Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MEHMED FUAD KÖPRÜLÜ

 

 

Ufak tefek bir gövde üstünde, yine küçücük bir baş. Uzun kırpıklı yeşil gözler. Düz, ince çizgili bir burun, asla büyük düşüncelerden haber vermeyen dar bir alın. Ufarak bir ağız tatlı bir gülüş, yumuşak hareketler.

Eskiden teşbih de kullanırdı. Sonradan bıraktı. Fakat her nedense, ben ne zaman Köprülüzâde’yi düşünsem, gözümün önüne hep sağ elinde sallanan o meşhur teşbih ile beraber gelir.

Sesi ahenklidir. Bu seste de İlmî bir hâkimiyetin yalçın edası, durgun ağırlığı sezilmez. Daha çok şaka ve nükte için akort edilmiştir sanırsınız. En derin, en çetrefil mevzulardan bahsederken de, sesinde yine bu şakıyan ahenk, aydınlık su akışlarını andıran bu hafiflik duyulur. Kütüphanesinin dışında “kaî’den ziyade “hal’cidir.

Ben, onu ilk defa rahmetli Celâl Sâhir'in evinde görmüştüm. O vakitler, ilimden ziyade edebiyata mensuptu. Alacalı bir üslûpla soneler yazıyor, edebiyat hocalığı ediyordu.

Köprülü Fuat’ın şairliği hakkında ne hüküm vermek ne de bu varlığı üstünde durmak doğru olur. Çünkü şiir, onun hayatında bir fanteziden, ara sıra gönül eğlendirmek için başvurulan bir zevk vasıtasından başka bir şey değildir.

İlkin aruzla, Fecr-i Âti’cilerin diliyle yazıyordu. Sonra, Millî Cereyan’ın en kuvvetli bir şahsiyeti oldu. Heceyi benimsedi.

Yeni Lisan dâvası Selanik’te ortaya atıldığı vakit, Süleyman Nazif, Cenab Şahabeddin, Yakup Kadri gibi o da, bu hamlenin duru ve yüksek kaynağını sezememiş:

- Yeni Lisan da ne? diyenlerin safında yer almıştı.

Fakat bu dağınıklığı çok sürmedi. Ziya Gökalp ile tanışınca, o Millî Mefkûre güneşinin en verimli pervanesi oldu.

Yeni Lisan’a hücum edenlerin saflarından ayrılarak müdafaacıları arasında göründü.    

O vakte kadar, şair, edebiyatçı hüviyeti içinde tanıdığım

Köprülüzâde Fuat, bambaşka bir sima bağlıyordu Türk tarihini okuyor, şarkta, garpta buna dair yazılmış eserlerin engin denizine dalıyordu.    , ,

Gökalp’in ilk cani, feyzi, odur. Gerçi Köprülüzâde daha evvelleri de İlmî merakını gösteren hamleler yapmış.

Fikriye gibi eserlerde felsefî düşünüşün, fikir tarihinin büsbütün yabancısı olmadığını göstermişti. Fakat bu eserinde temas ettiği mevzular, şahsiyetler ve tefekkür sistemleri, pek parlak şeyler değildir. Bilgiyi, ihatayı, fikrî tasarrufu değil, ancak merakı ve hakikate susayışı anlatır.

Gökalp’ın irşadıyla Türkoloji’yi kendisine ana meslek olarak seçtikten sonra, Fuat, köşesine çekildi. Artık dostları arasında zevk ve eğlence yerlerinde ona rastlanmıyordu. Soranların, birbirlerinden aldıkları cevap.

- Kendini ilme verdi! oluyordu.

İlkin bu “Kendini ilme vermiş!” sözünde biraz şaka, azıcık da alay vardı. Ama günler ay ve aylar yıl olunca, alay takdiri

O aralık Darülfünun tensik ediliyordu. Türk edebiyatı tarihli kürsüsü kurulmuştu. Bu kürsüye bir müderris aranıyordu.

Köprülü Fuat, namzet gösterildi, işin dış yüzünde kalan bazı gazeteciler, onun gençliğine aldanarak bu namzetliği yer-1 siz buldular. Dedikodu başladı. Her kafadan bir ses çıkıyordu! İşte bu sıralarda onun bir ilim kahramanı gibi kılıç sıyırdığını, herkese meydan okuduğunu gördük.

Gazetelere gönderdiği bir mektup, belki de muhabirlere verdiği bir mülakatta:

- Türkoloji sahasında kim kendine güveniyorsa gelsin imtihan olalım, dedi.

Bu açık davete hiç kimse cevap vermedi. Sükûnet ise böyle bir er meydanında asla silâh değildi. Fuat’ı işte bundan sonra Darülfünun kürsüsünde görüyoruz.

Artık sahasını bulmuş, yolunu seçmişti. Şaşılacak bir gayretle çalışıyor, eline geçeni kitaba veriyor, gece gündüz okuyordu. Yıllar süren bu çalışma sonunda, Köprülüzâde, eserlerin taşıdıkları karakterlere göre Türk edebiyatını tasnif etti. Bu terkipli görüşün ortaya koyduğu ana hatlar, İçtimaî hayatımızda ruh ve bünye değişmelerine bakarak çizilmiştir ki, böyle bir tasnif için bundan daha doğru yol da yoktur.

Asırlar içinde, 1. Kavim çağı, 2. Ümmet devri, 3. Garp medeniyetine dönüş devri gibi merhaleler geçirdiğimizi bilenler, bu bölünüşleri, en uygun bir tasnif olarak benimserler.

Âşık Paşa’dan başlayan Türk edebiyatı, işte onun himmetiyle birdenbire sonsuz bir genişliğe kavuştu. Lehçelerin tarihî seyri incelendi. Bu lehçelerde yazılmış eserler, İlmî bir görüşle tetkik edildi.    

Köprülüzâde, bilgisi arttıkça, Türkoloji’de Rusçanın ehemmiyetini anladı. Bu dile yabancı kalmadı. Eserleri buldurup kendi kazancından ayırdığı paralarla tercüme ettirdi.

İlme karşı fedâkârlık ancak bu kadar olur.

Kuleli ki Köprülüzâde Fuat, milletlerarası ilim kongrelerinde yüzümüzü ağartmış ve en nihayet Sorbonne’da kürk giymiş bir Türk’tür.    

 

Unutmayalım ki bu kürk, bir hükümdar hediyesi değil, bir liyakatin bayrağıdır. Onu omuzlarına alan adam, bir ilim kıblesi gibi selamlanmaya hak kazanır. Ne mutlu ona ki kürsüsünden kaleminden dağıttığı feyz ile etrafını beslerken şöhretiyle yabancı ülkelerden vatana da hürmet ve takdir ganimetleri getirdi.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi