Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

RUŞEN EŞREF

Uzun, endamlı bir boy, geniş omuzlar, kuvvetli bir boyun, kalkan gibi yuvarlak şişkin bir göğüs. Tabiî bir alın, gür, siyah saçlar, dolgun, kırpık bir bıyık altında etli dudaklar. İçinde şen bir ışık yanan gözler. Sıhhatli yüzü, yuvarlak çizgili gülüşü, tok, dolgun sesiyle ansızın hususileşen bir adam. İşte Ruşen Eşref.

Onu ilk defa eski Darülmuallimin’de görmüştüm. Hançere-sindeki ses varyasyonu, taklit kabiliyeti dikkatime çarptı. 0, sadâyı hançeresinin potasında eritip istediği kıvama koyuyor, dilediği diyapazona vurup akort ediyordu.

O vakitler daha neşriyata başlamamıştı. Yalnız Tevfik Fikret hakkında bazı fikirlerini öğrenmiş, Hamdullah Suphi ile bu mevzua dair yazdıklarını okumuştuk. Fikret’i müdafaa ederken, ondaki bilgi ve mukayese genişliği de belirmiş oldu. Bu satırlarda belki sevgi adesesinden geçmiş mübalağalı taraflar vardı. Fakat bu sevgi, hiçbir zaman onda şuursuz bir his taraftarlığı haline girmiyordu.

Sonra, İstiklâl gazetesinde görüştük. Ara sıra Flober gibi ağzından mağrur sözler, indî hükümler kaçırır ve yine herkesten önce bunların farkına vararak bıraktıkları ham meyve tesirini gidermeye çalışırdı. Denilebilir ki acemilik çağı geçirmeden olgunlaştı. Ben, Ruşen Eşrefin bu mazhariyetini, okumasına veriyorum. Onu bocalamaktan kurtaran, zengin tetebbularıdır.

Hâdiselere bir Ralanti dikkatiyle bakar. Vakanın akışını bütün teferruatıyla zapt eden müthiş bir dikkati, canlandırıcı bir görüşü ve istifli bir hafızası var.

Bu değerli yaradılışının ilk izini, ben, Sultan Reşad’ın cenazesine ait tasvirlerde gördüm. Ruşen Eşref, bu yazılarında, tam Gonkur kardeşler gibi, kılı kırka yaran bir dikkat içindedir.

Sıcak su damlalarının ölü bir deri üstünden akışı, vücudun en mahrem yerlerine kadar her tarafı bu kalemin objektifinden kaçamamıştır. Yalçın, amansız bir realizm, bu tasvirlerin satırlarında adetâ nabızlanır.

Mütareke yıllarında Ruşen Eşref bizim için yepyeni bir şey yaptı. Tanınmış edipleri, birer birer dolaşarak Diyorlar &/’sini meydana getirdi.

Bu, sonradan yüzlerce taklidini gördüğümüz anketlere benzemez. Onda bir sanatkâr görüşüyle, fikrin sınırlarını kucaklamış olgun bir insan düşünüşünü sezersiniz. Girdiği yerde kalemi, bir aydınlık gibi dolaşıyor. Size falan şairin, filân edibin, şu romancının, bu ilim adamının bütün hususi rengini gösteriyor. Yani şunu demek istiyorum ki bu anketlerin, anketçiye ait, sanat dolu, zengin tarafı asıl mevzudan ziyade hoşa gider.

Mütareke içinde Anadolu’ya geçti. Orada hem kalemi hem bilgisiyle hizmet etti. Bu değişiklik, onun meslek hayatında da başka ufuklar açtı. Bir muallim diye girdiği mücadele meydanından bir mebus ve nihayet bir diplomat olarak çıktı.

Bazı varlıklar, çetin kabuklu meyvelere benzerler. Hâdiselerin çekici, üzerlerine değmeden, üzerlerindeki cevheri ortaya koymaz. Ruşen Eşrefi de bunlardan biri sayabiliriz.

İnkılâpsız, ihtilâlsiz, millî mücadelesiz bir Ruşen Eşref, belki de yalnız bir sahanın kıymeti olarak kalıp gidecekti.

Rus edebiyatından yapılan ilk kuvvetli tercümeleri de, yine onun kalemine borçluyuz. Türk Yurdu'nda, öteki mecmualarda çıkan bu tercümeler, hem asıllarına kıymet verdirecek derecede sağlam çevrilmeler, hem de güzel bir seçişin mahsulleri idi.

Uzunca bir susuştan sonra, bir gün o, bize Damla Damlası m verdi. Damla, burada küçüklüğün, miniminiliğin remzi değildir. Onu, bilâkis bir gururun ifadesi saymalıyız.

Ruşen Eşref, Damla Damla'sıyla bize kendini dirhem dirhem satıyor. Çünkü bu damlalara, gönül imbiğinden süzülmüş duygu inciler gözüyle bakmaktadır.

Bunları, ben, ilk okuduğum zaman mensur birer rubaiye benzetmiştim. Yalnız küçük, kısa oldukları için değil. Hayır, bunlarda da, tıpkı rubailer gibi, küçük mahfazalara büyük düşünceler, derin duygular sığdırmak istenen bir hal sezdiğim için, kafamda bu teşbih doğmuştu.

Evet, Damla Damla'da modern bir Hayyam tadı duyulur. Epiküryen bir felsefenin gölgesi onun da sayfaları üstüne düşmüş gibidir.

Hayat, kendisine güler yüz gösterdi. Bir sanatkâra lâzım olan her şeyi verdi. Bol vakit, geniş yaşayış, zengin müşahede muhitleri, tetebbu vasatları birer birer önüne serildi.

Ne gariptir ki o, Atina’dan, Boğaziçi’ni yazdı. Hem de yakından kaydıyla. Kim bilir, belki de buraya döndüğü vakit, Akro-pol’u yazacak, Rumeli’ndeki Türk izleriyle konuşarak büyük bir eser yaratacak.

Bizde üslûpları parça parça ve cephe cephe incelemek âdeti yoktur. Bir adamın yazı tarzı hakkında toptan hükümler veririz. Hâlbuki Ruşen Eşref’in nesri, üstünde durulacak bir itinanın mahsulüdür.

Cümlelerini okurken, hissedersiniz ki o, bu duyguyu, şu düşünceyi böyle bir söz kalıbına sığdırmak için çok zahmet çekmiş. Yazısına mürekkepten ziyade alın teri harcamış.

Yalnız, nasıl diyeyim, bu titiz itina, bu sürekli dikkat, esere çok renk, bol ışıkla beraber fazla maddîlik de getirmiş oluyor. Şekil düzgünleşip güzelleştikçe, iç zayıflıyormuş gibi bir vehme düşüyorsunuz. Titizliğinden, esere hendesî çizgilerin düşünüşü durduran bir katılık sinmiş sanırsınız.

Hani içinden sıçraya sıçraya sıcak kan dalgaları geçen damar gibi canlı satırlar vardır. Okurken, kitapla kafanız kaynar, yaprakla deriniz birleşir. Ruşen Eşrefte böyle bir cana yakınlık yoktur. 0, şekildeki güzellik ve granit sağlamlığı ile sizi çekmek ister.

Yalnız unutmayalım ki o, henüz son sözünü söylememiştir. Hattâ belki de şimdiye kadar söyledikleri, kuracağı büyük eser âbidesinin kaidesinden başka bir şey değildir.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi