Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NURULLAH ATAÇ

Karikatürleri, öfkeli bir Wagner’i andırır. Kabarık, karmakarışık saçlar, çatık kaşlar, yiyecek gibi bakan hınç dolu gözler, küfürle buruşuk dudaklar. Bu öfke, herkesten önce burnundaki kelebek gözlüğü titretir gibidir. Onun yuvarlak camlarında korku şimşekleri çakar durur.    

Hâlbuki benim bildiğim Nurullah Ataç, hiç de böyle korkunç değildir. Ona umacı yüzü veren karikatürcülerimizi insafa davet ederim.

Donuk, krem esmerliğinde bir ten, simsiyah, yumuşak saçlar, karası akından çok, iri bebekli gözler, düz, sakin bir burun, dolgun yanaklar, konuşurken birbirini ezen dudaklar. Göbekli ve pelte adaleli bir gövde. Birbirini ezen dudaklar dedim. Evet, ilk günlerde onun konuşmasını dinlemek değil, seyretmek yorucudur. Harfleri, fethede ede söyler ve söktüğü her cümle size, bir zafer gibi, atlanmış bir siper gibi görünür.

Amma bu geçici bir tesirdir. Çabucak alışır ve sonra farkına varmaz olursunuz. Bir kere de bu mertebeye erdiniz mi, artık Nurullah’ın sohbetine doyamazsınız.    

Ressamların, öfke ve hınçla doldurdukları o kara gözlerde ben, çok kere en cana yakın bakışların parladığını gördüm.

Karikatürleriyle kendisi arasındaki tezatlardan biri de somurtkanlık damgasıdır. Nurullah bütün bu fırçaları yalancı çıkaracak kadar güler yüzlü, hattâ taşkın neşeli, şen bir adamdır. En küçük bahane ile ruhu köpürür. Şiir okur, şarkı söyler, her dem taze bir zevk şarabıyla çakır keyiftir.

Kendisini en çok tarif edenlerden olduğu halde birçoklarınca hâlâ anlaşılamadı gitti. Zavallı istediği kadar her yazısına, şunu sevmem...”, “böyle düşünmekten hoşlanmam” “şuna bayılırım”, “öylesinden tiksinirim” diye başlasın. Bütün bunlar, meşhur mısraın Varak-ı Mihrüvefa’sı gibidir. Kim okur? Kim dinler?

Şüyuu vukudan fena tutanlar, hayatı ve insanı iyi görmüşler, güzel anlamışlar. Nurullah da işte böyle bir yanlışlığa kurban oldu gitti.

Biıçok iddialarının şakadan ibaret bulunduğunu sezmediler. Garabeti bir çeşni meselesi saydığını anlamadılar.

“Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” mısraını, eğer bu bir mısra ise, tutup zevkinin alın yazısı haline koydular.

Bakîyi Okuyorum” başlıklı yazılarına göz gezdirenler, “Fuzulî, dünyanın en lirik şairidir!” dediğini görenler, Nurullah Ataç’m anlayışını, kültürünü tasdikten çekinmezler. Ve kendi kendilerine:

- Acaba bu dünyanın hududu nedir? diye sormayı bile lüzumlu bulmazlar.

Şu halde:

Derya misâl leşkerin üzre âlemlerin

Feth ü zafer sefinesine açtı bâdbân

ve:

Yıktın hezâr bütgedeyi mescid eyledin 

Nâkus yerlerinde okuttun ezanları

gibi birine müthiş bir zafer tablosu, ötekine birkaç bin sayfalık bir tarih kıymeti sığdırılan beyitlerin hakkını veren adam, nasıl oluyor da:

“Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” lâf dizisinde bir Bakî mersiyesinin kuvvetini buluyor? diyeceksiniz.

Söyleyeyim:

Bakî ile Fuzûlî’den bahseden adam, hakiki Nurullah Ataç’tır. Öteki, sanat sahnemizde Mefisto rolünü oynuyor:

Yalnız şu fark ile ki Mefisto, gerçek bir değeri baştan çıkarmıştı. Hakikaten mücrimdi. Nurullah’ın şımartarak çileden çıkardıkları ise, ömürlerinde hiçbir kaybın acısını çekmeyecek kimselerdir.

Onu daha ziyade münekkit diye tanıyanlar var. Hâlbuki o. yeryüzünün münekkitliğe belki en uzak şahsiyetidir.

Nurullah, sanatkârlar yığını içine talih gibi iner. Fikir ve inan ışığıyla değil, el yordamıyla birini yakalar. Kaldırır, kaldırır, sonra yakından görünce fırlatıp atar. Evvelce fırlatıp, sonradan kucakladıkları da olmuştur. Vefalıdır da. Vaktiyle hayranlığını ettiği bazı şairlerin son zamanlarda paldır küldür düşüşlerini de birer sanat perendesi halinde göstermeye çalışır. Bereket hiçliğin sonu yoktur da bu tepe üstü düşüşlere, birer dehâ şehâbı, birer pike inişi yaldızı sürülebiliyor.

Nurullah, heyecanlı bir ruhtur. Ondan münekkidin muhtaç olduğu serin kanlı görüşler, ölçü adaleti, bitaraflık beklemek yanlış olur. Sanatta Nurullah hâkim değil, avukattır.

Evet, tenkit, onun belki en zayıf tarafı gibi muhakeme edilebilir. Fakat musahabeciliği, gerçekten hoş ve değerlidir.

Herhangi bir mevzuu, küçük parçalara ayırarak onlardan güzel bir sohbet mozayiği çıkarmasının sırrını biliyor.

Çeliğe çifte su veren eski Türk kılıççıları gibi o da sohbetlerinden ruhunun bu keskin cereyanını geçirebiliyor. Hattâ muhatapları Keziban’lar, Ayşe’ler olsa bile...

 

 Nurullah’ın münekkitliğini zaman, hattâ en kısa günler, bir damla su gibi içip uçuruyor. Fakat sanat fağfurunda altın tortu veren, yani yukarıdaki söylediğim tarafıdır.  Ölümlü dünyada bu da az şey değil.

 HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi