Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 

KEMALETTİN KÂMİ

Donuk krem renginde yorgun bir alın, gür, kumral kaşlar altında süzgün iki mavi göz. Bu hayal, hülya ile mesafe dolu gözler, hayatı kirpiklerinden süzüyor sanırsınız. Görmek için ince, güzel ve derin şeyler ararlar. Bir kelebek, nasıl dikene, renksiz çiçeğe, kuru dala konmazsa, bunlar da basit, alelade yerlerde durup dinlenmezler.

Yüzünün çizgileri bakışlarından dağılan mavimtırak fecir aydınlığı ile yumuşar, gülüşü ısınır, ağzı renklenir.

Orta boyunda yaşına uymaz bir gevşeklik vardır. Oturmuyor, koltuğa pelteleşerek akıyor zannedersiniz. Gülümsemeden hiç konuşmaz. Fikrinize aykırı şeyler söylerken de bu nezaketli tebessüm, dudaklarındadır.

Sesi hançeresine surdin takılmış gibi derin bir pestliğe bürünür. Duruşu, kımıldayışı, tavırları da hep bu gösterişsiz; fakat kibar ahengin içindedir.

Kemalettin Kâmi’yi ilk defa nerede gördüm? Şimdi bunu pek kestiremiyorum! Fakat uzun ve etraflı görüşmemiz Ankara’da oldu. Sakarya Savaşı’nın en kara günlerinde, bütün cihan ufuklarının, Türk’e buluttan kepenklerini indirdiği, bir avuç adamın yedi iklime kılıç sıyırdığı kan ve şan dolu demlerde idi.

Hâkimiyet-i Milliye matbaasında toplaşır, birbirimize ümit ve kuvvet verirdik.

Ben, onu işte bu dekorlar içinde ve bu ruh fırtınasının dalgaları arasında tanıdım. O vakitler henüz pek gençti. Yaradılışının sıkılgan hali, bütün varlığını kaplıyordu. İlim ve sanat bahislerinde tatlı bir tevazu ile boynunu büker. Söylemekten çok dinlemeyi severdi.

Fakat ortaya atılan mevzu, millî bir mesele, bir vatan dâvası olursa, gözlerinin dalgın maviliği tutuşur, sesi yay gibi gerilir ve telâffuz ettiği sözlere bir ok keskinliği gelirdi.

Romantik heyecanı, uzlaşmaz mefkûreciliği, yılmak nedir bilmeyen ruh kuvveti, bir saniye bile gevşemeyen adalî ümidiyle Kemalettin Kâmi, gönlümde yer etmişti.

Tek tük bazı mısralarını da işte o sıralarda görmüştüm. Nabızları vuran, fağfur gibi iniltili mısralardı bunlar.

Ben, İstanbul’a döndükten sonra onu epey zaman görmedim. Fakat İzmir zaferiyle beraber onun şairliğinin de istiklâl bayrağı çektiğini bir şiirinden anladım.

Ruhunun imbiklerinden süzdüğü bu şiirlerde millî imanı, millî gururla yüksek bir heyecan el ele vermiştir.

Bunlarla o, yolculara bastıkları toprağın içini gösteriyor, kanla yoğrulmuş gaza meydanlarına, “Meçhul Mehmetçik”in o engin, o uçsuz bucaksız, sema kubbeli, şehitlik ehramına saygı ve sevgi istiyordu.

Ne yazık ki bu şiirler, mecmua ve gazete yapraklarında, mektep kitaplarında, şurada burada kalmış toplanarak cilt haline gelmemiştir.

Hâlbuki şairi, tek tük şiirleri değil, külliyatı çerçeveler. Böyle bir çerçeve içinde okunmayan şairin hem mânâsı yarım, hem tahlili noksan kalır. Hele yılların ona ve onun yıllara verdiklerini anlamak hevesine düşenler, asla kendilerini doyuramazlar.

Millî matem, onun sazından da derin, yaslı bir hava çıkarmıştı. Bunu, hâlâ yazdığının bir müjdesi sayıyorum.

Gerçi Kemalettin Kâmi öteden beri az yazar. Yılda bir kere açılan ve bir maşraba su veren tılsımlı çeşmeler, perili pınarlar gibi o da kıt verimlidir. Fakat küçücük zarflara fikir ve ruh mücevherleri doldurmasını iyi bildiği için, bu kıtlık pek göze batmaz.

Eğer az yazışı, dağınık yaşayış, tembellik gibi kusurlardan doğuyorsa, bilmelidir ki bu verimsizlik memlekete hani o çok sevdiği vatana karşı işlenmiş bir suçtur.

Fakat şairi böyle bir kusurla karartmak haklı olmaz. Çünkü onun az yazışı, belki de bir türlü tatmin edemediği sanat titizliğinden ileri geliyor. Millet, vatan hakkındaki fikir ve heyecanını yakından bilenler, bu tutukluğu başka bir sebebe bağlayamazlar.

Kabul ettiği işlerin, memuriyetlerin onu ne kadar meşgul ettiğini, pek kestiremiyorsam da büsbütün vakitsiz bıraktığını zannetmiyorum. Zaten sanihanın, rahme benzer bir yanı vardır. Hâdiseler, Cebrail nefesi gibi ona ruh üfler ve çok sürmeden sancılar arasında bir his ve fikrin doğduğunu görürüz.

Eskilerin “endişe-i san’at” diyecekleri titizlik, iyi bir şeydir. Fakat bunların en meşhuru olan Güstav Flober daracık ömrüne, her yaprağı başka bir mücevher temizliğiyle parlayan bir yığın cilt bırakmıştır.

Kemalettin Kâmi, istidadının zekâtını ödemekte daha fazla gecikmemelidir. Hele şimdi, bol zamana, maddî imkânlara da ermiş bulunuyor. Ortaya koyacak bir mazereti de yoktur.

Ne hazin bir zamandayız ki, gerçek liyâkatlar susuyorlar ve bizi ağustosböceklerinin zevke bulantı veren zevzeklikleri içinde bırakıyorlar.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi