Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ABDÜLKADİR BULUT HAYATI ve ESERLERİ

Abdulkadir Bulut ( .... - 1985)
1943 yılında Anamur'da doğan Abdulkadir Bulut, ilk ve ortaokulu Anamur'da bitirdikten sonra Akşehir İlköğretmen Okulu'na girdi ve bu okuldan 1961 yılında mezun oldu. Anamur ve Kırıkhan'da öğretmenlik yaptı. 1966'da Anamur'da öğretmenlik görevini sürdürürken 'sol' propagandası yaptığı gerekçesiyle Bakanlık emrine alındı ve mahkemeye verildi. 1967'de aklandı, ama Bakanlık, görevine tekrar döndürmedi. Danıştay'da açtığı davayı kazanarak 777 gün sonra görevine döndü. 1971'de yeniden tutuklandı. Öğretmenlik görevini İstanbul'da sürdürdü. 8 Ağustos 1995 günü Silifke'den Anamur'a giderken dolmuş-minibüsün kapısının açılmasıyla minibüsten düşerek hayatını kaybetti.

Şiire 1960'tan sonra başladığı halde uzun süre adını duyuramadı. Milliyet Sanat dergisinin açtığı "1974'ün En Başarılı Genç Şairi" yarışmasında "1974'ün övgüye değer şairlerinden" birisi olarak ödül aldı.

Abdülkadir Bulut'un Eserleri

  • Sen Tek Başına Değilsin (1976)
  • Acılar Yurdumdur (1981)
  • Kahveci Güzeli (1981, çocuk şiirleri)
  • Yakımlar (1982)
  • Gözyaşları da Çiçek Açar (1983)
  • Sen Tek Başına Değilsin II (1984)
  • Yurdumun Şiir Defteri (1985)
  • Ülkemin Şiir Atlası (1986, bütün şiirleri)

Ödülleri

  • 1974 Milliyet Sanat Dergisi Yılın En Başarılı Genç Şairi

ROMAN:

  • Üveyikler Göçerken (çocuk romanı, 1981)

Kaynak: http://www.kimkimdir.gen.tr

Ahmet Günbaş

ABDÜLKADİR BULUT'U ANARKEN!..

Evet "Her ölüm erken ölümdür" de ne yazık ki kimi ölümler oldukça  ucuzdur, sıradandır. Asla yakıştıramazsınız devasa ömürlere! Sanki ölüme  karşı fazla dürüst davranılmıştır.

Ahmed Arif'in bir dizesini anımsarım böyle durumlarda, "Vurulsam  kaybolsam derim çırılçıplak bir kavgada" diye sitem eden. Anımsarım da  yüreğimi bir hüzün bulutu kaplar boydan boya. İlk etapta yakın çevremde  henüz otuz beşinde 'gıda zehirlenmesi' ile aramızdan ayrılan Ali Rıza  Ertan'ı düşünürüm. 70'lerin hıncahınç ortamında bağışlanmaz bir ölümdür  bu. Her an bir siyasi cinayet olasılığı sizi adım adım izlerken, gidip  bir konserveye yenik düşmek olacak şey değildir. Abdülkadir Bulut'un ani  ölümü de kabullenemez gelir bana. Çok değil, Ertan'dan yedi yıl daha fazla  yaşamıştır. Üstelik şiirinin en verimli çağında!..

Dönemeç'i birlikte omuzladığımız Ali Rıza Ertan'ın zamansız kaybının  acısı İzmir'den çok uzaklarda, taa Erzurumlarda yakıp kavurmuştu beni haki  giysilerle dolaşırken. Abdülkadir Bulut'un acısı da farklı değildi ondan.  10 Ağustos 1985 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki ölüm haberi kesiğini  saklarım hâlâ. İşte haber metninin ilk paragrafı o günkü gibi inanılmaz  ve ürkütücü:

"ANAMUR, (Cumhuriyet) - şair Abdülkadir Bulut, dün Anamur'da geçirdiği  talihsiz bir trafik kazası sonucu öldü. Anamur'dan bir duruşmayı izlemek  üzere minibüsle Silifke'ye hareket eden Bulut, minibüs kapısının birden  açılması üzerine oturduğu seyyar tabureyle birlikte dışarı fırladı. Ağır  yaralanan Bulut olay yerinde öldü."

Anlatılanlara göre minibüste yerini bir kadına verip kapı ağzındaki  tabureye oturmuş, sonra keskin bir dönemeçte açılan kapı ile birlikte  dışarı savrulup oracıkta ölmüş!

Ancak bir kez görüşebilmiştik Bulut'la Mart-1982'de İzmir'e  imzaya geldiğinde. Yazko'da basılan Acılar Yurdumdur (1981) kitabını,  henüz kırçıllanmaya başlayan uzun siyah saçlarını geriye iterek, "Yiğit  yazar dostum Ahmet Günbaş'a dostlukla"tümcesiyle imzalamıştı. Baharı  muştulayan günlük güneşlik bir gündü. Kardeşlik yüzlerimizin ışıltısıyla  ayaküstü çok şey konuşmuştuk dar zamanda. Bana, - edebiyatla pamuk  ipliğiyle bağlılığım nedeniyle - "Aman, yazmayı bırakma!" gibi bir uyarıda  bulunduğunu anımsıyorum. Daha sonra ara sıra Dönemeç'te şiirleriyle  göründüğünü, Gelişim Yayınları'nda birlikte çalıştığı şair dostumuz  Aydın Yalkut eliyle selamını eksik etmediğini iyi biliyorum.

Abdülkadir Bulut gibiler yüzünü görmeden yüzünü görmeden,  sesini duymadan da rahatlıkla iletişim kuracağınız kişilerdendir.  Birkaç sözcükle anlatmam gerekirse, 'Şiir sıcağı bir adam' diyebilirim  onun için. Toprağı gibi konuşan, yaşadığı gibi yazan, zorlamasız, lekesiz-hilesiz bir adam. Akdeniz'in güleç mavisini Toroslar'ın serinliği  ve doğallığı ile mayalayan içten bir şair. Onu ilk kez Milliyet Sanat  dergisinin açtığı "1974'ün En Başarılı Genç Şairi" yarışmasında 'övgüye değer'  birisi olarak tanıdım ve sevdim. İlk kitabı Sen Tek Başına Değilsin'le  (1976) ortaya çıktığında ise soluğumu tuttum, kişilikli bir sesin özgün  rüzgârını doya doya içime çektim.

Cemal Süreya, "Kasabalı bir Lorca. Her şiirinde şiir var."  (Milliyet Sanat Dergisi, Mart-1975) demişti onun için. Haklıydı. 70'ler  şiirin koro ritminden ayrı şiir toprağı ile renk farklılığı hemen göze  çarpan değişik bir havası vardı Bulut'un. Sanki kök boyalarıyla boyuyordu sözcükleri. Şiirin kapısından girerken, kıl çadırlı, göçerli yaşamların  izlerini ve alışkanlıklarını da dallı-güllü işlemeler içinde sunuyordu  bize hiç çekinmeden. Makiliklerden gelen çıngırak sesleri arasında,  dağından devşirdiği çiçekleri metropollerde sergileyen bir incelikle  Toroslar'ı sırtında taşıyor gibiydi.. Sözgelimi 70'li dönemde sol  literatüre egemen olan 'yoldaş' sözcüğünün yerini -alışılmışın dışında-  'adaş, sağdıç' gibi seslenişler aldığında yadırganmamıştı nedense.  Doğup büyüdüğü yörenin yaşam biçiminden kaynaklanan alışkanlıklarını  şiiri ayağa düşürmeden üslubuna karıştırmasını becermişti pekala.  Hem de sınıfsallığa ve evrenselliğe zerre toz kondurmadan. O şiirimizin  esmer 'Bizimoğlan'ıydı kısaca. Akranlarını da böyle gördü hep. Ekmeğini,  türkülerini, tütününü, kente inen köylü içtenliğiyle çıkını açıp çekinmeden  bölüştü omuzdaşlarıyla:

"Büyüledin ekmeği yazan eli
Türküleri yerinden oynatan dili
Ve sabahını yaşartan tütünü
Sakladın boyna bizim oğlan
Deli sürgüne duran narın
Toprağı coşkuyla yaran sabanın
Geleceği adına"

Başka bir şiirinde umarsızlığı yerden yere vuruyor, elinden geldiğince  arkalıyordu yiğit dostlarını. Çünkü görevden uzaklaştırmalarla, sürgünlerle, mahkemelerle, tutuklanmalarla sınanmıştı kısa yaşamı. İnsani değerlerin öne  çıkması uğruna verilecek savaşımda özverinin sınırı yoktu. Alabildiğine içten,  yalansız-dolansızdı. Arkadaşlık, dostluk, yiğitlik bahsinde akan sular duruyordu  neredeyse. Köroğlu'yla Dadaloğlu karışımı halk ağızlı bir pervasızlık, sesini  doğanın diliyle nakışlayan Karacaoğlan akışlı bir yalınlık ve yumuşaklık vardı dilinde:

"Tam senin harcın adaş
Onur üstüne oğul harcamak
Dik durmak inancın uğruna
Ve her türlü ihanete karşı
Yakandaki çiçeği bile
Uyanık tutmak"

"Şiirin sulara benzemediği" anlarda şiirin ve ellerin aynı uyumu göstermesi, tıkanılmışlığı aşılması için "suların yaralandığını bile bile", "yalınca yerlerde"  konuşlanmamız gerektiğini dillendiriyordu. Çünkü yiğit kişinin bir "okuntu"su olmalıydı  şu yeryüzünde. Ve tek başına değildik. Adı gibi eminde bu gerçekten. Lorca'nın kurşuna  dizildiği masum gölgelerle birleşmişti direniş günlerinin gölgesi:

"Sen tek başına değilsin
Yağmurda koşan taylar gibi
Ve toprağı iyice kavrayan
Kökler kadar akranın var
Omuzlarında hayat bir şiir
Alın terinden bir yürüyüş"

Toprağını kavrayan bilge bir şairin öngörüsüydü bu. Yaşam ve şiir,  alın terinden bir yürüyüşle boca edilmedikçe yalnızlık kaçınılmazdı. İyimserdi,  tepeleme umut doluydu. "Sular gece de akar / Ayrı baş çekme" derken bir bildiği  vardı kuşkusuz. "Sözünü balla kestim adaş / Kaynağında vermek için  el ele / Omuz omuza ve de baş başa / Hep birlikte atmak adımı / Topraktan pamuk çıkar gibi /  Bir gün hep birden "dizeleri, paylaşımcılığın ve gelecek günlerin görkemi üzerine söylenmişti.

Bulut'un şiiri bize, hep terleyen bir arkadaş tadıyla seslendi:

"Terleyen bir arkadaşa
Sarılırken aldığım tadı
Ne bir Kırkağaç kavununda
Ne de bir tanıdıkta buldum"

Yüreğini, köylü bir annenin yetiştirdiği kırmızıbibere benzetir  Dosta Düşmana Karşı şirinde. Günnük ağaçları, Frenk incirleri, zeytinler,  andızlar arasından Pablo Neruda'ya, Yannis Ritsos'a değin uzanabilir  duyarlığının erişim gücü. Acıların evrensel çekim alanıdır onu dünyanın  bir ucuna duyarlı kılan, bağdaştıran. Artık gözyaşlarının da çiçek açtığına  inandırmıştı herkesi:

"Bugün yurtyeri olsa da acılara
Kayaların en sarp yerlerindeki
Kırlangıç yuvalarını andıran alnın
Bir gün terli bir gelecek uçuracak
Sabahlardan akşamlara kadar
Gözyaşları da çiçek açar"

Bulut'un, anlatı şiiri olanaklarıyla bizi çok çarpıcı dizelere  götüren şiir tekniği iyice irdelendiğinde görülecektir ki, bir şairin durduğu  coğrafya oldukça önemlidir. Anamur kaynaklı Türkmen kültürüyle mayalanan şiir  dilinin kıvrımlarındaki çıngılar, anlam katmanlarında derin çağrışımlarla karşılar  okuru. Örneğin,"Bana bir gömlek dikebilir misin sen / Üstünde peynir-ekmek yenmiş /  bir topraktan " dizeleriyle karşılaştığımızda şiirinin gücü karşısında biraz afallarız.  Zaten bir ara Yakım'layıp geçmiştir ortalığı. Ama sonuçta Yurdumun Şiir Defteri'yle  Türkiyeli bir şiire çalışmıştır o. Bir Akdeniz Çocuğu Olarak sürüklendiği kavgada  hiç de yalnız olmadığının ayırdına varmış, soluğunu sularla yarıştırmaya başlamıştı.  Onu kısa şiirler yazmakla suçlayan kimi 'ebleh'lere karşı içlenip bin dizelik  bir şiire çalışırken aramızdan ayrıldı.

Erken göçtü Bulut. Akıtmalı bir tay gibi Toroslar'ın doruklarında yitip gitti.  Belki o doruklardan aşağıya süzülen binlerce yıllık seslerle buluştu. Bir bakıma  söylencelerin otağına kuruldu. Bir gün Anamur'a doğru yola çıktığınızda, bulutlardan  biri Abdülkadir Bulut sesiyle yağabilir üstünüze. Ürkmeyin o yağmurdan. Ardında  sakalını sıvazlayan rüzgârdan!.. Yağmur sonrası toprak kokusunda gizlenen Bulut'su  şiirlerle çoğalın ve yağın siz de bir yerlere:

" Sesleri uçurumlarda kalan sular bile
Sessizliklerini ulaştırırken denizlere
Sen ne ulaştıracaksın yiğidim
Hayata dair, insanlara dair
Yaklaşan günlere"

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

 

BENDE SAKLI KALAN ADIN
Bende saklı kalan adın
Şimdi fasulyelere sırık diken
Köylü kadınların ağzında
Sakız olup çiğneneceği yerde
Katılıyor onların güpegündüz
Mırıltılarla başlayan ağıtlarına

Bende saklı kalan adın
Çoktan sokulmuş olmalı
Okul çocuklarının köy yollarında
Taşların soğumuş yüzlerine
Tebeşirle yazdıkları yazıların
Aralarına

Bende saklı kalan adın
Tozlaşsa da bir nergis çiçeği gibi
Gadan alayım gene de
Bir işçinin elindeki sefertasıyla
Ve alnından sarkan susuşla
Yanyana duracak güzellikte

 

YOLUM DÜŞÜNCE ANAMUR'A- ABDÜLKADİR BULUT

Yolum düşünce Anamur'a
Havalar yağar eser de olsa
Elini kulağına götürerek
Uzunhava çeken köylüleri
Dinlemeliyim mutlaka

Yolum düşünce Anamur'a
Göğüs kılları yenice yürümüş
Mısır sulayan delikanlılarla
Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım
Tarlalara akan sulara
Bakarak

Yolum düşünce Anamur'a
Kökleri dahi sökülerek yakılan
Ilgın ağaçlarının duruşlarından
Bir şeyler katmalıyım hayatıma

 

Abdülkadir Bulut

BANA BİR GURBET ADI GÖNDER

Bana bir gurbet adi gönder
Her yolda bir yürüme istegi
Bir de animsamak için sevdiklerimi
Sarisin kizlarin gözleri gibi açilan
Bir harnup çiçegi

Bana bir gurbet adi gönder
Içinden çikamadigim çok sey var
Kuslarin agzini açarak ölmesi
Ve dünyadaki çiçekler içinde
Feslegenin örselenerek koklanmasi

Bana bir gurbet adi gönder
Ilk kez oturup agladigin yerden
Yeni yakilmis bir agit sözü içinde
Bir de sögüt yapragi koy yanima
Belki sulara olan hasretligimi giderir

Bana bir gurbet adi gönder
Çoktandir kimsenin yüzüne bakmiyorum
Uyuyup kaliyorum oturdugum her yerde
Unutma bana bir gurbet adi gönder
Su günlerde


Abdülkadir Bulut

BANA

Bana bir gömlek dikebilir misin sen
Üstünde zeytin ekmek yenmiş
Bir topraktan

Bana bir gömlek dikebilir misin sen
İki de cep yapabilir misin göğsüne
Bir dağ rüzgârından

Bana bir gömlek dikebilir misin sen
Yıllardır benim sana duyduğum
Hasretten

2 Temmuz 1984

Abdülkadir Bulut

ARKADAŞ SESİ

Arkadaş sesine uyandığım günleri
Düşündükçe doluk doluk oluyorum
Ve artık ağzımın içinde dilim
Öyle kendi başına dinlenen
Islak bir sözcük olmamalı diyorum

Suları sesinden tanıyalı beri
İnsan yüzünde doğrulan her güzellik
Geleceğimize benziyor desem de
Gözlerinin renginden bile huylandığım
İnsanlar var gezdiğim yerlerde

Elime aldığım ağaç kökleri
Daha gözlerimi açıp kapamadan
Karışıp gidiyor avuçlarımın içine
Demek ki diyorum kendi kendime
Asıl katlanmam gereken şeyler
Henüz yaklaşmadı ufkuma

Artık her yeni şiire başlayışta
Hatırlanır onların ayrılış günleri
Çıkar gelir diye bir gün
Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara
Naftalinlenip konmuyor giysileri

Mersin, 3.7.1982

 

Abdülkadir Bulut

ARKADAŞ ADRESLERİ

Arkadaş adreslerinde eskiden
İncecik ve güzel şeyler vardı
Gençliğimize ve geleceğimize dair
Sözgelimi, bir Aybastı sokağı
Ve altında şehir

Oysa şimdi öyle değil
Düşünüyorum da günlerden beri
Nasıl düşürülmüş olabilir
Arkadaş adlarının yanına
'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri

Anamur, 29.7.1983

Abdülkadir Bulut

ARKADAŞ SESİ

Arkadaş sesine uyandığım günleri
Düşündükçe doluk doluk oluyorum
Ve artık ağzımın içinde dilim
Öyle kendi başına dinlenen
Islak bir sözcük olmamalı diyorum

Suları sesinden tanıyalı beri
İnsan yüzünde doğrulan her güzellik
Geleceğimize benziyor desem de
Gözlerinin renginden bile huylandığım
İnsanlar var gezdiğim yerlerde

Elime aldığım ağaç kökleri
Daha gözlerimi açıp kapamadan
Karışıp gidiyor avuçlarımın içine
Demek ki diyorum kendi kendime
Asıl katlanmam gereken şeyler
Henüz yaklaşmadı ufkuma

Artık her yeni şiire başlayışta
Hatırlanır onların ayrılış günleri
Çıkar gelir diye bir gün
Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara
Naftalinlenip konmuyor giysileri

Mersin, 3.7.1982

 

Abdülkadir Bulut

ARKADAŞ ADRESLERİ

Arkadaş adreslerinde eskiden
İncecik ve güzel şeyler vardı
Gençliğimize ve geleceğimize dair
Sözgelimi, bir Aybastı sokağı
Ve altında şehir

Oysa şimdi öyle değil
Düşünüyorum da günlerden beri
Nasıl düşürülmüş olabilir
Arkadaş adlarının yanına
'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri

Anamur, 29.7.1983
Abdülkadir Bulut

BİR MEKTUP

(*)

Sevgili Kardeşim
10.6.1985

Göndermiş olduğun mektubu aldım. İlgine teşekkür sağol.

Mektupta sözünü ettiğin konuyu uzun boylu düşündüm. O yüzden yanıtımı da geciktirdim. Hoş gör. Anlayamadığım konu, bu çocuk (A.Kadir Şimşek) niçin halı dokumak istemiyor? Olmaz öyle şey. Hapishane yaşamı halı dokumayı gerektirir.
Sonra içerde birkaç yıl yatacağına göre başka ne işle  uğraşacak? Sen Terzi Hüseyin'e (**) durumu anlat. Mutlaka çocuk halı dokusun. Başka konularda ne gibi yardımcılık istiyorlarsa benden, hazırım. Ama bir sanat uğraşısını olumsuzluğa dönüştürmek bana ters bir olyadır. Her ne ise... Muhtardan ben bazı isteklerde bulunmuştum. Görürsen bir sor. Sonra kardeşi çıktı mı?

Biz iyiyiz.
Çocukların gözlerinden öperim. Yengeye de selam.

Gözlerinden hasretle öperim.

Abdülkadir Bulut



Abdülkadir Bulut

OZAN, ŞİİRİN AYAKLARINI TOPRAKTAN KESMEMELİDİR

"Bütün değerleri yıkılmış, bütün değer ölçüleri yok olmuş bir dünyada şiire varmak, onun sıcak elini yakalamak zor bir iş  aslında. Hele hele üretim araçlarının insanı tutsak ettiği, insanı kendi  öz yaşamından saptırarak yozlaştırdığı bir düzen de varsa ortada… Öte  yandan türedi sınıfların egemenliği tüm boyutlarıyla ağırlığını koyuyorsa,  en kötüsü ekmek bir kurdun ağzında geriliyse, işte böylesine karanlık,  böylesine çelişkili bir ortamda kalemlerimle, , sözcüklerimle, kavgalarımla  kendi şiirsel bakış açımın doğrultusunda adımlıyorum hayatı. Biliyorum ki,  demire örs, toprağa kazma bile kolaylıkla varmıyor. Bütün bu çabalar,  çağdaş bir uğraş, çağdaş bir yöntem istiyor. Dahası diri ve büyük bir  tutarlılık istiyor. Çünkü her toplumun kendine özgü bir varolma, bir  gelişme görüntüsü vardır. Kanımca ozan, toplumların varolma erdemleriyle  varoluş süresi içinde onların kavgalarına, devrimci bir öz, devrimci bir  öfke ve akla yakın bir tavır vermesiyle yükümlüdür. Kaçamaz ozan bu  sorumluluktan. Elini kolunu sıvayarak yapacak bu işi. Çünkü yapı ustası  bile, harcı içten bir duyarlılıkla atıyor duvara. Ozan, toplumsal olguları,  toplumsal direnmeleri soyut yanlışlar içinde yansıtmamalı . Tersine,  özümlediği şiirsel özü somut doğrular içinde sergilemeli. Önemli olan,  ozanın şiirsel işçiliğinin işlerliğidir. Başarısı da toplumda yakaladığı  ya da algıladığı keskin çizgileri toplumsal gerçekliğe yatkın biçimde  ayaklandırmasıdır. Ona sıkılı yumruklar ve uzun sesler vermesiyle ölçütlenir.  Yoksa ozan başı ağrıyan insanlara muska yazıvermiş olur. Şiirin işlevi  azımsanamaz kuşkusuz. Ne ki, biçim denemeleriyle okura bıkkınlık vermesin.  Madem ki ozan yaşadığını yazacak, madem ki ozan gerçekleri yazacak, o halde  ozan şiirin ayaklarını topraktan kesmemelidir.

(Milliyet Sanat Dergisi, Mart 1975, Sayı: 125)

 

 

 

 

Abdülkadir Bulut

YOLUM DÜŞÜNCE ANAMUR'A

Yolum düşünce Anamur'a
Havalar yağar eser de olsa
Elini kulağına götürerek
Uzunhava çeken köylüleri
Dinlemeliyim mutlaka

Yolum düşünce Anamur'a
Göğüs kılları yenice yürümüş
Mısır sulayan delikanlılarla
Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım
Tarlalara akan sulara
Bakarak

Yolum düşünce Anamur'a
Kökleri dahi sökülerek yakılan
Ilgın ağaçlarının duruşlarından
Bir şeyler katmalıyım hayatıma

 

 

Ali F.Bilir

ŞAİR ABDÜLKADİR BULUT'U ANARKEN

Şair Abdülkadir Bulut, parantez aç, (D: 21.04.1943, Anamur Akine Köyü-Ö: 9 Ağustos 1985, Mersin nokta. Parantez kapat)

42 Yıl. Ülkesine ve şiire adanmış kısacık, onurlu bir yaşam... Demek 21 yıl olmuş yiğidimizi, Şair Abdülkadir Bulut'u yitireli ha!..  Fotoğraflarına bakıyorum da ne kadar genç, ne kadar şahan. Saçına  bıyığına ak düşmemiş daha. Şiirlerini okuyorum, ne kadar taze, bugün  yazılmış gibi, dönüp yeniden okuyorum, derin, okyanus örneği, aydınlık,  duru… Toros Dağları gibi yüce, Dragon çayı gibi coşkulu, yürekli;  Akdeniz gibi mavi, dingin, umutlu. Ama, biraz acı. Erken ölüm hangi  yüreği acıtmaz ki!..Belki bu yüzden, erken, trajik ölümünden dolayı,  beli de gözardı edilen büyük bir şairin, yöremiz çocuğunun daha iyi  bilinip tanınması için, ona olan vefa borcumuzdan dolayı, Andız  Dergisi'nin ilk özel sayısını bu güzel insana, Abdülkadir Bulut'a ayırdık.  Şair A.Uğur Olgar dostumla kolları sıvadık. Çalışmamız sırasında bize yol  gösteren Anamur Kültür Derneği'nin değerli üyelerine teşekkür etmeliyim.  Dergimize ürün göndererek ona yüreğini açan şair dostlarını, yakın  arkadaşlarını da buradan selamlıyoruz. Şairlerine sahip çıkan Anamur  halkına ve Şair Abdülkadir Bulut'un adını bir kültür parkında yaşatan  Belediye Başkanı Suphi Alp'e gönül borcumuz var.  Gerek Andız Dergisi'ni hazırlarken gerekse Şair Bulut'un " Ülkemin  Şiir Atlası" (1)nın sayfalarında dolaşırken onun şiirleriyle ilgili  saptadığım bazı önemli noktaları da burada sizlerle, onu sevenlerle  paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, Abdülkadir Bulut'un toplumcu bir şair olduğunu belirtmeliyim.  Ancak, onun şiiri halk şiiri geleneğinden beslenmesine karşın, gerek öz  gerek biçim yönünden modern Türk şiirinin özgün bir halkasını oluşturmaktadır.  Yazdıkları, tek boyutlu değil çok boyutludur. Çünkü o, toplumcu şiirin en  büyük ustaları olan Nâzım ve Neruda gibi, "Toplumcu şiirin, insanı ve toplumu  bütün görüntüleriyle, yönleriyle, özellikleriyle kavraması, yansıtması  gerektiğinin" (2) bilincindedir.

Onun şiirlerini, toplum ve hayata evrensel, diyalektik bir bakan, duyarlı  bir yüreğin ürünü olarak değerlendirebiliriz. Yerel bir konuyu yerel dil  kullanarak evrensel şiire dönüştürme yetisi ona özgüdür. Bu yüzden özgün  bir şairdir Abdülkadir Bulut. Bu ustalığın temelinde ise sözünü ettiğimiz  diyalektik bakış yatmaktadır. Çocukları unutmamıştır bu değerli şairimiz.  Onlar için şiirin yanında, şiir tadında öyküsel romanlar da yazmıştır…  Şairliğinin yanında devrimci, aydınlanmacı kimliğini de inanarak hep  yanında taşımıştır şair dostumuz. Bu yüzden faşist güçler, tutucu  yönetimler tarafından cezalandırılmış, sürgünler yaşamış, görevden  alınmış, tutuklanmıştır. Ama, ne inancını ne duruşunu değiştirmiştir  bu yüzden. Yaşanılan acıları şiire dönüştürebilen büyük bir yetenektir o.  Hani derler ya, "Şair olunmaz, şair doğulur," diye. Sanki Şair Bulut için  söylenmiş bir sözdür bu…

Dün olduğu gibi bugün de dünyanın durumu hiç iç açıcı değil. Emperyalizm  sınır tanımıyor. Bölgemiz kan gölü. İnsanlar acı çekmeye devam ediyor.  Çocuklar ölüyor. Kadınlar ağlıyor. Şiiri yalnızca dile ve tekniğe  indirgeyen ülkemizde Şair Abdülkadir Bulut'un eksikliğini nasıl da duyuyoruz!..
(1) Ülkemin Şiir Atlası, Abdülkadir Bulut, Can Yay. 1986
(2) Şiir ve Gerçeklik, Özdemir İnce, İş Bankası Kültür Yay., s.133



BANA BİR GURBET ADI GÖNDER

Bana bir gurbet adi gönder
Her yolda bir yürüme istegi
Bir de animsamak için sevdiklerimi
Sarisin kizlarin gözleri gibi açilan
Bir harnup çiçegi

Bana bir gurbet adi gönder
Içinden çikamadigim çok sey var
Kuslarin agzini açarak ölmesi
Ve dünyadaki çiçekler içinde
Feslegenin örselenerek koklanmasi

Bana bir gurbet adi gönder
Ilk kez oturup agladigin yerden
Yeni yakilmis bir agit sözü içinde
Bir de sögüt yapragi koy yanima
Belki sulara olan hasretligimi giderir

Bana bir gurbet adi gönder
Çoktandir kimsenin yüzüne bakmiyorum
Uyuyup kaliyorum oturdugum her yerde
Unutma bana bir gurbet adi gönder
Su günlerde

 

 

BANA

Bana bir gömlek dikebilir misin sen
Üstünde zeytin ekmek yenmiş
Bir topraktan

Bana bir gömlek dikebilir misin sen
İki de cep yapabilir misin göğsüne
Bir dağ rüzgârından

Bana bir gömlek dikebilir misin sen
Yıllardır benim sana duyduğum
Hasretten

2 Temmuz 1984

 

 

 

Abdülkadir Bulut

ARKADAŞ SESİ

Arkadaş sesine uyandığım günleri
Düşündükçe doluk doluk oluyorum
Ve artık ağzımın içinde dilim
Öyle kendi başına dinlenen
Islak bir sözcük olmamalı diyorum

Suları sesinden tanıyalı beri
İnsan yüzünde doğrulan her güzellik
Geleceğimize benziyor desem de
Gözlerinin renginden bile huylandığım
İnsanlar var gezdiğim yerlerde

Elime aldığım ağaç kökleri
Daha gözlerimi açıp kapamadan
Karışıp gidiyor avuçlarımın içine
Demek ki diyorum kendi kendime
Asıl katlanmam gereken şeyler
Henüz yaklaşmadı ufkuma

Artık her yeni şiire başlayışta
Hatırlanır onların ayrılış günleri
Çıkar gelir diye bir gün
Yüzüne tavus kuşu işlenmiş sandıklara
Naftalinlenip konmuyor giysileri

Mersin, 3.7.1982

 

Abdülkadir Bulut

ARKADAŞ ADRESLERİ

Arkadaş adreslerinde eskiden
İncecik ve güzel şeyler vardı
Gençliğimize ve geleceğimize dair
Sözgelimi, bir Aybastı sokağı
Ve altında şehir

Oysa şimdi öyle değil
Düşünüyorum da günlerden beri
Nasıl düşürülmüş olabilir
Arkadaş adlarının yanına
'Kapalı' ve 'koğuş' sözcükleri

Anamur, 29.7.1983

 

 

 

Abdülkadir Bulut

OYUNCAKÇI AMCA

Oyuncakçı amca
Oyuncakçı amca
Ne çok oyuncakların var
Top, tank, tüfek, tabanca
Gövdem titriyor
Onlara bakınca

N'olursun oyuncakçı amca
Bundan böyle bizlere
Oyuncak tüfekler yerine
Ak yelkenli bir gemi
Bir de süslü bebekler getir
Unutma e mi?

Sonra oyuncakçı amca
Senden aldığım tüfekleri
Bozarak onlardan kuş yaptım
Bana kızmazsın değil mi?

 




Hüseyin Divit

ABDÜLKADİR BULUT'LA İLGİLİ BİR ANI

Abdülkadir Bulut'la 60'lı yıllarda, Anamur'da yapılan bir öğretmenler  toplantısında tanışmıştım. Anamur'un Melleç köyünde öğretmendi.  Atatürkçü ve devrimci olduğu her hareketinden belliydi. Onu çok sevmiştim. İlişkimiz, 1960-? yılları  arasında sürdü. Bu yıllarda ben, Gülnar'da Atatürk Atatürk İlkokulu'nda  öğretmen olarak çalışıyordum. Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Sendikası
(TÖS) Gülnar şube başkanıydım…

Abdülkadir Bulut, devrimci öğretmenlerin Mersin'de yaptığı toplantılara  katılır, görev alır, devrimci düşüncelerini yaptığı konuşmalarda anlatırdı.  Bu toplantılarda onun devrimci şiirlerini dinlerdik. Böylesi toplantıların  birinde çalıştığı köyle ilgili bir öykü anlatmıştı bize…

Çalıştığı Melleç, İslam kültürü etkisi altında, her meselesini islami  anlayışla çözmeye çalışan, katı anlayışlı bir köydür. Köylüler, küçük  olaylarda bile hemen köyün hocasına koşarlar. Din ağırlıklı bir yaşam…  Bir kaza, hastalık olduğunda da hocaya giderler; imamın okuyup üfleyerek  yazdığı muskayı beze sararak, kadın erkek fark ayırmadan hepsi saçlarına  güzelce bağlıyorlar. Öğretmen Abdülkadir, 3-5 ay uğraşsa bu olumsuzluğu  bir türlü önleyemiyor. Köylülere ve öğrencilerine yaralanma ve hastalıklarda
doktora gidileceğini, filmler çekilerek ilaçlar alınacağını defalarca  anlatsa da köylüler bir türlü inanmıyorlar ona. Hatta biraz da suçluyorlar.  Dinsiz, gavur, komünist diyorlar!..Bu tartışmalar devam ederken, okulda okuyan  34 öğrencinin saçlarındaki muska sayısı azalacağına çoğalıyor. Köylüler  Abdülkadir öğretmenlerini, dinimize karışıyor diye şikayet ediyorlar.  Kendisi dinsiz olduğu gibi, bizi de etkileyerek komünist propagandası  yapıyor, dinimizi elimizden alacak diyorlar şikayetlerinde. Bir süre sonra, ilden bir milli eğitim müfettişi geliyor köye. Soruşturma yapıyor. Köylü ve Abdülkadir Öğretmen'in ifadesini aldıktan sonra gitmeye hazırlanıyor. Bu sırada öğrenciler sıra olmuş müfettişi bekliyor. Müfettiş, kendini ayakta bekleyen öğrencilerin arasına giriyor, onlarla ilgilenip sohbet ediyor. Bu sırada bir öğrencinin başını okşamak istediğinde eline takılan muskayı fark ediyor. Sonra öteki öğrencilere bakıyor. Hepsinin başında, saçlarına bağlanmış olan "iyileştirme muskaları"nı görünce şaşırıyor. Abdülkadir Öğretmene dönüp "Hocam bunlar nedir?" diye sorduğunda, şairimizden, "Ne olacak Sayın Müfettişim, Cumhuriyet Türkiye'sinin, Atatürk devrimlerinin ve çağdaş eğitimin mücadelesini veren biz öğretmenler ile bundan dolayı bizleri teftişe gelen siz müfettişlerin ayıbı," diye yanıtlıyor. Müfettiş, gördükleri ve duydukları karşısında geri dönüyor. Tahkikatın yönünü değiştiriyor. Abdülkadir Bulut'tan özür diliyor. Ondan,  köylülerle ilgilenmesini istiyor…

Sevgili Abdülkadir Bulut bu köyde üç yıl görev yapıyor. Muskaları kafalardan  siliyor. Yerine çağdaş fikirler vererek mücadelesine devam ediyor…

http://www.ugurolgar.net