat Yasası Ödülü sahibi Şükran Kurdakul, bu savaşımın tüketemediği bir usta, bir aydınlık simgesidir.
Bize düşense, ona şükranlarımızı sunmak ve onun bu aydınlık arayışıyla dolu aydınlık yaşamının daha uzun yıllar sürmesini dilemektir.
ÖNER YAĞCI
Cumhuriyet Kitap, 6-14 Nisan 2002, Sayı 633, S.14-15
İLGİLİ İÇERİK
- << Önceki
- Sonraki